İMANIN LÜGAT VE DİNÎ MÂNASI ;
iman kelimesi, âmnen fiilinden gelmiş olup lügat mânası: emniyet.et- mek, emniyet beslemek, birine emin olmak, ğüvende ve emniyette olduğunu bildirmek, boyun eğmek, inanmak, teslim olmak ve tasdik etmek anla- mınadır. (1X .
Bazı lügatçılar, imanın yukarıda zikredilen lügat mânasını az çok değiştirerek imanı; bir kimseyi, bir haberi tasdik etmek, emin olmak ve başkasını emin kılmak, mutlak tasdik anlamında kullanırlar.
Bazı din âlimleri, imanın mânası hakkında emin olmak veya başkasını emin kılmaktır, derler ve ilâve ederek, bir şeyi tasdik eden kimse verilen bir haberin doğruluğuna emin olmuş veya haber vereni emin kılmıştır sayılır, neticesine varırlar. Birinci mânaya göre iman, iz’an ve kabul, ikinci mânaya göre tasdik ve teslim anlamını taşır. Bundan dolayı iman lügatte iz’an, kabul, tasdik ve teslim mânalarında kullanılır.
İmanın dinî mânasına gelince: Cenab-ı Hak tarafından Hz. Muhammed (S.A.V.) in getirdiği ve tebliğ ettiği kat’î surette bilinen her şeyde onu tereddütsüz ve’kesin olarak kalb ile tasdik, doğru olduğunu kabul edip, haber verenin doğru söylediğine inanmağa iman denir.
İmanda tasdik etmek, bir şey’i bilerek ihtiyarı ile gerçeklemek demek- tir.Zira bütün kalbî fiillerde kasid ve niyet şarttır. imam-ı Mâtürîdî hazretleri: Mahiyet itibariyle iman, bilerek kalben tasdik olup bunu dil ile ikrar etmek, ihtiyarını kullanmak sayılır ki bu da dünyevî ahkâm için şarttır, der. Bunu söylememizdeki sebeb, İlmî bir tâbir olarak imanın mâna ve mahiyetinde: İman kalbin filidir, zihnin fiilidir, lisanın fiilidir veya bir takım amellerin toplamıdır; mârifetten ibarettir, fiil değildir. Allah’ın mevhibesidir gibi çeşitli görüş ayrılışlarının oluşudur. Bu ayrılışlar içinde hem zihnin, hem de kalbin mahsulüdür diyen ve imanın hakikatini gösteren görüş, Ebû Mansur’un tercih ettiği anlayıştır. Yalnız, halkın gidişini gösteren kalbin fiilidir şeklindeki görüştür,.
(1) Arapça – Türkçe Büyük Lügat, Hüseyin Atay. İman kelimesi.
37
Hazret-i Muhammed (S.A.V.), imanın ne demek olduğunu soran Ceb- rial (A.S.) e şöyle cevap vermiştir:
«İman, Allah Teâlâ’ya, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâ’dan olduğuna inanmaktır.» (2) Bu altı esas imanın şartları olarak kabul edilmiştir.
İMAN VE İSLÂM :
İman ile İslâm arasında çok yakın münasebet vardır. Şöyle ki: İslâm, bütün iç ve dış ile Allah Teâlâ’ya teslim olmak anlamına alındığında, İmanın da aynı olduğu gözönünde tutularak diyebiliriz ki, iman ile İslâm müteradif olurlar.
Kur’ân-ı Kerîm’in, İslâm kelimesine verdiği şer’î mâna birdir* Ve bu Tevhid’dir. İnsanın nefsinin Allah’a ihlâsıdır, ve bu ihlâsına, tapılacak ve ilâh sayılacak herhangi bir başka ilâhı karıştırmamaktır.
Hazreti Muhammed’e (S.A.V.) İslâm nedir? diye sorulduğunda cevaben:
«İslâm; Allah Teâlâ’dan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın re- sülü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, ramazan ayında oruç tutmak, hacca gitmeye gücü yetene Kâbeyi ziyaret etmektir.»
bu
(2) Riyâzü’s-Sâlihin, M. Nevevl, C. 1, Hadis: 61
38
yurmuştur. Bu hadîs-i şerif gösteriyor ki iman manevî, İslâm zahiridir. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’inde Hz. Muhammed’e (S.A.V.) inananlardan bahsederken, iman edenler dediği yerde ekseriya amel edenler, yâni müslimler diye de bahseder. Meselâ
«Muhakkak ki iman edenler ve salih amel işleyenler, altından nehirler akan cennete girerler.» (4) âyet-i kerîmesinde olduğu gibi… Yukarıdaki âyet-i kerîmeden anlaşılacağı üzere, inanılacak mevzuları bilerek, dileyerek gerçeklemek iman; ikrar ve amel İslâm tâbiri içine girer. Bu itibarla her mü’min müslim, her müslim mü’min kabul edilir. Ve çok defa mü’min veya müslim aynı şey olarak birbiri yerlerine kullanılır. Buna, ayrıca Kur’an-ı Kerîm’deki birkaç âyette mü’minîn yerine kullanılan müslimûn kelimesini de gösterebiliriz.
İlmihal kitaplarında, imanın ve islâmın şartları ayrı ayrı gösterildiği halde müslim ile mü’min arasında fark gösterilmemiştir. Zira mevcut fark, lügat bakımından birinin tasdikinin kalbî, diğerinin itâatinin zahirî mânalarına gel- melerindendir. Bu ise esasa teallûk bakımından bir kıymet ifade etmez.
İMANIN HAKİKATİ :
Peygamberin, Allah Teâlâ tarafından haber verdiği malûm olan şeyleri arzu ve ihtiyarı ile kalben tasdik eden kimse mü’min sayılır. Ancak, kafben tasdik etmekten başka yapılacak bir şey yok mu? Yani, sadece kalbin tasdiki yeter mi? sorusu akla gelebilir. Bu soruya yeter cevabını hiç düşünmeden verebiliriz. Çünkü, imanda muteber olan kalbin tasdikidir. Fakat, kalb ile tasdik insandaki iman cevherinin gizli kalmasına sebeb olur. Bunu açığa çıkarmak için dilimizle onu ilân etmemiz lâzımdır. Gerçi dil ile ikrar ve şehadet, sadece dünyevî hükümlerin icrası için şart ise de aynı zamanda bir kemal ve olgunluktur.
Kâmil ve olgun bir iman dirile ikrar ister. İkrarsız iman ancak Allah Teâlâ indinde muteber sayılır. Yalnız kalbde gizli kalan iman diğer mü’min- lerce bilinemiyeceğinden, imanın sahibi kimseye müslüman muamelesi yapılamaz. Bu bakımdan kalbdeki imanı açıklamak şarttır. Ancak bu şart, dilsiz
lik veya herhangi bir mazeret veyahut da tehdit karşısında düşer. Hattâ, kalbi ile Allah’a ve peygambere tereddüdsüz inanan bir kimse böyle bir zor karşısında dili ile inkâra gitse bile, imanına bir zarar gelmez. Fakat, tasdik işinde hiç bir özür kabul edilmez. Zira tasdikin zıddı inkârdır. İman inkâr ile kalbden çıkınca insan kâfir olur.
Hiçbir özrü olmadığı halde mü’min olduğunu dili ile ikrar etmeyen bir kimsenin cemaatla namaz kılması hali onun mü’min olduğuna delâlet eder. Çünkü, cemaatle namaz kılmak ancak müslümanlara mahsus bir ibadettir. İmanın hakikati, İmam-ı Mâtürîdî hazretlerine göre:
«İman kalb ile tasdikdir.» İmam-ı A’zam hazretleri buna ikrarı da bir rükün gibi ilâve ederek
«İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrardır.» der.Selefiyyun ise nasların zahirinden ayrılmadığı için imanın hakikatini:
«İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve erkânı ile amel etmektir.» olarak kabul eder. Ancak, selefiyyurj, erkânı ile ameli, imanda bir artma veya eksilmeye sebep teşkil eden bir unsur olarak telâkki ettiği için erkânı ile amel etmeyene kâfir demez. Şurasını da unutmamak lâzımdır ki iman, keyfiyet ve kem- miyet bakımından bir bütündür, parçalanması mümkün değildir. Bu itibarla azlık «veya çoklukla tavsif edilemez.
İmanın kemalini kaybetmesi, hakikatini kaybetmesi demek değildir. Bu bakımdan, günahkâr olan bir kul imanının parlaklığını, berraklığını ve olgunluğunu kaybeder. Bu ise imanın keyfiyetini alâkadar eder.
İmanının kemmiyeti, inanılacak şeylerin sayısı ile alâkalıdır. Bu da peygamberimizin getirdiği veya bildirdiği şeylerin hepsine birden iman etmek demektir. Eğer, bunlardan biri inkâr edilirse, küfre sebep teşkil eden bir fiil işlenmiş olur.