wiki

ARABESK

İslâm san’atlarında motifleri birbirine girişik ve iç içe geçme olan bezeme tarzına AvrupalIların verdikleri genel isim. Arabesk sanatı dar anlamda; başı, ortası ve sonu olmayan iki plânlı yayvan güzel bir çiçek süslemesidir. Sınırsız olarak bir düzlemi kaplıyacak biçimde yayılır. Bu çeşit süslemeler daha çok sanatçının hayal gücüne dayanır. Avrupa’ya Arablardan geçmiş ve AvrupalIlar Arablara âit mânâsında arabesk ismini vermişlerdir. Halbuki bu tarz yalnız Arablarda değil, bütün İslâm memleketlerinin süsleme san’atlarında görülür. Zâten Arabcada buna zuhruf veya nakş; Farsçada ve Osmanlıcada girift denilmektedir.
Arabesk ismi verilen girift bezeme tarzı, Arablardan çok daha eski bir târihe dayanır. Bunun ilk örnekleri Orta Asya’dan Avrupa’ya göç eden Sakalar ve Sarmatlarm süsleme san’atlarında görülmektedir. Önceki devirlere has olan helezon şeklindeki ilk bezemelerin hayvan şekillerine benzetilmesi, bunların boynuz ve mafsallar gibi birbirlerine sarılan kıvrımlı şekiller almasından doğmuştur. Yunanlılar ve Romalılar da bu gibi bezemeler kullanmışlardır. Pompei evlerinin duvarlarındaki nakışlarda böyle girift bezemelere rastlanır. Eski M ısır’da Batlemyuslar devrinde dokunan kumaşların üzerinde de arabeskli nakışlar görülür. Avrupa’da, bilhassa İtalya’da Rönesans devrinde, arabesk türü süslemeler çok kullanılmıştır. Avrupa’da Rönesansdan îtibâren on dokuzuncu asrın başlarına kadar el yazmalarında, duvarların, mo
Türkiye
ı u ı ı ı n c u ı g ı z a m a n a u a ıııu ım ıs . u t ı ı ı ı . l y ı ı u ı a z,a mânı, ilmî esâsa göre hazırlanmış takvimlerde her ay için yazılıdır. İçtimâdan sonra, ay muhaktan kurtulup, güneş batarken, batı tarafından ufuk üzerinde hilâl şeklinde görülün Ay muhaktan kurtulduğu zamanda, hangi memlekette güneş batmak
Yeni Rehber Ansiklopedisi 236
ruımeyıp Dır gece sonra goruıeouır. uruca ntıaıın doğduğu gece değil, görüldüğü gece başlamak lâzımdır. Hilâl, doğduğu geceden önceki gecelerde hiç bir yerden görülemeyeceği için, Ramazân-ı şerif, hesâpla bulunan günden önce başlayamaz. O gün veya bir gün sonra başlar.
Osmanlı saray kadınlarının bindiği on sekizinci asırdan kalma süslemeleri, oymaları ve zarif görünüşüyle koşu arabası.
Saray arabalarının başında saltanat arabası gelmektedir. Sultan İbrâhim, Sultan İkinci Mah- mûd, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülazîz hanlar şehir içinde gezintilerini meşhûr saray saltanat arabası ile yaptılar. Sultân İkinci Abdülhamîd Han da Cumâ selâmlığına bu araba ile giderdi. Namazdan sonra da bizzat kendi kullandığı saray faytonu ile ikâmetgâhı olan Yıldız Sarayı’na dönerdi. Saltanat arabası Cumâ selâmlığında gâyet yavaş gider; yâverler arabayı, iki yanı sıra yürüyerek tâkib ederlerdi. Hırka-i şerîf ziyâretinde ise araba sür’atli gider, yâverler de atlı olarak tâkib ederlerdi. Saltanat arabasında pâdişâhın karşısında dâimâ zamânın seraskeri olan müşir otururdu.
Saltanat arabası, çift çift dört atlı, arabacı oturağı sırmalı, bordürleri altın yaldızlı muhteşem bir faytondu. Sultan Abdülhamîd Han arabanın körüğünü dâimâ yarı açık bulundururdu. Arabayı arabacıbaşı kullanırdı. Yanında bir de ispir otururdu. Arabayı çift çitf çeken dört attan soldakilerin üzerine de birer süvâri neferi bindirilirdi. Bu dört kişi; kırmızı veya yeşil çuhadan som sırma işlemeli cebken – ceket, kenarları sırmalı pantolon ve siyah çizme giyerlerdi. Sultan Abdülhamîd Hanın Cumâ namazı dönüşünde kendi sürdüğü saray faytonunda arabacı oturağı yoktu. Önü açık dizginler, ufkî bir mâden çubuk üstünden geçerdi. Arabacıbaşı bu faytonu câmi avlusuna getirir, kendisi saraya yaya dönerdi. Gâyet sâde fakat son derece zârif bir araba idi. Bunun da körüğü yarı açık olurdu. Saltanat arabasından başka, diğer, saray arabaları umûmiyetle kapalı, sâde kupa arabalardı. Arabacıları ve ispirleri dâimâ siyah temiz elbise ve siyah çizme giyerlerdi. Saray arabaları İstabl-ı Amire denilen has ahırda muhâfaza edilirdi. Kad_____ı._ ı_ u _ ı.l. u :_ ____HHH I i___ *__İ_ » „ ; .
Saltanat arabalarının kendileri gitmiş, târih olan isimleri ise gelecek nesillere yâdigâr kalmıştır. Daha düne kadar en lüks taşıt olan bu arabalar bugün târih olmuştur. Saltanat arabaları dâiresinde bulunan bu arabaların hepsi başlı başına bir sanat şâheseridir.
ıııcyuaııa gelen ahşap pencere kanadı. (Ankara Etnoğrafya Müzesindedir).
Yeni Rehber Ansiklopedisi 235
İstiklal Harbinde milletin dîni ve vatanı için yaptığı mücadelede, silah ve cephane nakliyesinde çok kullanılan ve bu harbin adeta sembolü haline gelen kağnı arabası.
şekkildir: 1) Alt yapı, 2) Üst yapı. Alt yapı; hemen hemen her arabada aynıdır. Esas olarak tekerlekleri birleştiren “dingil” ve koşum hayvanlarının bağlandığı “ok”tan meydana gelir. Dört tekerlekli arabalarda, arkada kalan büyük tekerlekler sâbit bir dingille bağlanırlar; öndeki tekerlekler ise, dönme işlemlerini kolaylaştırmak gâyesiyle daha küçük ve okla berâber dönebilecek şekilde yapılırlar. Üst yapıları kullanılma maksatlarına göre istenildiği gibi yapılabilir. İnsan nakli ve eşyâ nakli için olmak üzere iki ana bölüme ayrılabilen üst yapılar, muntazam yapılmış sandık, ağaç sürgünlerinden örülmüş bir sepet veya kafes biçiminde olur. Arabalarda tekerlekleri levha şeklinde veya merkezine parmaklıklarla tutturulmuş bir çemberden ibârettir. Tekerleklerin etrafında aşınmayı azaltmak için çelik veya lastik çemberler takılıdır. Arabalar umûmiyetle atlara, öküzlere, mandalara çektirilir. Hayvanlar oka bağlanırlar. Sarsıntıyı azaltmak için alt yapısı ile üst yapısı arasına tekerleklerin hizâsına gelecek şekilde “yay” sistemi yerleştirilir. Bilhassa yolcu taşıyan arabalar da yay sistemine önem verilip süslü olarak yapılmışlardır. İlk arabalar, yük taşımağa mahsus öküzler ta
OsmanlIlarda önceleri arabaya binme hakkı pâdişâha, şeyhülislâma ve kâdıaskere tanınmıştı. Bir de Avrupa’ya gönderirken, elçilerin yanına devletin şerefiyle ilgili iki mükellef araba verilirdi. Bu arabalardan birisinde elçi, pâdişâhın mektubunu götürür, ikinci araba ise hediyeleri taşırdı. Daha sonra vezirler ve ileri gelenlerin arabaları oldu. Fakat gene de ata karşı büyük muhabbeti olan Türkler, ata binmeyi tercih ettiler. Osmanlı pâdişâhlarından bâzdan kendileri için tahsis edilen arabalara bindiler. Oğlu Yavuz Sultan Selim Han lehine tahttan ferâgat eden Sultan İkinci Bâyezîd Han, 1512 târihinde, Bâyezîd’deki eski saraydan bir arabaya binerek Edime kapısına kadar oğlu ve askerler tarafından teşyî edilmiştir. Yavuz Sultan Selîm Han bu teşyî esnâsında, pâyitaht kapısına kadar araba yanında edeble yürümüş, babasının nasihatlerini hürmetle dinlemiştir. Kânûnî Sultan Süleymân Han yetmiş iki yaşında Zigetvâr seferine çıkarken, saraydan Dâ- vûtpaşa’ya kadar beyaz bir atın üzerinde gitti. Sonra iki beygirle çekilen dört tekerlekli, üstü örtülü ve yanları yeşil perdelerle kapalı bir arabaya bindi ve öylece sefere devâm etti. Zigetvar’da vefât ettiğinde de mübâret cesedi aynı araba ile yola çıkarıldı. İstanbul’un binek arabaları; saray, konak ve kirâ arabaları olmak üzere üç kısım idi. Binek arabalarından saray arabalan, Saray-ı hümâyûn için bir ihtiyaç olmuştu. Vâlide, Haseki ve Hanım Sultanlar şehir sokaklarında dolaştırılmayıp; sayfiye, yalı, köşk ve kasırlanna; ya harem-i hümâyûn kayıkları ile veya saray arabaları ile gitmişlerdir.
Hititler zamanında kullanılan savaş arabasının kabartma resmi.
Bir etrüsk arabasının bronzdan yapılmış modeli.
ıusu R.ciıauciıııs. uıı ıcşm ıaı uıup, aıııırıcn ısıauı-ı Âmire müdürü idi. Konak arabalarına da saray arabaları gibi aynı boyda aynı renkte ikiz denilecek çok bakımlı atlar koşulurdu. Zamânın yüksek devlet ricâlinin ve zenginlerinin birer ve hattâ bir kaç binek arabası
birkaç mikroptan dolayıdır, yâni sebep mikroorganizmadır. Sıcak apsenin dört ana belirtisi: Sıcaklık, kırmızılık, ağrı ve şişkinliktir (Latince Ca- lor, Rubor, Dolor, Tumor). Apsenin çevresi sert, ortası ise oynak ve yumuşaktır. Soğuk apse: Verem hastalığında görülen bir apse türüdür. Öyle ki el şişkinlik üzerine konulunca sıcaklık alınamaz ve basmakla ağrı uyandırıla- maz. Daha doğrusu sıcak apsedeki kat’î iltihap belirtileri yoktur. Fakat şişlik açılırsa, sıcak apsedeki gibi bir apse muhteviyâtının olduğu görülür. Soğuk apsenin iki özelliği vardır: 1. İçinde irin yapıcı mikroplar ve irinleşme yoktur. Apse muhteviyâtım harâb olmuş doku materyali meydana getirir. 2. Apsenin menşei ile görüldüğü yer arasında her zaman doğrudan bir münâsebet yoktur. Meselâ bel omurlarının soğuk apsesi (omurga veremi, pott hastalığı) kasıkta bir apse ile kendini belli edebilir. Sıcak apselerin tedâvîsi, cerrâhî müdâhale iledir. Bu tedâvî, apse yerinin açılması, irinin boşaltılması ve antibiyotikli merhemler ile muâme- le ve ilâve olarak uygun antibiyotiklerin verilmesidir. Soğuk apselerde ise verem ilâçları kullanılır. Bâzan (meselâ böbrek vereminde) olayın yayılmasını önlemek için cerrâhî işlem yapılabilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir