GUSTAVE FLAUBERT

GUSTAVE FLAUBERT

GUSTAVE FLAUBERT

GUSTAVE FLAUBERT

XIX. yy’da yazılmış bütün romanlar arasında en çok okunan, en çok irdelenen eser belki de Mademe Bovary’ dir; oysa dar kafalı burjuvazi, «ahlâksız» damgası vurarak onu mahkûm ettirmek istemişti. Büyük yazar öldükten sonra muhteşem bir intikam aldı: yaşadığı zaman hiçbir eseri ortak beğeniye kavuşamadığı halde Fransa’nın ve belki dünyanın en iyi romancılarından biri sayıldı. Flaubert aklı başında bir aydın olarak, yaşadığı sürece insanlardan tiksindiği için yalnızlık içinde çalışmayı tercih etti ve tüm yaşamını «edebiyat»a verdi.
Getirdiği yemlikler ve yarattığı etkiler dikkate alınacak olursa, yeni bir akımın kurucusu sayılabilecek olan Flaubert’in eserleri birkaç büyük başlıkta toplanabilir. Ama bunların her biri kendisine yıllarca süren çalışmalara mal olmuş ve bütün bu kitapları arasındaki birlik ancak yazı sanatıyla yorucu bir cebelleşme sayesinde gerçekleşmiştir. «Gerçekçi ve çağdaş» olarak tanımlanabilecek eserleriyle, uzak bir temel alan eserleri arasında, yanıltıcı ayrım çizgisinin ötesinde, hem yapı hem proje temelinde büyük bir tutarlılık dikkati çeker: Aziz Antonius’un saf bir simge haline geldiği iğva veya baştan çıkma teması Flaubert’in bütün eserlerinde karşımıza çıkar: kimini aşk, kimini muduluk, kimini güç hırsı baştan çıkarır ve bütün bunlar üsluptaki mükemmellikle okuyucuya hissettirilir.

TAŞRANIN SIKICILIĞI

Flaubert’e göre her şey can sıkıntısıyla başlar. 1821’de doğduğu Rouen’da ahmaklık, kendini beğenmişlik ve tutuculuk kol gezerken ilk romantizm de gelişmeye başlıyordu. Bu iyi burjuva ailesinde her şey sıradandı: baba cerrahtı, anne çocuklarıyla meşguldü. «Ortanca çocuk» olan Gustave ağabeyinden biraz uzak duruyor, küçük kız kardeşiniyse büyük bir şefkatle seviyordu. Bu kızcağız ilerde doğum yaparken ölecek ve dünyaya getirdiği küçük kız çocuğunu Flaubert büyütecektir. Sartre’ın Ailenin Budalası (l’İdiot de la Famille, 1971) adlı kitabında hikâyesini anlamaya çalışacağı Flaubert çocukken saatlerce hiç konuşmadan şaşkın şaşkın durur ve okumayı zorlukla öğrenir. Fakat daha o yaşlarda dolu dizgin bir hayal gücüne sahiptir; insanlara ise, ister doğada ister toplum içinde yaşasınlar, hiçbir güveni yoktur. Yirmi yaşında, Rabelais, Byron, Homeros, Shakespeare, Goethe gibi yazarları okur, her şeye boş verir ve bu tavrıyla edebî bir kategori olarak bizzat icat ettiği ve varoluşçu kategori olarak kendisine daha çok uyan bu «hüzünlü grotesk» tavrını benimser. Gerçi isyanı «gösteriş» olarak görünebilir, ama bu tavır onu hiçbir şeye değer vermemekte direnen gerçek bir nihilizme götürür. Flaubert genç yaşta ölümün acımasızlığıyla tanışmıştır: kız kardeşi Caroline’in (1846) ve kısa bir süre sonra arkadaşı Alfred Le Poittevin’in ölümü. He-
Gustave Flaubert’in Portresi,

Eugene Giraud’nun eseri (Versailles Şatosu Milli Müzesi, 1867).
BAŞLICA ESERLERİ
1837
1838
1842

1845
«Cehennem Rüyası»

(Reve d’enfer).

«Bir Delinin Anılan»

(Memoires d’un fou).

«Kasım» (Novembre).

«Gönül ki Yetişmekte» (L’Education sentimentale)

[ilk versiyon].

1857 Madame Bovary.

1862 Salambo (Salammbö).

1869 Gönül ki Yetişmekte

(L’Education sentimentale)

[son versiyon].

1874 Ermiş Antonius ve Şeytan (La Tentation de saint Antoine) [son versiyon].

Üç Hikâye (Trois Contes). «Bilirbilmezler – Bouvard ile Pecuchet»

(Bouvard et Pecuchet).

«Basmakalıp’ Düşünceler Sözlüğü»

(Dictionnaire des idees reçues).
1877

1881
1913
‘ ■


nüz yirmi beş yaşında bile değildir ama kendini yaşlı hisse tedir. İşte o zaman bıyık altından gülmeye başlar. Ama < inildiğinde kendisini neye karşı korumaktadır? Flaubert’ir ile 1842 arasında yazdığı gençlik eserlerinden bazıları bize: nuda bir ipucu verebilir: bu iç karartıcı ve abartılı hikâyeleı sonraki eserlerinde, yazma sanatında ustalık kazandıkça, f yarak söylediklerini haykırmaktadırlar: gökyüzü bomboşt şey bir hiçtir, aşk bir palavradır ve hiçbir şeyin anlamı yoktı si de 1837 tarihini taşıyan «Cehennem Rüyası» veya «Ne İs, (Quidquid volueris) adlı hikâyelerinden ertesi yıl yazdığı «l linin Anıları»na kadar işlediği konular hep cinayet, ayrılık, i ırza geçme ve kan üzerinedir. Flaubert’in gençliğinde anlal kendi cinselliğinin öyküsüdür: erkekler kadınlara tecavüz e kadınlarsa buna adeta can atarlar. Öyle olunca da aşka ye tur. «Bir Delinin Anılan»nda «ben» diyen anlatıcı delikanl bert’dir. Hayatının tek romantik anını saklar: Trouville’dı Schlesinger’e rastlaması, on altı yaşının kalp ağrıları ve b< «Gönül ki Yetişmekte» adlı romanının çıkış noktasıdır.

1840’ta Flaubert Pireneler’e ve Korsika’ya gider; Marsi Eugenie Foucaud de Langlade’la ilk çılgın aşkım yaşar. Ama aşkı aym zamanda büyük bir hayal kırıklığıdır: Flaubert’ir lik yazılarının sonuncusu olan «Kasım» adlı öykü (1842) bu kırıklığım işler ve kendisini terk etmiş olan kadının haz do sim ve imajını kırıp geçirir. On dokuz yaşında, Gustave aşl cak aşk rüyalannda var olduğunu, gerçek aşkın her zaman ta sona erdiğini keşfeder. Eksik olsun romantik ülküler, deı daha âşık olmamaya tövbe eder.

Ve Flaubert sıkılmaya devam eder. Paris’te «hukuk okuı gider, «Gönül» adlı eserin ilkine başlar (1869’daki son Gönü tişmekte ile hiçbir ilgisi olamayan Balzac’vari bir roman) ve 1 hem bedenen hem ruhen büyük bir bunalım geçirir. Belki < olan ve akıl sağlığını tehdit eden bu «sinir hastalığı»nda ha) sembolik bir kopma noktasını görür. Ve belki de bütün kit m yazacağı Croisset’deki aile malikânesine kapanma pro noktada şekillenmeye başlar.

İTALYA’DAN DOĞU YA

Flaubert yalnızlığı seçmeden ve evine kapanmadan önce hate çıkar. Flaubert’e göre seyahat etmek ciddî bir iş olmalı önce kız kardeşi Caroline’le onun ölümünden hemen öm ya’ya gider. Sonra, 1847’de, arkadaşı Maxime Du Camp’ tagne bölgesini gezer. Bu baş başa seyahatin anıları olan « da ve Kumsallarda» (Par les champs et par les greves) adlı k: arkadaşın yazılarından oluşur (kitap 1885’te yazarın ölüm sonra yayımlanır). Fakat Flaubert asıl büyük seyahatini D yapar. Buna, 1848’de başladığı ilk uzun soluklu edebî g olan Ermiş Antonius ve Şeytan adlı romanının ilk deneme sonra karar vermiştir. Romanı 1849 sonbaharında Du Cam ki bir okul arkadaşı olan Bouilhet’ye okur. Fakat iki dostuı yargısı çok ağırdır: «Bunların hepsini ateşe at ve bir daha la me!» Bunun üzerine Flaubert yine Du Camp’la birlikte yol
Madame Bovary, birkaç kere sinemaya uyarlanmıştır. 1949’da çekilmiş olan Vincente Minnelli’nin yönettiği filmde Madame Bovary’yi Jennifer Jones canlandırdı.

«Bilirbilmezler – Bouvard ile Pâcuchet», Jeart-Claude Carriere tarafından televizyona uyarlandı (1991). İki acemi bilgini Jean Carmet ve Jean-Pierre Marielle canlandırdı.
DİSSET’DEKİ MÜNZEVİ

me Bovary’yi yazmaya başladığı 1851’den itibaren : Salambo’ya hazırlık olmak üzere Kartaca’ya yaptığı se-ir yana bırakacak olursak) Croisset’den bir daha hemen ıiç ayrılmamıştır. Gerçek maceralarını artık kitaplarında aktır. Madame Bovary’nin konusu Flaubert’e, sanıldığına rinci Ermiş Antonius ve Şeytan’m fazla coşkulu romantiz-kaygılanmış olan arkadaşları tarafından telkin edilmiştir: uygun olmayan biriyle evlenmiş olan genç bir kadın ya-:kdüze kasaba hayatından bunalır ve sıkıntısını peş peşe :dinerek ve olmayan parasını su gibi harcayarak giderme-r. Aslında konunun pek önemi yoktur: Flaubert edebiyat-kötü diye bir şey olmadığını ve önemli olanın tarz oldu-lir. Ve tarzını şekillendirmek ve mükemmelleştirmek için Doyunca sürekli ve hummalı bir şekilde çalışır. Bu arada la ahlaka aykırılık suçlamasıyla bir kamu davası açılır ve :derse de bu kadar aptallık ve kötü niyet karşısında mide-Lir. Ama ne roman! Kusursuz bir gelişme, ölçülü ve görü-/an tutmayan ama Emma’mn yanıp tutuşan arzularını ıaktan da geri kalmayan bir anlatım. Bazen üç saat süren reyi yazmak için iki ay çalışır. Gene aylarca süren titiz bir ı sayesindedir ki, geleneksel romandaki olaylar birer izle-lirer telkine dönüşür, okurun ilgisi olaylardan çok duygu-:yecanlara kayar ve Emma’nın anısı mesela La Vaubyes-tosu’nda vals yaparken endamının esnek hareketlerinde ;ığı Rodolphe’un kollarında haz dünyasının sırlarını keş-Drmanın ıslak sonbahar kokusunda veya ölümün eşiğin-ı arseniğin o yıkıcı kokusunda kendini gösterir ve hayatm-ıvallı «olaylar» Flaubert’in çarklarını bozduğu geleneksel m kenarlarına itilir. Emma kitabın yanan kalbidir ve onun ri yavaş yavaş her şeyi yakıp tutuşturur: evlilik kurumunu, ;i, toplum kurallarını. Emma’nın yarattığı skandal, etrafın-jtallara ve sakadara, taşra örf ve âdetlerine ve sansürüne, ırın da bir bedeni olduğu ve ondan yararlanması gerektiği :esine tahammül edemeyen ahlaka, dine ve yasaklarına, lelenin üretken devresi içinde yatırıma dönüştürülmesi en» parayı saçıp savuranları affetmeyen kapitalizme say-:ermek şöyle dursun, saygı gösterir gibi davranmaya bile görmemesidir. Hâlâ bir romantik olarak kalmış olan Em-öldüren, her türlü ahmaklığın kendini kıskaçları içine almış jıa rağmen, arzularım ciddîye almış olmasıdır: başta, hiç : kendisini seven kocasının aptallığı; âşıklarının çapsızlığı m noter kâtibi olarak noktalayan Leon, (ki bu onun cezası .tır) ve kasabanın Don Juan’ı Rodolphe; büyüklerinin (ba-anne Bovary’ler) sıradanlıği; nihayet kötü insanların zafe-ıdisini intihara sürükleyen tefeci Lheureux, tutucu ve ön-. eczacı Homais.

7’de başladığı Salambo 1862’de yayımlanır. Bu tarihî ro-(Birinci Pön Savaşları’ndan sonra paralı askerlerin Karta-karşı ayaklanmasını anlatır) Flaubert kendisinin dışındaki
tek gerçek dünyasına, kütüphaneye dalar ve son Ermiş Antonius ve Şeytan’i için orayı bir defa daha ziyaret eder. Tunus’un güzelliğinin çekiciliğine kapılarak her şeyi yemden canlandırmak ister: muhteşem sahneler halinde Flaubert’in izlenimini vermek istediği lal rengi bu harikulade metni ışıklandırır. Ama (artık fazla derin bilgi midir, belge tutkusu mudur, o barbar zamanların uzaklığı mıdır bilinmez) Libyalı Matho’nun Kartacalı Hamilkar’ın kızı Salambo’ya olan aşkına rağmen, okuyucu Flaubert’in zihnindeki Doğu’nun değil, tarihî bir eserin karşısında olduğunu bilir.

Hayatının bu noktasında, İkinci imparatorluk döneminin edebiyat dünyasında önemli bir yer işgal etmeye başlamış olan Flaubert kalemini bir de tiyatroda denemek ve Paris sosyetesinde bir yıldız gibi parlamak isterse de, bu defa gerçekten hak ettiği bir başarısızlığa uğrar.

Kibar salonlarda geçen bir dönemden sonra Flaubert yemden romana döner. Salonlar da politika gibi canını sıkmaktadır. Politikayı her zaman hazin bir maskaralık saymış, ne 1848 devrimine yüz vermiş, ne de III. Napoleon’a beylik ve zoraki bir iki reveransın dışında fazla saygı göstermiştir. Siyasî açık görüşlülüğü önem verdiği tek alan olan romanlarında kendini göstermiştir. Gönül ki Yetişmekte adlı romanını yazarken, politik bir eylem yapmamn bilinci içindeydi ve Komün enkazımn önünde dile getirdiği şu kısa düşüncesi basit bir şakadan ibaret değildi: «İnsanlar Gönül ki Ye-tişmekte’mi anlamış olsalardı bütün bunlar başımıza gelmezdi». Konusu çağdaş Paris’te geçen bu son romanım bitirmek için daha beş yıl çalışması gerekti (1864’ten 1869’a kadar). Hâlâ hazırlık aşamasında olan Ermiş Antonius ve Şeytan’ı bitiremediği için üzülüyordu; Gönül ki Yetişmekte yayımlanır yayımlanmaz ötekine dört elle sanldı ve 1872’de nihayet bitirdi. Kitabın redaksiyonunu yaparken hayatının en karanlık yıllarım yaşadı: en yakın arkadaşları Bouilhet ile Duplan’ı kaybetti; 1870’de Prusyalılar Crois-set’yi işgal etti; 1872’de annesi ve Theophile Gautier öldü. «Yalnızlık içinde tek başıma yaşama gücünü gösterebilecek miyim?» diye sordu kendi kendine, ama 8 mayıs 1880’de bir beyin kanamasından ölmeden önce, yüzyılın eğilimlerine pek uymayan iki yeni biçim daha icat edecek zamanı buldu. Bunlardan ilki olan «Bilirbilmezler – Bouvard ile Pecuchet» aptallığın muhteşem ve mizahî bir destamdır (iki acemi yazar bilim adamı olmak sevdasına kapılırlar ve okuduklarından esinlenen ve hüsranla sonuçlanan birçok hazin deneyimden sonra, saçma metinlerden oluşan bir antolojinin başına geçerek alıntılar yapmaya başlarlar; bunların başında yer alan «Basmakalıp Düşünceler Sözlüğü» Flaubert’in bütün aptallara «cevabimdir» dediği kitaptır. İkincisiyse Saf Bir Kalp (Un coeur simple), «Konuksever Saint Julien’in Efsanesi» (la Leğende de Saint Julien l’Hospitalier) ve Herodias adlı öykülerden oluşan Üç Hikâye’dir. Birinci öykünün kahramanı olan biraz safça hizmetçi kızın adı Felicite’dir (Mutluluk). Bir papağam büyük bir bağlılıkla sever ve hayvan her şeyi anlamadan tekrar eder. Bu incecik kitapta bütün Flaubert’i bulabilirsiniz: kitap anlamsız tekrarların anlam ifade edebileceği tek yerdir, çünkü estetik bir bütünlük içinde ele alınmıştır. □
GÖNÜL Kİ YETİŞMEKTE

Frederic Moreau evli ve çocuk sahibi bir kadın olan Marie Ar-noux’ya âşık olur. Çeşitli çevrelerde avare avare dolaşır, arkadaşı Deslauriers’nin tavsiyesi üzerine bankerlerle (Dambre-use’ler), bohem insanlarla (Ar-noux’lar), halkla (Dussardier), siyasetçilerle (Senecal), kibar bir yosmayla (Rosanette) ilişki kurar. Her kapının ipini çalar fakat hiçbir yerde dikiş tutturamaz. Birçok tutkular, hırslar ve aşklar arasında bocalar, hiçbir şey anlamadığı tarihin elinde oyuncak olur (1848 devrimi). Roman trajik bir şekilde sona erer: içten bir insan olan Dussardier, dünün sosyalistiyken polis olan dönek Senecal tarafından vurulur; Frederic ile Rosanette’in çocukları ölür ve büyük aşkı Marie’den Frederic’e sadece bir tutam beyaz saç kalır. Yeniden bir araya gelen Frederic ile Deslauriers hayattaki başarısızlıklarının dökümünü yaparlar: biri doğru yoldan ayrılmış olmalarına hayıflanırken, öbürü kabahati fazla doğrucu olmalarında bulur. Yani anlayacak bir şey bulunmadığını itiraf etmenin bir başka yoludur bu. Ve Frederic sonunda şöyle mırıldanır: «Aptallık doğurgandır». îşte bu «tecrü-be»den alınacak ders: önyargıla-nn, hayallerin, aldanmacalann saçmalığı. Gönül ki Yetişmekle her şeyin sonsuz sefaleti ve bütünüyle çöküşü üstüne derin bir düşüncedir.
AYRICA BAKINIZ

– 1B.ANSH gerçekçilik • IB.ANSU natüralizm
J roman 3 romantizm

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*