Kazaya kalmış beş vakit farz namazlarda vitir namazlarının bağışlanması umudu ile yapılan bir sadaka verme işlemine “İskat-ı Salât” denilmektedir. şöyle ki: mükellef bir insan, farz ve vitir namazlarını, ima ile dahi olsa yerine getirmeye gücü olduğu halde, eda veya kazayı yapmaksızın ölse, bunların düşürülmesi için (bunların manevi sorumluluğundan kurtulması ümidi ile) bunlara karşı ödenmek üzere malının üçte birinden harcama yapılmasını vasiyet etmesi gerekir. Buna göre ölünün geriye bıraktığı malın üçte birinden namazlar için fidye (bedel) verilir. Böylece bağışlanması için Yüce Allah’a dua edilir.
477- İskat-ı Salât (namazların düşürelmesi) için vasiyette bulunmamış olan bir ölünün velisi (varişlerinden biri) tarafından bağış yolu ile verilecek bir mal ile de, bu “îskat” işlemi yapılabilir. Ölünün bu yüzden bağışlanması Allah’ın rahmetinden umulur. Yabancı bir kimse tarafından yapılacak böyle bir bağışm bu konuda yeterli olup olmadığı üzerinde ihtilâf vardır. Her halde, yabancı bir kimse tarafından ölü adına verilecek sadakadan da ölüye sevab ulaşır.
478- bir kimse hastalığı sırasmda kazaya kalmış namazlarını düşürmek için fidye ve sadaka veremez. Çünkü bunları kaza etmesi ihtimali vardır. Vereceği bu fidye hiç bir zaman namaz yerine geçemez. Fakat bu hastalık halindeki namazlarını kaza etmek fırsatmı bulamayacağını düşünerek vasiyette bulunsa, bu vasiyeti ölümünde, varisi varsa bırakmış olduğu malın üçte birinden, varisi yoksa malının tamamından (İskat-ı Salât olarak) yerine getirilir.
479- İskat-ı Salât için ölünün miladi yıl olarak hayatı esas alınır. Şöyle ki: Ölü erkek ise on iki, kadm ise dokuz yaşından sonraki yaşadığı yıl hesab edilir. Bu zaman içinde namazlarını kılmış olsa dahi, bunların kılınmasında noksanlar bulunacağı düşüncesi ile bütün bu müddet içindeki namazları için fidye verilmesi tercih edilir. Örnek: Ölen bir erkeğin ömrü yetmiş yıl olsa, bunun elli sekiz senesi için her namaz karşılığında bir fitre mikdarı fiyde verilir.
480- Namaz fidyesi için ayrılan para, ömre göre hesab edilen namazlarınkarşılığı olarak yetmediği takdirde, bu para çoğunlukla on fakire devir şeklinde verilebilir. Örnek: Altmış iki yaşında ölen bir kimsenin elli senelik hayatı için devir yapılmak istense, fitre elli kuruş olduğu kabul edilerek namazların iskatı için de doksan lira ayrılmış bulunsa, bir aylık devir yapılır. Şöyle ki: Vitir namazı dahil, bir aylık namaz, otuz gün itibari ile yüz seksen vakit eder. Bunun fidyesi de, elli kuruş fitre üzerinden doksan lira eder. Elli senede ise, altı yüz ay vardır. Bu durumda bu doksan ilra on fakire veya birkaç fakire altı yüz defa devredilir. Eğer bu ayrılan para iki misline (180 liraya) çıkarılmış olursa, üç yüz defa devir yeterli olur. Eğer ayrılan para kırk beş lira olursa, o zaman bin iki yüz defa devir gerikr. Böylece devir sayısı, ayrılan paranın mikdarına göre değişir.
481- Fidyenin devri yapılırken acele etmemelidir. Usulüne göre alıp verilmelidir. Şöyle ki: Ölünün mükellef olan varisi (velisi), fidyeyi fakire verirken “Falan oğlu falanın namaz keffareti olmak üzere bunu al,” deyip gerçekte fakire ait olarak bu parayı vermelidir. Fakir de: “Bunu kabul ettim,” deyip aldıktan sonra kendi rızası ile veliye hibe ve teslim etmelidir. Veli de hibeyi kabul edip aldıktan sonra yine bu şekil üzere o fakire veya başka bir fakire vererek kazaya kalan namazları karşılayıncaya kadar devir yapılıp bitirilmelidir. Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de şefkat duygusunu göstererek bunu bağışlayana hibe etmesi, geçmişi düzeltmeye gücü kalmamış olan din kardeşinin manevi sorumluluğunu azaltmak gibi, çok hayırlı bir maksada yönelik bulunduğundan, bu işlem büyük bir merhamet ve kardeşlik alâmetidir. Din kardeşleri arasındaki vefakârlık görevi unutulmamalıdır.
482- İhtilâftan kurtulmak için devir işlemini velinin kendisi yapmalıdır. Bunu kendisi yapamazsa, yerine başka bir kimseyi tam bir yetki ile vekil tayin etmelidir. Artık vekil olan kimse o parayı veli adına fakire vermeli ve o parayı veli adına fakirden bir aracı sıfatı ile o parayı hibe olarak kabul eylemelidir. Böyle olmazsa, o şahsın bu parayı başkasının mülkiyetine geçirmeye ve veli adına mülk edinmeye yetkisi olamaz. Yabancı da ölü adına bağış yolu ile namaz için fidye verebileceğine inanan bazı fıkıh alimlerine göre ise, böyle devamlı bir vekâlet alınmasına gerek yoktur. Başlangıçta fidyeyi vermeye veli tarafından vekâlet verilen kimse bunu başkasının mülkiyetine geçirir ve fakirin de kendisine yapılan hibesini kabul ederek bunu kendi tarafından ölü adına fakire tekrar temlik eder (mülkiyetine geçirir). Bununla beraber birinci görüş tercih edilmiştir. Devirden sonra velinin veya velinin veya vekilin eline hibe yolu ile gelen paradan, kendileri ile devir yapılan fakirlere, kalblerini hoş tutmak için bir mikdar verilir. Geriye bir mikdar kalırsa, o da başka fakirlere sadaka olarak verilir. Eğer bu para yerine mücevherattan bir şey konulmuş olursa, bunun kıymeti üzerinden sadaka verme işlemi yapılır483- Namaz fidyesinden sonra oruç keffareti, sonra kurban keffareti, sonra yemin keffareti için tekrar devir yapılır. Bir nafile olarak başlanıp da bozulduktan sonra kaza edilmemiş namazlar, adanmış olup da getirilmemiş adak namazlar ve kurbanlar için de bir mikdar devir yapılır. Hatta yapılmamış tilâvet secdesi de bir vakit namaz sayılarak bundan dolayı da fidye verilir. Namaz fidyesinin tümünü bir fakire bir günde vermek caizdir. Fakat oruç ve yemin keffaretleri böyle değildir. Bu fidyeler bir günde bir şahsa toptan verilemez. (Oruç ve yemin keffareti bölümüne bakılsın.)
484- Namaz fidyesinin vasiyet edilmesi, bunun varisler tarafından bağış yolu ile yapılmasından daha iyidir. Bir de bu fidye, daha ölü gömülmeden yapılmalıdır. Uygun olan budur. Bununla beraber gömüldükten sonra yapılması da caizdir. Ölünün velisi, ölü adma kazaya kalmış namazlarını kılamaz, oruçlarını tutamaz. Fakat bu gibi ibadetlerin sevabından ölmüş bir müslümana hediye yapılabilir. Ölünün bundan faydalanacağı Allah’ın ihsanından beklenir.
485- İmâ ile de namaz kılamayan bir hasta, bu hal üzere ölse, bu hastalığı müddeti içinde kılamamış olduğu namazlar için vasiyet etmesi gerekmez. Çünkü bunları kaza etmekten sorumlu olacağı bir zamana ermemiştir. Bunun için bu namazlar, üzerine ödenmesi gereken bir borç olmamıştır. Bundan dolayı fidye verilmesi yoluna gidilmez.
486- Namaz için fidye vermeye dair açık bir delil ve icma yoktur. Bu usul, delil ile sabit olan oruç fidyesine kıyas yolu ile de kabul edilmiş değildir. Bu bir ihtiyat işidir. Hanefi müctehidleri bunu güzel görmüşlerdir, bunun kazaya kalmış namazlar yerine geçeceği kesin olarak ileri sürülemez. Ancak böyle bir fidye vasiyeti, bir pişmanlık eseridir, bir istiğfar nişanıdır. Bunun varis tarafından bağış yolu ile yapılması da, bir şefkat ve hayırseverlik alâmetidir. Kaza için de bir imkân kalmamıştır, bu yönden bu fidyenin kabulü Yüce Allah’ın rahmetinden umulmaktadır. Bunun için bu usul, bazılarının sandığı gibi, sonradan İmam Birgivî merhum tarafından ileri sürülmüş bir şey değildir. Doğrusu, şudur ki, bu mesele Hanefi mezhebi üzere yazılmış en eski kitablarda da bu şekilde mevcuttur. Deniliyor ki: Fidye ile oruç borcunun düşeceği üzerinde nass (kesin delil) vardır. Namaz da, Hanefi fıkıh alimlerinin istihsan görüşlerine göre oruzç gibidir, oruçtan daha önemlidir. Bunun için kaza edilmesine imkân kalmamış olan namazlardan dolayı da fidye verilerek Yüce Allah’ın mağfiretine sığınmak, ihtiyati bir iş olarak uygundur.
487- İmam Muhammed El-Şeybani (Allah ona rahmet etsin) Ziyadat adlı kitabında “Namaz fidyesi” İnşallahü teâlâ kifayet eder, demiştir. Demek ki, bunungelene bakılması da bir hadis-i şerifle buyunılmuştur. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ashabına istihareyi öğretirlerdi, İstihare namazını kılmak mümkün olmaymca, yalnız duası ile yetinilir. Aslında meşru ve hayırlı bir iş için yapılacak istihare, onun istenilen vakitte yapılıp yapılmaması yönünden yapılır. Yoksa doğrudan doğruya o hayırlı iş için yapılmaz. Belli bir senede hac yapılıp yapılmaması gibi… İstihare duası Peygamber Efendimizden şöyle rivayet edilmiştir:14) Katil Namazı: Her nasılsa kısasla öldürülecek olan bir müslüman bu cezanın uygulanmasından önce iki rekât nafile namaz kılarak tevbe ve istiğfar etmelidir, hayırlı dualar yapmalıdır. Bu namaz onun Allah tarafmdan bağışlanmasına vesile olabileceği cihetle güzel görülmüştür. 15) İstiska (Yağmur Duası) Namazı: Yağmurlar kesildiği zaman, müs- lümanlar yağmur duasına çıkarlar, ikramı bol olan yaratıcımızdan yağmur yağdırmasını isterler. İmam Azam’a göre “İstiska’dan” maksad yalnız duadır, mağfiret dilemektir. Bunda cemaatle namaz sünnet değildir; fakat caizdir. İnsanlar isterlerseayrı ayrı namaz kılabilirler. İki İmama göre ise, İstiska için en büyük İdarecinin veya onun göstereceği kimsenin, cuma namazı gibi aşikâre okuyuşla iki rekât namaz kıldırması mendubdur. Bu namazın arkasından, bayramlarda olduğu gibi, hutbe okunur. Hatib minbere çıkmaz, yerde durur. Kılıç, ok veya sopa gibi bir şeye da-yanarak hutbelerini okur. Üç gün arka arkaya İstiska duasına çıkılması güzeldir. Yağmurun inmesi gecikirse, eski elbiseler giyilerek ve başlar öne eğilerek tevazu içinde yaya olarak sahraya çıkılır. Önceden tevbeler yapılır, sadakalar verilir. Haksız yere alınmış şeyler varsa, sahihlerine geri verilir. Müslümanlar için mağfiret istenir. İmam Muhammed’e göre hatib, hutbe esnasmda elbisesi dört köşeli ise bunun aşağısını yukarıya, yukarısını da aşağıya çevirir. Değirmi ise sağını sol tarafa ve solunu da sağ tarafa getirir. Giydiği kaba kaftan ise, içini dışarıya ve dışını da içeriye getirir ve bu şekilde elbisesini giyer. Bu, sıkıntılı durmun değişmesi için bir hayır nişanı olarak yapılır. Fakat cemaat elbiselerini böyle tersine giymez. Müslümanlar yağmur duasına çıkarlarken çocuklarını, evcil hayvanlarla onların yavrularım beraberlerinde götürürler. Çocukları ve yavruları bir müddet analarından uzaklaştırırlar. Böylece üzüntülü bir hal içinde zayıflara ve ihtiyarlara dua ettirerek kendileri de amîn derler. İşte üzüntü, tevazu, kalb yumuşaklığı ve büyük bir teslimiyet içinde Yüce Allah’ın rahmet ve yardımı istenir, daha sahraya çıkmadan yağmur yağmaya başlarsa, buna bir şükür karşılığı olsun diye yine sahraya çıkarlar. Bunu yapmak mendubdur. Yağmurlar istenenden çok yağmaya başlayınca, bunun kesilmesi veya başka taraflara dönmesi için dua edilmesinde bir sakınca yoktur. Yağmur yağarken: ” Allahümme sayyiben nafi’an = Allah’ım! Bunu yararlı yağmur yap,” denir. İstenilenden fazla yağınca da: “Allahümme havaleyna ve lâ aleyna = Allah’ım! Bunu zarar vermeyecek yerlere yağdır, bizim üzerimize yağdırma,” diye dua edilir. Dua eden isterse ellerini yukarıya kaldırır, isterse iki işaret parmağı ile işaret eder. Her duada ellerin içlerini göğe doğu tutmak sünnettir. İşte bu yağmur duasında gafil olan insanlar için bir uyarma dersi vardır. Her zaman sonsuz rahmetine ve yardımına kavuşmakta bulunduğumuz ikram ve merhameti bol Allah’ımızı hiç bir an unutmamak ve her vesile ile Ona muhtaç olduğumuzu anlayarak Yüce varlığına yönelmek ve yalvarışta bulunmak, bizim için bir kulluk borcudur. Bir düşünelim: Zaman zaman bulutlardan topraklarımıza yağan o yararlı yağmurlar kesilse, bunun sonu olarak da ırmaklar ve dereler kurusa, su kanalları bomboş kalsa, acaba bu suları bize kim getirebilecektir? Kaynaklarından daima fışkırıp duran ve hayatımıza hizmet eden o tatlı ve berrak suları Yüce Allah yerin dibine geçirse, acaba bunları kim bize getirebilecektir? İşte “De ki: Bana bildiriniz bakalım. Eğer suyunuz bir sabah yerin diafv ve mağfirete bir vesile olacağı Yüce Allah’dan umuluyor. Yoksa bunun üzerinde kesin bir delil yoktur. Eğer bu fidyenin namazlara kifayet edeceği kesin bir delile veya kıyasa dayansaydı, böyle Allah’ın dilemesi şeklinde söz söylenmezdi. Fahrü’l-îslâm Pezdevi’nin Usul kitabında şöyle deniliyor: Namaz hakkında fidyenin cevazına (yeterli olacağına), oruç hakkında hükmettiğimiz gibi hüküm veremeyiz. Ancak namaz hakkında fidyenin lütfen kabulünü Allah tarafından bir ihsan olarak isteriz. İbnü’l-Hümam gibi, ictihad derecesini kazanmış bir zatın da, Fethu’l-Kadir’deki ifadesine göre namaz, Hanefi imamlarının istihsanı ile oruç gibidir, madem ki oruç ile fidye vermek, yemek yedirmek arasında bir denklik şeriatça sabit olmuştur, bunra göre bu denklik namaz ile fidye arasmda da sabit olabilir. Eğer böyle bir denklik varsa, netice elde edilmiş olur, değilse, namaz için fidye bir iyilik ve ihsandan ibaret kalır. İyilik ve ihsan ise, günahları giderir. Bir ayeti kerimede buyurulmuştur. “İyilikler kötülükleri siler.” (Hud: 114)
488- Fıkıh kitablarımızdan Kuhüstani’de şöyle deniliyor: “Eğer ölü, namaz için fidye verilmesini vasiyet etmemiş ise, velisinin bağış yapması caizdir. Bunun müstahsen bir iş olduğu görüşünde ayrılık yoktur. Bunun sevabı ölüye ulaşır.” Doğrusu, hiç bir zaman namaz fidyesi ile namaz borçlarımızın ödenmiş olacağını ileri süremeyiz. Fakat acizane verilecek sadakalardan dolayı da, Allah’ın ihsanına ulaşmaktan ümidimizi kesmeyiz. Hiç bir hayır ve iyilik Allah yanında boşa gitmez. Verilen sadakalardan ve yapılan vakıflardan dolayı mü’minin amel defterine daima sevab yazılır durur.
489- Bir ölü vasiyet etmediği takdirde, onun varisleri, geriye bırakmış olduğu maldan fidye vermek zoruda değildir, hele varisler fakir bulunurlarsa, bir gelenek ve iyilik düşüncesi ile bu fakir varisleri fidye vermeye yöneltmek uygun olmaz. Bilhassa varisler arasında çocuklar ve yetimler bulunursa, bunların hisselerinden fidye verilmesi asla caiz olmaz. Bir de kendileri ile devir yapılacak fakirler arasmda çocuk, bunak, deli, zengin ve gayri müslim bulunmamalıdır. Bu hususlara dikkat etmelidir.
İskat-ı Salât (Namaz Borcunu Düşürme) Meselesi
10
Mar