wiki

TAPA (TIPA)

Türlü maddelerden (tahta, mantar, plastik, kauçuk vb.) yapılan ve dar ağızlı bir kabı kapatmaya yarayan nesne: Şişenin tapasını çıkarmak. Benzin bidonunun tapası. Mantar tapa (Bk. ansikl. böl.) —Denize. Ağaç gemi inşaatında, borda ve güverte kaplamalarında bulunan saplama ya da çivi başlarının boşluklarını doldurmada kullanılan ağaç kavela. || Teknelerin su kesimi altında kalan lavra deliklerini tıkamada kullanılan takoz ya da kılavuzlu kapak. —Isıbil. Eriyebilir tapa, sıcaklığın artması durumunda güvenlik organı görevi yapan, eriyebilir metalden küçük parça. —Mak. san. Merkezleme tapası, bir parça üzerindeki bir deliğe zorlanarak yerleştirilen ve merkezi bir zımba darbesiyle işaretlenen tahta ya da metal tapa; tapa merkezindeki iz, bu parçanın eksen konumunu belirtir. (Bir merkezleme tapası kimi kez bir parçanın çizimi, özellikle merkezi boşluğu düşecek eğrilerin çizimi için kullanılır.) —Metalürj. Bir döküm potasının ya da bir döküm havuzunun döküm deliğini tıkamaya yarayan parça. —Nük. müh. Koruma tapası, bir nükleer reaktörün sızdırmazlığını ve korunmasını sağlayan yapılarda açılan bir deliğe uyarlanan hareketli öğe (Reaktör üzerinde bazı işlemler yapılmasını sağlamak üzere, kimi şartlarda tapa çıkarılabilir ya da yeri değiştirilebilir.)
—Sıh. tes. Eviye, lavabo, bide ve banyo küvetlerini tıkamaya yarayan parça. —Sil. Kimi mermilerin imla hakkını, mermi yolu üzerinde istenilen zaman ve yerde patlatmayı sağlayan mekanik ya da elektrikli düzenek. || Tapa tanzim aleti, bir top mermisinin patlama mesafesini değiştirmek için tapalarda hava delikleri açmaya yarayan alet. || Tapa tanzim etmek, bir top mermisinin patlama mesafesini değiştirmek için ihtiraklı bileşeni içeren tüpte tapa tanzim aletiyle hava deliği açmak. || Çift etkili tapa, isteğe göre hassas ya da ihti- raklı olarak kullanılabilen tapa. || Elektrikli tapa, çukur imla haklı mermilerin yemleme fitilini mermi hedefe vurmadan önce ateşleyen tapa. || Hassas tapa, bir engele ya da toprağa çarptığında patlayan tapa. (Hassas tapalar, ani ateşlemeli, kısa gecikmeli [saniyenin yüzde birkaçı] ya da uzun gecikmeli [saniyenin onda birkaçı] olarak ayarlanabilir.) || Hedef yakınında patlamalı tapa, hedefe belirli bir uzaklığa geldiğinde, bir dış etkiyle patlayan ihtiraklı tapa. (Bu etki, ya radyoelektrik dalgalarıyla çalışan tapalarda olduğu gibi hedefin kendi özelliğinden ya da kimi güdümlü mermilerin tapaları gibi kızılaltı ışımalara karşı duyarlı olan tapalarda topraktan yayımlanan bir işaretten kaynaklanabilir.) || ihtiraklı tapa, havada, mermi yolunun belirli bir noktasında patlayan tapa. || Tavikli tapa, çukur imla haklı mermilerin hedefe vuruşundan sonra patlayarak lağım etkisi oluşturan tapa. —ANSİKL. Mantar tapalar bugün de, diğer yeni kapama araçlarının rekabetine rağmen, özellikle kalite şaraplarında, şampanyalarda ve değerli damıtık içki (konyak, viski) şişelerinin kapatılmasında hâlâ kullanılmaktadır. Mantar gerçekten rutubete uzun bir süre dayanır. Kapamış olduğu şişe ya da diğer kaplardaki içkinin gerekliyse “soluk alma”sını, yani hava almasını sağlar. Mantarın diğer önemli bir avantajı da, sıkıştırılabilir olmasıdır. Kapsül kapaklar daha ziyade gazlı içkiler için kullanılır. Kapsül kapakların işlevi, alüminyum gibi esnek metallerden yapılmak ve içine mantar ya da plastik madde döşenmek suretiyle emniyet altına alınmıştır. Fabrikalarda imal edilen kapsül kapaklar, doğrudan doğruya şişelerin ağzına basınçla geçirilir. Bugün piyasada kapsül ve plastik kapakların esnek ya da sert, çeşitli biçimlerde, değişik renklerde, tek ya da çok parçalı ve bazı hallerde de, kapak ya da tapaya hiç dokunmadan, bir dili çekip yırtmak suretiyle açılan çeşitli modelleri vardır —Sil. XVII. yy.’dan itibaren, güllelerde ve top mermilerinde, bunları parçalayarak patlatan kara barut kullanılmaya başladı. Bu amaçla, topu ateşlemeden hemen önce bir fitil yakılıyordu. Top mermisi de hedefe vurduktan belli bir süre sonra patlıyordu. XIX. yy.’da, içi, düzenli bir şekilde yanan ve saniyelere göre taksimatlı, ihtiraklı bir

us kullanarak onun yerini, yönünü belirler ve bölümlere ayırırlardı. —Mim. in antis tapınak (templum in an- tis), cephesinde iki anta bulunan bir pro- naosu (kimi zaman da bir opisthodomo- su) olan, revaksız, dikdörtgen planlı yunan tapınağı, (iki anta arasında iki sütun sa- çaklığı taşır.) —Tar. Kudüs’te yapılmış olan ve İsrail tanrısı Yehova’ya adanmış olan tapınma yeri. (Geleneksel inanca göre ilk Tapınak, Süleyman tarafından yaptırıldı ve İ.Ö. 587’ de tahrip oldu ve ikinci Tapınak İ.Ö. 52€(— -515’e doğru, Sürgün’den dönüşte yeniden yapıldı, İ.S. 70’te Tapınak, Büyük He- rodes tarafından güzelleştirildi. —ANSİKL. • Yakındoğu. Eski Yakındoğu’ da, kutsal yerlerin sürekliliği kadar kullanılan mimari formüllerin çeşitliliği de dikkati çeker. Müminlerin toplanma yeri değil Tanrı’nın evi olan doğu tapınağının büyük boyutta olması hiç gerekmez; hatta, kimi zaman, tapınaklar sivil yapılardan güçlükle ayırt edilir. Bu nedenle, kazı sonucu gün ışığına çıkarılan kalıntılar yorumlanırken çok dikkatli olmak gerekir. Özellikle erken dönemler için, biraz özel görünümlü ya da örtülü her binaya, daha geç dönemde de dinsel bir nitelik taşıyan yapılara tapınak adı verilegelmiştir. Örneğin, Mezopotamya’nın güneyinde, Eridu’ da VI. binyıl ortasından IV. binyıl sonuna kadar art arda yapıldığı düşünülen “tapınaklar”, belki de yalnız gösterişli evlerdi. Uruk tapınaklarının planları örnek alınarak kurulmuş çok sayıda yapı Suriye’de, Habuba Kebire’de bulunmuştur (IV. bin- yıl sonu). Bunlar, büyük bir olasılıkla varlıklı kent sakinlerinin kabul salonlarıdır. Buna karşıklık, daha III. binyıl’ın ilk yarısında Mezopotamya’da, ayin amacıyla kullanılan dinsel yapılar yapılmıştır. Bu yapılar arasında, uzunlamasına dikdörtgen biçiminde bir cellası bulunan ve girişi uzun kenar üzerinde olan sümer tipi tapınaklar ya da eksenel girişli babil tipi tapınaklar ayırt edilir. Gerçek anlamda cella çoğu kez küçük boyutlarda olsa da, avlular, girişler ve sofalar geniş alanlarda gelişebilir. Çeşitli öğeleri 300 m’yi aşkın bir uzunluk boyunca tek bir eksen üzerinde sıralanan Larsa’daki Güneş tanrısı tapınağı bu türdendir. III. binyıl’ın son yıllarından başlayarak mezopotamyalı mimarlar ziggurat adı verilen katlı kuleler yaptılar. Bu özel yapı biçiminin en tanınmış örnekleri, bugün de Ur* Uruk, Nippur ya da Susiane’de Çogazanbil gibi yerleşmelerde görülmektedir. Suriye topraklarındaki tapınaklar, eksenel girişli uzun salonlar biçimindedir. Bu biçim daha III. binyıl’ın ilk yarısında ortaya çıkmış (tel Huera) ve II. binyıl boyunca varlığını sürdürmüştür (Ebla. Emar). Kudüs tapınağı’nın (I. binyıl başı) planı da, hiç kuşkusuz bu formüle dayanmaktadır. Kutsal metinlere ve Antakya yakınlarındaki tel Taynat gibi eşzamanlı bazı anıtlara bakılırsa, kral Süleyman döneminde fenikeli sanatçılarca gerçekleştirilmiş olsa da Kudüs tapınağı, doğrudan doğruya Suriye1 nin iç kesimlerinde uygulanan kutsal mimarlık formüllerinden esinlenmiştir. • Mısır. Mısır tapınağı, dindışı kişilerin yapıya girmesini engelleyen bir beden duvarıyla çevrili kutsal bir alandır Bu nedenle, halkın ve müminlerin serbestçe girebildiği bir cami ya da bir kiliseyle hiçbir biçimde karşılaştırılamaz. Tapınak, Mısırlı- lar’ca yaratıcı enerji ve dünyalara çekidüzen veren ana güç olarak kabul edilen tanrısallığı barındıran yerdir. Böyle bir güçle, ancak uzmanlar, en başta da firavun temas kurabilir. Bu nedenle, her dönemde, tapınağın ana yapısını, dışardan, görünür ışıktan başlayan ve gizli ışığı, tanrısal varlığı barındıran kutsal mekâna kadar uzanan bir eksen belirler. Çoğu kez, zemin yavaş yavaş yükselirken tavan alçalır. Toprak tanrıya doğru yükselmekte, tanrı firavunun bedeninde cisimleşmekte ve bu iki çizgi, firavunla tanrının yüz yüze geldiği merkezi bir mekânda birbirine kavuşmaktadır. Büyük ya da küçük olsun tüm Mısır tapınakları binlerce yıl boyunca hiçbir değişikliğe uğramadan sürüp giden bu ölçüte karşılık verir. Tapınaklar için hep yinelenen planda, bir cephe (Yeni imparatorluk döneminde bir pilon), açık bir avlu, bir ya da birkaç hypostylos salon, bir pronaos, dua odalarıyla çevrili bir naos yer alır. Çok sayıda değişik uygulama bulunsa da, ana fikir hep aynıdır: dindışıyla kutsal arasında, yapının üstü açık ilk bölümüyle örtülü tapınağı oluşturan ikinci bölümü arasında bir sınır yaratmak. Kutsal metinler, tapınağın tıpkı evren gibi tasarlandığını açıklamaktadır: naosa adımını atan firavun, “gökyüzünün kapıları”™ aşmaktadır Tanrı kendi evinde mutluluk içinde yaşasın ve Mısır’a muhtaç olduğu yaşam enerjisini versin diye, firavun onu besler, giydirir ve yaşatır. Geniş anlamda tapınak, hem dinsel, hem de ekonomik bir bütünlüktür, kentin tam kalbidir. Ana yapı çevresinde “Yaşam evi”, kutsal göl, mammisi, atölyeler, depolar, rahipler için evler gibi başka birçok öğe yer alır Uzun yıllar boyunca tanrısal tapınaklarla mezar tapınakları arasında bir ayrım yapılmıştır. Tanrısal tapınaklar tanrıların barındığı yerlerdir ve Mısır uygarlığının doğduğu günlerden başlayarak yapılmışlardır. Ne var ki, taş bloklarını devşirme yoluyla sonraki inşaatlarda kullanma geleneği nedeniyle, Eski ve Orta İmparatorluk döneminden pek az anıt ayakta kalabilmiştir. Başlıca tanrısal tapınaklar arasında, Karnak, Luksor* Abydos, Ebu Simbel topluluğu ve Denderah* ya da Edfu* gibi büyük yapılar anılmalıdır. Mezar tapınakları, kuramsal olarak, bir kralın anısını yaşatmak amacıyla yapılmıştır. Metinlere göre bunlar, firavunun ruhunun sonsuza dek yaşadığı “milyonlarca yıllık şatolar”dır. Bunlara örnek olarak, kraliçe Hatşepsut’un mezar tapınağı Deyr* ül -Bahri, Ramesseum* (Ramses II) ya da Medinet* Habu (Ramses III) sayılabilir. Gerçekte, insan-firavuna tapınmanın, tanrılar ve tanrılaştırılmış firavun kültüyle kaynaştığı görülür ki, bu da, sonuç olarak, bizi tanrısal tapınak kavramına götürür. Bir başka grubu oluşturan güneş tapınaklarıysa, kutsal sayılan varlığın ışık ilkesi olduğu bir çeşitlemeden başka bir şey değildir. Güneş-yaz kültü açık havada kutlanır ve Tel El-Amarna‘daki Aton tapınağı’n- da ya da Ebû Gurâb’da (V. hanedan) olduğu gibi, naosun yerini bir piramit almıştır. • Eski Yunan. Tapınak, İ.Ö. 1250-1200 dolaylarında girit-mykenai monarşisine son veren siyasal ve dinsel bir devrimin sonunda ortaya çıkmıştır. Girit ve Akhaia hükümdarlarının saray capellalarının yerini almıştır ve eski yunan toplumunun yeni birimlerinin (aileler, fratriler, siteler, koine vb.) ibadet ettiği mekândır ister Atina’da olduğu gibi, doğrudan doğruya akhaia sarayından türeyen ve kentin siyasal merkezine daha yakın olan bir akropolis tapınağı (Hephaisteion), ister Aighina* Bassai* Sunion* Argos‘taki Heraion, Sisam, Didyma, Dodone örneklerindeki gibi büyük merkezlerin uzağında kurulmuş bir tapınak, isterse kutsal bir yerin tapınağı (Olympia, Epidauros, Delphoi*) olsun, hepsinin ortak özelliği, te- menos adı verilen kutsal, kapalı bir hacimlerinin bulunmasıdır. Temenos bizzat tanrıya aittir ve açık hava sunağı burada yer alır. Sunak basit bir toprak ya da çayır tümseği olabileceği gibi, en eksiksiz örneğine büyük Bergama sunağında rastlanan anıtsal bir yapı biçiminde de ortaya çıkabilir. Balla birlikte birkaç damla süt ya da şaraptan, kurban edilen onlarca hayvana kadar çeşitli sungular, sunak üzerinden tanrıya gönderilir. Sunağın karşısında, özel bir yapı olan naos’ta, tanrının sureti saklanır Mimarlıkta çok belirgin bir değişim sözkonusudur: Ege’nin saray içine yerleştirilmiş düz çatılı dua odaları, yerlerini çift eğimli bir çatıyla örtülen, kütlesi ve konumuyla insan konutlarından ayrılan naosa bırakmıştır. Tanrının sureti, artık gi- rit ya da akhaia heykelciği değildir; insan oranlarında ya da çok daha büyük heykellerdir. Bu heykelleri korumak için, D.’da bir kapıyla giriş sofasına ya da pronaos’a açılan uzun bir cellaya gerek duyulmuş, bakışım kaygısıyla bu sofa, cellanın gerisinde de yinelenmiştir. Cellayla bağlantılı olmayan bu bölüm opisthodomos’tur. Bu iç dikdörtgenin önünde önceleri bir revak (prostasis) bulunur, bunun altı sütunu ne olursa olsun bir tarak, ince ve eğik metal uçlarla donatılmış bir ya da birkaç döner silindirden oluşan giriş organlarından meydana gelir (pamuk iplikçiliğinde brizör, yün iplikçiliğinde avantren). Bunları, yine eğik uçlarla donatılmış ana organ, büyük tambur, izler. Bu farklı organların gitgide artan çevre hızları, yeteri kadar kalın bir tülbent halinde makineye giren tekstil elyafı büyük tamburun iğneleri üzerinde lif lif açılacak biçimde ayarlanır. Böylece taraklama işlemi, aynı şekilde eğik uçlar taşıyan yardımcı organlarla (pamuk taraklamada tarak şapkası, yün taraklamada aktarıcı silindir) gerçekleştirilir. Tel tel açılan ve koşut hale getirilen elyaf, aynı zamanda yabancı maddelerden de temizlenir. Büyük tamburdan sonra, elyaf daha düşük hızda dönen, iğnelerle donatılmış döner bir tarama tamburu’na gelir ve genliği küçük bir salınım hareketi yapan bir taraktan geçerek tül haline getirilir. Son olarak bu tül, şerit halinde makine önündeki kovaya dolar. • Tarak şapkası. Genişliği birkaç santimetre olan tarak şapkasının uzunluğu, üzerine monte edileceği tarak makinesinin faydalı enine eşittir. Birbirine benzeyen çok sayıda şapka (ortalama 120) sonsuz bir zincir biçiminde gruplandırılır. Bu sonsuz zincir, tarak makinesinin büyük tamburunun üst bölümünü çevreler ve taraklama işlemi, bu tambur ile şapkanın iğneleri arasında gerçekleştirilir. • İğneli tarak. Keten ve uzun elyaf iplikçiliğinde kullanılan kimi makinelerin besleme silindirleri ile çekim silindirleri arasında, birbirine koşut olarak yerleştirilmiş iğneli taraklar bulunur. Bunlar uçlarından, malzeme işlendikçe ilerleyecek biçimde, vida yivlerinin içine monte edilmiştir, iğneli taraklar, çekme işlemi sırasında elyafı tutmayı ve koşut hale getirmeyi sağlar. —Yumş. bil. Taraklar genellikle büyük boy yumuşakçalardır. Bunlarda kavkı geniş ve iki çenetli, sağ çenet çok bombeli, sol çenet yassı ve kavkının üzeri kabarık ışınsal çizgilidir. Çenetleriyle suyu döverek çırpı- nabilen bu yumuşakçalar büyük sıçramalar yapabilirler. Tarakların bazı türleri yenebilir: Pecten jacoboeas, Chlamys opor- cularis, C. varis vb.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir