sinema

sinema
Sinema filmleri tasarlama ve gerçekleştirme sanatı. 28 Aralık 1895 günü, Paris’te Capucines bulvarındaki Grand Cafe’de seyirciler, dünyanın ilk filmlerini izledi¬ler. Uzun süredir yapılmakta olan çeşitli araştırmalar ve deneyler, o gün sonuçlanmış ve çağa damgasını vuran buluşlardan sinema, o gün başlamış oldu.
Bir kâğıdın bir yanına kuş, öbür yanına kafes resmi yapılır, sonra bunlar hızla çevrilirse, göz, ayrı ayrı kuş ve kafes resimlerini görmez. Kuşu, kafesin içinde görür. Si¬nema, en yalın biçimiyle, buna dayanır. Ğöz, gelen gö¬rüntüyü hemen yitirmez. O görüntü varken bir görüntü
daha gelirse, ikisini kendiliğinden birleştirir.
Gözün “ağtabaka izlenimi” denen bu özelliği İ.Ö. IV. yy’dan başlayarak bilinmekle birlikte, bilimsel ola¬rak 1824’te ortaya konmuş ve sonraki yıllarda geliştiril¬miştir. Fotoğraf da aynı yıllarda bulunmuş, ilk fotoğraf (12 saatlik bir ışıklandırmayla) 1824’te çekilmiştir.
Ağtabaka izleniminin ortaya konması ve fotoğrafın bulunmasıyla, sinema alanında önemli bir yol alınmış oldu. Ağtabaka izlenimine göre, bir hareket çeşitli par¬çalara bölünüp, bunlar belirli bir hızla yansıtılırsa, “ha¬reketli resimler” elde edilebilirdi. Öte yandan, tek tek fotoğraf çekmek olanağı da vardı. Poz verme süresi de, sonradan yapılan çalışmalarla iyice kısaltılmıştı. O yıl¬larda, sonradan sinemanın ortaya çıkışında etkili olacak birçok deney yapıldı. Sözgelimi Muybridge, 24 kulübe¬ye, 24 fotoğraf makinesi koyup, bunların deklanşörleri¬ni iplere bağlayarak, koşan bir at bu ipleri geçerken, ay¬nı atın hareket halinde 24 ayrı resmini elde etti. Jann- sen, peş peşe fotoğraf çeken bir “fotoğraf tabancası” yaptı. Marey aynı işi bir tüfekle denedi ı ve bu “tüfekle”, tek bir cam plaka üstüne saniyede 12 resim aldı. Emile Reynaud’ysa, gösterim denemelerine girişerek, “Optik Tiyatro”yla, 500-700 metrelik filmleri perdeye yansıttı. Çağın en büyük mucitlerinden Edison da bu yeni buluş¬la ilgilenerek tek kişinin izleyebileceği “kinetoskop”ları yaptı. Sonra bunu, fonoğrafa bağlayarakl ilk “sesli film” denemelerini gerçekleştirdi. Sonradan “sinemanın si¬hirbazı” diye adlandırılacak olan Melies’in de devreye girmesiyle sinema, ilk adımlarını atmaya başladı.
Bu ilk dönem, sonraki yıllarda görülecek gelişmele¬rin bir özeti gibi oldu. İlk gösteriyi yapan Lumiere kar-deşler, arada Sulanan Sulayıcıgibi güldürü filmlerine de yer vermekle birlikte, daha çok belgeci anlayışla çalışı¬yorlardı. Sinemaya onlardan sonra başlayan Melies’se sinemaya fanteziyi, düşgücünü getirdi.
Sinema, sonraki yıllarda genel olarak bu iki ayrı yön¬temle gelişti. Gene aynı dönemde görülen tekelleşme eğilimleri (Fransa’da Pathe tekeli, ABD’de Edison’un sonradan “Patent Savaşı” adı verilecek savaşımlara yo- laçacak tröst kurma girişimi) de, çok sonra büyük yapı- mevlerinin büyük sermaye, dev dağıtım örgütleri, bü¬yük filmler ve yıldız oyuncularla kuracakları bir tür fiili tröstün, ilk adımları oldu.
Sinemanın bu ilk döneminin en ilgi çekici sanatçısı, Georges Melies (ünlü sihirbaz Houdini’nin yanında ça¬lışmıştı; hayal ve fanteziyi çok seviyordu) birçok sinema hilesini buldu. O yılların kısıtlı olanaklarıyla Aya Seyahat gibi filmler gerçekleştirdi.
Sinema, Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönem¬de, şaşırtıcı bir gelişme gösterdi. Fransa’da bir sanat filmleri çağı açılmasıyla, dönemin ünlü tiyatro sanatçıla¬rı, ünlü oyunları perdeye getirdiler. Bu filmlerin aydın seyircileri sinemaya çekmesiyle, seyirci sayısı arttı. ABD’de Griffith, birkaç kısa filmden sonra Bir Ulusun Doğuşu ve Hoşgörüsüzlük adlı klasikleri gerçekleştirdi. Danimarka’da, özellikle de İsveç’te, yeni bir sinema ve sinema anlayışı doğdu. İlk üstün yapımlarsa İtalya’da gerçekleştirildi. Bu arada Mack Sennett, ABD’de yeni bir güldürü anlayışı yarattı ve kısa bir süre sonra ona, düşündürücü yanı daha ağır basan filmlerle Charlie Chaplin (Şarlo) katıldı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında da, gelişme sürdü ve Almai:ya’da, dışavurumcu akımın etkisinde kalan sa-natçılar, ilgi çekici örnekler verdiler. ABD’de Flaherty ilk önemli belgeselleri ortaya koydu. Rusya’da Kuleşov, sinema için çok önemli bazı deneylere girişti. Bu de¬neylerle elde edilen sonuçların en önemlisi, “kur¬gucun öneminin iyice anlaşılması oldu. O tarihten
XVII. yy. başında
filmler, elle
çevrilerek
gösterilirdi. Elle
çalıştırılan
kamera-
projektörler,
Edison’un
kinetoskopundan
türemiş, Fransa’da
Lumiere kardeşler
tarafından
geliştirilmiştir.
sonra kurgu (montaj), sinemanın başlıca öğeleri arasına girdi.
1926’da sinemaya, “bütün sorunlarını çözmüş” gö¬züyle bakılıyordu. Griffith’le birlikte bütün çekim öl-çekleri bulunmuş, Kuleşov’un “film çevrilmez, kurulur” sözüyle kurgunun önemi anlaşılmış, bu alanda önemli gelişmeler elde edilmiş, hemen her ülkede film çekimi başlamıştı. Ayrıca, türler belirlenmiş, seyircinin tanıdığı sinema oyuncuları ortaya çıkmış, ilk zamanlar bir pana¬yır eğlencesi sayılan sinema, kendine özgü tarihi, tekni¬ği, estetiği, kurallarıyla “yedinci sanat” diye anılmaya başlanmıştı. 1926’da sesli sinemanın bulunmasıyla bir¬den her şey değişti ve birçok şeye yeniden başlamak gerekti.’

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*