FİLM TÜRLERİ

FİLM TÜRLERİ

Sinemada başlıca film türleri, sinemanın başlan­gıcıyla birlikte doğmuştur. Bunlar günümüzde de sür­mektedir. Ama bu alanda kesin sınırlar yoktur. Sözgeli­mi, türler arasında duygusal film de vardır, güldürü filmi de. Bazı filmlerdeyse, her iki türün de izleri görülür. Bunlar genellikle duygusal güldürü diye adlandırılırlar. Ama bu filmlerde güldürünün ve duygunun payı her za­man eşit değildir. Bu yüzden, birinin “duygusal film” dediği bir filme, bir başkası (filmde güldürünün de oldu­ğunu belirterek) “duygusal güldürü” diyebilir. Genel çizgileriyle, sinemanın bazı türler ayırt edebilir. Belgesel filmler. 28 Aralık 1895’te yapılan ilk gösteride yeralan filmlerden ikisi (Lumiere’lerin fabrikasından iş­çilerin çıkışını gösteren film ile bir trenin gara girişini gösteren film) ilk belgesel filmlerdi. Bu tür, Birinci Dün­ya Savaş’ına kadar kralların özel yaşamlarını belgeledi; daha sonra da haber filmleri alanında ürünler verdi. Bi­rinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, büyük önem ka­zanan türün ilk büyük ustaları Flaherty ile Vertov oldu­lar. Bunlardan Vertov, sinema-göz kuramını öne sürdü. Buna göre sinema, yaşamı ve olayları, önceden hazırlık yapmadan dekor ve aksesuvara gerek duymadan, ol­duğu gibi saptamalıydı; sinemacının görevi, bundan sonraki aşamada başlıyordu. Sinemacı, doğadan aldığı malzemeyi, kurgu yardımıyla sanatsal bir yapıta çevire­bilirdi. Flaherty’yse belgesellere, lirik bir açıdan yakla­şıyordu.

Türe en çok eğilen ülke de İngiltere’ydi. Sağlam bir sinema tekniğine yaslanan İngiliz belgecileri, filmlerin­de yalnızca saptamayla yetinmediler; sorunları ele alıp, derinlemesine işlediler.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında belgesel türü, bir altın çağ daha yaşadı. Sinemanın propaganda alanında taşı­dığı büyük gücü gören Mussolini, Roma’da Cinecitta stüdyolarını kurdurdu. Hitler Almanyası da, propagan­da filmlerine eğildi.

Bir HollandalI (joris İvens) da, belgesel türün en ilgi çekici örneklerini vererek, İkinci Dünya Savaşı öncesin­de, belgesellere derinlik katan | birçok film yaptı. Fran­sa’da psikolojinin konulu filmlerdeki egemenliğinin art­ması oranında, belgesel filmler bir seçenek olarak belir­di. Konulu filmler, kamerayı insanın iç dünyasına tutar­ken, belgeciler de dış dünyayı vermeye başladılar. Bel­gesel film, sinemada özellikle 1960 sonrasında, Jacqu- es-Yves Cousteau’nun filmleriyle yeni bir çıkış yaptı.

Belgesel filmciler, hemen her alanda ürün verdiler; haber filmlerinden denizlerin dibine, futbol şampiyo­nalarından olimpiyatlara, tarihsel olaylardan ünlü sa­natçıların (özellikle ressam ve bestecilerin) yapıtlarına kadar her alana eğildiler. Televizyonun ortaya çıkışın­dan sonra belgeseller (başta haber filmleri) büyük önem kazandı. Genel olarak kısıtlı bir pazarı olan bu türde, pazar birden genişledi. Bu gelişme, temeli sine­ma olan, ama anlatımda televizyonla gelen yenilikler­den önemli ölçüde etkilenen bir yeni biçim ortaya çı­kardı.

Belgesel filmlerin sinema için özel bir önemi daha vardır. Birçok sinema ustası, işe kısa belgesellerle baş­lar; bu dalda ustalaştıktan sonra, konulu filmlere geçer. Yani belgesel sinema, sinemada aynı zamanda bir okul gibi çalışır.

Güldürü filmleri. İlk gösterime sunulan filmlerden biri Sulanan Sulayıcı adlı filmdi ve tarihin belki en sık kulla­nılan güldürü öğesini taşıyordu. Bir bahçıvan, bahçeyi sularken, küçük bir çocuk suyu kesiyor, bahçıvan ne ol­du diye hortuma bakarken çocuk suyu açınca, adamın üstü başı su içinde kalıyordu. Bu tür, sonraki yıllarda da geçerliliğini sürdürdü. Güldürü filmleri, sinemanın vaz­geçemediği türlerinden biri oldu.

Charlie Chaplin türün ilk sanatçısı değildi; ama gül­dürü, onun filmleriyle ciddiye alınmaya başlandı. Altına Hücum adlı filmi, gelmiş geçmiş en iyi filmler arasına girdi; sonra onu öbür filmleri izledi. 1940 yıllarında Frank Capra, sinemaya yeni bir güldürü anlayışı getirdi. Sonradan “Amerikan usulü güldürü” diye adlandırıla­cak bu tarz, konularını günlük yaşamdan, kahramanla­rını herkesin çevresinde görebileceği sade kişilerden seçiyordu. Capra, güncel olayları birer fantezi olarak ele alıyor, filmleri baştan sona iyimser bir hava taşıyor ve mutlu bir sona ulaşıyordu.

Fransa’da güldürü türü, Fransız sinemasının genel çizgilerini izledi. Fernandel gibi ünlü komedyenler, “gag”lar (filmde beklenmeyen, apansız komik değişik­lik) ile duyguların birleştiği filmlerle seyircileri güldürdü­ler. Zamanla sinemada bakış açıları değişip, tempo hız­lanınca, Louis de Funes bu yeni akımın perdedeki sim­gesi oldu. Ondan önce Jean Paul Belmondo’lu filmler ve benzerleriyle duygusal filmlere güldürü öğeleri ek­lendi. Bourvil gibi sanatçılarsa, Fernandel geleneğini sürdürdüler.

İngiltere, kendine özgü bir güldürü anlayışını taşıyan filmlerle, daha çok kendi ülkesinde etkili oldu. Peter Sellers’den Norman VVinsdom’a kadar farklı anlayışlar­daki güldürü sanatçılarının filmleri, İngiltere dışında pek etkili olamadı. Bu yüzden İngiliz asıllı güldürü oyuncu­ları, yabancı ülkelerde, özellikle de ABD’de yaptıkları filmlerle daha geniş seyirci kitlesine açılma olanağı bul­dular.

Güldürü türünün en büyük ustası Chaplin (Şarlo), İn­giliz asıllıydı. Sinemada unutulmaz bir çift oluşturan Stanley Laurel-Oliver Hardy çiftinden asıl beyin olan Laurel de öyle. Bu ikili, ikili modasının uzun ömürlü ol­masını sağfadılar. sonradan Bud Abbott-Lou Costello, Jerry Levvis-Dean Martin gibi birçok ikili daha ortaya çıktı; |ama hiçbiri Lorel-Hardy kadar sevilmedi.

İtalya’da güldürü her biçimiyle ele alındı. Toto, yaşa­dığı dönemde filmleri geniş kitleler tarafından izlenen, ama pek ciddiye alınmayan bir sanatçıydı. Ama 1970 yıllarından sonra, filmleri yeniden değerlendirilmeye başlandı. Bazı İtalyan yönetmenler de (özellikle Ger­mi), kusursuz hiciv örnekleri verdiler.

Ölümünden sonra keşfedilen bir başka oyuncu, Bus- ter Keaton oldu. Yaşadığı sürece Chaplin’in gölgesinde kalan sanatçı, öldükten sonra filmleriyle yeniden de­ğerlendirildi ve gerçek yerine oturtuldu. Harold Llyod da güldürü türünün ünlü sanatçılarından biriydi.

Öbür ülkelerde de güldürü türünde filmler yapıl­dı, ama onlar da İngiliz güldürülerinin alınyazısmı paylaştılar: Genellikle, kendi ülkeleriyle sınırlandılar; ülke dışına taşamadılar.

Her türde olduğu gibi güldürüde de, çeşitli tavırlar olabilir. Sırf güldürmek amacıyla çevrilen filmlerin yanı sıra, güldürürken düşündürmeyi amaç alan filmler var­dır. Başka bir türde ortaya konması olanaksız ya da çok güç bazı konuları güldürü kalıpları içinde ele almak için de, bu tür filmler yapılabilir. İçlerinde en kalıcı olanları, güldürürken düşündürmeyi başaranlardır.

Serüven filmleri. Bu genel adın çerçevesi içine, birçok film yerleştirilebilir. Sözgelimi, son yıllarda ayrı bir tür olarak beliren savaş filmeleri bir yorumla bu türe soku­labilir. Bir dram-avantür, bu tür içinde sayılabilir. Kov­boy filmleri, korsan filmleri, balta girmemiş ormanlarda geçen filmler, Tarzan, vb. filmler, “serüven filmleri” ge­nel adı altında toplanabilir.

Ama bu ad, genellikle, gerçek serüven filmleri için kullanılmaktadır. Bu türde genellikle bir kişi (kahraman) ya da bir olay ele alınır. Söz konusu bu kişi ya da olay, herhangi bir yerinden ele alınır; gerilim ve çatışma veri­lir; sonuca ulaşılıp film orada bırakılır: Seyirci kahraman ya da olayı tutmuşsa, devamı gelecektir kuşkusuz.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*