Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvet, ölçü âleti. Akıl; insan, melek ve cinde bulunur. Diğer canlılarda akıl yoktur. İnsanı hayvandan ayıran en önemli fark akıldır. Hayvanlar sevk-i tabiî (iç güdü) denilen bedenlerinin arzû ve isteklerine göre hareket ederler. Akılları olmadığı için faydalı ile zararlıyı birbirinden ayıramazlar. İnsan ise, aklı sâ- yesinde, faydalı isteklerini yerine getirir, zararlı olanlardan sakınır. Akıl, dünyâ işlerinde ve kullar arasındaki münâsebetlerde iyiyi kötüden ayırmada, bir ölçü âletidir. Fakat çok kere yanıldığı da görülmektedir. Bu sebeple akla çok güvenmenin sonu pişmanlık olur. Bunun için, dînimiz işlerimizi yaparken, istişâre etmeyi (ehline, bilene danışmayı) tavsiye etmiştir. Peygamber efendimiz; “İstişâre eden pişmân olmaz, iktisâd eden darlık görmez.” buyurmuştur. Aklın dünyâ işlerinde isâbetli, doğru karar vermesinde istişârenin faydası büyüktür. Geniş düşünmeye ve zihnin açılmasına yardımcı olur. Dünyâ işlerinde bu durumda olan akıl, Allahü teâlâya ve âhirete âit bilgilerde yalnız başına doğruyu bulamaz. Din bilgileri akıl ile bulunmaz. Akıl bunları anlamaya yardımcı olur. Yâni bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lâzımdır. İslâmiyette aklın ermediği şey çoktur. Fakat aklın kabûl etmediği hiç bir şey yoktur. Aklın erişemediği ve ulaşamadığı bu konularda inanmasından başka çâre yoktur. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sâhibi Allahü teâ- lânın varlığını aklı sâyesinde anlayabildi. Fakat O’na giden yolu bulamadı. Bu yol peygamberler ve onların getirdiği dinlerden öğrenilir. Ahiret bilgileri, Allahü teâlânın beğenip, beğenmediği şeyler ve O’na ibâdet şekilleri aklın çerçevesi dışında, insan dimağının üstündedir. Bunlar, akıl ile biline- bilselerdi, peygamberlerin gönderilmesine lüzum kalmazdı. Peygamberlerin gönderilmesi ile, insanların bilmiyorduk diye özr ve bahâne göstermeleri önlenmiştir. Akıl çok şeyi anlar. Fakat her şeyi anlıyamaz. Anlaması da kusursuz tam değildir. Çok şeyleri peygamberler bildirdikten sonra anlar. Akıl, peygamberlerin gönderilmeleri ile tam hüccet (delil)
zekâları birbirinden farklıdır. Zekânın en üstün derecesine (Dehâ) denir. Zekâ, test usûlü ile ölçülür. Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman, test usûlü ile zekâ ölçmesini ilk olarak Osmanlılar yaptı demektedir. Düşünebilme kuvveti olan zekâ, düşüncelerinde isâbetli ve doğru olabilmesi için akıl lâzımdır. Zekî insan, düşüncelerinin doğru olabilmesi için bir takım prensiplere muhtaçtır. Akıl bu prensipleri idâ- re eder. O hâlde, her zekî insan akıllı değildir. Zekî bir kimse, büyük bir kumandan olabilir. Akıllı insanlardan öğrendiklerini yeni harp şekillerine uydurarak büyük zaferler elde edebilir. Fakat aklı az ise, bir hatâ ile başarıları felâkete dönebilir. Napol- yon’un zekâ fışkıran askerî plânlan, zaferleri herkes tarafından bilinir. Akılsız hareketlerinin sonucu olarak Sûriye’den nasıl kaçtığı da târihlerde yazılıdır. Avrupa’da bugünkü modem kimyânın babası denilen Fransız Lavoisier de öyle yanlış şeyler söylem di ki, mütehassısı (uzmanı) olduğu kimyâ ilmine yaptığı zarar, hizmetlerini aşmaktadır. (Bkz. Zekâ) Peygamber efendimiz akıl ile ilgili olarak buyurdular ki: Akıllı insan, Allah’a itâat eden insandır. Kişinin aklı tamam olmadıkça îmânı tamam olmaz. Dîni de müstakim (doğru) olamaz. Her şeyin bir direği vardır. Mü’minin direği ise akıldır. Kişinin ibâdeti aklı nispetindedir. Aklı olmayan, güzel ahlâka sâhib olamaz. Allah indinde en sevimliniz, akılca en üstün olanınızdır. / Aklın alâmeti (işâreti) nefse gâlib ve hâkim olmak ve öldükten sonra lâzım olanları hazır- lamakdır. Ahmaklık alâmeti, nefse uyup, Allah’tan af, merhâmet beklemektir.
AKIL
12
Tem