İslam

Bîr ruh ve müstakil bir varlık sahibi olan insan

İNSAN:
Bîr ruh ve müstakil bir varlık sahibi olan insanı, Kur’an-ı Kerîm’deki bazı âyetlerde cinn ile beraber zikredilmesi dolayısiyle bu bahsin sonuna almayı muvafık gördüm. Allah Teâlâ, âdemi yani insanı nasıl yarattığını Kur’an-ı Azîmüşşan’»nda şöyle bildiriyor:

«Ki yarattığı her $ey’İ güzel yaparı, insanı yaratmıya da çamurdan bavlıyan O’dur. Sonra O, bunun zürriyetini ha kıy r bir sudan meydana gelen nutfeden yapmıştır.. Sonra onu düzeltip tamamladı. İçine ruhundan üfürdü. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar az’şükrediyorsunuz. (96) insanı çamurdan yaratan Zülcelâl Hazretleri, onlara bir ecel takdir kıldı. Dunu:

«O sizi çamurdan yarattı. Sonra ölüm zamanını hükm-ü takdir etti. Bir de. cnuıi katında ma’jûm bir ecel vardır.» (97) âyet-i kerîmesi ile bildirmekte
dir. ( ^ . Başka bir âyet-i kerîmede insanın yaratılışını Cenâb-ı Hakk, bizlere daha açık olarak izah edip, bildirmektedir. Şöyle ki:

iyi bilinki biz sizi topraktan sonra bir nutfeden ve pıhtılaşmış kandan, daha sonra hilkati belli belirsiz bir çiğnem, etten yarattık, size (bunları kemâl-i kudretimizi) apaçık gösterelim diye (yaptık) Dilediğimizi muayyen vakte kadar rahimlerdi durdurup, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz. Daha sonra yiğitlik çağına kadar (büyütürüz.) içinizden ölenler olur.- Bir kısmınız da kocayarak ömrünün en fena çağına varır, evvelce bildiğini bilmeyecek hale gelir.» (98) Yukarıda yaratılışı açıkça beyan edilen insan, yaratıkların içinde en güzeli olarak yaratılmıştır. Bu husus Zülcelâl Hazretleri tarafından şöyle buyuruluyor

«Hakikaten, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.» (99) Sonra çoğalması için

«… Sonra sizi çift çift yaptı. O’nun ilmi olmaksızın hiçbir dişi gebe olamaz ve doğuramaz…» (100) buyurmuştur. Bu suretle, en güzel şekilde yaratılan ve çoğalmaları için eşleri de halkedilen insan yeryüzüne yerleştirilerek buradaki bir çok geçim vasıtalarından istifade etmiştir.

«Andolsun, sizi yer (yüzün) de yerleştirmişiz, size orada bir çok geçim vasıtaları yaratmışızdır.» (101) eyet-i kerîmesi bil# hususu açıklar. Bütün bunların sebebi acaba nedir? Bu hususu Hakîm-i Mutlak şöyle buyuruyor:

«Muhakkak ki biz, insanı birbîriyle karışık bir damla sudan yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu sebeple onu işitici ve görücü yaptık.» (102) Şu halde, Allah Teâlâ, biz insanları imtihan etmek üzere yarattı. B^ imtihanda .bir kısım insanlar doğru yoldan ayrılarak muvaffak olamadılar Onları, Zülcelâl Hazretleri

«Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik.» (103) kavl-i kerîminde ehl-i Cehennemden kıldı. Bir kısmı da muvaffak oldu. Onları da:

«Ancak imar), edip güzel amel işleyenler başka. Çünkü onlar için (bitmez) kesîlmezmükâfatvardır.» (104) âyet-i kerîmesi i (e tebşir etti; Cennet ve cehennem eh İmden elan insanlar” yeryüzünde yaşadılçlan rnüddetçe, Allah .Teâlâ’ya olan imanlarmdart ve yaptıklşrı amellerde^ dolayı muhtelif isimlerle Kur’an-ı Kerîm’de ,2ik’roluftt4r. Meselâ: Ashab-u Kehf, .eyke, fjl, 4carye,,medyen# re^s, sebt, sefihe,,şimal, uhdûd ve yemirç gibi… Konuyu .
uzatmamak içirt byf gibi insanların vdurumunu uzun, uzun izah ^tmiyeceğiz. Yalnız şu kadarım söyliyejim :ki Sûre-i Vakrâ’da bîr kısın! ashabın durumları açıkça Zikredilir.

BAZI SEMfİYAT: < . ^ * ■■ Kur’an-ı Kerîm’de bazı kelimeler vardır ki, bunların mahiyetlerinin ,ne olduğunu gaib âlemine ait oldukları için anliyamıyoruz. Varlıklarına inanıl* ması zarurî oiar» fakat keyfiyetleri Allah -Teâlâ’ya bırakılan bu. şeylere .biz sem’iyat diyoruz.’Sem’iyaîa-dahil olan, şeylerpek çok olmakla berabşr biz , >
Bunlardan, ğürrtük hayatımızda kollanılan bazılarının ne olduğunu bize bildi- «S rildrği kadar izah etmeğe çalışalım). Arş; Allah Teâlâ, insanların hangisinin hal ve, hareketi; yani ameli daha ğü.zel ölacşktır,.d,iyes insanı imtihan etnieje için, gökleri, ve yeri altı, ğtind^ yarattı. Halbuki bundan evvel arşı şu üstünde idi. Daha evvel suyu yaratmıştı, Mülkü saltanatı şu üzerinde câri idi. Gök ile yerin yaratılışından .evvel, _
arş ile bunların arasında sudan başka bjr şey yoktu; Bu itibarla Allah Teâlâ-, önce arşı, sonra suyu ve nihayet gök ile arzı yaratmıştır. Bu hususu «O’nun arşı su üstünde idi,» (105) âyet-i kerîmesinden anlıyoruz. Allah. Teâlâ, vücudu vanH (varlığı ile bütünarşj istilâ etmiştir^ kaplamıştır. Bu itibarla ar^ın gerçek sahibidir. Bunu Kur’an-r Kerjm’deki:«De ki: O yedi göğün Rabbi ye büyük ar$ın sahibi kimdir? (Yine bunlar) diyecekler kİ: Allah’ındır.» (106) âyet-i kerîmesi açıkça beyan eder. Ayrıca, Allah Teâlâ arşın rabbidir. Bu hususu:O arş’ı kerîmin .rabbidir.» (107) âyet-i kerîmesi te’yid eder. Arşın rabbi olan Allah Teâlâ, aynı zamanda onun sahibidir de…

«O, büyük arşın sahibidir.» (108) âyet-i kerîmesi bunu bize bildirir.
Arş-ı azîmin sahibi otan Allah Teâlâ, onun üzerinde yegâne hükümrandın. Gökleri ve yeri altı günde yarattıktan sonra, muntazam bir şekilde gece ve gündüzü, güneşi, ayı ve yıldızları ilâhî emrine uygun olarak tâbi kıldı. Bu suretle nizam-ı âlem meydana geldi. Bütün bunlar için:

«Sonra, arş üzerinde hükümran elan Âllah’dır.» (109) âyet-i kerîmesi kâfi bir delildir. *
Felek: Halk arasında sık sık kullanılan bu deyim yanlış olarak kullanılmaktadır. Çünkü, felek küre anlamına gelmektedir. Ve Kur’an-ı Kerîm’de bu anlamda kullanılmıştır. Meselâ:«O, geceyi v» gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Bütün bunlar kendi dairesi içinde yüzmekte (devr etmekte) dtrler», (110) âyet-i kerîmesi ile,

«Ne güneşin aya erişip çatması, ne de gecenin gündüzü geçmiş olması gerekmez. ( Zira) hepsi de birer fefekde yüzerler.» (111) âyet-i kerîmesi bü hususu bizlere bildirir.
‘Kürs?: Kürsî hakkında ulema ihtilâf etmiştin. Bu itibarla sarih bir şfekilde onun hakkında malûmata sahip değiliz,, Müteşâbihattan olduğu için, kimi kürsî’den murad Arş’tır demiş, kimi arşm yânında ayrı bir makam, olduğunu ileri sürmüş, kimi Ism-i Â’zam’dır demişt kimi Allah Teâlâ’nın müfkü, saltanat ve kudretidir demiştir. Bu itibarla kesin bir neticeye varılamamıştır. Bu da tabiîdir. ” .
Kur’an-ı Kerîm’de kürsî hakkında iki âyet-i kerîme vardır,. Bunlardan Sâd sûresinin 34. âyet-i kerîmesi Hazret-i Süleyman hakkında olup diğeri

«O’nun kürsüsü gökleri ve yeri (kucaklamıştır, o kadar) vasi’çür.» (112) â- . yet-i kerîmesidir. Bu âyet-i kerîmelerde kürsî kelimesinin ifade ettiği mânayı İlâhîyi anlıyamıyoruz
Levh: Allah teâlâ, alşmîn yaratılışından spnuna kadar ne olup bitecekse hepsini takdir ve kaza edip yazmış, mahlûklarda öldüğü gibi zuhura gelmiş ve sabit olmuştur. Bu halin (Ö) mahfuz bir levhadadır.» (143) âyeti- kerîmesi ile tesbit edildiğini görmekteyiz. Allah Tşâlâ, takdîr etmiş olduğu şeylerin hiçbirinde eksik bir şey bırakmamıştır,

«Biz o kitabda hiçbir şey’i eksik bırakmadık.» (114) âyet-i kerimesi bu hususu bizlere kat’î olarak bildirmektedir.
Bu âyet-i kerîmelerden anlıyoruz ki, âlemde cereyan eden ve edecek oian her şey levh-i mahfuzda yazılmış ve nakşolunmuştur. Bu nakış gözle görülemez. Çünkü, levh-i mahfuz ağaçtan veya demirden yahut da kemikten bir şey değildir. Kitap da bildiğimiz kâğıttan veya yaprakdân mamul bîr şey değildir. Bu itibarla levh-i mahfuz deyince maddî olan bu şeylerin hiç biri hâtıra gelmemelidir. Levh-i mahfuzda yazılanların sübutu, Kur’an-ı Ke- rîm’in kelime ve harflerinin hâfızın dimağındaki sübûtuna benzer. Zira Kur’- an-ı Kerîm orada satır satır yazılmıştır. Hâfız okurken onu âdetâ gözleriyle görüyormuş çjibi okur], Halbuki dimağda bir araştırma yapılsa o yazının bir tek harfi bile orada bulunamaz. İşte levh-i mahfuzda Allah Teâlâ’mn takdir ve kazâ ettiği şeyleri de böyle anlamak lâzımdır.
Levh-i mahfuzun Kur’an-ı Kerîm’de birçok isimleri vardır. Bunlardan, kitap, kitab-ı müeccel, kifab-ı ma’lûm, kitab-ı hâfız ve kitab-ı meknûn isimlerini sayabiliriz.
Hulâsa olarak, levh-i mahfüzun mahiyeti hakkında açık olarak bir şey söylemek için geniş fc>ir bilgi bizlere verilmediğini söylememiz icap eder. Bu itibarla müteşebbihattan sâyılan bu gibi şeylerin üzerinde hiç bir şey bilmediğimiz halde biliyor gibi söz sarfetmemiz yersizdir, hiç bîr asla müstenid değildir.
Makam-s Mahmud: Kur’an-ı Kerîm’de bir yerde makam-ı Mahmud ibaresi geçmektedir.

«Gecenin bir kısmında da uyanıp, sırf sana mahsus fazla olmak üzere onunla gece namazı kıl. Ümid edebilirsin, Rabbin seni bir makam-ı mahmud’a gönderecektir.» (115) âyet-i kerîmesinde bildirilen makam-ı mahmud’un nefesi olduğu hakkında çeşitli fikirleri ileri sürülmüştür.
Cümhura göre, makşm-ı mahmud’dan murad, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) E- fendimizin yeym-i kıyâmette haiz olacağı şefaat makamıdır ki orada evvelîn ve âhirîn kendisine minnettar olacaklardır. Diğer bir kavle göre, kendisine Livâ-üi hamd denilen sancağın verileceği makamdır.

‘Biz rhakarrç-ı rhâhmud hakkında yukarıda zikredilen kavillerm =dışıhda hiç bjr- surette; bir söz. söyleyenleyiz. Zira bu hususta, söylenen hadîs-i .şerifler bite ulema arasında fikir ayrılıklarına sebep teşkil etmiştir.»
Sidre veya Sidrfe-tiil-Müntehâ: Varlığına fnar)dığı,mız takoft keyfiyet ve mahiyetinin ne olduğunu pilmediğirn’ız bir şey de Sidre veya Sldre-tüt-Mün- tehâ’dın.. Bunun hakkında Cenâb-ı Ha.kk, Kitab-ı Mübîn’inde ‘buyuruyor ki:

«Andolsun k| onu diğer bir defa da S?dı:e-tül*Müntehâ’nm yanında gördü o.» i m r – • . \ \ ; ‘ ;Bu âyet-î kerîrfıede O’ndan ‘maksad, Resûl-i ,Ekrjem (S.A.V.) ye gördüğü de’Cebrail (A.&) dır. ^ ‘ Sidre kelimesi lügatte: Arabistan kirazı ağaçıdır. Bgrada, yani- yukarıdaki âyet-i kerîmede, hudud başını temsil etmektedir. Diğer bir tâfeirlç, mah-. lûkatın ilminin ulanacağı ea şpn merhate olarak kabul edilir.. Sidre-tüKMüntehâ’yı arşın yağında” bîr ağaç oterak kâpul ■edenler ondan öteye ne melek ve ne ,de herhangi bir şey asla geçemez demektedirler. *Ri- vâyete göre* Cebrail (A.S.) burada durmakta ve Zülcelâl Hazretlerinden ğe- rekH emirleri -burada .almaktadır, * ”

MELEKLERE İMANIN AMELÎ FAYDALARI: … İ , * . *

  • Her şey’i bilmek muhakkak ki ondan bir fayda temin etmek içindir. Üzerinde ısrarla durduğumuz mejeklere jrhanîrı inşanlar için türlü ince hikmetleri ve haytrb .amşll faydaları vardır. Bu faydaları kısaca .şöyle gözden- geçire- lim“. ’ , , 5 “
    ^ ,— Meleklere iman Aîfah Tfcâlâ Hazretlerinin kudret ve azamet teşkilatına vâkıf olarak .mârifetuJlşK hakkında bir bilgiye sahip, olmamızı teşkil eder> ‘ – ‘• * ,, *. *
    Bu bijgi Allah Teâjâ’ya karşı olan saygı ve bağlılığımızı* artfırır.
    2 — Meleklere imân eden ve meleklerin teşkilâtına vâkıf oisri bir k^m- £e,>-nefsinin bfr muharebe meydanı halinde olduğunu, hayır ve iyilik isteyen kuvvetlerle* kötülük Ve fenalığa insanı çşken şer kuvvetlerinin; nefsinde dai-f
    rna bir çekişme halinde olduğunu düşünür ve hareketlerini ona göre ayarlar. Halbuki melek’Ve şeytanlardan^hab^rdar olmayan bir kimse nefsini kötülük

lerden korumak için hiç bir tedbire başvurmaz, dolayısiyle bunun karşılığını pek acı öder.
3 — Meleklere iman, bizlerin iyiliğe ve hayra koşup melekleşmek zevkini tatmamıza yardım eder. Bu da insan olmak ve insan gibi yaşamak için bir fren vazifesini görür.
4 — Meleklere iman eden bir kimse, meleklerin darlık ve sıkıntılı anlarda insanların imdadına yetişeceğini bildiğinden, sıkıntılı anlarında ümidini kaybetmez. Aleyhine cereyan eder gibi görünen olayı bu ümit ile lehine çevirebilir.
5— Meleklere iman eden bir kimse, gerek meleklerin ve gerekse şeytanların çeşitli kılıklara girebileceğini düşündüğünden, karşısına çıkan iyi bir îşi, varlığı, melektendir diyerek kabul eder ve ona sımsıkı şarılır. Kötü bir iş karşjsına çıktığı zamanda da bu şeytanın işidir diyerek ondan kaçmasını bilir.
6 — Meleklere iman eden bir kimse, karşısırtdaki insarflar hakkında kötü şeyler düşünmekten kaçınır. Çünkü düşündüğü her kötü şeyin melekler tarafından bilinip tesbit edileceğine imanı olduğu için böyle bir durumdan kaçınmağa bakar.
7 —- Meleklere iman eden bir kimse ahlâk bakımından insanlar arasında temayüz eder. Zira, böyle bir kimse gerek konuşurken ve gerekse bir işi yaparken daima kontrol altında bulunduğunu bildiği için dinin emrettiği hususlardan ayrılmamağa çok dikkât eder.
8 — insanı, fazilet elbiselerinden soyup hayvanî hislerle saran şeytandan ve onun melanetinden kaçınmak, İlâhî duygu ve hakikatlere yönelmek ancak meleklere iman sayesinde olur.
9 — Meleklerin âdem oğluna secde etmesi olayını daima hatırımızda tutarak, şeytanın doğru yoldan bizleri saptırmak üzere önümüze çıkacağını ve hakk ile hakkaniyete giden yol üzerinde oturacağını hiç bir zaman hatî- rımızdan çıkarmıyarak ona göre hareket etmemiz lâzımdır.
10 — Meleklere iman eden bir kimse, meleklerden meydana gelen muazzam teşkilâtı düşünerek kendi varlığının çok aciz ve bir hiç olduğunu anlayıp Cenab-ı Hakkın kelimelerle tarif edilemiyecek büyüklüğünü tasdik ve kabul ederek O’na karşı olan itaati ve bağlılığı bir kat daha artar. 11 — Meleklere iman eden bir kimse, Cenab-ı Hakkın kâinatı idaredeki kudretini anlayarak kendi aczini idrak eder ve bu suretle yaptığı ve yapacağı işler için asla kibirlenip gururlanmaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir