Osmanlı pâdişâhlarının otuz dördüncüsü ve İslâm halîfelerinin doksan dokuzuncusu. Sultan Abdülmecîd’in ikinci oğlu olup 1842’de Tîr-i Müjgan Sultandan doğdu. On yaşında iken annesini kaybeden şehzâde Abdülhamîd, babasının emriyle Perestu Kadın Efendinin himâyesine verildi. Özel hocalar tâyin edilerek iyi bir eğitime tâbi tutuldu. Arapçayı, Fe- rid ve Şerif efendilerden, Farsçayı kazasker Ali Mahvî Efendi ve Sadrâzam Safvet Paşadan; tefsir, hadis, fıkıh ilimlerini Gümüşhânevî Ömer Hulûsi Efendiden; Fransızcayı Gardet, Edhem ve Kemâl paşalardan ve diğer din ve fen ilimlerini de sâha- smda üstâd olan hocalardan öğrendi. Tahsilinden artan zamanlarını; ata binmek, silâh kullanmak ve spor yapmakla değerlendirirdi. Şehzâde Abdülhamîd’in zekâ ve hâfızasının son derece yüksek oluşu ile politik kâbiliyeti, am
Otuz dördüncü Osmanlı Sultanı İkinci Abdülhamîd Han.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 78
cası olan Sultan Abdülazîz’in dikkatini çekti. Nitekim Sultan Abdülazîz Han, onun daha serbest bir ortamda yetişmesini sağladı. Mısır ve Avrupa se- yâhatlerinde yanında götürdü. Şehzâde Abdülhamîd de bu imkânlardan en iyi şekilde istifâdeye çalıştı. Yabancı basını devamlı tâkib ederek dış devletlerin niyet ve emellerini ve gâyelerine ulaşabilmek için uyguladıkları metodları çok iyi etüd etti. Ayrıca o, ticârî faâliyetlerde de bulundu. Kendisinin marangoz atölyesi ile çiftliği vardı. Toprak işleriyle meşgûl oldu. Koyun besletti. Üstübeç mâdenleri işletti. Son derece cömerd olan Şehzâde, kazandığı paraları saltanatı sırasında din ve devlet işleri ile fakir ve yoksullara hare etti.
İngilizlerden para alarak düşmanın kuklası hâline gelen Hüseyin Avni Paşa; Midhat, Mütercim Rüşdî, Mahmûd Celâleddîn ve Nuri paşalar, şeyhülislâm Haşan Hayrullah Efendi ile anlaşarak 1876’da Sultan Abdülazîz’i tahttan indirdiler ve çok geçmeden de şehîd ettiler. Yerine çıkardıkları şehzâde Murâd, rahatsızlığı sebebiyle ancak üç ay tahtta kalabildi. Bunun üzerine şehzâde Abdülhamîd otuz dört yaşındayken 31 Ağustos 1876 Perşembe günü Osmanlı tahtına oturdu. Sultan Abdülhamîd Han tahta çıktığında devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına Sırbistan ve Karadağ muhârebeleri de eklenmişti. Girit’te huzursuzluk had safhadaydı. Rusya, bu karışıklıkta devletten en
büyük payı kapma sevdâsıyla savaş hazırlıkları yapıyordu. Yeni Osmanlı Pâdişâhı ise aktif bir siyâset tâkip ediyordu. Bütün hükümet üyeleriyle mâbeyn personelini saraya dâvet ederek bir yemek verdi. Burada yaptığı konuşmada da millî birliğe duyulan ihtiyâcı dile getirdi. Tersâneye giderek bahriyelilerle birlikte oturup asker yemeği yedi. Zaman zaman haber vermeden çeşitli câmilere gidip, halkın arasında aynı safta namaz kıldı. Sultanın bu hareketleri asker ve halkın hoşuna gidiyordu. Nitekim herkeste ve özellikle orduda bir moral düzelmesi görüldü. Bunun netîcesi olarak
garıdır.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 79
İkinci Abdülhamîd Hanın şehzadeliğinde çekilmiş bir resmi.
ABDÜLHAMİD HAN-II
Sırp cephesindeki ordu önemli başarılar kazanmaya başladı. Osmanlı ordusu Belgrat’a girmek üzereyken büyük devletler işe karıştılar. Rusya’nın savaşa derhal son verilmesi konusundaki ültimatomu üzerine Sırbistan ile üç aylık ateşkes imzâ- landı. Diğer taraftan İngiltere, Şark Meselesinin İstanbul’da toplanacak bir konferansta ele alınmasını istedi. 23 Aralık 1876’da İstanbul’da toplanan Tersâne Konferansından sonra batılı devletler OsmanlI Devletinin bağımsızlığını tehlikeye sokacak ağır hükümler taşıyan teklifler sundular. Bu toplantıdan bir gün önce 23 Aralık 1876’da Osmanlı Devletinde Kânûn-i Esâsî îlân edilmiş ise de ba- tılılar bunu nazâr-ı dikkate almamışlardı. Tersâne Konferansı kararlarını reddetmenin, devletini Rusya ile karşı karşıya bırakacağını bilen Sultan Abdülhamîd Han, bu teklifleri kabul etmiş görünerek ortalığı yatıştırmak istiyordu. Ancak İngilizlerin kendilerini destekleyeceği vâdine aldanan sadrâzam Midhat Paşa, mecliste gayri müslimleri de kendi tarafına çekmek süreriyle Rusya aleyhine bir konuşma yaptı. Harb aleyhinde rey kullanacak olanları; peşinen vatan sevgisizliği ve ihâneti ile ithâm etti. Netîcede meclis, Tersâne Konferansı kararlarını reddetti. Ayrıca
Sultan Abdülhamîd’in devlet işleriyle çok sıkı bir şekilde ilgilenmesini siyâsî geleceği açısından tehlikeli gören Midhat Paşa, onu tahttan indirmenin yollarını aramaya başladı. Hattâ Osmanlı Hâ- nedânım dahi ortadan kaldırmayı plânlayan Midhat Paşa, konağında topladığı Nâmık Kemâl, Ziyâ ve Rüşdî paşalarla kendi taraftarı olan diğer devlet ileri gelenlerine “Âl-i Osmân yerine Al-i Midhat denilse ne olur?” demişti. Yine sadâreti müd- detince Müslüman halkın çoğunlukta bulunduğu vilâyetlere azınlıktan vâliler tâyin etmek ve Os- manlı ordusunun temeli durumundaki Harbiye Mektebine Rum talebe almak gibi Osmanlı Devletini temelinden yıkabilecek faâliyetler içerisindeydi. Onun bu zararlı icrâatları üzerine Sultan Abdülhamîd Han, Kânûn-i Esâsî’nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak Midhat Paşayı sadrâzam- lıktan uzaklaştırdı ve yurd dışına sürdü. Diğer taraftan Midhat Paşa sadrazâmlıktan uzaklaştırılmış ancak Tersâne Konferansı kararlarını mecliste reddettirmekle Osmanlı Devletini Rusya ile karşı karşıya getirmişti. Nitekim 24 Nisan 1877 günü Rusya, Osmanlı Devletine resmen harb ilân etti. Mâlî 1293 senesine rastladığı için “93 Harbi” denilen bu savaş, Edirne Mütâ
İkinci Abdülhamîd Han tarafından Beşiktaş’ta Yıldız Sarayı yanında yaptırılan Hamidiye Câmii. Abdülhamîd Han, Cumâ ve Bayram namazlarını bir çok ahşap malzemesini bizzat kendisinin yaptığı bu câmide kılardı.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 80
ABDÜLHAMİD HAN-II
İkinci Abdülhamîd Han tarafından Okmeydanı’nda, kadın-erkek, yoksul, sakat ve kimsesiz çocukları korumak için yaptırılan Dârülaceze.
rekesine kadar dokuz ay sürdü. Plevne’de Gâzi Osman Paşa, doğuda Ahmed Muhtar Paşanın kısmî başarılarına rağmen savaş umûmî bir bozgunla neticelendi. Ruslar Edirne’ye girdiler ve Yeşilköy’e kadar geldiler. Doğuda ise Kars düşmüş ve Rus kuvvetleri Erzurum’a yaklaşmıştı (Bkz. Doksanüç Harbi). Savaşlarda on binlerce Müslü- man-Türk şehîd olurken, bir o kadarı da İstanbul’a akın etti. Muhâcirler bir plân içinde Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmeye çalışıldı. Bu sırada memleketin tek karar organı olan mecliste de tam bir anarşi hüküm sürmekte ve milletvekilleri hiçbir meselede bir araya geleme- mekte idiler. Bu vaziyet karşısında Sultan Abdülhamîd Han, İngiltere’yi devreye sokarak savaşın sona erdirilmesini sağladı. Arkasından devletin başına böyle bir felâketin gelmesine sebeb olan, savaşın bitmesi ile de bu durumda hiçbir mesûliyeti yokmuş gibi pâdişâhı suçlamaya başlayan M eclis-i Meb’ûsan’ı süresiz kapattı (13 Şubat 1878). Bu arada Rysya ateşkesin sağlanmasından hemen sonra Osmanlı Devleti ile antlaşma imzâlayarak gâlip gelmenin avantajını iyi kullanmak istiyordu. Nitekim 3 Mart 1878’de imzâlanan Ayastefenos Mu- âhedesi, Osmanlılar için çok ağır ve fecî şartlar getiriyordu. 29 Maddelik antlaşmaya göre, batıda büyük bir Bulgaristan prensliği kurulacak, Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli bir Rus kuklası olarak düşünülen bu otonom prensliğe verilecekti. Kars, Ardahan, Batum Rusya’ya verilip, Karadağ ve Sırbistan’ın istiklâlleri kabûl edilecekti. Ayrıca Osmanlı Devleti, Rusya’ya 245 milyon Osmanlı altını harb tazminatı verecekti.
Sultan Abdülhamîd Han devleti için çok tehlikeli olan bu antlaşmayı kabûl etmedi. Diğer taraftan Hind yolunun tehlikeye girdiğini gören İngiltere de, Paris Antlaşmasını ihlâl ettiği iddiâ- sıyla Ayastefenos Antlaşmasının milletlerarası bir konferansta gözden geçirilmesini istedi. Ayrıca İngiltere toplanacak olan bu konferansta OsmanlI Devletini desteklemek vâdi ile bâzı tâvizler kopardı. Kıbrıs’ın İdâresinin geçici olarak İngiltere’ye bırakıldığı antlaşma, 4 Haziran 1878’de imzâlan- dı. Sultan Abdülhamîd Han hükümetin bir oldu bitti ile imzâladığı bu antlaşmayı kabûl etmemek için çok direndi. İngilizler askerî tehditte bulundular. Bunun üzerine Pâdişâh, Kıbrıs’ta hüküm- rânlık haklarına asla zarar verilmeyeceği konusunda İngilizlerden bir belge almak sûretiyle antlaşmayı onayladı. Buna rağmen İngiltere 13 Temmuz 1878’de imzâlanan Berlin Muâhedesinde OsmanlIlara vaad ettiği desteği vermedi. Her ne ka
İkinci Abdülhamîd Han Cumâ Selâmlığında.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 81
I I u «ı
ikinci Abdülhamîd Hanın, Divanyolunda İkinci Mahmûd Han türbesinde bulunan sandukası.
İkinci Abdülhamîd Hanın Osmanlı Devletini idare ettiği Yıldız Sarayı Büyük Mâbeyn Köşkü.
dar Berlin muâhedesi ile daha önce kaybedilen bâzı topraklar geri alındı ise de Osmanlılar ümid ettikleri sonuca ulaşamadılar. Çünkü Kıbrıs’ın İngiltere’ye bırakılmış olması diğer devletlerin de bu konudaki faâliyetlerini arttırdı. İngiltere’nin teşvikiyle Bosna-Hersek’in idâresi Avusturya’ya bırakıldı. 1881 ’de Fransa Tunus’a, ertesi yıl İngiltere Mısır’a bir oldu bitti ile el koydular. Bulgarlar da 1885’te Doğu Rumeli eyâletini işgâl ettiler.
Sultan Abdülhamîd Hanın tahta çıktığı iki yıl içinde gelişen feci olaylarda pâdişâhın sorumluluğu yok denecek kadar azdı. Çünkü bu sırada Osman- lı dış siyâsetine yön veren devlet adamları yabancı diplomatların tesirinden çıkamıyorlardı. Devletin yüksek menfaatlerini bir kenara iterek yabancı devletlerin çıkarlarına âlet olmuşlardı. Bu yanlış tutum dolayısıyla devletin dış itibârı sarsılmış, İstanbul ve Berlin kongrelerinde devlet adamları hakâret derecesine varan muâmeleye mâruz kalmışlardı. Bu sebeple milletlerarası politikada devletin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü savunmayı birinci hedef gören Sultan Abdülhamîd Han,
Yeni Rehber A nsiklnm -riiıLai
hükümet üyelerinden bu husûsta raporlar istedi. Ayrıca son yüz yıldır Osmanlı Devletinin başına gelen felâketlerin dış devletlerin piyonu olmuş Osmanlı devlet adamlarının basiretsiz tutumlarından kaynaklandığını anlayan ve Hüseyin Avni Paşa gibi İngilizlerden para bile alanları gören Pâdişâh, devlet hizmetinde çalışanları kontrol etmek üzere kuvvetli bir istihbârât teşkîlâtı kurdu. Nitekim Sultan Abdülhamîd de bu teşkîlâtı; “Vatandaşı değil, hazîneden maâş aldıkları, Osmanlı nimetiyle gırtlaklarına kadar dolu olduklar halde devletine ihânet edenleri tanımak ve tâkib etmek için” kurduğunu belirtmektedir.
Gerçekten de Sultan Abdülhamîd’in bu tedbirleri almasındaki isâbeti çok geçmeden görüldü. İngiliz taraftan olup devletin ancak İngiliz yardımı ile kurtulabileceğine inanan Ali Suâvî, Galatasaray Lisesi Müdürlüğünden azledilmesini haz- medemeyerek Çırağan Sarayına bir baskın düzenledi. Ali Süâvî’nin hedefi, Sultan Abdülhamîd Hanı saltanattan düşürmek ve yerine Beşinci Mu- râd’ı tekrar pâdişâh yapmaktı. Fakat Beşiktaş Zaptiye Âmiri Haşan Paşa, kısa sürede isyanı bastırdı. Çıkan vuruşma sırasında Ali Suâvî öldürüldü (20 Mayıs 1878).
Sultan Abdülhamîd Han, amcası Sultân Ab- dülazîz’i şehîd ettiren Midhat Paşa ve arkadaşlarının yargılanması için 27 Haziran 1881’de Yıldız Mahkemesini kurdurdu. Bu sırada suçluluğun verdiği bir duygu ile mahkemeye çıkmaktan korkan Midhat Paşa, İzmir’de Fransız Konsolosluğuna sığındı. Fransızlar, Midhat Paşayı teslim etmek istemedilerse de Pâdişâh’ın sert direktifi karşısında duramayıp teslime mecbûr kaldılar. Nitekim mahkeme sonucunda da suçlu görülen Midhat Paşa ve arkadaşları îdâma mahkûm edildiler ise de, Pâdişâh verilen cezâları müebbed hapse çevirdi. Öte yandan devletin toparlanabilmesi için za- mâna ihtiyaç olduğuna inanan Abdülhamîd Han, bilhassa savaşlardan kaçınma yoluna gitti. O, savaşlardan zaferle sona erenlerin dahi milleti yorup bitirdiği görüşündeydi. Saltanatı müddetince dâi- mâ idâreli davrandı. Devletin pekçok ihtiyaçlarını hazîneden para almak yerine kendi kesesinden karşıladı. Pâdişâh öncelikle devleti ekonomik alanda düştüğü borç bataklığından kurtarmak istiyordu. Alacaklı devletlerin başında İngiltere ve Fransa geliyordu. Rusya da, Berlin Muâhedesine göre tazmînat alacaklısı durumundaydı. Pâdişâh, 20 Aralık 1881’de yayınlanan Muharrem Kararnâ- mesiyle borçların ödenebilmesi için yeni bir formül buldu. Bu karamâmeye göre devletin tütün, damga pulu, tuz, ipek, balık ve sigara tekelleri ile bâzı imtiyazlı eyâletlerin maktû vergileri bu iş için kurulan Duyûn-i Umûmîye teşkilâtına bıra
ABDÜLHAMÎD HAN-II
Aynı zamanda iyi bir hattât olan İkinci Abdülhamîd Hanın “Ah! Yâ Vedûd” yazısı.
kılıyordu. Bu sûretle İngiltere ve Fransa başta olmak üzere alacaklılar verdikleri borçları muntazam bir şekilde tahsil edebileceklerdi. Bunun karşılığında 278 milyon borcun 161 milyonu, yâni yarısından fazlası Türkiye lehine siliniyordu. Alacaklılar alacaklarını belirli şekilde tahsil edebilecekleri için memnundular. Meselenin bu şekilde halli ve Osmanlı Devletinin üzerinden ekonomik baskının kalkması Sultan Abdülhamîd’in büyük başarılarından biri oldu.
Osmanlı Devletine hasta adam gözü ile bakıldığı ve paylaşma hesapları yapıldığı bir devrede başa geçen Sultan Abdülhamîd Hanın, devletin idâresini bizzat eline aldığı 1878’den sonraki dış siyâseti dâhiyâne bir mâhiyet arz etmektedir. Pâdişâh’ın dış siyâseti prensip itibâriyle basit fakat uygulaması bakımından zordu. O, dünyâdaki politik gelişmeleri yakından tâkip etmek üzere sarayda bir çeşit bilgi merkezi kurdu. Os- manlı ülkesiyle ilgili bütün dünyâda çıkan yazılar ve dış temsilciliklerden Pâdişâh’a gelen raporlar burada toplanır ve değerlendirilirdi. Abdülhamîd Han, zaman zaman önemli gördüğü meselelerde yerli ve yabancı ilim adamlarından dış politika konusunda bilgi alırdı. Pâdişâh’ın dış politikada hedefi Osmanlı Devletini savaştan uzak, barış içinde yaşatmak ve her bakımdan güçlü bir hâle getirmekti. Devletler arası rekâbetin Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaştığı bir devirde böyle bir siyâseti uygulamak gerçekten zordu. Pâdişâh bilhassa Avrupa devletlerinin Türkiye üzerinde birbirleriyle çatışan çıkar ve ihtiraslarından faydalanmaya çalıştı. Bu sebeple milletler arası şartlar değiştikçe onun siyâseti de değişiyordu.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 83
ABDÜLHAMİD HAN-II
Yeni Rehber AnsikloDedisi 84
ABDÜLHAMİD HAN-II
Sultan Abdülhamîd Hanın İslâm dünyâsındaki îtibârı pek fazlaydı. Doğu Türkistan ve Orta Afrika’daki Sultanlıklar bile onun adına hutbe okutup, para bastırıyor ve ona tâbî oluyorlardı. Pâdişâh’ın, Almanya İmparatoru ve Prusya Kralı İkinci Wilhelm ile şahsî dostluğu vardı. Avusturya ve Macaristan ile dostluk kurulmuş olup, İtalya ile münâsebetler iyiydi. Sırbistan ve Romanya etkisizdi. Karadağ ve Bulgaristan prensleri ise, Pâdişâh’a bağlıydılar. Yanya ve Girid vilâyetlerine göz diken ve Osmanlı hududunda tecâvüzkâr fa- âliyetlerde bulunan Yunanistan’a ise, 18 Nisan 1897’de harp ilân edildi. Büyük devletler işe karışmadan Yunanistan’ın işini bitirmek isteyen Sultan Abdülhamîd, başkumandan Edhem Paşaya yıldırım savaşı istediğini bildirdi. AvrupalIların altı ayda geçilemez dedikleri Tırhala-Çatalca hattını bir kaç günde aşan Osmanlı birlikleri, Dömeke önlerinde Yunan ordusunu büyük bir bozguna uğrattılar. Artık Atina’ya 150 km kalmış ve yol açılmıştı. Ancak Yunanistan’ın Osmanlılar eline geçeceğini anlayan Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri, Sultan Abdülhamîd’den harbin durdurulmasını ricâ ettiler. Bâbıâlî 10 milyon altın savaş tazmînâtı ve işgâl edilmiş olan Teselya’nın teslimi karşılığında mütârekeye hazır olduğunu bildirdi. Ancak mütâreke sırasında işe karışan Avrupa devletleri tazmînâtın 4 milyon altına indirilmesini ve Türkiye’nin küçük bâzı toprak parçaları ile yetinmesini sağladılar. Böylece Osmanlı Devleti, bütün hıristiyan devletlerin bir araya gelmeleri netîcesinde, zaferle çıkmış olduğu bir harbin bile faydasını göremedi. Fakat Yunanlılar önemli ölçüde ezilmiş oldu.
İkinci Abdülhamîd Han Cumâ Selâmlığında (üstte).
İkinci Abdülhamîd Han bir Cumâ namazı için Hamî- diye Câmiine girerken (yanda).
Yeni Rehber Ansiklopedisi 85
ABDÜLHAMÎD HAN-II
Sultan Abdülhamîd Hanın fevkalâde akıllı ve tedbirli siyâseti ile bütün İslâm âlemini kendisine bağladığını gören İngilizler, Osmanlı Devletinin iyiye gidişini durdurmak ve yıkmak için faâliyet- lerini yoğunlaştırdılar. Bir taraftan Pâdişâh aleyhine faâliyette bulunan İttihâd ve Terakkî Cemiyetini desteklerken, diğer taraftan Arabistan Yarımadasında bedevî kabîlelerini ve Doğu Anadolu’da Ermenileri Osmanlı Devletine karşı kışkırttılar. Bu arada Osmanlı Devletinden Berlin antlaşmasının, Anadolu’da Ermenilerin yaşadığı vilâyetlerde ıslâhât yapılmasını isteyen 61. maddenin kesinlikle tatbik edilmesini istediler. Bu uygulamanın ermeni muhtâriyetini doğuracağını bilen Sultan Abdülhamîd Han, İngilizleri yıllarca oyalıyarak böyle bir teşebbüse fırsat vermedi. Ayrıca ermenilerin, Avrupa devletlerinin dikkatlerini çekmek üzere giriştikleri isyânları ânında bastırdı. Hattâ bu iş için polis ve jandarmadan ziyâde sivil halkı kullandı (1895-1896). Bunun üzerine Er- meniler bir arabaya yerleştirdikleri saatli bomba ile Pâdişâh’ı Cumâ namazından çıkışta öldürmek istediler. Fakat Abdülhamîd Han, bu sûikastten kurtuldu. Bütün bu faâliyetler onu, tatbik ettiği politikadan zerre kadar döndürmedi. Anadolu’yu Ermenistan olarak görmek isteyen Fransız yazar Albert Vandal, bu Türk Hakanına “Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan” diyerek iftiralar yağ
dırdı. Ne yazık ki bu satırlar Osmanlı ülkesindeki İslâmiyet ve Türklük düşmanları tarafından da aynen alınarak Pâdişâh’a karşı kullanıldı. Günümüzde dahi bazı gafiller bu iftiraları eserlerine koyarak genç nesilleri aldatmaktadır. Sultan Abdülhamîd Hanın kabûl etmediği ve sonuna kadar direttiği önemli konulardan birisi de Filistin meselesiydi. Siyonistler, Filistin’de bir Yahûdî devleti kurulması için Sultan Abdülha- mîd’e başvurdular ve Osmanlı mâliyesinin en büyük problemi olan dış borçların bir kalemde silineceğini bildirdiler. Pâdişâh bu teklifi şiddetle reddettiği gibi, Yahûdîlerin çeşitli yollarla Filistin’e gelip yerleşmelerine engel olacak tedbirleri de aldı. Bu arada İngilizlerin Arabistan’da Cemâled- din Efgânî ve meşhûr câsus Lawrens yolu ile hilâfet meselesini kurcalamaya başlamaları üzerine, Sultan Abdülhamîd de bölgeye büyük bir derviş kâfilesi gönderdi. Aynı şekilde bir kâfileyi de Hindistan’a gönderen Pâdişâh, böylece İngilizlerin propagandalarını etkisiz kılmaya çalıştı. Pâdişâh ’ın bu faaliyetleri üzerine İngilizler onu saltanattan uzaklaştırmadıkça emellerine kavuşamıya- caklarını anladılar. Bunun için İttihâd ve Terakkî Cemiyetinin faâliyetlerine hız verdirdiler. Başta Adana olmak üzere memleketin çeşitli yerlerinde isyanlar çıkardılar. Netîcede İttihâd ve Terakkî
Abdülhamîd Han zamanında yapılan yüzlerce liseden birisi olan Bilecik Söğüt Hamîdiye Lisesi.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 8 6
ABDÜLHAMÎD HAN-II
Partisine mensûp bâzı Türk subayları, Pâdişâh’ı, Kânûn-i Esâsî’yi ilân etmeye zorladılar. İkinci Abdülhamîd Han da 23 Temmuz 1908’de anayasayı tekrar yürürlüğe koyduğunu ilân etti. İkinci Meşrûtiyet adı verilen bu olay, beklenenin aksine Osmanlı Devletinin dağılmasını daha da hızlandırdı. Avusturya-M acaristan imparatorluğu 1908’de Bosna-Hersek’i işgâl ettiğini bildirdi. Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını ilân etti. Bir gün sonra da Girit Yunanistan’a katıldığını açıkladı. Bu olaylar cereyan ederken 17 Aralık 1908’de yeni seçilen Meclis-i Meb’ûsan toplandı. En azılı Osmanlı düşmanları dahi mebûs seçilerek meclise girmişti. Mecliste Osmanlı düşmanlan daha etkiliydi. Meşrûtiyete göre Sultan, sâdece sadrâzam ile şeyhülislâmı seçebiliyordu. Sadrâzam da nâzırla- rı seçiyor, kabine güven oyu alırsa çalışıyor, meclis istediği zaman hükümeti düşürebiliyordu. Neticede devletin idâresi ehliyetsiz, tecrübesiz ellere geçti. Böylece çeşitli din, dil ve ırka mensup meb’ûsların hepsi Osmanlı Devletinden aynlarak istiklâllerini ilân etmek için her türlü gayr-i meş- rû vâsıtalara başvuruyorlardı. Binlerce Müslüma- nın kanına giren Yunan, Sırp, Bulgar ve Ermeni çeteleri için umûmî af ilân edildi. Osmanlı Devletinden kaçan ne kadar isyâncı varsa, hepsine yeniden kapılar açıldı ve bunlar İstanbul’a geldiler. İngilizler, Ruslar ve diğer hıristiyan devletler, azınlıklara el altından bol miktarda silah gönderdiler. İttihâd ve Terakkî Cemiyeti liderleri, yaptıkları acemi siyâsetleri ile ortalığı birbirine karıştırmışlardı. Yapacakları icrâatlarda kendilerine destek olması için, Selânik’ten avcı taburlarını getirerek Taşkışlaya yerleştirdiler. Kendilerine karşı olanları çekinmeden öldürüyorlar, memlekette terör havası estiriyorlardı. Kısa zamanda halkın huzûru kaçtı. İttihâtçılar lânetle anılmaya başlandı. Yine bunların baskısıyla hükümet alaylı subayları ordudan çıkarttı. Bu sırada bâzı gazeteler, İttihâtçılara karşı halkın dînî duygularını galeyâna getiren neşriyat yaparak, halkı ve orduyu isyâna teşvik ediyordu. Rûmî 31 Mart günü dördüncü avcı taburuna bağlı askerler gece yarısı isyân ederek subaylarını hapsettiler. Pâdişâh Abdülhamîd Han, isyânı Hüseyin Hilmi Paşanın gönderdiği bir telgraf sonucu öğrendi. İsyâncılar sadrâzamın azledilmesini, görevden alınan alaylı subayların tekrar orduya alınmasını istiyorlardı. Bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşayı sadrazamlıktan azl ederek yerine Tevfik Paşayı getirdi ve Müşir Edhem Paşayı da harbiye nâzın yaptı. Mâbeyn başkâtibi ile isyâncılara isyândan vazgeçtikleri takdirde affedildiklerine dâir bir hatt-ı hümâyûn
gönderdi. Bunun üzerine isyân bir mikdâr yatıştı. Ancak, ertesi gün yine alevlendi. İsyânın Rumeli’deki yankısı büyük oldu. Hâdisenin kim tarafından hazırlandığı belli olmadığı için, Sultan boy hedefi oldu. Üçüncü ordu ile gönüllü Bulgar müfrezesi ve Sırp, Yunan, yahûdi, Arnavut çetecilerden müteşekkil bir ordu kurularak İstanbul’a sevk edildi. Mevcudu on beş bine varan Hareket Ordusu, 24 Nisan’da Topkapı ve Edimekapı’dan şehre girerek yol üzerindeki askerî karakolları teslim aldı ve Harbiye Nezâretini işgâl etti. Taksim kışlası ile Taşkışla’daki mukâvemet, şiddetli top ateşi karşısında kırıldı. Bu arada Yıldız Sarayının işgâli sırasında Sultan Abdülhamîd Han kendisine sâdık olan Birinci ordu ile, Hareket ordusuna karşı konulması hususunda yapılan teklifleri kabul etmeyerek; “Müslümanların halîfesi olduğunu ve Müs- lümanı Müslümana kırdıramayacağını” söyledi. Eğer ülkenin en mükemmel ordusu olan Birinci Orduya, karşı koyma emri verilseydi, derme çatma olan Hareket ordusu bir anda dağıtılabilirdi. Pâ- • dişâh’m emrine boyun eğen askerler silâhlarını teslim edince, 25 Nisan günü Hareket Ordusu İstanbul’a hâkim oldu. Mahmûd Şevket Paşa, sıkıyönetim ilân ederek suçlu suçsuz bir çok insanı idâm ettirdi. Yüzlerce Balkan çetesiyle saraya girerek kıymetli eşyâları yağmaladı. İttihâd ve Terakkî hâkimiyetini devâm ettirmek için İstanbul’da terör havası estirmeye başladı. 27 Nisan 1909 günü Ay ân ve Mebûslar meclisi toplandı. Ayân’dan Gâzî Ahmed Muhtâr Paşa, kürsüye gelerek, önceden kararlaştınldığı gibi Pâ- dişâh’ın hal’ edilmesini teklif etmişti. Bu teklif kabûl edildikten sonra, yine Gâzî Ahmed Muhtâr Paşa, hal’ karârının bir fetvâya istinad ettirilmesi lüzûmuna işâret etmişti. Hal’ fetvâsının ilk müsveddesini mebûslardan Elmalılı Hamdi Yazır hoca yazmıştı. Fetvâda Sultan Abdülhamîd Hana 31 Mart İsyânına sebeb olmak, din kitaplarını tahrif etmek ve yakmak, devletin hazînesini isrâf etmek, insanlan suçsuz olduklan halde idâm ettirmek… gibi asılsız suçlar yükleniyordu. Fetvâ emini Hacı Nûri Efendi bu suçlamaların iftirâ olduğunu ileri sürerek fetvâyı imzâlamadı. Ancak Meclis, bu fetvâ gereği Sultân’ı hal’ kararı aldı. Nihâyet, hal’ karârını Pâdişâh’a tebliğ için, Âyân ve Mebûsânı temsilen bir heyet seçilmiş ve Yıldız Sarayına gönderilmişti. Sultan Abdülhamîd Hana hal’ini tebliğ için Yıldız’a gönderilen heyetin teşekkül tarzı ise, Türk târihinin en yüz kızartıcı hâdiselerinden birisi oldu. Bütün Osmanlı tebeasını temsil etmesi gerektiği iddiâsı ile teşekkül olunan hey’ette tek bir Türk yoktu. Bunlar; Yahûdî Emanuel Karasso,
Yeni Rehber Ansiklopedisi 87
ABDÜLHAMİD HAN-II
Arnavut Esat Toptanı, Ermeni Aram Efendi ve Pâdişâh’m uzun seneler yâverliğini yapmış olan katışık soydan Ârif Hikmet Paşa idiler. Pâdişâh, hal’ karârını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu, mâbeyn başkâtibi Cevâd Beye sorup öğrenince; “Bir Türk pâdişâhına, İslâm halîfesine hal’ karârını bildirmek için bir Yahûdî, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?!” demekten kendini alamadı. İttihâtçılar, o gece (27 Nisan 1909) Sultan Abdülhamîd Hanı İstanbul’dan çıkararak, kontrol altında tutabilecekleri Selânik’e naklettiler. Bu sırada hiçbir şeyini almasına izin verilmedi. Pâdişâh’a yolculuğunda üç kızı ile oğullarının ikisi refâkat etti. Selânik’te Alâtini Köşkü kendisine tahsîs edildi. Burada çok sıkı bir nezâret içinde acıklı yıllar geçirdi. Gazete okumasına dahi izin verilmedi. Sultan Abdülhamîd Han, Selânik’te üç yıldan fazla kaldı. Yunanistan’ın Osmanlı Devletine harb ilân etmesi üzerine, Büyük kabine denilen Gâzi Ahmed Muhtâr Paşa kabînesi, Sultan Abdülhamîd Han’ın Selânik’te muhâfazası zorlaşacağından, İstanbul’a nakledilmesini kararlaştırdı. Sultan Re- şad da bu karârı tasdik etti. 1 Kasım 1912 günü Loreley vapuru ile İstanbul’a getirilen Hâkân-ı sâbık (eski pâdişâh), ikâmetine tahsis olunan Beylerbeyi Sarayına yerleştirildi. Sultan Abdülhamîd Han, Beylerbeyi Sarayında beş buçuk yıl yaşadı. Bu müddet zarfında, otuz üç yıl dâhiyâne bir denge siyâseti ile harp riskine
sokmadan ayakta tutmaya çalıştığı devletin biı oldu bittiye getirilerek harb-ı umûmî felâketine sürüklendiğine şâhid oldu. İngilizler ile Fransızların Çanakkale Boğazını zorladıkları günlerdi. Boğaz istihkâmlarının dayanamayacağı ve düşman donanmasının Marmara Denizine geçebileceğinden endişe edildiği için bir tedbir olarak pâdişâhın ve hükümetin Eskişehir’e nakli kararlaştırılmıştı. Durum Abdülhamîd Hana bildirilince; “Ben Fâtih’in torunu yum. Hiçbir vakit Bizans İmparatoru Kostan- tin’den aşağı kalamam. Dedem İstanbul’u alırken, Kostantin askerinin başında savaşa savaşa ölmüştür. Birâderim nereye giderse gitsinler. Fakat o ve hükümet, İstanbul’dan ayrılırlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben Beylerbeyi Sarayından ayağımı dışarıya atmam!” diye cevâb verdi. Onun bu kararlılığı karşısında hükümet İstanbul’da kaldı. Böylece devletin daha o gün yıkılmasını önlemiş oldu. Abdülhamîd Han, Harb-ı Umûmînin sonuna yaklaşıldığı 1918 yılının Şubat ayı başında hastalandı. Yetmiş yedi yaşındaydı. Şiddetli bir nezleye tutulmuş, yaşlılığından dolayı yatağa düşmüştü. 10 Şubat 1918 günü akşamı vefât etti ve Çem- berlitaş’taki Sultan Mahmûd türbesine defnedildi. Sultan Abdülhamîd’i tahttan indiren paşalar ise sonunda, memleketi düşman çizmeleri altında bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver Paşa, Talât Paşa, Doktor Behâeddin Şâkir, Doktor Nâzım, 3C Ekim 1918’de Mondros Antlaşmasını imzâ ettikten sonra, gece yarısı ülkeyi terkettiler. Talat Pa
İlme ve âlimlere çok değer veren, zamânındaki bütün ilmî gelişmeleri yakından tâkib eden Abdülhamîd Hanın, zamânının çoğunu araştırma yaparak geçirdiği kütüphânesi. Binlerce kıymetli eserden oluşan bu koleksiyon bugün İstanbul Üniversitesi Kütüphânesindedir.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 88
ABDÜLHAY CELVETt
şa, 1921’de kırk dokuz yaşında Berlin’de, Enver Paşa 1922’de kırk yaşında Türkistan’da, Cemal Paşa da 1922’de elli yaşında Tiflis’te öldürüldüler. Sultan Abdülhamîd zamânında: Her vilâyette mektepler, hastâneler, yollar, çeşmeler, yapıldı. Viyana’dan başka bir yerde eşi bulunmayan modern bir tıp fakültesi açıldı. 1876’da Mekteb-i Mülkiyeyi yaptırdığı gibi 1879’da da bir müze yaptırdı. 1880’de Hukuk Mektebi ve Divân-ı Mu- hâsebâtı (Sayıştay) kurdu. Beyoğlu Kadın Hastâ- nesini yaptırdı. 1881’de Güzel Sanatlar Akademisi, 1883’te Yüksek Ticaret Mektebi, 1884’te Yüksek Mühendis Mektebi ve Yatılı Kız Lisesi açıldı. 1886’da Terkos Suyunu İstanbul’a getirtti ve Mülkiye Lisesini açtı. 1887’de Alman İmparatoru İstanbul’a geldiğinde, Sultan Ahmed Meydanında Alman Çeşmesi yapıldı. 1889’da Bur- sa’da İpekçilik Mektebini yaptırdı. 1891’de Halkalı Zirâat ve Baytar Mektebi ile Kağıthane’de bir poligon kurdurdu. 1890’da Bursa demiryolunu ve Aşiret Mektebini yaptırdı. 1891’de Üsküdar Lisesi ve Rüşdiyye Mektebleri ve yeni postâne binâsı ve Osmanlı Bankası ile reji binâlannı ve Ya- fa-Kudüs demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine 1892’de Hamidiye Kâğıt Fabrikası, Kadıköy Havagazı Fabrikası ve Beyrut Limanı Rıhtımını yaptırdı. 1893’te Osmanlı sigorta şirketi, Kü- çüksu Barajı ve Manastır-Selanik demiryolu yapıldı. 1894’te Şam-Horan demiryolu ve Eskişehir- Kütahya demiryolu yapıldı. Yine 1894’te Hamidiye Yüksek Ticâret Mektebi ve Galata-Tophâne Rıhtımı, Dolmabahçe Saat Kulesi inşâ edildi. 1895’te Beyrut-Şam demiryolu, Dârülaceze binâsı, mum fabrikası, Afyon-Konya demiryolu, Sakız Limanı Rıhtımı, şimdiki İstanbul Lisesi binâsı, İstanbul- Selanik demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. 1896’da Tuna Nehrinde Demirkapı Kanalını, Kapalıçarşı tâmirini yaptırdı. Akıl Has- tânesini, 1900’de Medîne-i münevvereye kadar telgraf hattı yaptırdı. 1902’de Hamidiye Hicâz demiryolu Zerka’ya kadar işledi. Kâğıthâne’deki Hamidiye suyu İstanbul’a getirildi. Yeni balıkhâ- ne, Haydarpaşa Rıhtımı, Mâden Arama Mektebi, Şam’da Tıbbiye-i Mülkiye yapıldı. Haydarpaşa’da 1903’te Askerî Tıbbiye Mekteb-i Şâhânesi, 1904’te Dilsiz ve Sağırlar Mektebi açıldı. 1904’te Binga- zi’ye telgraf hattı yapıldı. 1905’te İstanbul-Kös- tence kablosu döşendi. Haydarpaşa İstasyon Binâsı yapıldı. Beşiktaş Tepesindeki Yıldız Sarayı ve önündeki câmiyi yaptırdı. Velhâsıl Avrupa’da yapılan yeniliklerin hepsini en modern şekilde yurdumuzda yaptırdı. Ne yazık ki, 1909’da tahttan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı. Abdülhamîd Han, İstanbul-Eskişehir-Ankara ve
Eskişehir-Adana-Bağdad ve Adana- Şam-Medî- ne demiryollarını yaptırdığı zaman, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yoktu. Din bilgileri, fen ve edebiyât ile ilgili pekçok kitap bastırdı. Köylere kadar kurslar açtırdı. Parasız kitaplar gönderdi. Harp gücünü kaybetmiş olan eski gemileri Haliç’e çekip Avrupa’da yapılan üstün evsâflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askeri, subayı öyle şerefli olmuştu ki, bir kahvenin önünden bir binbaşı geçerken, kahvede oturanlar ayağa kalkarak saygı gösterirlerdi. Öyle bereket vardı ki, bir binbaşının evinde pişen yemekten, bir mahalle fakirlerinin karnı doyardı. Bütün millet, sivil, asker, herkes birbirini severdi.
A B D Ü LH A M fD H A N -II
02
Tem