KADIN

KADIN
Bütün toplumlarda, cinsel bir rol bölüşümü vardır, ama toplumsal bir grup olarak kadınlar uzun süre inceleme konusu olarak görmezden gelinmiştir. Çok genel olarak fizyolojilerinden ileri geliyormuş, dolayısıyla da doğalmış gibi gösterilen niteliksiz işlere mahkûm edilen kadınlar, cinsiyet eşitliğinin hukuksal veya anayasal olarak tanındığı toplumlarda bile hâlâ ayrımcılıkla karşılaşmaktadırlar.
ETNOLOJİK YAKLAŞIM
Tıpkı sosyoloji gibi etnoloji de (ama diğerlerinin tersine, daha başından itibaren) kadınları ele alarak her toplumda yerine getirdikleri sayısız görevi betimlemeye özen göstermiştir. Bununla birlikte kadınlar, toplumsal ilişkilerin analizinde uzun süre gö-zardı edilmişler ve çeşitli kuramlarda tümüyle yok sayılmışlardır. Bu bakımdan, kadınların görünmez kılınmasından söz edilebilir: bu olgu, toplumun bütününü, kabul edilen biricik toplumsal aktörler olan erkeklerle özdeşleştirilmesine yol açmıştır. Önceki araştırmalara egemen olan erkek merkezli önyargının eleştirel analizinin ardından, kadınlar ve cinsiyetler arası toplumsal ilişkiler üzerine incelemelerin olağanüstü bir gelişme göstermesine yol açan olgu, 1960’larda ABD’de, 1970’lerde Batı Avrupa’da kadın hareketlerinde yaşanan yenilenme olmuştur.

Bu hareket içinde iki düşünce akımı ayırt edilebilir. Bunlardan birincisi, kadınlar üzerine araştırmalara girişen women’s studies hareketidir: kadınlar görünür kılınmış ve toplumsal aktörler olarak itibarları iade edilmiştir. Bu akımın sayısız türevlerinden biri kadınlara, biyolojik özelliklerine bağlı bir özgünlük verir. İkinci akım, her biri toplumsal bir grup veya bir cinsiyet sınıfı olarak görülen iki cinsiyet arasında var olan toplumsal ilişkileri çözümlemeyi iş edinir. Bu düşünce akımından doğan konuların ve kavramların çoğu, bunları kendi özel araçlarıyla ele alan çeşitli insan bilimleri dallarını ilgilendirir. Böylece 1980’lerde, düşünceyi biyolojik kabullerin dışında sürdürme imkânı veren toplumsal cinsiyet veya tür kavramı oluşmuştur. Bu iki düşünce akımı, bilgi alanında, özellikle de cinselliğin toplumsallaşması ve üretken emek konularında, birbirlerine büyük ilerlemeler yapma imkânını vermişlerdir.

Toplumsal cinsiyet gruplarının oluşması

88’de Pakistan’da başbakanlığa getirildi. Ancak İslamcı iddetii muhalefeti üzerine 1990’da iktidardan uzaklaştın İdi.
ştirdi. Kadınlara atfedilen soylu aşk idealizasyo-lağımsızlığmdaki azalmayı bir bakıma telafi eden rayıştı.

:aretin öneminin artmasından ve devletin merke-kaynaklanan, kadınların konumundaki genel ıi tersine çevirmedi. Erkeklerin olduğu kadar kalımına yol açabilecek olan dünyevî ve bireyci uy-ıl) doğa (dişil) üzerindeki zaferi olarak tammlan-bundan sonra tehlikeli ve düzensiz olarak betim-:1 kurumlar erkekleri siyasete, kadınları da eve modelini izledi. Kadınların kendi kurtuluşlarına ınemini kabul eden Reform, gene de cinsiyet eşitim kabul etmedi.

‘ (I. Elizabeth, naibeler, prensesler ve soylular…) le alışılmamış şanslardan yararlandılar. Köylü ka-toplumsal sınıflardan gelen kadınlar, aileleriyle :ri için tarım, el ve ev işlevini yürütüyorlardı. Gö-[oğal olarak miras haklarım kabul ediyordu, ama erkeklerin üstünlüğünü sağlama alıyordu, ağılayan bir statüde olmakla birlikte kadınlar, XVII. edebiyat yaşamında önemli bir rol oynadılar (De-, Madam de La Fayette, Madam de Sevigne…); bu, ıdeki yerlerini kalıcı bir biçimde değiştirdi, lanma düşüncesi ve devrimin insan haklarına sa-lodern feminizmin temellerini attı. Fransız ve mleri kadınlara çeşitli avantajlar getirdi. Bununla iınları kocalarına bağımlı kılan Napolyon yasası potestas’ına yakındı.

lurumlarının giderek daha fazla bilincine varan isal reformlarla daha fazla ilgilenmeye başladılar, ıe, toplumsal çalışma, kanaatkârlık (ABD’de) ve ı ilgilerinin, otantik kadınlıkla uyuştuğunu savu-;iderek artıyordu. Çocuk ölüm ve doğum oranla-:adınlara çocuk bakımının dışında daha fazla za-u. Yavaş yavaş mülkiyet, boşanma ve çocukların tnda haklar istemeye ve elde etmeye başladılar, yurttaşlık hakkı ve bedenlerini denetleme talep-
KADIN
cinsel alanlarda erkeklerle gerçekten tam bir eşitlikten yararlandıkları hiçbir ülke yoktur.

Çok gelişmiş ülkelerde, kadınlar normal olarak işgücünün yüzde 30-40’ını oluşturmaktadırlar, ama ağırlık olarak gıda sanayilerine sahip olan daha azgelişmiş ülkelerde işgücünün ancak yüzde 10’unu, hatta geleneksel Müslüman ülkelerde yüzde 5’inden azım oluşturmaktadırlar. Kadınların çoğu, başta ilk ve orta öğrenim, hizmetler, sekreterlik ve satış olmak üzere, düşük ücretli ve pek değer verilmeyen «kadın» işlerine mahkûm edilmeye devam etmektedir. 1980’lerde işsizliğin artmasıyla birlikte, Japonya, İtalya, Peru ve Hindistan’da kadınların faal nüfus içindeki payı düşmüştür. Dünyada tarımla uğraşan insanların neredeyse yüzde 50’si, çoğunlukla gerilemekte olan ve gitgide daha az kârlı hale gelen geçimlik ekonomilere bağlı kadınlardan oluşmaktadır. Bununla birlikte kadınların yüzde 38’i yalnız yaşamaktadır: bekâr, dul veya boşanmış olan bu kadınlar sadece kendi gereksinimlerini değil, sık sık başkalarınınkini de karşılamaktadırlar.

Kadınlar oy hakkını elde ettikleri ülkelerde bile, sayılarıyla orantılı siyasî bir rol oynamamaktadırlar. Başta İndira Gandhi, Golda Meir ve Margaret Thatcher olmak üzere aralarından birkaçı en yüksek siyasî sorumlulukları üstlenmişlerdir. Bununla birlikte aralarından çoğu bu makamlara, iktidarı elinde tutan bir aileden veya bir elitten gelmeleri sayesinde ulaşabilmişlerdir. Kadınların siyasî organlarda daha fazla temsil edildikleri sosyalist ülkelerde bile, komünist partinin siyasî bürosu üyeliği gibi birinci dereceden görevleri ender olarak elde edebilmişlerdir.

Kadınlar arasında okuma yazma bilmeyenlerin oranı yakın yıllarda önemli ölçüde gerilemiş olmakla birlikte, kadınlar eğitimde (özellikle de teknik eğitimde) eşitliği sağlamayı da başaramamışlardır. Pek çok ülkede, geleneksel ailevî, kültürel ve dinî değerleri savunanlar, Batı hegemonyasının bir tezahürü olarak kabul edilen kadının özgürleşmesine kesinlikle karşı çıkmaktadırlar. Kadınların ihtiyaçları ülkeden ülkeye değişmektedir, ama artan sayıda kadın, toplumun bütün haklara sahip üyeleri olmaları ve hukuksal açıdan erkeklerle eşit tutulmaları gerektiğini kabul etmektedir. □
Ava Gardner. Hollywood sistemi tarafından efsaneleştirilen, Pandora’nm bu canlı simgesi, karşı konulamaz kadın imgesinin yayılmasına katkıda bulunmuştur.
ULUSLARARASI KADIN GÜNÜ

BM 1977’de 8 Mart’ı resmen Uluslararası Kadın Günü olarak kabul etti. Bu tarih, Amerikan kadın dokuma işçilerinin 1910’daki bir grevinin anısına seçilmiştir; bu grev sırasında işçi kadınlar New York polisine karşı direnmişlerdi. Alman gazeteci ve Marksist militan Cla-ra Zetkin, aynı yıl, bu olayın her yıldönümünde bir kadın gününün düzenlenmesini önermişti. 8 Mart, olayı izleyen yıllarda önemli gösterilere vesile olmuştu.
AYRICA BAKINIZ

—► H aile

—► ib-ansli akrabalık

—► IB.ANSU cinsiyet ve cinsellik

—► IB.ANsu feminizm

—► IB.ANsu gebelik ve doğum

—► IB.ANSU toplum
mn ev dışında çalışmaya başlamalan, zihniyetlerde köklü bir niştir: ev işlerinin büyük bölümü hâlâ kadıniann üzerindedir.
ARIN BUGUNKU STATÜSÜ

:ri geleneksel ailevî, kültürel ve dinî değerlerin asına sıkı sıkıya bağlıdır. Bunların etkisi, cinsiyet diren yasalarla ortadan kalkmamıştır. Bununla ‘ünya Savaşı’ndan beri, bütün dünyada kadınla-:rek hızlanan bir tempoyla iyileşmektedir. Kazalı bölümü ileri ülkelerde, ekonomik ve siyasî Jilmiştir, ama bunlar tek bir etkenle açıklanamaz /asî, hukuksal, ekonomik, toplumsal, eğitsel ve
İr”‘ İDBİİİ

Etnoloji, güçlü bir biçimde farklılaşmış toplumsal cinsiyet grupları oluşturmak için kullanılan araçların bir toplumdan diğerine nasıl önemli ölçüde değiştiğini gösterir: bunlardan, sembolik veya ideolojik olanlardan bazıları soyuttur; diğerleri, özellikle de giysiler, süsler, besiye çekme yoluyla şişmanlatma gibi bedende gerçekleştirilen bazı dönüşmeler ise tam tersine somut ve maddîdir.

Dövmeler ve deriyi çizerek oluşturulan izler gibi damgalamalar her iki cinsiyeti de ilgilendirebilir, ama bunların, beden morfolojisini dönüştürülmesiyle sonuçlanan müdahalelerden oluşanları ve cinsel sakatlamalar veya boynu uzatmak («zürafa kadınlar») için boyun omurlarının eklem yerlerinden çıkarılması gibi bedenin bütünlüğüne zarar verenleri, çoğu durumda kadınlara uygulanmaktadır.

Toplumsal kadın grubuna aidiyeti tanımlayan diğer yaklaşımlar, bazı anatomik ayrıntıları öne çıkarır (mesela evlenene kadar korunması gereken kızlık zarı) veya birçok toplumda özel bir muameleye konu olan ve kir olarak kabul edilen adet görme gibi fizyolojik olayları vurgular. Buradan hareketle bazı toplumlarda, kadınların sözde alt cinsten olmalarını ve doğalarının uğursuzluğunu adet görmeleriyle açıklayan kuramlar geliştirilmiştir; bazı toplumlar ise, zamanında yapılan müdahalelerle (mesela ilk adet görme sırasında) veya kısmî yasaklarla yetinirler.

Cinsiyetlerin farklı eğitimden geçirilmesi bu çeşitli müdahaleleri tamamlar. Kız ve erkek çocuklar çok erken yaşta, kendilerine verilmiş roller konusunda sıkı bir eğitime tabi tutulurlar.

Kadınlara yönelik bu ayrıma yaklaşımların çoğu, başta dinî ve siyasî olmak üzere sayısız etkinlikten dışlanmalarına ve asıl görevleri olan türün devamı ve çocuk eğitimi konularında yardımcı görevlere aynlmalanna katkıda bulunur; kadınlar, sayılan bu işlere ek olarak, geleneksel toplumlarda başta tarım olmak üzere üretken etkinliklere çoğunlukla yoğun bir biçimde katılırlar.
Kadınların sömürülmesi

Pek çok etnolog, kadınların iki bakımdan sc göstermiştir: işlerinde ve üreme yeteneklerinde.

Hemen hemen bütün toplumlarda, ev işlerinin üretime de katılan kadınların sırtına yüklenmiştiı mü genellikle, doğal olduğu düşünülen, anne ol revlerin kadınların hareketliliğini sınırladığı olgu; terilir. Oysa pek çok örnek, özellikle de, kadın birlikte yer değiştirdikleri göçebe toplum örnek doğurma işlevinin hareketliliklerinin azalmasına göstermektedir. Öyleyse toplumsal örgütlenme yer alan ve üremenin yarattığı ayak bağlarından yan cinsel işbölümü, kadınlara dayatılmış bir top) mekanizması olarak kabul edilmelidir.

Bu denetimin amacı, kadınların doğurganlı^
Bereket tanrıçası (MÖ II. binyıl: Sus).

Bereket tanrıçaları bazen tehlikeli de sayılırlardı.
İÇİNDEKİLER

ETNOLOJİK YAKLAŞIM TARİHSEL YAKLAŞIM KADINLARIN BUGÜNKÜ STATÜSÜ

ima çabasıyla ilintili gibi görünmektedir, çünkü biyolo-nin örgütlenmesi büyük bir toplumsal kaygıdır. Böyle-şrafik büyümeye yatkın toplumlarda, toplumsal hedef-masmı sağlayan karmaşık bir usuller bütününden ölüse sistemleri» ortaya çıkmıştır.

e kadınların sırtına pek çok görev yüklenmiştir. Oysa, rinin ve kendilerine atfedilen statünün değersizleşmesi bu görevler karşılığında pek az ödüllendirilmektedir-statistikleri insanlığın çalışma saatlerinin üçte ikisinin, c toplam gelirlerin ancak onda birini alan ve maddî var-uzde birinden azına sahip olan kadınlar tarafından sağ-:şaret etmektedir. Öte yandan kadınlar, toplumların :ğunluğunda kocaya ve onun soyuna ait olan çocukla-sksun bırakılmaktadır: boşanma durumunda, çocuk

– kesilir kesilmez babaya verilmektedir. Böylece kadın-:ır özerkliğe sahip olsalar ve kendi alanlarıda bir rol oy-2e, geleneksel toplumlarda üretime ve üremeye dayalı .s ulaşamamaktadırlar.

IÎHSEL YAKLAŞIM

tarihi tamamlanmış olmaktan uzaktır ve nasıl sta-i.uşmasında hangi etmenlerin (ekonomik, siyasî, göre-îya tasavvura bağlı etmenler) belirleyici olduğunu sap-r_av değilse, klasik tarihsel çağ sınıflandırmasının bu ta-.r_amlı olduğu da kesin olarak söylenemez.

sız toplumlar

_e uğraşan toplumlar gibi avcılık ve toplayıcılıkla geçi–~2arda da kadınlar, grubun hayatta kalması için zorun-—addelerinin çoğunu sağlayarak geçime katkıda bulu-: .aksıyla bazı ekim veya toplama teknikleriyle, birkaç r_nda (mesela ızgara etin hazırlanması) mutfak teknik-.r^nâne egemendirler. Ama bazı toplumlarda seramik ; derilerin işlenmesi dışında, pek az zanaat tekniği ka-: Buna karşılık erkekler, kadınlara yasak olan en er üzerinde, dolayısıyla da avcılık, sert malzemelerin

– ıs: ve işlenmesi faaliyederinde tekele sahiptir.

• evrimci düşünürleri anaerkilliği (kadınların egemen ■: r_^ısal örgüdenme anlamında) insanlığın ilk aşaması : “ _ ediyorlardı, ama pek çok çalışma insanlığın kökeni-

– efsaneyi gözden düşürmüştür. Gene de, bazı yazı-

anasoylu (soy zinciri kadınlardan oluşur) ve çok :;r rlaıak anayerlidir (evlenen çift, kadının toprağında . – î.î olduğu toplulukla birlikte yaşar). Oysa bu gibi du-r tzrlte, sanıldığı gibi kadınların değil, dayının, dolayı-

– r erkeğin elindedir. Bu durumun, kadınların toplulu-

■ : ~_1< örgütlenmesini denetleyerek belli bir otorite elde •: ^alar örneği gibi, yarı istisnaları vardır.

___„k ve anayerlilik ender rastlanan durumlardır. Ana-

= rabasoyluluk arasında yer alan ikisoyluluk, iki soy ~ _ birleştirir; burada da erkekler otorite rolünü korur-: – . biçim bugün sadece babasoyluluk lehine silin-. – .r.isdu: ve erkek egemenliği bu dönüşümler sırasında
Doğu ve Asya toplumlan

Egemen Müslüman ülkeler, Hindistan, Çin ve Japon uygarlıkları, güçlü toplumsal farklılaşmalara ve köylü veya kabile kitlelerinin emek gücüne dayanıyordu. Pek çok eski gelenek erkeklerle kadınlar arasında eşitliği sağlamaya çalışıyordu. Bu model, kadın emeğine bağımlı olan ve evliliği ekonomik bir sözleşme olarak kabul eden aşağı toplumsal sınıflar arasında varlığım korudu. Bununla birlikte, resmî ideolojiler ve iktidardaki seçkinler için, kadınların eve kapatılması toplumsal ve siyasî yaşamın temel ilkelerinden biriydi. Kadınlar için eve kapanmaktan kurtulmanın tek yolu tarikatlara girmek veya XVI. yy’da yaşamış Racput prenseslerinden Mirabai’nin yaptığı gibi dilenmekti.

İslam dini (VII. yy’da yayıldı) genelde, Müslüman halklar arasında kadınların bağımlılığını korudu veya güçlendirdi ve kadının statüsünü şeriata dahil ederek, sonradan gerçekleşebilecek her tür değişimi imkânsız hale getirdi. Çokkarılılığa izin verirken, karı sayısını dörtle sınırladı ve karılara eşit muamele edilmesini öğütledi. Miras konusunda, bir erkeğin iki kadın değerinde olması ilkesi, kadının durumunu daha da zayıflattı. İslamiyet kadınları çarşaf giymeye ve akrabaları dışındaki erkeklerin uzağında yaşamaya mecbur etti. Bununla birlikte, Müslüman kadın-
ANAERKİLLİK

Anaerkillik terimi başlangıçta anasoylu soy zincirine dayanan (bu sistemde statü öğeleri kadınlar tarafından akratılır) bir toplumsal örgütlenmeyi belirtmek için kullanılıyordu. Anaerkillik XIX. yy’m ikinci yarısında, otoritenin erkeklere ait olduğu bir sistemi belirten babaerkiüik terimi örnek alınarak, «kadınların egemen oldukları topluinsal örgütlenme» anlamını aldı.

insanlığın başlangıcında anaer-killiğin var olduğu, başta J. ]. Bacho-fen, J. E McLennan ve I. H. Morgan olmak üzere XIX. yy’m evrimci düşünürlerinin en büyük varsayımlarından biriydi. Marksistler tarafından da benimsenen bu varsayım toplumların tarihsel dönüşümlerini, insanlığın değişik dönemlerinin birbirini izlemesiyle açıklanmasını sağlıyordu. Böylece, toplumsal örgütlenmenin ilkel bir Aşaması olarak kabul edilen anaerkilliğin yerini ba-baerkillik almıştı. Engeİs bu altüst oluşu «kadın cinsinin büyük tarihsel bozgunu» olarak görüyordu.

Bu kuram XIX. yy’da ve XX. yy’ın başında büyük bir başarı elde etti. O tarihten beri yürütülen arkeolojik ve etnolojik araştırmalar tarafından çürütülmüş olmasına rağmen, zaman zaman kanşık mitolojilerin kurulmasına yol açarak kullanılmaya devam etmektedir. Bununla birlikte bu kuramın, kadınların köleleşmesi sorununu, doğa temelinde değil, tarihî ve siyasî temellerde ele alan ilk kuram olduğunu unutmamak gerekir.
-a? tsdsn. Şebeğini sürekli sırtında taşıması, onu her zs^anki görevlerinden bağışık tutmamaktadır.
. bir alan. Toplumsal ve siyasî konuların yönetiminden : ,i~ kadınlar, kadınlara ait olarak kabul edilen her şe-:; ve resmî veya gayriresmî olarak aralarında örgüt-

– ;ü’3 bazı toplumlarda dernekler kurarak) kendi alan-: ı» r.Ticalıkları ellerinde tutmaktadırlar.

■ -ksek din makamlarına ancak ender olarak kabul .t;2İa kozmogoni (evrendoğum) mitlerini öğrenme-.r ve hayvan kurban etme gibi büyük önem taşıyan : . ; – .Ltz kadınlara yasaktır. Gene de, marjinal veya – :—.ie de olsa dinsel pratiğe katıldıkları birçok top-; kendilerini dinsel olarak açığa vurdukları

bazı dinî tarikadar sadece kadınlardan ^ r.’-cûeri arasında her zaman bir kadın ço

– _ -T._r. Yazısız toplumların çoğunda ka-

– ..-ST-in bekası ve toplumsal işlev bakı-. i£ rr.em taşıyan, ama kendini ancak

– r inda ifade eden ve toplumsal ilmelerine kabul edilme imkânı-. – rîemenlik altında bir «sınıf» oluş-

Hamal Kadınlar

(«Petit Journal» gazetesi, 1917, Fransa). Haberin başlığı, erkeklerin cephede olmasından kaynaklanan durumun alışılmadık niteliğini ortaya koymaktadır.
Iranlı kadınlar, 1989. Çarşaf, İslam devriminden beri yürürlükte olan, kadınlann saçlannı örtme yükümlülüğünü yerine getirmek için benimsenen çözümlerden birisidir.
Madam Stael (1766-1817), Madam Vigee-Lebrun’un tablosu. Yazar burada, kadınlar lehine bir savunma olan ikinci büyük romanı «Corinne»in kadın kahramanı Corinne olarak tasvir edilmiştir.
ların, kendileri ve çocukları için kocalarından tam bir malî destek isteme haklan vardır.

Hindistan’da kadınların yaşamı, MÖ I. binyılda yerleşen kast sistemi tarafından biçimlendirildi. Kastta endogami egemen olduğundan, evlilik kadınların yaşamının ana hedefiydi. Özellikle Brahmanlarda (rahipler kastı) kadın cinselliğine yönelik derin bir güvensizlikle birleşen evlilik politikaları, kızların yaşları gelmeden evlendirilmelerine ve dulların yeniden evlenmelerinin yasaklanmasına yol açtı; kızlar ekonomik açıdan yük olarak kabul ediliyordu. Hinduizm, hem hayırhah bir eş, hem de tehlikeli bir anne olan kadının iki yanlılığını vurguluyordu. İslam dininin Hindistan’ın kuzeyine girmesi (XIII. yy), beraberinde şeriatın baskısını ve en azından soylu kadınlar için purdah’ı, yani tamamen özel alana kapanmayı getirdi.

Çin İmparatorluğu’nda kadının statüsünü babasoylu katı değerler belirliyordu. MÖ VI. yy’a kadar uzanan Konfüçyüsçülük toplumsal düzende ailenin, aile içinde ise cinsiyet ve kuşak hiyerarşisinin önemini vurguluyordu; bu düzende kadın tamamen kocasına, özellikle de kocasının akrabalarına bağımlıydı. Çokka-rılılık hoşgörülmemekle birlikte, koca cariyeler alabiliyordu. Soylu kadınlar münzevi yaşamlarını eğlenceye adıyorlardı. Sistemli eve kapanma ve-baskı, Oing Hanedanı döneminde (1644-1911) ayakların bağlanması, fahişelik ve cariyeliğin yanı sıra toplumun iffedi kalmaları veya kendilerini öldürmeleri için dullara yaptığı baskıyla doruk noktasına ulaştı.

Japonya’da VIII. yy’dan itibaren Budizmin, Konfüçyüsçülü-ğün ve bazı klanların etkisi, kadınların toplumun gözündeki yerini değersizleştirdi ve siyasî rollerini azalttı. Heian döneminde (794-1185) kadınlar toplumdan çekilmişlerdi ve evlilik politikalarında koz olarak kullanılıyorlardı. Babayerlilik yokken, kadınlar, kızları aracılığıyla imparatorları denetleyen Fucivara gibi ihtiraslı klanlar için, erkek çocuklardan daha değerliydiler. Resmî eğitimden dışlanmış olan yazar kadınlar, yerli edebiyatta özel yetenekler geliştirdiler ve Murasaki Şikibu tarafından yazılan Genci’nin Öyküsü (XI. yy) gibi şaheser romanlar yazdılar. Kadınların miras ve mülkiyet hakları Kamakuralar döneminde (1185-1333) doruk noktasına ulaştı, ama daha sonra geriledi. Tokugava derebeyliği döneminde (1616-1868) kadınların erkeklerden aşağı oldukları kabul ediliyordu ve kadınlar erkek akrabalarına bağımlıydılar; böylece mülkiyet haklarının çoğunu ve bütün siyasî işlevlerini kaybettiler. Erkekler çokkarılılığı uyguluyor, cariyeler tutuyor ve canları istediğinde karılarını boşayabiliyorlardı. 1898 tarihli Meici Medenî Kanunu bu bağımlılığı esas olarak korudu.

Antikçağ Batı toplumlan

Mezopotamya’daki ilk Tunç Çağı uygarlığı olan Sümer’de, MÖ 3000’e doğru ayrı toplumsal sınıfların oluşması ve kraliyet hanedanlarının kurulması kadınların siyasetten dışlanmasına yol açar. Kadınlar toplumsal sınıflarına göre farklı roller oynamaya ve ana babalarının mirasından yasaların koruması altında yararlanmaya devam ederler. Ama rahibe rolü, tanrının hareminde cariyeliğe ve fahişeliğe dönüşür. Babil kralı Hammurabi’nin yasaları (yaklaşık MÖ 1792-1750), özellikle kutsal aile bağlarını inkâr eden kadınlara yönelik çok sert cezalarla Sümerlerin babaer-kil eğilimlerini daha da güçlendirir.

Girit’te gene MÖ 3000’e doğru kurulan Minos toplumu, kadınların din ve toplum yaşamındaki ağırlıklı rolünü devam ettirmesi ve kadınlara erkeklerle eşit bir siyasî otorite tanımasıyla, Sümer toplumundan köklü bir biçimde ayrılır. Eksenini savaştan çok ticaretin oluşturduğu bir toplumda, Minos kadınları güçlerini akrabalığa dayalı kapalı gruplara bağlı olmalarından olduğu kadar, diğer kadınlarla aralarındaki kurumsal bağlardan da alıyorlardı.

Hesiodos tarafından MÖ VIII. yy’da Yunancaya çevrilen klasik yaratılış efsaneleri, kadınların özellikle Pandora ve Afrodit gibi yıkıcı güçler veya Atena ve Artemis gibi cinsiyetsiz bakireler olarak belirledikleri insanbiçimli karmaşık bir kozmoloji sergiler. Hesiodos, uygarlığın ilerlemesini erkek gücünün ve adalet ilkelerinin doğal «kadın» güçleri karşısındaki zaferi olarak betimler. Yorumu, Sofokles tarafından Antigone’de reddedilmekle birlikte, başta Aristoteles olmak üzere sonraki yazarlar tarafından benimsenmiştir.

Klasik Yunan uygarlığı (MÖ V.-III. yy) kadınlara yönelik kültürel düşmanlığına uygun olarak, kadınların siyasete katılmasını sert bir biçimde sınırlar. Bu eğilim aristokratik bir toplumdan, daha eşitlikçi, ama köle emeğine daha fazla bağımlı tüccar bir topluma geçişi yansıtır. Klasik Atina, kadınları, köleler ve ço-
cuklarla birlikte, erkek yurtaşların egemen ol tında temsil ettiği eve (oikos) sürer. Bununla 1 lar oikos’u yönetme onurunu ve saygınlığın. Atmalılar gibi derin bir kadın düşmanlığı serj ter Spartalılar, kadınların belli kamusal işlev izin verir. Yunan uygarlığının içine sinmiş o ve düşmanlığı kurumsallaştırılır ve doğrudan idealleştirilmesinde ve yeniyetmelerin eğitirr oluşturan erkek eşcinselliği uygulamasında bı kadın şair Safo, başka kadınlarla birlikte sür dır.

Farklı toplumsal temellere sahip olmakla Yahudi toplumu da kadınların toplumsal rolüı ayrımı teşvik eder. Yahudi tektanrıcılığı, açıkt emin ve yasa koyucunun yüceltilmesine daya

Roma devleti patria potestas («baba gücü») : Yunan şehir devletlerinden de az hak tanır, arr ha fazla kişisel özgürlük verir. Patria potestas, ; üzerinde, başta yaşama ve ölüm hakkı olmal lar tamsa da, Roma uygarlığı hiçbir zaman kac şı derin bir düşmanlık göstermemiş ve cinsiye gin bir zıtlık sergilememiştir.

Milat’tan sonraki dönem

Hıristiyanlığın doğuşu bir bakıma, aşırı ho bul edilen Helenistik göreneklere, Roma empı hudi toplumunun içindeki bunalıma bir tepl ilk benimseyenler ve yeni dini yaymaya çalış sayıda kadın olmasına rağmen, Hıristiyan Ort marları, özellikle de Aziz Paulus, genelde cin rak da kadınlardan kuşku duyuyordu. Hıristi) lık için tanrı yardımının yitirilmesinde Havva nu, gerekse Meryem’in bakireliğini gitgide d oldu. Kadınlar dinsel tarikatlarda kendilerine verilene kadar, resmî dinî işlevlere karıştırılın;

Roma İmparatorluğu’nu istila eden Germeı lan erkeklerle mübadele edilecek mallar olan nunla birlikte, Latin tarihçi Tacitus Germen . olarak oynadıkları role dikkat çekmiş, sonr kainameciler ise kadınların kocalarını Hıristiy için harcadıkları çabaları övmüşlerdir.

IX. yy’da Avrupa’da kadının hukuksal koni toplumsal evrimin sonucunda düzelmişti. K; yararlanabilmeleri aile ve bütün toplum içir sağlamlaştırmıştı. Karolenj hükümdarları, kilıs tılan, evliliğin bozulmazlığı kuralını güçlendiı sırlık nedeniyle boşanmaya karşı korudular. 1 evlilik güvencesi kadınlara Ortaçağ’m başında ma imkânı verdi. Bununla birlikte XI. yy’dan i lan önce Kilise’nin, ardından da laik toplumun Monarşilerin kuruluşu aile içinde ve kamu ya.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*