AÇ’IN CEVABI

AÇ’IN CEVABI

 

Benim tuttuğum yolu, şu devrik tümcelerle yazmak yolunu beğen-orsunuz, dilimizin yapışma aykırı buluyorsunuz. Dilin birtakım de* nez, zorlanmağa gelmez kuralları olduğunu hatırlatıyorsunuz. «Bir nlede zarf başta gelir; onun arkasından fail, mefuller ve nihayet fiil İr» diyorsunuz. Bu kalıptan ayrılmayacağız demek, örneğin «Bur-lan dün Turhan geldi» diyemeyeceğiz. «Turhan dün Bursa’dan gel-de diyemeyeceğiz, hele «Turhan geldi dün Bursa’dan» dememize izin vermeyeceksiniz, ille «Dün Turhan Bursa’dan geldi» diyeceğiz, rf, sonra özne, sonra tümleç, en sonunda da fiil… Bu dört tümcenin amı bakımından ayrılıklarım bir düşünün, öyle samyorum ki dili* zde hepsinin de yeri olduğunu kabul edersiniz.

Size: «Çarşıda, pazarda, evlerimizde benim yazdığım gibi konuşurlar» diyecektim, önlemişsiniz öyle dememi. Yazınızın bir yerinde alk kanuşurken, arada sırada fiili önce, mefûlü sonra getiriyor. Hal-ı kötü konuşanları ile bazı yazarların burada bahis konusu edilmemeği meydandadır» buyuruyorsunuz. Fiili özneden önce getirenler tü konuşanlardır, sözleri edilmeğe değmez… Nereden çıkarıyorsunuz yargıyı? Fiili tümleçten önce söylemek de ancak buyurma kipinde ırmuH. Bunu da anlamadım, nereden çıkarıyorsunuz? «Çoktan var-Turhan varacağı yere» demek, ancak kötü konuşanlara yakışır bir nlış mıdır? Bence öyle değil. Halkı, bu bakımdan, kötü konuşanlar,

I konuşanlar diye ikiye ayıramıyorum. Bence, halk dilinde yok o si-ı nfryledlğiniz kural. Tanıdıklarımdan bir Fransız vardır. Ankara’da retmenllk eder. Türkçe de bilir. Bir gün bana «Sizin deyişinize talanlar hiç otobüse binmiyorlar mı? Biletçilerin Var mı İnecek? diye ba-rdıklannı duymamışlar mı?» demişti Yanlış mı sayacağız biletçileri «Var mı inecek?» demelerini?

Açıklamalar:

Bu örnek parçada cümle kuruluşu ile ilgili bir konu ele alınmış, tartışma anlatımı içinde işlenmiştir.

«Devrik – kurallı» cümle tartışması burada, «halk dili – yazı diü» olarak gelişiyor; kurallı cümlenin eski bir alışkanlık olduğu, devrik cümlede de halk söyleyiş özelliğinin varlığı, türlü biçimler halinde olduğu savunuluyor.

Yazı, yabancı kelimelere yer verilmeden konuşma dilinin, halk dilinin özelliğini taşıyan cümlelerle meydana gelmiştir. Bu, yazarın dil ve anlatım özelliklerinden biridir.

Örnek parçada geçen «tümce» cümle; «tilcik» kelime karşılığında kullanılmıştır; kural, anlam, yargı gibi kelimeler de bugün tutunmuş kelimelerdir.

Kurallı cümle, genel olarak «özne – tümleç – yüklem» sırasına göre kurulmuş cümlelerdir. Devrik cümle, yüklemin yer değiştirmesiyle meydana gelmiş cümlelerdir; yüklem ortada, veya başta olabilir.

«Nereden çıkarıyorsunuz bu yargıyı?», «Bence, halk dilinde yok o sizin söylediğiniz kural.» gibi cümleler devrik cümlelerdir. Birinci cümlede «çıkarıyorsunuz», ikinci cümlede «yok» kelimeleri yüklemdir.

Devrik cümle de, kurallı cümle de yerinde kullanılırsa etkili olur.

Meğer Kara Tekürün casusu vardı, bunları gördü, gelip haber verdi. Bire, Oğuzdan bir bölük atlı geldi. Korunıto kapışım uvattılar, atlarının eyerlerini alılp giyimlerini çıkardılar. Bire ne duruyorsunuz? dedi.

Altı yüz kara donlu kâfir bunların üzerine koyuldular. Yiğitleri kır-, dılar, Eğrek’i tuttular. Alınca kalesine zindana koydular.

Kara kara dağlardan haber aştı, kanlı kanlı sulardan haber geçti. Kalın Oğuz illerine haber vardı. Uşun Kocanın ak evi önünde yas koptu. Kaza benzer kızı gelini ak çıkarıp kara giydi. Usun koca, oğui oğul deye akça yüzlü anasıyla ağlaştılar, buzlaştılar.

lyeğili ulalır, kaburgalı büyür, derler. Uşun Kocanın küçük oğlu « Seğrek eyi bahadır alp, deli yiğit çıktı.

Bir gün yolu bir demeği uğradı. Kondular, yeme içme oldu. Seğrek mest oldu. Dışarı ayakyoluna çıktı. Gördü ki bir öksüz oğlanla kızan çekişiyor. Bire noldunuz deye bir şamar birine, bir şamar birine vurdu. İ

Öksüz oğlan dili acı olur. Biri: Bire bizim öksüzlüğümüz yetmez mi? Bizi neye döğüyorsun? Hünerin varsa kardasın Alınca kalesinde esirdir, git onu kurtar, dedi.

Seğrek sordu : Bire kardaşımm adı nedir?

— Eğrek’tir.

— Eğrek’e Seğrek yaraşır. Kardaşım sağmış, kayırmam. Kardaşsız Oğuzda durmam, karanlık gözlerimin aydım kardaş, deye ağladı. îçeri sohbete girdi, destur diledi, beylere hoş kalın, dedi.

Atını çektiler bindi, sürdü. Atasımn evine geldi, atından indi anasının dilini aradı. Seğrek burada soylamış, ne soylamış :

Kalkıp ana yerimden doğruldum, yelesi kara kazılık atım» çabucak bindim. Eğri yatan aladağın eteğine vardım. Kalın Oğuz illerinde dernek varmış oraya gittim. Yemek içmek arasında ak boz atlı bir tatar geldi. Çok zamanmış Eğrek derler bir yiğit tutsakmış. Kadir Tanrı yol vermiş, çıkıp gelmiş; büyük küçük kalmadı. O yiğide karşı gitti. Ana ben de gideyim mi, ne dersin? dedi.

Anası burada soylamış, görelim ne soylamış:

Ağzın için öleyim oğul Dilin için öleyim oğul Karşı yatan kara dağın Yıkılmıştı, yüceldi âhir Akıntılı güzel suyun Soğutmuştu çağladı âhir Kaba ağaçtan dal budaftın Kurumuştu yeşerip ptt&errtl âhir

Kalın Oğuz beyleri İzine varımın o ful, o yifldc yetişince ak boz atının üzerinden yere İn, el kavuşturup o yltM» MİAm ver, elini

nuna sarıl. Kara dağın yükseği kardaş de; ne durursun oğul, dört nal git, dedi.

Oğlan*anasına soylamış, görelim ne soylamış:

— Ana, ağzın kurusun, ana dilin çürüsün, benim mademki kendi karılasım varmış kayırımsam olmaz; kardaşsız Oğuzda dursam olmaz. Ana hakkı, Tanrı hakkı olmasaydı, kara pulat öz kılıcımı çekeydim, ga-filliee güzel başını keseydim. Alca kanım yeryüzüne dökeydim. Zalim ana, dedi.

Babası: Yanlış haberdir oğul, kaçan giden senin ağan değil, başkadır. Ak sakallı bey babam, kancık olmuş ananı buzlatma, gel dedi.

Oğlan burada soylamış:

üç yüz altmış altı alp ava binse

Kanlı geyik üzerine kavga kopsa

Kardaşlı yiğitler kalkar kopar olur

Kardaşsız miskin yiğit ensesine yumruk gelse

Ağlayıp dört yanma bakar

Ala gözden acı yaşım döker olur

Ala gözlü oğlunuzu tekrar görünceye kadar

Bey baba hatun ana esen kalın

dedi.

Ata, ana yanlış haberdir, gitme oğul, dediler.

Oğlan — Beni yolumdan ayırmayın, ağamın tutulduğu kaleye varmayınca, ağamın ölüsünü, dirisini bilmeyince, öldüyse kanım almayınca, Oğuz iline geleceğim yok, dedi.

Ata, ana ağlaşıp Kazana adam saldılar. Oğlan kardaşmı andı gider, bize ne öğüt verirsin? dediler.

Kazan — Ayağına at kösteğini vurun, dedi.

Yavuklusu vardı, tez düğün dernek ettiler. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdılar.

t « * «

Kız burada soylamış, görelim ne soylamış :

— Yiğidim ben sana bir yıl bakayım, bir yılda gelmezsen iki yıl bakayım, İki yılda gelmezsen üç yıl bakayım. Dört yılda gelmezsen beş yıl bakayım. Altı yol ağzına çadır dikeyim, gelenden gidenden haber sorayım. Hayır haber getirene at, don vereyim, kaftanlar giydireyim. Şer haber getirenin kasını keseyim. Erkek sineği üzerime kondurmayayım. Murat ver, murat al ondan sonra git, yiğidim, dedi.

0|lan — Bire kavat kızı, ağamın basına and içmişim dönmem vok, dedi.

Ki* — Kıdemi kuf.tuz gelin deyince hayâliz gelin demesinler, kayın •tama, kavın anama uttvleveylm. deril.

Meğer Kara Tekürün casusu vardı, bunları gördü, gelip baber verdi. Bire, Oğuzdan bir bölük atlı geldi. Korunun kapısını uvattılar, atlarının eyerlerini alılp giyimlerini çıkardılar. Bire ne duruyorsunuz? dedi.

Altı yüz kara donlu kâfir bunların üzerine koyuldular. Yiğitleri kırdılar, Eğrek’i tuttular. Alınca kalesine zindana koydular.

Kara kara dağlardan haber aştı, kanlı kanlı sulardan haber geçti. Kalın Oğuz illerine haber vardı. Uşun Kocanın ak evi önünde yas koptu. Kaza benzer kızı gelini ak çıkarıp kara giydi. Uşun koca, oğul oğul deye akça yüzlü anasıyla ağlaştılar, buzlaştılar.

tyeğili ulalır, kaburgalı büyür, derler. Uşun Kocanın küçük oğlu Seğrek eyi bahadır alp, deli yiğit çıktı.

Bir gün yolu bir derneğ# uğradı. Kondular, yeme içme oldu. Seğrek mest oldu. Dışarı ayakyoluna çıktı. Gördü ki bir öksüz oğlanla kızan çekişiyor. Bire noldunuz deye bir şamar birine, bir şamar birine vurdu.

Öksüz oğlan dili acı olur. Biri: Bire bizim öksüzlüğümüz yetmez mi? Bizi neye döğüyorsun? Hünerin varsa kardasın Alınca kalesinde esirdir, git onu kurtar, dedi.

Seğrek sordu : Bire kardaşımm adı nedir?

— Eğrek’tir.

— Eğrek’e Seğrek yaraşır. Kardaşım sağmış, kayırmam. Kardaşsız Oğuzda durmam, karanlık gözlerimin aydım kardaş, deye ağladı. İçeri sohbete girdi, destur diledi, beylere hoş kaim, dedi.

Atım çektiler bindi, sürdü. Atasımn evine geldi, atından indi anasının dilini aradı. Seğrek burada soylamış, ne soylamış:

Kalkıp ana yerimden doğruldum, yelesi kara kazılık atıma çabucak bindim. Eğri yatan aladağm eteğine vardım. Kalın Oğuz illerinde dernek varmış oraya gittim. Yemek içmek arasında ak boz ath bir tatar geldi. Çok zamanmış Eğrek derler bir yiğit tutsakmış. Kadir Tanrı yol vermiş, çıkıp gelmiş; büyük küçük kalmadı. O yiğide karşı gitti. Ana ben de gideyim mi, ne dersin? dedi.

Anası burada soylamış, görelim ne soylamış:

Ağzın için öleyim oğul Dilin için öleyim oğul Karşı yatan kara dağın Yıkılmıştı, yüceldi âhir Akıntılı güzel suyun Soğulmuştu çağladı âhir Kaba ağaçtan dal budağın Kurumuştu yeşerip göğerdi âhir

Kalın Oğuz beyleri izine varırsın oğul, o yiğide yetişince ak boz atının üzerinden yere in, el kavuşturup o yiğide selâm ver, elini öpüp boy

Ozanı belirsiz Halk edebiyatı ürünlerinden ve halk arasında yayğm olan mânilerden örnekler okuyacaksınız.

MÂNİLER

1 Mâni benim ezberim Kan ağlıyor gözlerim Ben o yârin yolunu ölenedek gözlerim

2 Başladı zâra bülbül Ne demiş hâra bülbül Gül yaprağı düşünce Düşer efkâra bülbül

3 Gel bakma kimseye hor Halkı yorma, kendin yor Yıkmak için çok düşün Yıkmak kolay yapmak zor

4 Dereler dolmasaydı Çiçekler solmasaydı ölüm Allah’ın emri Ayrılık olmasaydı

5 Bağ bana

Bahçe sana, bağ bana Değme zincir kâr etmez Zülfün teli bağ bana
Gam-zedeler Gam çekme deli gönül Sinem hakkak delemez Delerse gamze deler

Yar sana

Çağlar sular yar sana Gam vurur gam zedeler Bulunmaz mı yâr sana Çünkü Ferhat’ım dersin Şu dağlan yarsana

— özet —

Halk edebiyatı nazmında:

Nazış birimi, genel olarak DÖRTLÜK’tür.

Ölçü, HECE ÖLÇÜSÜ’dür. En çok kullanılan ölçüler : 7, 8, 11 li olanlardır. Bunlar da manzumelerde, 4 + 3, 4 + 4, 6 + 5, 4 + 4 + 3 duraklı; veya duraksız olarak görülür.

Kafiye, çoğunlukla YARIM KAFÎYE’dir.

Nazım türleri, KOŞMA, DESTAN, SEMÂÎ, VARSAĞI, MÂNİ, TÜRKÜ’dür. Manzumeler konularına göre, GÜZELLEME, KOÇAKLAMA, TAŞLAMA, AĞIT, (Din ve tasavvuf konularında olursa) iLÂHt, NEFES, DEME gibi adlar alır.

■ Konular, aşk, yiğitlik, tabiat, din ve tasavvuf konularıdır. Öğüt verici konıjjfcl^ da görülür.

Dil, sadedir; içten ye tabiî bir söyleyiş vardır. Ancak, son yüzyıllarda Divan Edebiyatının etkisiyle yabancı kelimeler, dili ve söyleyişi tabiîlikten az çok uzaklaştırmıştır.

Türk şiirinin Cumhuriyete kadar ne türlü bir çıkmazda olduğunu örmek için eskiden beğenilen herhangi bir şiirine bakmak yeter. Halkan uzak kalmak şairlerimize öyle pahalıya mal olmuş ki bugün hiç iri kendi milletiyle tercümansız konuşamıyor. Halbuki şair kendi mil-îtinin tercümanı olacaktı, nerde? Ara da bul öylesini. Abdülhak Hâ-ıit büyük adam, dâhi, millî değer, kabul. Gerçekten çok şey borçluyuz >u şaire. Kapılar zorlamış, yollar açmış. Kadri de bilinmemiş sayılmaz .oğrusu. Adını sanını bilmeyen okur yazarımız olmasa gerek. Böyle İçen hangi şiiri, hangi sözü orta malı olabilir, köyümüzde, kentimizde ğızdan ağıza dolaşabilir, günlük konuşmalarımıza kendiliğinden kanabilir? Demek en büyük yaratma gücü bile halktan ayrı düştü mü ha-attan da ayrı düşüyor; kendi kendine yaşayamıyor. Bir de Yunus Em-e’vi düşünün : Hâmit’ten yedi yüz yıl öhce konuşmuş; sözleri millete levlet eliyle kitaplar dolusu dağıtılmamış, şan şeref kapılarına adımı-

11 atmamış; böyleyken onda bugün söylenmiş gibi taze, aramızdan biri öylemiş gibi bizden, üniversiteden köy kahvesine kadar her yerde, her :ulnğı kabarttıracak kadar dokunaklı sözler bulabilirsiniz. Yunus da-ıa mı usta şair Hâmit’ten? Daha doğrusu, daha derin şeyler mi’söylü-or? Duyup düşündükleri bize daha mı yakın? Hayır; ama Hâmit’iîj işer istemez uzak kaldığı bir çeşme var ki Yunus’un şiiri onda yıkanmış; laik çeşmesi; Dante’nin, Shakespeare’in, Moliere’in yıkandıkları çeşme, Jürimizin, devlerimizle birlikte, bu çeşmeden adım adım uzaklaşması ızun hikâyedir. Nice yaldızlı kuru çeşmeler bize onu unutturmuş; o da ızaklarda kendi başına halk için, fakir fukara için akmış; hâlâ da akı-or. tşte Âşık Veysel, ama artık hep birden çeşmenin başındayız.

Sivas’ın Sivralan köyünden zaman zaman çıkıp aramıza gelen bu ;erçek halk şairini on yıl önce Ankara’da tanımıştım. O zaman en gü-:el şiirlerini henüz yazmış değildi. Jtlk bağlandığım ve o gün bugündür ırtıp da eksilmeyen tarafı olgun insanlığı, sözünde ve içindeki dürüst-üğü, her halinin yerindeliği ve anlayışlı inceliği oldu. Âşık Veysel bil-iiğini tam biliyor, bilmediğini rahatça söylüyor, karşısına çıkan her yediliğe saygılı bir dikkatle her an açık duruyordu. Ömrünü pazarlıksız, »ikâyetsiz bir cömertlikle bağladığı sazını düzenlerken, çalarken, ektimi buğdayı biçen bir köylü kadar tabiîydi. Aynı tabiîliği sazına şiir söy-erken de bulacak ve insanın âletiyle nasıl kaynaştığını şu unutulmaz nısralarla anlatacaktır.

Sen petek mi* âli, Veyıel de an

İnleşir beraber yapardık bab

Ben bir insanoğlu, sen bir dut dab

Ben babamı, sen ustam unutma. >

• « % »

Bu bir başka türlü sesinde bile Veysel halkla düşünüp konuşuyor, îşte yeni Türk şairlerinin, çok başka yollardan gelip halk şiiri ile ve Veysel ile buluştukları nokta da budur: Hem halktan, hem kendinden olmuş, hem düpedüz Türkçe, hem de kendince konuşma; kaybolmadan kaynaşma, çokluğa katılma. Yalnız, bu buluşmayı, ne kadar verimli de olsa bir dönüş haline getirmek, halk şairinin, Veysel de olsa, ardından gitmek, vaktiyle halktan ayrılmamız, Yunus’tan uzaklaşmamız kadar yanlış bir yol olur.

Türkler IX. yüzyılda İslâmlığı kabul etmeye başlamışlardır.

İslâm kültür ve uygarlığının etkisiyle aydınlar’ arasındaki ilk ürünler XI. yüzyılda Anadolu dışında görülür. XIII. yüzyılda Anadolu’daki Türk aydın çevresinde de kendini gösteren bu etki, DÎVAN EDEBİYATI adı verilen edebiyat yolunu oluşturmuştur.

Türk Divan edebiyatı, Arap, özellikle Fars edebiyatının etkisiyle başlar ve birçok değerli eserler verdikten sonra, XIX. yüzyıl ortalarına (Tanzimat’a) kadar sürer.

Günümüz yazarlarından Şevket RADO (1913 . -) fıkra ve söyleşileriyle tanınır.

Okuyacağınız yazı, onun ÜMİT DÜNYASI adlı eserinden alınmıştır, ,

ÜMİT DÜNYASI

insan iıayatta birçok şeyler kaybedebilir. Meselâ bütün ömrü boyunca biriktirdiği parasım daha fazla kazanmak ümidiyle bir işe koyar ve orada onun hepsini birden kaybeder. Bunun ehemmiyeti yok tur. Kaybedilen para tekrar kazamlabilir…

îman, hayatînin bir devresinde mevkiini kaybedebilir. O mevki ki birçok hazırlıkların »onunda elde edilmiş, derecelerin aşılması İle kaz* mlnuştır…

Katta insan sıhhatini de kaybedebilir. Sıhhatini kaybetmek ehemmiyetsiz bir şey olmamakla beraber bazen tedbirsizliklerimiz yüzünden-dir; bazen de bütün tedbîrlerimize rağmen, sıhhatimize rağmen sıhhatimizi de kaybettiğimiz oluyor. Ama onu da elde etmemiz mümkündür. Yeter ki bir şeyimizi, ümidimizi kaybetmemiş olalım.

Şair, «tîmmld iledir cihada ner şey» derken yaşamanın hakiki mânasını ifade etmek istemiştir. E Ser yaşıyorsak bir ümit için veya bir ümit sayesinde yaşıyoruz. Peki ama nedir bu ümit?

Eir araba için at ne ise. bir motor için benzin ne ise, insan fçin de ümit odur. Arabayı nasıl at çekiyorsa insim da ümit götürür. Benzin kalmadığı zaman motorun durması gibi, ümidi kalmadığı zaman d» İnsan durur, yürüyemez. Belki yürümenin hakikî mânasıyle yürür, yani ayaklan gider ama, ümidi kalmayan adam için artık o mânada yürü menin de mânası kalmamış demektir.

«Ümmid iledir cihanda her şey» demiş şair. Doğru, her şey onun iadır. Büyük, Idipük, herkesin, her canlı mahlûkun bir ümidi vardır. Sabahleyin, yatağımızda çözlerimizi açıp da uyandığımız zaman eğer kalkmaya davranıyor, İşimize geç kalmamak için acele ediyorsak bir ümidimiz olduğu içindir- Daha iyi bir hayat sürmek ümidi, çohığunıuz-la, çocuğumuzla daha iyi günler görmek ümidi, bir iş başarmak, daha çok muvaffak olmak, herkesin takdirini kazanarak yükselmek ümidi bizi işimizin başına koşturuyor. İcatçıya yeni şeyler düşündüren, hekime yeni tedavi yollan arattıran, hocaya mektepte ders verdiren, marangoza güzel, daha füzel mobilyalar yaptıran ve sanatkâra Slmez eserler vücuda getirten, hep ümittir. İnsanlığa faydalı olmak ümidi

rulmaz,siniz, çünkii cazibesi size hayatı sevdirir. Gözünüzden silindiği, «mı kaybettiğinizi sandığınız anlar, hayatınızın en karanlık anlarıdır.

I ııkııt ruhu sıhhatli insan onu tekrar bulmakta gecikmez. Açılmamış her kapının arkasında, yürünmemiş her yolun sonunda, kazılmamış İm*r toprağın ve başlanmamış her çalışmanın altında pırıl pırıl bir ümit Viıt maktadır.

Biz hastamızdan istediğimiz kadar ümidi keselim; hekimlik bütün kudretine rağmen izhâr-ı acz etsin! Dedelerimiz ne demişler : Çıkmamış ruııda ümit vardır, dememişler mi?

Onun için hayatta hiçbir şeyden ümidi kesmemek lâzımdır ve onun için bu dünya, ne şu dünyası, ne bu dünyası, sadece ümit dünyasıdır.

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*