FEODALİTE

FEODALİTE

FEODALİTE

FEODALİTE

«Feodalite» Ortaçağ’dan kalma bir terim değildir. Tarihçiler bu terimi XVII. yy’dan itibaren kullanmaya başladılar. Feodalite, senyör ile vasal arasında özel bağımlılık ilişkilerine ve «fief» denilen maddî bir zemine dayanan ve X. yy ile XIII. yy arasındaki Ortaçağ Batı toplumunun özelliğini teşkil eden bir kurumlar toplamı: bağımlılık hiyerarşisi, topraklar hiyerarşisi, iktidarlar hiyerarşisi ve iktidarların ufalanmasıdır.
Ingiltere Kralı II. Henry’nin Fransa kralına biat edişi (minyatür; Bibliothegue Nationale, Paris.) Çok geniş bir mülkün başındaki Ingiltere kralı aynı zamanda Anjou kontudur ve Anjou kendisine fief olarak verilmiş olduğundan kendisinden daha güçsüz olan Fransa kralına bu ilişkiden dolayı, senyörü olarak biat etmek zorundadır.
İÇİNDEKİLER

SENYÖR-VASAL İLİŞKİSİ FEODAL TOPLUM FEODAL İKTİDAR
«Feodalite» kelimesi Batı Avrupa’da bir ara çok modaydı: Fransız devrimciler yıkmak istedikleri Eski Krallık rejiminin kuramlarım ve yapısını lanetlemek için hep feodalite kelimesini kullandılar. Daha sonra da Marksist tarihçiler tarafından bazen feodalizm biçiminde ele alınan kelime antik kölecilik ile kapitalist ekonomi arasındaki döneme ait üretim biçimini tarif etmek için kullanıldı.

SENYÖR-VASAL İLİŞKİSİ

Flaman yazar Galbert de Bruges, Flandre Kontu iyi Charles’ın öldürülmesini (1127) anlatırken, bir senyörün yasallarının biatim kabul ettiği bir töreni tasvir eder: «Önce biat ettiler… Kont müstakbel vasala kayıtsız şartsız kendi adamı olmak isteyip istemediğini sordu ve adam: “istiyorum”, diye cevap verdi. Ondan sonra, ellerini kontun elleri içinde birleştirdi, kont bunları sıktı ve bir öpücükle bağlaştılar. Daha önce biat etmiş olan vasal şu sözlerle yemin etti: “Namusum üzerine söz veriyorum ki, bu andan itibaren konta sadakatten ayrılmayacağım, onu herkese karşı koruyacağım ve hiçbir zaman aldatmayacağım.” Ve yemin ederken azizlerin kutsal kalıntılarına elini bastı.»

Kişisel bağ: biat ve yemin

Her şeyden önce, bir hiyerarşi vardı. Senyör sorar, bundan böyle adamı olacak olamn ellerini kendi ellerinin içine alır ve vasal ona sadık kalacağına yemin ederdi. Fakat vasal bunu yaparken serbestçe, yani hür iradesiyle hareket ediyordu. Vasal olmayı istiyordu: senyörünün adamıydı, onun hizmetine girmişti, ama esiri, kölesi veya serfi (toprak kölesi) değildi. Üstelik iki adam öpüşüyor, kucaklaşıyordu. Bu noktadan hareketle senyör ile vasal arasında gerçek bir tensel, ailevî bağ bulunduğundan ve bu bağın ikisini eşit hale getirdiğinden söz edilebilir. Biat (kulluğa girme) aristokrasi mensuplarına mahsustu, hiç değilse köylüler bunun dışında kalırdı. Nihayet bütün bunlar azizlerin kalıntıları üzerine edilen yemin yoluyla Kilise tarafından kutsanır ve böylece yaratılmış olan sosyal ilişki Kilise tarafından tasdik edilmiş, meşrulaştırılmış olurdu. Bu şahsî bağın çifte bir fonksiyonu vardı: bir sosyal grubu dikey olarak şekillendirir (senyörle adamları-
m), fakat aym zamanda grubun kendisini de yatay olara lerdi (gruba giren, biat ve yemin töreniyle birbirlerine b, olan vasallar öpüşürler, kucaklaşırlar ve bir bakıma akral sayılırlar, hiç değilse aynı dünyanın insanlarıdırlar). Böy ques Le Goff’un dediği gibi, «bir eşitler hiyerarşisi» kurı

Senyör ile vasal arasında karşılıklı bir haklar ve ödev zumesi vardı. Senyör vasalmı himaye eder, vasal senyöı dım eder ve tavsiyede bulunurdu. Bu tabirler bizim için i olabilir, ama aslında belirli kavramları vardır. Yardım ve ler özenle derlenmiş, düzenlenmişti: yardım, belirli bazı malî bir katkı, yani belirli bir para tutarının ödenmesi olabilirdi, ama genellikle askerî bir yükümlülüktü ve göre re bu hizmetin süresi kırk gündü. Tavsiye veya danışn senyörün divanında hazır bulunmak ve bazen de mahke hâkim olarak davalara bakmaktı. Senyörün vasalma kaı ye borcuna gelince, o da askerî olmakla beraber çoğu zar nomik de olabilirdi: bunun tipik örneği vasala bir «fief» siydi ve bu da senyör ile vasal arasında maddî bir bağ ı Bununla birlikte, bazı vasallara fief verilmediği de olur; b de onlar sadece şatoda barındırılırlar ve yedirilip içirilirle

Maddî bağ: fief

Galbert anlatısının sonunda Flandre kontunu vasalları dağıtma töreninde elindeki değnekle dağıtım yaparken Böylece kont sembolik olarak adamlarına tahsis ettiği fie miş olurdu. Fief genellikle tamamlayıcısı sayılan haklarl; bir toprak parçasıydı: bu koca bir krallık olabileceği gib yün dörtte biri de olabilir, veya Pierre Bonnassie’nin & için dediği gibi, «bir vikontluk ile bir zeytin ağacı arasın şebilir». Fief bazen bir değirmen, bazen bir kilise, hatta b para rantı olabilirdi. Önemli olan, fiefi veren senyörün on
FEODALİTENİN COĞRAFYASI

Kamu kuvvetinin dağılması özellikle Karolenj dünyasını etkü Bu itibarla feodalite Charlemagne imparatorluğunun ortasmc ile Ren nehirleri arasındaki bölgede doğmuş, oradan yavaş dikkate değer farklılıklar göstererek bu imparatorluğun eski sın doğru yayılmıştır. Mesela İtalya’da çoğu zaman imparatorluk t< leri piskoposlardı. Bunlar hem kiliseye ait toprakları, hem de t ait kontluk topraklarını oturdukları sitelerden yönetiyorlardı. Bt la vasaliar şehirlilerdi ve dolayısıyla bir şehir aristokrasisi orta) Oysa, başka yerlerde vasallar kırsal bir aristokrasi meydana geı Feodalite imparatorluk sınırlarından öteye yayıldıkça oluşt model de bölgesel değişiklikler gösterdi. XI. yy’da Normanlar Ij ve Güney İtalya’ya yerleştiler; Akitanyalılar, Burgonyal Katalanlar feodaliteyi Rekonkista (İspanyol topraklarını Arap geri alma hareketi) yoluyla Ispanya’ya yaydılar; Haçlı Seferle düzeni Kutsal Topraklar’a (1099) ve Latin Imparatorluğu’nun masıyla (1204) İstanbul’a kadar götürdü; nihayet, Almanlar’ın I: nav ve Slav krallıkları üzerindeki etkisi çekirdek feodal dev meydana gelmesine yol açtı. Dolayısıyla tek bir feodalite olgu: bahsetmek mümkün değildir: feodalite hem yere, hem zamaı değişkenlik gösterir.
ilkiyetini» muhafaza etmesiydi; malın gerçek intifa hakkı yse onu kullanan vasaldı. Başlangıçta bu intifa hakkı kesin-işiseldi, çünkü senyör ile vasal arasında biat ve yeminle ku-lişki kişisel bir ilişkiydi. Ama zamanla fiefler veraset yoluy-îsçılara intikal etmeye ve böylece el değiştirmeye başladı, ı şartı, senyörün ölümünde vasalm yeni senyöre biat ve yemesi; vasalm ölümündeyse mirasçının senyöre biat ve ye-mesiydi.

lece fief yavaş yavaş bütün öbür topraklara benzemeye ı ve senyörün muvafakati alınarak ve tazminat ödenmesi a satılmasına ve taksim edilmesine bile izin verildi. Böyle-ef bir insan ile diğer insan arasındaki ilişkinin neticesi ol-n çıkıp bu ilişkinin sebebi olmaya başladı. Şu var ki, vasal rını yerine getirmezse, senyör fiefe «el koyabilir», yani onu ı elinden alabilirdi.

m mülkiyetten fiefe

yörler tarafından yasallarına fief olarak verilen topraklar :n geliyordu? Bunlar kısmen kamuya ait orta malını büyük ar halinde gasp etmiş olan büyük toprak sahiplerinin malikinden alınmıştı. Ama bu kâfi gelmemiştir: fieflerin veraset a intikali yaygınlaştıkça bu kaynak kurumaya başladı. As-küçük vasallar, küçük birer fiefle yetinmek zorunda kaldık-n, kişisel bağımlılık ilişkisinin bir sembolünden başka bir mayan bu fief vasalın malvarlığına önemli bir katkıda bu-:yordu. Ve müstakbel vasallar, bazen hem çıplak mülkiye-em de intifa hakkına sahip oldukları topraklarının bir kıs-eya tamamını bir senyöre verirlerdi, ve o da biat ve yemin nden sonra aynı toprakları bu defa fief olarak onlara iade . Böylece vasal güçlü olarak gördüğü bir kimsenin himaye-zanmış, senyörse malikânesini dağıtmadan silahlı adamla-iayısmı artırmış olurdu. Böylece, insandan insana ilişkiler crasi içinde çoğaldıkça, özel topraklar (tam mülkiyet) aza-< olmaya yüz tutarken, fiefler gittikçe çoğalmaya başladı.

ıyör-vasal ilişkisinin niteliği

dalite deyince akla ilk gelen görüntü bir piramittir. Ne var görüntü feodalitenin doğasına aykırıdır. Feodalitenin ama-:onksiyonu bir grup askeri aristokrasi grubu oluşturmak, içlendirmek ve meşrulaştırmaktır. Senyör-vasal ilişkisinin nü (kişisel ve maddî) içinde yaygınlaştığı grubun bağlılığı-layanışmasım teminat altına alır. Vasalların genellikle bir-nyörü ve bunları her birinden aldığı bir veya daha çok fiefi Georges Duby’nin bu konuda yaptığı araştırmalar, Mâcon-5 Hugues d’Ardieres ile Geoffroy de Ouincie adında iki ba-alyenin aynı seviyede olan bir başka şövalyeden birer fief olduklarını göstermiştir. Bu ittifakların çokluğu sık örgülü andırır ve bu vasalların, senyörlerinden birine karşı diğer deri tarafından korunmalarına imkân verir. Daha sonraları ;ulluğu» diye ifade edebileceğimiz bir «mutlak sadakat» iu ortaya çıktı ve yasallarıyla böyle bir ilişki içinde olan sen-bütün öbür senyörlerden üstün olduğu kabul edildi, ama çmeden bu kurum da enflasyona uğradı ve basit biadar na-;aldıysa, bu defa da kapıkulluğu biadarı hızla çoğalmaya
:ODAL TOPLUM

dal sistemin kökeni hakkında çok şey yazılmıştır. Marc bunun geniş bir analizini yapmış, Romalılar’ın himaye lunu ve hür Germen savaşçılarının oluşturdukları dernek-nek göstermiştir. Feodalitenin kaynaklarından birini Ger-:rallıklarının daha Merovenj Hanedanı zamanından beri dindikleri bir tutumda, sadık savaşçılarına Romalılar’m ık imtiyazı» adını verdikleri ıkta gibi bir şey, genellikle bir : parçası vermelerinde aramak gerekir. Bu «toprak imtiya-hizmetin karşılığıdır; kişiseldir. Bu konudaki metinler az-ıa bazı yerlerde Germence feo (fief’in atası) iyilik veya yatılanımda kullanılmıştır. Karolenjler zamanında bu yön-aha da yaygınlaşmış ve Charlemagne bunu bir hükümet ‘apmıştır.

olenj Hanedam’mn yemin uygulamasını da genelleştirdik-ekleyelim. Mesela, 800’de imparator olan Charlemagne : kendisine sadakat yemini edilmesini zorunlu kıldı. Feoda-bütün temel unsurları böylece daha IX. yy’dan itibaren yü-î girdi. Ama yine de bu dönemde henüz bir feodalite reji-n ve hele feodalizmden söz edilemez. Çünkü gerçek bir yapısı hâlâ mevcuttu. Karolenjler Kilise’yi ve muazzam iarını kontrolleri altında bulundurdukça, askerî zafer ve fe-
tihleri savaşçılarının toprak hırslarını tatmin ettikçe kamu gücü kavramını muhafaza ettiler. Bütün özgür insanlar silah taşıyabiliyor, hepsi umumî mahkemeler tarafından yargılanabiliyordu.

Ama Charlemagne’in varisleri kardeş kavgasına tutuşarak ftsc demlen kamu topraklarını kendi savaşçılarına dağıtmaya başladılar. Katalonya’da, sanki aynı şeymiş gibi, «fief veya fise toprağından» bahsedilir oldu. Oysa, IX. yy içinde bu dirlikler ırsî bir nitelik kazanmaya başladılar; aslen kamu malı oldukları bile unutuldu. Karolenj dönemindeki askerî aristokrasinin mensupları, içlerinde en seçkin olanlarından, yani kondardan başlayarak, kamu topraklarından büyük parçalar gasp ettiler ve bunları kendi özel toprakları haline getirdiler. Karolenj Hanedanı ortadan kalkınca, tahta geçen yeni krallar, hiç değilse Francia ve Italya’dakiler, diğer güçlü senyörler üzerinde, o da kilise tarafından kutsanmış olmanın sağladığı dinsel otorite sayesinde, öbür güçlü senyörler üzerinde ancak belli belirsiz bir üstünlük tesis edilebilir. Diğerleriyse ancak kendi sadık adamlarına ve topraklarına güvenebiliyorlardı.

Prensler, şato sahipleri ve «milisler»

İşte feodalite gerçek anlamda ancak bundan sonra kökleşti. Tamamen parçalanmış olan kamu gücünü kullanarak bir ölçüde sosyal ilişkileri yönetmeye muktedir bir sistem olarak «devlet»in yerine geçti. Başlangıçta bir yerden bir başka yere nakledilebilen memurlar olan kondar IX. yy’dan itibaren ırsî bir nitelik kazandılar, unvanları ve memuriyetleri babadan oğula geçmeye başladı. Bazı aileler birkaç konduğa birden sahip olarak bunları prenslikler haline getirdiler. Mesela Capet Hanedam’m kuranların ataları bu prensliklerden biridir: Loire ile Oise bölgeleri arasında birçok kontluğun, kiliselerin ve manastırların elinden alınan toprakların eklendiği bir yığın meydana getirdiler.

Fakat prensler arasındaki rekabet sertti: sürekli savaşlar bunları karşı karşıya getiriyor ve kamu gücünün dağılma süreci gittikçe hızlanıyordu.

Prensler kendilerini destekleyenleri mükâfadandırıyor, onlara vikonduk, kale muhafızlığı gibi kamu görevleri veriyorlardı. Ne kadar küçük olursa olsun bir toprak parçasımn yasal mülkiyetini ve yönetimini ele geçiren herkes kendi bağımsızlığım sağlamaya ve ban denilen yönetme gücünü ele geçirmeye çalışıyordu. IX. yy sonundan itibaren, birçok bölgede, şato sahipleri özerkliklerini elde ettiler ve önceleri basit ahşap yapılardan ibaret olan bu şatolar birer güç merkezi haline gelmeye başladı.

Normandiya gibi tek tük bölgelerde şatolar inşa etmek ve ettirmek kontun tekelindeydi; ama XI. yy’m başında Batı Avrupa’nın çok büyük bir kısmında artık kamu gücünden eser kalmamıştı.

Birbirleriyle rekabet halindeki bu iktidar çekirdeklerinin etrafında savaşçı birlikleri teşekkül etti: yeterli sayıda askere ve özellikle muharebe meydanlarına hâkim olacak süvarilere ihtiyaç vardı. Oysa, bunların teçhizatı günden güne daha pahalıya mal oluyordu. Başta, içine kıtık doldurulmuş meşin bir gömlekten ibaret olan savaş elbiseleri şimdi artık metal levhalarla kaplamyordu; XI. yy’dan itibaren de zırhlı gömlekler kullanılmaya başlandı. Ayrıca bu ağır süvariyi taşıyabilecek manevra kabiliyeti yüksek at da pahalıydı. Savaş artık herkesin işi olmaktan çıkmış, teçhizatını temin edebilecek ve antremanım yapabilecek kadar zengin kimselerin, yani fieflerin sayesinde köylü yerine savaşçı olma hakkı tanınanların işi olmuştu.

Böylece bu asker çeteleri (latince milites) «milisler» doğdu ve çok geçmeden askerler şövalye oldu. Senyörler onları kendilerine daha sıkı bir şekilde bağlamak için biat ve yemin ettirerek vasal yaptılar. Bakım ve teçhizat temin etmek için de fiefler verdiler. Böylece, siyasî iktidar prenslerden kondara, kondardan şato sahiplerine geçip parçalandıkça bu feodal senyör-vasal ilişkileri yaygınlaştı.

Feodalite ve toprak denetimi

Feodal alan bizim bugün anladığımız alan değildi. Toprak bütünlüğü veya sınır çizgisi kavramları feodalitede yoktu. Senyör belirli bir bölgeye, bir araziye, oraya yerleştirdiği adamları vasıtasıyla hükmederdi. Bu aym bölge içinde başka başka senyörlere bağlı vasallar, belki de aynı vasalm birden çok senyörü vardı. Dolayısıyla bir senyörün toprağa hâkimiyetinin kapsamı kendi özel haklarına, vasallarının sayısına ve bunlardan her birinin haklarına, fakat aynı zamanda başka senyörlerin ve onların vasallarının mevcudiyetine bağlıydı. Kurumsallaşmış, hiyerarşi sağlayacak bir üst kamu gücü yoktu. Kamu gücü parçalanmış, çeşitli seviyelerde birçok kimselere devredilmişti. Geçerli olan tek otorite, bu parçalanmış kuvveti elinde bulunduranların üzerinde senyör-va-sal ilişkisi sayesinde tesis edilebilmiş olan otoriteydi. Feodal alan bir haritayı değil, insanlar arasındaki iç içe ilişkileri gösteren hiyerarşik bir teşkilat şemasını göstermektedir.
BAN

Ortaçağ’da «ban» genel emir ve j kumanda, yasaklama, cezalandırma ve zorlama yetkisidir. Karolenjler zamanında, bu yetki sadece hükümdarındı, fakat hükümdar onu temsilcilerine devredebilirdi. Feodalite geliştikçe, krallık yetkileri azalmış ve prenslerin, şato sahiplerinin, senyörlerin eline geçmiştir. Bunlar, vasaliarı senyöre hizmet etmek için silah altına çağıran bildiriler şeklinde askerî yetkiler, sanığı veya davalıyı senyörün mahkemesi huzuruna çağıran adlî yetkiler, köylüleri bir vergi karşılığında senyörün fırınını, değirmenini vb. kullanmaya mecbur eden veya senyöre belirli bir malın satışı üzerinde tekel tanıyan İktisadî yetkilerdi. Mesela, «şarap ban»ı (banvin) genellikle kırk gün olan belirli bir süre için şarap satma tekelini senyöre verirdi.

Monarşiler yavaş yavaş bu yetkileri geri aldılar ve 1789 Devrimi’nin arifesinde senyörlerin elinde sadece küçük haklar kalmıştı.
Şövalyelerin kılıç kuşanması.

Yukanda: kral Du Guesclin’i şövalye ilan ederken (XV. yy minyatürü).
;aynaklandığım ileri sürüyor ve herkesi buna inandırmak irdi. Bu inancın zaferiniyse ancak ve ancak din adamları, sınıfı temin edebilirdi. Bunun için de zengin, bağımsız ve .yla kendisini boğmak üzere olan bu feodaliteden tama-rılmış bir Kilise’ye ihtiyaç vardı. İmparatorluk ve devlet ol-a, kamu gücünü ancak Kilise temsil edebilirdi. Ama ikin-harlemagne beklemek boşunaydı; onun için Kilise ancak len medet umabilirdi.

:n için de şimdilik kendi güçlerini korumalıydı. Büyük ma-îformları (Cluny, Lorraine, Sainte-Benigne) manastırlarda ıda coşkulu kadrolar yetiştirilmesine katkıda bulundu. Bu ırlar doğrudan doğruya papanın nezareti altında bulunu-odalleşmiş» piskoposların kontrolünden uzak tutuluyor-ımış prensler ve Kutsal Roma-Germen imparatorları saye-ilise’nin kilit mevkilerini ele geçiren bu «reformcular» sal-;eçerek ruhanî gücün dünyevî güce üstünlüğünü kabul et-: çalışıyorlardı.

: banş hareketini başlattılar: hiçbir laik kuvvet kamu dü-iağlayamadığına göre, Kilise «Tanrının» önce «ateşkesleri-a sonra da «barışlarını» empoze etmeye başladı. Pazar ve

l günlerinden sonra İsa’nın çarmıha gerildiği gün olan cu-,ü de savaşmayı yasakladı. Köylülere, çocuklara ait malla-bii kendi mallarını korudu. Bu yasaklara uymayanlar afo-İmekle, böylece Tanrı’nın inayet ve rahmetinden yoksun nakla tehdit edildi.

pandan, Kilise ile feodalite arasındaki kopukluğu daha et-nak için, papazların bekâr kalmaları kuralı daha büyük bir e uygulandı ve laik evlenmenin şardarı da ağırlaştırıldı. : Kilise evliliklerle sağlanan aile ittifaklarının dışında kalı-ıristokrasinin babasoylu kurallara göre yeniden düzenlen-ığlanmış oluyordu. Kuzenler arasındaki evlenme yasakla-e böylece erkeğin kendine bir eş aramak için aile klanın-ması gerekiyordu. Boşanma, ikieşlilik ve zina ağır bir şe-:zalandırılıyordu. Aynı çocuğun vaftiz babalarının ve vatlarının da birbirleriyle evlenmeleri yasaktı, ece, «gençler» senyörlerinin karısında kişileşen «kadıma ısak aşklarını lirik şiirlerinde dile getirdikçe keşişler de, gü-Havva anamızdan nefret etmelerine rağmen, bu çetin sara ne pahasına olursa olsun aşılanması gereken evlilik aş-srar ediyorlardı. Reformcu piskoposlar da kasırga gibi es-oaşladılar ve en tanınmış ikieşli Fransa Kralı I. Philippe ide takibata geçip kendisi de ikieşli olan metresi Bertrade ntfort’la birlikte günah çıkararak tövbe ve istiğfar etmek la bıraktılar.

>narşi ve feodalite

ıu gücü kavramının iflası kralları da neredeyse diğerleri gi-enyör mertebesine indirdi. Neredeyse diyoruz, çünkü ne taç giymek sırasındaki kutsanmanın dinî prestijine sığını-/e buna dayanarak diğer senyörlerden üstün olduklarını id-yorlardı. Şardar da (sistemin ekonomik dinamiği kaynak-rtırdığı için) içlerinden bazılarının bu iddialarını daha da götürmelerine izin verdi: 955’te Lechfeld’de Macarlar’ı ye-Dtto ilk Kutsal Roma-Germen imparatoru oldu. Aragon ve î kral ve kraliçesiyse İspanya’da Müslümanlar’a karşı ka-ı Rekonkista zaferinden ilk yararlananlardan oldular. Özel-:, X. yy’da Vikingler tarafından Karolenj modeline göre ye-
niden kurulmuş olup başka yerlerde pek kalmamış bir kamu gücünün izlerini hâlâ muhafaza eden Normandiya prensliğinin başındaki Dük Guillaume (sonradan Fatih William) İngiltere’yi fethetti ve orada özgür bir feodal model yerleştirerek sürekli başında bulunmadığı bu düşman ülkeyi kontrolü altına aldı. Böylece, paradoksal bir biçimde, «feodal bir monarşi» krallık iktidarının yıpranması sonucunda değil de, bizzat hükümdarın iradesinin eseri olarak doğdu.

Feodal monarşiler, aristokrat aileler gibi, hanedanlarına ait topraklar etrafında merkezîleşirlerdi. Ekonomik kalkınma kaynaklarını artırır ve bu merkezden hareket ederek diğer prenslere üstünlüklerini kabul ettirirlerdi. Kral, krallığı içinde en büyük senyör olur ve baronlarından vasalların yapmak zorunda olduğu yardım ve danışmanlık hizmetlerini yerine getirmelerini isterdi. Krallık ordusu bütün krallığın ordusuydu; kralın adaleti ve hukuku ötekilerden üstündü. Feodal monarşilerin gücü, feodal kurumlan bizzat kendi yararlarına kullanmasını bilmelerinden ileri gelmiştir. Fatih William 1066’dan itibaren bunun en güzel örneğidir, ama Capet kralları da bir yüzyıllık gecikmeyle güçlerim aym şekilde sağlam temellere oturttular. Philippe Auguste fieflerin intikaline ilişkin kuralları değiştirdi: eskiden bir fief iki kardeş arasında paylaşıldığı zaman, sadece birincisi senyöre biat ve yemin eder, İkincisiyse yalnızca ağabeyine bağlılığını bildirirdi (buna pa-rage denilirdi). Philippe Auguste aracıları artıran bu uygulamayı yasakladı: her kardeş bundan böyle kendi hesabına senyöre bizzat biat edecekti. Bu tedbirden bütün senyörler yararlandı, fakat en çok yararlanan en büyük senyör yani Fransa kralının ta kendisi oldu. Philippe Auguste ayrıca düşmanı İngiltere Kralı Yurtsuz John’un elinden fieflerini almaşım bildi.

İngiltere Kralı, Normandiya ve Akitanya Dükü Yurtsuz John, Fransa krallığı içindeki topraklarından dolayı Fransa kralının va-salıydı ve ona bağlılığını bildirmişti. 1199’da Hugues de Lusig-nan ile Isabelle d’Angouleme arasında tasarlanan bir evlilikten kaygılanıp kendini tehdit altında hissederek (çünkü bu evlilik gerçekleşirse Angouleme ve Marche kontlukları birleşecek ve Yurtsuz John’un Akitanya üzerindeki kontrolü tehlikeye girecekti) henüz on iki yaşında olan İsabelle’i kaçırdı ve onunla evlendi. Çılgına dönen Lusignanlar kendilerinin de senyörü olan Philippe Auguste’e şikayette bulundular. 1202’de Philippe Auguste Yurtsuz John’u, Akitanya dükü sıfatıyla, Paris’e çağırdı. John gelmeyi reddetti: Fransa’daki başlıca fiefi Normandiya olup kendi de Normandiya dükü olduğu için «sınırda» biat edebilirdi. Böylece bütün ihtilaflar devletlerin sınırlarında yapılacak görüşmelerle halledilebilirdi. Senyörün divanda hazır bulunmaması ağır bir kusur teşkil ettiğinden, Fransız divanı fiefin alınması kararı verdi ve böylece Yurtsuz John’un Fransa Krallığı içindeki bütün fieflerine el konuldu, John’un bütün vasalları senyörlerine olan bağımlılık yeminlerinin yükümlülüğünden Fransa kralı tarafından kurtarılmış olduklarından, bu mesele de halledildi ve John «Yurtsuz» kaldı.

İşte XII. yy’dan itibaren Tanrı’mn barışı kavramının yerini alan «kralın barışı» kavramı buradan gelmektedir: feodal krallar adım adım şiddetin yasal kontrolünü ele geçirdiler. Şüphesiz krallıklar (veya, daha doğrusu, hanedanlar) arasındaki kavgalar devam etti ve hatta daha da şiddetlendi. Ama neticede krallıkların gücünü artırmaktan başka bir işe yaramadı. □
Turnuva (Angouleme Katedralimdeki bir lentonun üstündeki alçak kabartma, XII. yy). Bayramlar ve şenlikler vesilesiyle düzenlenen bu turnuvalar bir kahramanlık gösterisi halini alır ve bazen kazalara ve ölümlere yol açardı.
ŞÖVALYE TARİKATLARI

Iç savaşları ortadan kaldırmak veya azaltmak, şiddete başvurarak iktidarı ele geçirme teşebbüslerini engellemek, fakat bu arada millî ordunun kadrolarını oluşturan aristokrasinin askerî geleneklerini ifade etmemek: işte XIV. ve XV. yy’ın hükümdarları bu zor işi şövalye tarikatları yaratarak başardılar. Bu tarikatların amacı bir taraftan Hıristiyanlığın şövalye idealini yeniden canlandırmak, diğer taraftan da siyasî bir rol oynamaktı. Macaristan’da Aziz Georgius şövalyeleri (1325), Castilla’da Banda (1330), Ingiltere’de Diz-bağı (1349) ve Yıldız (1351) tarikatları, Fransa’da Saint-Michel (1469) ve Burgonya’da Altın Post tarikatları (1430) bunlann en ünlüleridir. Hepsinde de aynı şövalyelik gösterişine (özel giysiler, armalar, törenler) dinî heyecana (missalar, dualar) ve siyasî sadakata (kralına, soyuna, vatanına bağlılık) rastlanır.
AYRICA BAKINIZ

— Karolenjler

— ib.ansl] Ortaçağ

— IB.ANÜJ soyluluk

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*