SESLİ SİNEMA DÖNEMİ

SESLİ SİNEMA DÖNEMİ
Sinemaya sesin girişi Edison’un ilk deneyleriyle başla¬mış, sonraki yıllarda sinema salonlarına bir piyano yer¬leştirilerek, görüntülere piyano eşlik etmişti. Bu yöntem sonradan geliştirilmiş, birçok filme özel beste yapılıp, filmle birlikte notalar da yollanmış, sinemalarda orkest¬ralar, film oynarken besteleri seslendirmişlerdi. 1926- 27’de yapılansa, bunlardan çok farklı bir şeydi. Artık sa¬lonun bir köşesinde piyano ya da orkestra yoktu. Ses, doğrudan doğruya filme bağlanmıştı. Daha önce ko-nuşmaların ya da olayların gelişmesini belirtmek için kullanılan ara yazılar, bütünüyle ortadan kalkmıştı. Ar¬tık seyirci, filmde oyuncuların konuşmalarını okumu¬yor, duyuyordu. Doğal olarak, bütün bunlar, sinemada pek çok şeyin, değişmesini gerektiriyordu. Ayrıca yep¬yeni bir sorun ortaya çıkmıştı: Halkın .beğenip sevdiği oyunculardan bir bölümü seslerinin uygun olmamasın¬dan ötürü, sesli sinema çağında zorunlu olarak sinema dışına itildiler ve yerlerine yeni yıldızlar yetiştirilmesi gerekti.
Bu durumdan en az etkilenen İngiliz sineması oldu. İngiltere’de Brighton okulu (belgeciler), bu yeni du-rumdan fazla rahatsız olmadı. Hollyvvood’sa, yeni du¬ruma en kolay uyan yer oldu. Sesli sinema öncesinde Ayzenştayn’ın Potemkin Zırhlısı’yla gelmiş geçmiş en iyi filmlerden birini ortaya koymuş olan Sovyet sinema¬sıysa, bir süre sessiz kalmayı yeğledi. 1944 yıllarında Ayzenştayn, AleksandrNevskiy, Korkunçİvangibi film¬lerle yeni bir atılıma girişti. Bu filmler görüntü-ses birliği¬ni sağladılar.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında sinema, eski canlılığını büyük ölçüde yitirdi. Sinemacılar daha çok belgeseller ya da konusunu savaştan alan filmler yaptılar. Ne var ki, sinema tarihinin etkileri açısından en önemli film¬lerden biri olan Yurttaş Kane de, ABD’de o dönemde (1941 ‘de) yapıldı. Bu filmle, sinemada bir dönem kapa¬nıyor, sahne derinlikleri, anlatımı, oyuncu yönetimi,
vb’yle yeni bir sinema anlayışı doğuyordu.
Savaş sonrasında çeşitli ülkelerde yeni bir gelişme başladı. Bu ülkelerin sinemacıları, evrensel sinema sa¬natından yola çıkıyor, çeşitli ülkelerdeki sanatçılardan etkileniyor, ama ulusal bir sinema kurmak için çalışıyor¬lardı. Söz konusu ülkelerin başlıcaları, başından beri kendine özgü bir yol izleyen İskandinav sinemasının yanı sıra, Meksika, Polonya, Çin, özellikle de Japon¬ya’ydı.
İtalyan “yeni gerçekçilik” akımı, Mussolini dönemin¬de her şeyi toz pembe gösteren filmlere bir tepki olarak ortaya çıktı ve yalnızca İtalya’yı değil, dünya sinemasını da büyük ölçüde etkiledi. Rossellini, ViscontijDe’Sica gibi yönetmenler, sıradan insanların günlük yaşamda başlarına gelebilecek olayları ele alıp, dozu iyi ayarlan¬mış şiirsel anlatımlarla perdeye yansıttılar.
1950 yıllarında Japonya’da ortaya çıkan bir başka tarz da, fantastik öğelere ağırlık veren, gerçeği bunun içinde vermeye çalışan yönetmenlerin elinde büyük başarıya ulaştı. Kurosava, jMizoguçi gibi yönetmenler, “yeni gerçekçilik” akımının bu farklı türünün öncüleri oldular.
1939’da ortaya çıkan, sonra hızla yayılan renkli film¬ler, televizyonun ortaya çıkmasıyla apansız büyük önem kazandı. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce ortaya çıkan, savaş sonrasında hızla yayılan televizyona karşı, renkli film, sinemanın ilk silahı oldu;! onu, geniş perde sistemleri izledi.
1960 yıllarına doğru, Fransa’da bir genç sinemacılar grubunun üyeleri, iki yıl içinde peş peşe ilk filmlerini çektiler. “Sinemada en önemli şey mizansendir” diyen bu gençler, sinemaya kendi sinema anlayışlarını ve kendi oyuncularını da getirmişlerdi. “Yeni Dalga” adı verilen bu akım, sinemaya film zamanlaması ve kurgu alanında da önemli yenilikler ekledi.
Flollyvvood, sinemada dev sanayi olma niteliğini her zaman korudu. Alman sinemasının gelişmesi, özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında durdu. Sonraki yıllardaki çalışmalar da, pek etkili olmadı. İngiltere’de belgeci an¬layış geçerliliğini sürdürdü. İki devlet sinema okuluna sırtını dayayan Polonya sineması, Avrupa’nın en ilgi çe¬kici sinemalarından biri haline geldi.
1960 yılları tamamlanırken, genel olarak “Üçüncü Dünya sineması” adı verilen bir sinema da, sesini du-yurmaya başladı. Flindistan’da Satyacit Ray’in Yol Des¬tanı adlı üçlemesiyle başlayan hareket, sonraki yıllarda sesini hızla duyurdu. Daha önce kendi sınırları içinde kalan Tunus, Senegal, Cezayir, vb. ülkelerin filmleri, ka¬tıldıkları çeşitli şenliklerde ödül üstüne ödül aldılar.
1970 yıllarından sonra ortaya çıkan bir değişiklikle, filmler salonlardan, evlere taşınmaya başladı. Videolar¬la, sinema kendine yeni bir pazar buldu.
Televizyonun ortaya çıkışı ile videolar arasında kalan dönemde, sinemanın gündemindeki en önemli sorun TV rekabetine karşı nasıl ayakta durulacağı oldu. TV, seyircilerin çoğunu kendine çekince, sinema da bu se¬yircileri yeniden salonlara getirebilmek için çeşitli yön¬temler denendi, ftenkli filmler, birçok yıldızın bir arada

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*