wiki

İSTİBDAT veya İSTİBDAD

(ar. bedd’- den istibdad, başlı başına olma, bağımsızlık). Tek bir yöneticinin toplumu baskı altında tutması, mutlak hâkimiyet: istibdat bir şahsın sorumsuzluğu devridir (F. R. Atay). istibdat yalnız birkaç kişinin değil, bütün milletin geleceğini söndürür (Kemal Tahir). [Bk. ansİkl.] || Aydın istibdat, bir devletin, halkın iyiliğini düşünen otoriter bir hükümdar tarafından, çağın aydınların-» ca ileri sürülen siyasî teorilere göre yönetilmesi. — Esk. Bi – istibdad er-râi, müstebit bir surette. || Devr-i istibdat, Osmanlı devletinin, Abdülhamid II devrine (1878-1908) verilen ad. Bk. İSTİBDAT. — ansİkl. Bir tek kişinin devlet üstünde, kontrolsuz hâkimiyeti anlamına gelen istibdat, tarih kadar eskidir. Ama, Avrupa’da «aydınlanma» (almanca Aufklarung) yüzyılı olan XVIII. yy.dj^ uygulanan istibdat, «fikrî» bir istibdattır. Prusya kralı Friedrich II (1740- 1786) bu ilkeleri benimseyen ilk hükümdar oldu. Yarım yüzyıl süren iktidarı ‘sırasında, kralın en büyük mülk sahibi, soyluların orta halli ve burjuva sınıfının pek gelişmemiş olduğu gerikalmış ülkelerde bu ilkeler zafere ulaştı. 1763’ten 1796’ya kadar Rusya’da çariçe Katerina II, Avusturya imparatorluğunda Maria Theresia (1740 – 1780) ve ioseph II U780 – 1790), Napoli’de ve daha sonra ispanya’da Carlos III benzer bir öğretiyi benimsediler. Küçük devletlerde de aynı nitelikte bir siyaset izlemek istendi: Portekiz’de Pombal, Toscana’da büyük dük Leopold von Habsburg, Parma’da Du Tillot, Napoli’de Tanucci, Danimarka’da Struensee, isveçte Gustaf III. Aydın istibdat rejimi, 1789’dan hemen sonra terkedildi. Fransa’da aşırılıklardan telâşlanan krallar felsefî düşünceyi reddederek, katolik kilisesi ve soylularla ortak düşmana karşı birleştiler. Aydın istibdat, soyut gerçeğe dayanmasına rağmen, birçok unsurunu önceki yüzyıldan aldı. Ortaçağın sonundan bu yana avrupa krallıkları, millî bir devlet çerçevesinde, mutlakıyete yöneldiler; Louis XIV bir müstebitti; hıristiyan bir kral olarak eylemlerinden kendini yalnız Tanrı önünde sorumlu tutuyordu. XVIII. yy.da temel düşünceler değişti: «felsefe»nin amacı bundan böyle insanı eğitmek, düzeltmek ve hürriyete kavuşturmaktı. Filozoflar, büyük devletlerde bu hürriyeti sağlayacak kuvvetli bir iktidarı kabul ederlerdi («Aptal ve barbar bir halk, boyunduruk, sopa ve samana lâyıktır» [Voltaire]). Müstebitler, filozofların programlarını gerçekleştirdiklerini ileri sürüyorlardı. Friedrich II, bu konuda Wolff’a «Sizin gibi filozoflar olması gerekeni öğretir, krallar da sizin düşündüklerinizi gerçekleştirir» diyordu. Krallar bu programda işlerine yarayacak kısımları uyguluyor ve geri kalanını rahatça atıyorlardı. Fransız aydınlarını (Buffon, Diderot, Grimm, Voltaire) pohpohlayarak onlarla ilişki kuldular. Halkın fikrine önem vermezlerdi; Friedrich IFye göre «hükümdar, bütün topluluk için görmeli, düşünmeli ve hareket etmeli» idi. Müstebitler, «devlet» fikrinin gelişmesinden de yararlandılar: gitgide yaygınlaşan eğitim sayesinde, devlete itaat ve bağlılık, en önemli görev halini aldı. Krallar filozofların nazariyeleri yerine Louis XIV yöntemlerini ve İngiliz banka sistemini benimsediler. XVIII. yy.da krallar, soylu sınıfa ve mevcut kurumlara karşı mücadelelerini sürdürdüler, onu devlete daha fazla bağlayabilmek için insanı geleneksel çerçevelerden kurtardılar. Laiklik ilân edildi, katolik kilisesinin faaliyetleri denetlendi, manastıı; tarikatları (özellikle, tamamen papaya bağlı Cizvitler tarikatı) kaldırıldı. Töre ve ge- ıeneıcıeraen nenuz çok uzaıua oıan sosyaı eşitlik sağlanamadı ama, soylu sınıfın imtiyazları kısıtlandı. Eşitliği sağlamak uğruna, hükümetler, siyasî imtiyazları temsil eden eyalet devletlerine ve oügarşik hür şehirlere karşı savaştı. Merkezleşme ve yönetimin tek biçijpı halini alması, devletleri birleşmeye yöneltti. Köylüler tarım topluluklarından, zanaatçılar loncalardan kurtarıldı. Fizyokratlar hürriyetin, denetimin ve Fransa’da Colbert devrinde olduğu gibi, devletin İktisadî hayata sürekli müdahalesinin ortadan kalkması anlamına gelmediğini ispatladılar. Tarımda yenilikler yapıldı, madenler işlendi, devlet yapımevleri kuruldu. Ordunun ihtiyaçlarına doğru yöneltüen millî üretim sıkı gümrük kurallarıyle korundu. Fransız nazariyecileri, küçük toprak sahibi ve köylü zanaatçılara ayırdıkları yerlerde geniş ölçüde imalâthanelerin yer aldığını görerek şaşırdılar. Büyük müstebitler İngiliz örneğini izleyerek, birer millî banka kurdular ve kâğıt para çıkararak halkın paralarını çektiler. Eğitim, Ansiklopedi’nin ve Colbert’in gösterdiği yönde geliştirildi. Adalet^ Beccaria, Voltaire ve Montesquieu’nün isteği gibi daha insanca bir hale getirildi (daha hafif cezalar, işkencenin kaldırılması). Sonuç olarak, , uyrukların sayısı, zenginlik, mutluluğun artması, devleti kuvvetlendirdi. Devlete boyun, eğme daha da arttı, vergiler ağırlaştırıldı, daha fazla asker toplandı (bu da yeni fetihlere imkân verdi). Bu yeni yönetim biçimi bütün Avrupa’yı aynı derecede etkilemedi. Meselâ rus çarı, İsveç’in (Gustaf III) veya Polonya’nın da (Stanislaw Poniatowski) aynı şekilde güçlenmesinden hoşlanmıyordu. Soylu ^sınıfın uzun süreden beri siyasî etkinliğini ispatladığı İngiltere’de, aydın da olsa (George III) istibdat rejimine ihtiyaç yoktu. Zenginleşen burjuva sınıfının yönetim görevlilerine, kendisine yönetme fırsatı vermediğinden yakman Fransa’da ise, yabancı hükümdarların gerçekleştirdikleri rejime uzaktan hayran olmakla yetinildi. Aydın müstebitlerin ülkelerinde her devletin kendine has sosyal yapısı, kralın veya bakanlarının kişisel tutumları küçük farklar yarattı. Amansız diktatör Pombal, özellikle cizvitlerin düşmanıydı; Carlos III geleneklere bağlı bir ülkede yavaş yavaş ilerlediî Maria-Theresıa şefkatli ve korkaktı; buna karşılık oğlu Joseph III ayaklanmalara (Macaristan, Avusturya Hollandası) yolâçan manyak bir nazariyeciydi. Friedrich II her şeyden önce ordusunu kuvvetlendirmeyi ve ona bir savaş hâzinesi vermeyi düşünen babası Çavuş kralın (Friedrich Wühelm I) eserini sürdürdü. Katerina II danışma meclislerinde gîizel nazariyeler ileri sürmekle birlikte, gerçekte, soylu sınıfla bir olarak Devlet’lerin sömürülmesine katıldı ve sonunda serfleri soylu sınıfa teslim etti. Buna göre XVIII. yy. fransız filozoflarının nazariyelerini uygulamak, iki sonuç verdi; bir yandan, hükümdarın kişiliğinde devletin otoritesi kuvvetlendi ve bu da yerleşmiş oligarşilerin (soylu sınıfı, rahipler, şehirler, ticaret toplulukları V.b.) zararına oldu; öte yandan, bu yönetimin uygulandığı ülkelerde, İktisadî ve sosyal gelişme hızlandı. Fakat, bu yönetim biçimi, kendi beşiği olan Batı Avrupa’da (Fransa ve İngiltere), yerleşmiş kuruluşlara ve elde edümiş imtiyazlara çarpması sebebiyle uygulanamadı. Kurulu düzenin direnmesi, toplumsal ve İktisadî ihtiyaçlardan daha ağır bastı. Buna karşılık, Avrupa’nın Akdeniz bölgesinde ve özellikle Orta ve Doğu Avrupa’­ da, aydın sınıfın yokluğu, köylü nüfusun ezici üstünlüğü, nihayet burjuva sınıfının bulunmamasının hem sebebi hem de sonucu olan İktisadî gerilik, hükümdarlara uygulama alanındaki işlerde aydın istibdattan yararlanmak için tam bir hürriyet sağladı. + Istib d atk âran e zf. E ski Baskı rejimine yakışır şekilde, (m ) İstibdat, Osmanlı imparatorluğunda Abdülaziz zamanında 1870’ten itibaren başlayan ve Abdülhamid Il’nin saltanatı boyunca süren mutlakıyet rejimini anlatmak için kullanılan deyim. j ” n.., …j Abdülhamid II’nin istibdat diye . ^ şahsî yönetimi, Meclisi Meşuşan’m sıiiesû tatilinden (13 şubat 1878) v JK j^ v MeşfiŞıycıın 11 anımı ıcmmıu ıyuoj Kauar ju yıl 5 ay 9 gün sürdü. Bu süre içinde Abdülhamid II, siyasî ve tabiî hakları kaldırmak için yeni kanunlar çıkartmadığı gibi, bu hakları koruyan kanunları da yürürlükten kaldırmadı. Fakat hürriyetleri şiddetli bir baskı altında tuttu. Meclisi Mebusan’ı tatil ettikten sonra, ilk olarak basın hürriyetini kaldırarak ağır sansür koydu, kendi yönetimini övmeleri için gazete sahiplerine ve bazı gazetecüere çıkarlar sağlayarak bir çeşit besleme basın yarattı. Bu arada mizah gazeteleri ve karikatür yayımı tamamen yasak edildiği gibi toplanma hürriyeti de ortadan kaldırılarak devlet adamlarimn birbirlerinin evine gitmesi dahi yasaklandı. Hükümdarın kendi iradesi her türlü hukuk kuralından üstün duruma geçti; Yıldız sarayı padişahın iktidar sembolü haline geldi. Sarayda, BabIâli’nin dışında, çeşitli devlet hizmetlerini denetmek için özel daireler kuruldu. Abdülhamid II ayrıca sadrazamların yetkilerini geniş ölçüde kısıtlayarak kendi elinde topladı. Kurduğu geniş kadrolu hafiye teşkilâtıyle devlet görevlileri arasında tam bir terör ve korku yarattı. Saltanatı boyunca sadece Sadaret mevkinde 26 defa değişiklik oldu, istibdat devrinde baskı ve sansür, vatan, hürriyet, grev, suikast, ihtilâl, anarşi, Makedonya, Girit, Murad, sosyalizm, dinamit v.b. kelimelerin kullanılması yasaklanmış, Ziya Paşa, Namık Kemal, Abdülhak Hâmid gibi yazarların eserlerinin okunması da men edilmiştir. Bu arada Avrupa’­ ya öğrenci gönderilmesi, Shakespeare, Racine, Lamartin, gibi batılı yazarların eserlerinin okunması, türk ve İslâm öğrencilerin İstanbul’daki yabancı okullarda okumaları, konferans verilmesi önlendiği gibi, bilimserdem ek kurulması da yasaklanmıştı, ikinci Meşrutiyetin kabul ve ilânıyle bu devir son buldu,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir