İyi nitelikte olmayan, kötü: Fena bir rüyadan uyanmış gibiyim; hakiki dünya yahut rüyadan sonraki âlem bana şimdi sevimli, tatlı görünüyor (R.H.Kaçay). Fena kumaş. |j Üzücü, üzüntü veren: Ne vakit böyle birinin, beni aradığını görsem, fena bir haber alacağımı sanıyordum
(R.N. Güntekin). Sanki hiç fena bir gün geçirmemişler (H.E. Adıvar). || Hoşa gitmeyen, rahatsız edici: Hem soğan salatasının kapalı yerde fena kokan gazlarından kurtulmak, hem de serinlemek için balkon kapılarım açtık, hemen orancıkta oturduk (B. , Felek).
Başkalarının kötülüğünü isteyen, kötülüğe eğilimi olan: Şayet fena bir adam olsaydı, burada ne işi olurdu? (Vâ-Nû). || (Kişiler için) İstenilen veya gereken nitelikte olmayan: Fena bir öğrenci. Fena işçi. || Davranışları içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına uymayan, âdi, bayağı: — Oğlum, bunlar fena kadınlardır!.. (Ahmed Rasim). Allah için bana doğrusunu söyleyiniz, şimdi ben, artık fena bit kadın mı sayılırım? (R.N. Güntekin). || İ- Kötü yaradılışlı insan: Bu dünya fenaların dünyası. || Zf. Çok, fazla: O gün derince düşünmüş, fena yorulmuştum (Tevfik Fikret). Genç fena sinirlenmişti (S.F. Abasıyanık). || Fena olmak, fenalaşmak, bayılır gibi olmak:
Amanın ben fena oluyorum, kızım çabuk su getir. Aşırı derecede üzülmek: öyle fena oldum ki hiç sesimi çıkaramadım (Ömer Seyfeddin). Ahlâkı bözulmak. — çeş. p e y . Fena değil, oldukça iyi: Pil ve fener ticareti de fena değil ama kâğıt işiyle boy ölçüşecek halde değil (B. Felek). || Fena etmek, kötü davranmak: Fena ettin, sana bu hareketi yakıştıramadım. || (Birini) Fena etmek (yapmak), kötü duruma düşürmek. Dövmek. [| Fena gözle bakmak, kötü niyetle bakmak. || Fena halde, son derece, fazlasıyle: Hacı Ahmed sesini çıkarmaz, fakat ahret kardeşine fena halde kinlenir (R. N. Güntekin). Fena halde uykum geldi. || Fena kalpli, başkalarının kötülüğünü isteyen. || (Birinin) Fena yerine vurmak, kötü bir yerine vurmak. || Fenasına gitmek, üzülmek, sinirlenmek: O «yapmak» fiili yok mu? Artık fenama gidiyor (N. Ataç). Çocuğun hali fenama gitti. || Fenaya çekmek (yormak), kötü anlam vermek. || Fenaya sarmak, kötüleşmek, kötüye doğru gitmek: Bu iş fenaya sarmağa başladı.
— Huk. Fena muamele. Huk. Fena muamele, aile hukunda, fena muamele Med. kn. 130’a göre, özel ve kesin bir boşanma sebebidir. Ancak, bunun, bir boşanma sebebi olması için, pek fena olması gereklidir. Kanunda bulunmamakla beraber, ağır hakaret de, pek fena muamele kavramı içine girer. (Bk. boşanma.) || Ana ve babanın çocuğa fena muamele etmeleri halinde, hakim, Med. kn. 273’e göre, çocuğun” ana ve babasından almarak bir aile yanma veya bir müesseseye yerleştirilmesine karar verebilir. Hattâ, daha da ileri giderek, çocuğa yapılan fena muameleyi nüfuzun suistimali sayarak (Med.kn. 274), velâyet hakkının kaldırılmasına da karar verebilir. Askerî ceza, hukukunda fena muamele, askerî mevzuatta gösterilen bazı fiiller ile askerlik örf ve âdetine aykırı olarak bir üstün, astına yapmış olduğu muamelelerdir. (Msl. Ask. Cez. kn. 116’ya göre, bir cezanın şahsiyeti rencide edecek şekilde uygulanması veya yönetmeliklerde öngörülmüş olandan daha fazla hizmet yüklenmesi, fena muamele kavramına
girer.)
FENA i. (ar. fena*). Esk. Gelip geçici olma, ölümlülük: Mahşerde de ifnâ ederim cism-i gamınla /Biz tûl-ı beka düşmanı erbâb-ı fenâyız (Namık Kemal). Girerdi rûhuma âheste, katre katre semâ / Erirdi bende bütün şüphe-i beka vü fena (Ahmed Hâşim). Zt. beka. Fenâ bulmak, yok olmak, ölmek: Minnet Hudâ’ya devlet-i dünyâ fenâ bulur Baki kalur sahîfe-i âlemde adımız. (Baki). Makber’in âsâr-ı sairem gibi fertâ
bulacağına şüphem yoktur (Abdülhak Hâmid). Fenâ-peztr, fena bulan, yok olan, devamlı olmayan, sonu olan. Fenâ-yâb, yok olan. Mec. Canlı, yaratık. Âgûş-ı fenâ. Mec. Mezar, kabir. Dâr-ı fenâ, {Dâr-ül-fenâ ve Kişver-i fena), yok olma yeri, dünya.
— Tasav. İnsanın kendi benliğini Tanrı’nın varlığında yok etmesi. fi’l-aşk, Tanrı aşkı içinde yok olma. Fenâ fi’l-pir, varlığın pirin manevî şahsiyetinde yok olması. Fenâ fi’l-pir -resûl, varlığı Hz. Muhammed’in manevî şahsiyetinde yok etme.
Tasav. Fenâ ve beka terimlerini, ilk olarak, Ebu Said el-Hazzaz (öl. 899) kullanmıştır. Önceleri amelî ahlâkta’ «kötü sıfatlardan kurtulmak» anlamına’ kullanılan bu kelime, daha sonraları kişinin kendi benliğinden kurtulması anlamına gelmiştir. Fenâ’nm en üst derecesi fenâda fenâ olmaktır. (yok olmakta yok ölmak). Bu mertebeye’ varan kül fani olduğunu bile anlayamaz. Bayezid-i Bestamî’nin «Ben kendim Bayezid’i arıyorum» sözüyle «fenâ’da fenâ olmak» anlatılmıştır. Bu derecede kul, beşerîlikten tamamıyle kurtulmuştur. Oysa fenâda, ne de olsa, beşerîlikten bir izin var olduğu kabul edilir. Hallac’ın «Ben Allahım » demesi, Yusuf’un güzelliğini görüp de kendilerinden geceıi davetli kadınların parmaklarını kesmeleri, beşerîlikten kalan izlerdir. Fenâ, kul için, Allah’a yaklaşmanın en üstün derecesidir. Kul kendi’ benliğini yok etmeden Allah’a yaklaşamaz. Fenâ, hiç olmak da değildir; Hintlilerin Nirvana’sı ile ilgisi yoktur; çünkü fenâ Allah’ın varlığında yok olmaktır; fenâ’da kul ‘
hiç olmaz, onun yerine Allah geçer.
• Fenâfillah mertebesine erişen kul, dünya nimetleri ile ilgisini tamamıyle keser, birlik mertebesine yönelir. Çünkü her şeyin başı da, sonu- da Allah’tır. Yaratılan her şey, onun tecellisidir. Her şey ondan çıktığı ve onunla varolduğa gibi, sonunda her şey yine ona dönecek, onda yok olâcaktır. Fenâfillah’a erişen kulun yerine Allah, duyar, görür, tutar. Kulun yerine Allah geçmiştir. Yunus’ Emrp’nin «Senin ile bakaym / Seni göreyin Mevlâ» meralarındaki gibi Allah ile bakar, Allah’ı görür. Bu durumda kulun benliği ve «Ben»in hazları yok olmuştur. Onun için cennet ümidi, cehennem korkusu, dünya gibi şeyler kalmamış, bunun yerine kûlun içine Allah’ın varlığı dolmuştur. Bu, Allah’ın birliğinin en yüksek derecesidir. Fenâfillah’a erişen (Tanrı’da yok olan) kul, Hz. Muhammed’in buyurduğu gibi ölmeden önce ölmüş ve.bekabillah’a erişmiştir” (Allah’ta ölümsüzleşmiştir). Bekabillah mertebesine erişenler ;se hem Allah’ı ihem de yaradılışı görürler. Allah’ın, fenâfillaha. erişen kulun içine dolması, kulun Şathıyyat denilen, görünüşte şeriata (dine) aykırı sözler söylemesinede sebep olur. Bu sözler aslında kulun değil, Allah’ındır. Hallacı Mansur’un «Enelhak» (Ben Allah’ım) sözü de böyle bir sözdür. Daha sonraları fenâfillah, bir parçanın bütünde kaybolması önlamına gelmiştir. Damla denize karıgıîıca, denizde kaybolur, bir bakıma deniz olur. Bu hal Allah’ta yok olmaktır; ama Allah olmak değildir. Allah ve benlik kaldıkça Allah anlaşılamaz, bulunamaz. Yunus’un «… benliği / Aradan > tarh edelüm» mısraında anlatılmak istenen budur.