HASAN-I BASRÎ
; Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyük-lerinden. İsmi, Haşan bin Ebi’l- Hasân Yesâr’dır. Künyesi Ebû Muhammed ve Ebû Saîd’dir. As¬len Basratı olduğu için Basrî is¬miyle meşfiûr olmuştur. Babasının ismi, Firûz, Yesâr veya Gâfer’dir. Annesininki ise, Hayre’ d ir. 641 (H.21) senesinde Medîne-i mü- nevverede doğdu. 728 (H.1İ0) senesinde Basra’da vefât etti. Kabri Basra’da Sâlihiyye adı veri¬len yerde olup sevenleri tarafın¬dan ziyâret edilmektedir.
Hasan-ı Basrî hazretlerinin babası Basralıydı. Müslüman ol-madan önce Fîrûz ve Yesâr isim-leriyle anılıyordu. Müslüman olun¬ca Câfer ismini aldı. İslâm ordula- rmın gittiği Meysân fethi sırasında esir düştü. Eshâb-ı kirâmdan Zeyd bin Sâbit el-Ensârî’nin köle¬si oldu. Annesi Hayre Hâtûn ise Peygamber efendimizin (sallallâ- hü aleyhi ve sellem) hanımların¬dan Ümmü Seleme’nin (radıyalla- hü anhâ) câriyesi, hizmetçisiydi. Bu ikisi müslüman olmadan ev-
®®JerrHSZf@Fl’ömer’in-halîfeliği- sırasmda 641 (H.21) senesinde 5u^viîiÎKterTİTasarM43s3^ i<a geldi. Doğduğunda teberrüken ad koymak üzere hazret-i Ömer’e götürdüler. Hazret-i Ömer onun güzel yüzünü yorum;«, “AJ. !Şa¬şan {güzel} oısun.’ bayufuu. üûy. >sgs laaar, adî veriidi.
Hâlen müslüman olmamış olan bu âile. Medine’de Vâdi’l- Kurâ denilen yerde oturuyorau.
Annesi Hayre, Ümmü Seleme’nin (radıyallahü anhâ) evine gidip ge-liyor, onun hizmetini görüyordu. Küçük Hasan-ı Basrî’yi de berâ- berinde götürüyordu. Annesi Üm-mü Seleme’nin bir ihtiyâcını gör-mek için dışarı çıktığında henüz bebek olan Hasan-ı Basrî ağlıyor, hazret-i Ümmü Seleme de onu şefkat dolu kollanna alarak bağrı-na basıyor ve hattâ onu emzirdiği oluyordu. Hazret-i Ümmü Sele¬me; “Yâ Rabbî! Sen bu çocuğu âleme imâm ve Âdemöğullarına uyulacak kimse kıl. Halk ona uy¬sun, onun gittiği hak yolunu tut¬sun.” diye dua buyurdu. Hazret-i Ümmü Seleme ihtiyar olduğu hal¬de bu mübârek çocuk sebebiyle Allahü teâlâ onu emzirmesi için süt ihsân etmişti. Hasan-ı Bas- rî’nin bütün hayâtı boyunca, fikrî yapısına ve yaşayışına tesir ede¬rek mutluluğunu hazırlayacak olayların başta geleni belki de bu- dur. Ondaki hikmet ve fesâhatin sırrını bu hâdiseye bağlayanlar vardır. ,
Zamanla anne ve babası müslüman oldular ve kölelikten
âzâd edildiler. Böylece RüzSrlu W mHilu bir^âiienin çocuğu olan Ha- ^¡an^^asrfnlrrçocüKîugiT^ na-i münevverede geçti. Bu se- hante-Aıançayı en ivi şekilde öd- rendi. Hazret-i Ümmü Seleme:niu ouine annesivie birlikte yîuip yc len Hasan-î Basn, tsiam antâkıyid yeöşif. Çocuk yaştî Kur’ânTKeR1 mi ezberledi. İlk gençlik yılları Hazret*! Osman’ın halifeliği sıra-
i râd ettiği bir hutbeyi dinledi. Hazret-i Osman’ın sohbetlerinde bulunup istifâde etti. Bu yüce ha-lîfenin âsiler tarafından şehîd edil-mesine şâhid oldu. Hasan-ı Basrî bu sırada on dört-on beş yaşla- nndaydı. Medîne-i münewerede bulunduğu sırada Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerini görüp onlann soh-betlerinde bulundu. Yetmiş tânesi Bedir Harbine katılmış otan yüz otuz civânnda Sahâbe-i kiramdan (radıyallahü anhüm) ilim ve feyz alıp, hadîs-i şerif dinledi. Zâhirî ilimlerde yüksek derecelere yük¬seldi.
Hasan-ı Basrî on beş, on altı yaşlarındayken âilesiyle birlikte Medîne-i münevvereden aynlarak zamânın önemli ilim merkezlerin¬den olan Basra’ya gitti.
Babasının memleketi olan Basra’ya yerleştikten sonra Ab-dullah bin Abbâs, Enes bin Mâlik, Abdurrahmân bin Semûre, Se- mûre bin Cündeb, İyâd bin Himâr, Ma’kıl bin Yesâr ve Esved bin Se¬rî radıyallahü anhüm gibi sahâbi- lerin ilim meclislerinde ve sohbet¬lerinde bulundu. Hadîs, tefsîr, fı¬kıh ilimlerinde yüksek ilim sâhibi oldu.
Bundan sonra Abdurrahmân ibni Semûre komutasındaki or¬duyla Sicistan’a giden Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh, ilmî ça- lışmalanrrın yanında fetih ordulan- na da katıldı. Yine İbn-i Ziyâd, Horasan’a vâli olunca onunla bir-likte Horasan’a gitti, On sene ka¬dar süren faâliyetleri sırasında birçok sahâbî ile görüştü. Onlar¬dan ilim öğrendi ve rivâyetlerde
ŞEYTANIN VESVESESİ
1 ‘ Hasarvi Bastf tiMretfennın talebeleri şeytanın vesvesesin- örterek; ‘Yâ’Şeyhi Şeytandan ¿âyet İncindik. Hep istere teşvik ediyor. ‘Elinize geçen dünyâyı sıfct fu- Sİ$» l&ahtf olâcaiC” diyor ve bizi hayırdan ölıkoyuyof.”
I: ‘fâ. jfatrf hjsfcreîkitf gûtümMyircfc bt/yurdu ki:
sizden” etö.k06di W: “Şu ÂdemogUlİEfr»- > öfrHm’iıakkımer tamahr etmesjrtf&f: Kendi i&a «tetmter. Ne zaman ki Hak tsfilâ bent huzûrun-
©snfieiM
. Şittufl bfjnter k«ndf hakhnpı bırafc- . âen deontenn îmâniarı*
itjnlvyen
bulundu. Daha sonra Basra’ys. •dönüp tirada bulunan jisahâbîlii!’ den ve Tâbiînin büyüklerindi ¡1 ders almâya devâm etjti. E öyle «- î Eshâb-ı kirâmın Peygamberin1 iî- den naklen bildirdiği îtikâd, îmâr, zâhir ilimlerini iyice öğrend ve ye-tişti.
Hasan-ı Basrî hasretleri U- savvuf yoluna igirmedeıh önce no ticâreti ile meşgûl oldiu. Bu yit; ■■ den Hasan-ı Lü’lûî diye anıldı, i câret için çeşitli yerlere gidiyoni 1 .,T*câretie uğraşıp zengin c Imu; j Bir defâsında yine ticâret !■<? 11 . Rum diyârına ¡(Anadolu’ya) gitı rn ılı özere yola çılfo. Uzurj ve meiiH katli yolculuktan sonra Kaysr» i / ye şehrine ulaştı. Vardıkları şe iıı i kapısında o diyârın Ifükürndiıin a kıymetli hediyeler vejrerelk ticii e izni almak âdetti. Hazır ladı l< 11 hediyeyi hükümdârat takdinı ir mesi için verire götQrdüler. Vîıaı; “Bugün bir tören var, yarı 1 taler edelim.” dedi.
Hasan-ı Basrî o gece voîrn konağında misâfir Saldı. Sisti ıh olunca vezire kendilerin n du /*- pılacak törenleri taki a et nek s t l – diklerini bildirdi. Vezir kabû (¡iti. Vezirle birlikte tören! yerine ıje İdi-ler. Gördükleri manzara şöyiî/: i: Büyük bir meydanın orta!îiıı :#a süslü bir çaidır kurulmuştu. O 3: ır saf ipek vö ibrişimjöen, dirs l Isri ise gümüş ve altındandı. Çek i 1 ın önünde parlak yunjiuşak ş>ltiîler, divanlar kurulmuştu. Bu şiltou iyi cins atlastan ve çeşitli mert le ki st¬lerden getirilmiş rıâdide ve i şi bağrıştılar. Sonfı ne pekitip gittijl* şehrin d ğer inş inde, mücevhe /iğitler, 1 râkimler eklerinin işareti1 ¡dirin etmfındâ ¡dönüp ¡gittiler jKayser hükümdar) ve oniann ya-kın has)adamlan meydanın Orta-‘sına doğru ileflîyerek ortada ku- rulu süslü çadra girdiler. Orada j gerekli vazifeler yapıldıktan sonra herkesi evine döndü. Hasan-ı Basrî efe veziile birlikte vezirin evline döndü y i yapılan tören ile ilgili bilgi sohSlü. Vezir dedi ki: “Çadırın ortasındaki duran tâbut Rum kayserinin oğlunun tâbutu-dur. O genç, sön derece güzellik ssihibi] kuvvetli ve heybetli idi. Biitün fenlerde[ ve ilimlerde bilme- d te
bütün ilaçlar ve clevâ medi ve öidü. İşte günde o genci anmal ğün bu törenler düz« kes onun tabutunun çadırın yanına varır senin uğruna canının zırız, ama n© yazık I bir şey gelmiyor. BBtu mizi, güzelliklerimizi, nerlerimizi emrine t ama dühyâ kurulalı t zengin fakir ölümder muvaffak olamamışlE Vezir devam ederek; başı! İşte bu mânâyı ı Kayser ve diğer dev. hükümdânn yakınlar cenâzeyi kucaklayana maya çalışırlar. Eli sri gelmediğini ve âci^li yarak dağılırlar.”, dedi,
Bu hâdise Has; çok tesir etti. Zâten nın makam ve güjzet çici olduğunu bileti İH i hazretleri bu hakfk kavradı ve ticâret b men âhirete yöneldi, şehre girer girmez ¿1 ı rın hepsini fakirlere v> ı hiplerine dağıttı. BÎ : olan Muhsin Ali’den i savvuf yoluna yöne I yolunda kısa zamar : mânevî derecelere yı bir zaman halktan b ı etmedi. Ancak hoc Ali’nin izni ile vâz edi 1 ni yetiştirdi.
Hazret-i Ali, hatıl iği da şehir şehir dolaşıp I lall ¡aat ziyâre” edip dertlerini dinle- rriey kentlisine âdet edinmişti. Nerede bit şeyh veya vâiz görse veya duy:; a, giderek onu dinler, doğru yoldan ayrılanları edeplen- dirir. doğr.j olanları takdir ederdi. EÎj şekildi gezerken yolu Bas-ra’ya düştıı. Devesinden inip ora¬da üç gün kaldı. Şehri baştan ba¬şa g 22 erk n bir mecliste Hasan-ı Basrî’nin ı jiz ettiğini gördü. He¬men mecl şihe dâhiL cilup vâzını d’rıleioi veı ¡beğendi. Sonra ona; :LEy Hasarij Zamanın hâdiselerini anSatan bi-îi misin? Yoksa hakîkî gerçeği öıliji-etmek isteyen bir kişi irisin?” dre sordu. Hasan-ı Bas¬rî; “Fiesûl- ekremden bize ne ilim geldi se :-rıu yaymaya çalışıyo- nz. Habeıtni doğru bulduğum il- rri halka söylemekten çekinmiyo- ‘i iın.” dec Hazret-i Ali tebessüm ■oderek or \ yöneldi ve tebrik etti. Daha sonı i meclisten dışarı çıktı. ¡Hsısan-ı l!;|asrî hazretleri onun ‘Iıa?r3t-i Al|I olduğunu anlayıp he- ’metn kürsüden indi, eteğinden tu- tıp Tiübârek ayaklarına yüzünü
Irüp öprtü. Sonra haz- j zikir telkini; istedi. Bâ- İenilen yerde bulunu-
vo-Isırdı. Hazret-i Ali tasavvuf ile
irları Hasan-ı Basrî’ye attı.
Sonra Hasan-ı Basrî ona bîat etti. Hazr ( ı Alı ona icâzet vere- ■rek zikir t Çiniyle ve insanlara İs- ■lâni/eiin ‘¡mir ve yasaklarını an¬latmakla , ı-Lzîfelendirdi Sonra ta- ;rîkatt£ki İM, Hilâfetnâmeyı yazıp ¡Hssan-ı sJıasrî’ye verdi Tarîkat ,eh i araşır da usûl olan izinname,
icâzetnâme” denilen yazılı kâğıt verme usûlü hazret-i Ali’den kal¬dı.
Hasan-ı Basrî hazretleri ka- – vuştuğu bu mânevi iltifât ve dere-celerin verdiği zevkle kırk gün bir şey yiyip içmedi. Sonra irşâd sec-cadesine oturup, insanlara İslâ- miyetin emir ve yasaklarını anlat-maya devâm etti.
İlimde, rivâyetlerine en çok başvurulan âlimlerden ve fazilet sâhibi yüksek velîlerden oldu. İlim aldığı kaynağın sağlamlığı ve asr-ı saâdete yakınlığı sebebiyle ilimde çok yüksek seviyeye ulaştıktan sonra fetvâ vermeye ve talebe yetiştirmeye başladı. İlimdeki şöhreti, ahlâkı, ders vermekteki üstünlüğü her tarafa yayıldı. Derslerine ve vâzlanna pekçok in-san toplanırdı. Hattâ evi, sohbe-tinden istifâde etmek için gelen-lerle dolup taşardı.
İlim ve faziletlerinden istifâde ettiği Eshâb-ı kirâm ile kendi için-de bulunduğu nesli kıyas ederek:
“Siz onları görseydiniz mec-nûn (deli) zannederdiniz. Onlar si-zin iyilerinizi görseler; “Bunlar iyi-lik ve hayırdan nasipsiz kimseler-dir.”, kötülerinizi görseler; “Bunlar da müslüman mı?” derlerdi.” bu-yurdu.
Allahü teâlânın rızâsına ka-vuşmanın yanında, dünyâ ve dünyâdakilerin tamâmen boş ol-duğunu anlayan Hasan-ı Basrî hazretleri, elinde bulunanları fakir ve ihtiyaç sâhiplerine tasadduk
MADEM Kİ HEPİMİZ ÖLECEĞİZ…
Allah korkusu ile çok ağ¬lardı. Bir defâstnda dostla¬rından birinin cenazesinde bulundu. Cenâze defnedilin¬ce kabir başında ağlayıp, çok göz yaşı döktü. Sonra orada bulunanlara şöyle de¬di: “Ey müslümanlar! Kabir dünyâ konaklarının sonu, âhiret menzilinin ilkidir. Mâ- dem ki hepimiz ölüp kabre gireceğiz, o halde nasıl zevk, safâya dalıp, gezebili¬riz. îmân ehlinden olanlar kaygılı uyanır, kaygılı akşam¬lar. Bunlar iki korku arasın¬dadır. Biri geçmiş bir günah ki, Allahü teâlâ tarafından nasıl karşılanacağı belli de¬ğil. Biri kalan bir ömür ki, devâmı müddetince hangi tehlikelerle karşılaşılacağı belli değildir. Sonunda ölü¬me varacağını bilen, kıya¬mette kalkılacağına inanan, kalkınca Allah’ın huzuruna çıkacagina kânî olan kişiye gereken şey, üzüntü ve en¬dişe içinde olmaktır.” Orada bulunanlar bu sözlerinden dolayı, ağladılar. Başka bir seferde de; “Eğer Kur’ân-ı kerîm okuyorsanız, dünyâda hü?f»ünüz çok olsun, çokça ağlayasımz.” buyurdu.
■
HASAN-I BASRI
etti. Tamâmen ilim ve ibâdet e meşgûl oldu. Dünyâdan yfz çevi¬rip zâhid bir hayat yaşamşıya de¬vim etti. ‘ j
’ İ ! I Hasan-ı Basrî hazretleri, za-
mânının halîfesi Ömer bin Abdü- lazîz’e yazdığı mektupta da dün-yânın boş olduğunu şöyle ¡anlattı:
• “Şüphesiz ki dünyâ, geçip gi-dilecek bir konaktır. Ebeçlî kala-cak yer değildir. Dünyâda zenginJ lik ona dalmamaktır. Üzeri ide ya-şayanlar her an birer birer ölmek-tedir. Onu üstün tutan zillete, top-layan fakirliğe düşer. Dünyâ zehir gibidir. Onu bilmeyen yer, o da onu helâk eder (öldürür). Dünyâ* da, yaralı olup da yarasın tedavi ile uğraşan kimse gibi o . Yaralı kimse yarasının azmasınc an kor-karak perhiz yapar, daha şiddetli acıya düşmemek İçin çektiği acı¬ya sabreder. Tuzakları sıisler al tında gizlenmiş olan şu gaflet dünyâsından sakın. Ona daima Bitmeyen arzularla gönüller çe; ken sözlerle süslenmiş, nicelerini aldatıp, kendine meftun etmiştir. Süslenmiş gelin gibidir. Gözlen ona bakmakta, kalbiler ona hay-ran, nefsler ona âşık, o ise âşıkla-
rını helâk ediyor. Yaşayan!
lerden, sonrakiler öncekilerden ibret alnmyor. Ârif olanlar bile bıi hususta dalgındır. Ona düşkt’lin olan, ondan dünyâlık ekle eder Fakat aşırı giden aldanır, âhirete gideceğini, dönüşünü unutur. Kal bi dünyâya dalar ve ayağı kayar Sonra da büyük bir pişmsj derin bir hasrete düşer.
8 Evliyâlar Ansiklopedisi iüişkün kimse, mu- maz. Bir gürt olsun ımaz. Her gün, ayrı eder getirir. Derken lar dalar, ömür biter n onu yakalayıverir. fcsız âhiret yölculu- fzc|runda kalır. İşte jdtişmekten sakın.
ılenn emîri! Dünyâ- ühjâfaza edebildiğin vinçli ol. Yoksa, ne yeridir. Dünyâ kimi sonunda mutlaka bir şey vardır. Dün- aldanmıştır. Bugün ¡n dünyâ yarın zarar î, ümit, belâ berâ- da kalmanın sonu ider. Onun sevinci şıktır. Dünyâda ne ;olmaz ki, beklenip Dünyâdaki arzular, iel eri boştur. Onun s. Eğer iyi düşühür- ı, c nda her an tehli- ırş lyadır. İnsan, ra¬ide, musibet zamâ- İkeli durumlara düş- şt göstermelidir. İn- ¡¡nij Allahü teâlâ ve H aleyhimüsselâm, İSci bile, dünyâ onu akıa uyaracaktır. Bu- “, yine Allahü teâlâ- corkutan, Cennet ile shlberler geldi. Alla- dinde dünyânın zer- ieti yoktur. Resülul- e dünyâ hazîneleri a, ¡O kabul ötmedi, dı bile, Allahü teâlâ-
nın nezdindekinden sivrisinek ka-nadı kadar bir şey eksilmezdi. Dünyâ, imtihân için sâlih ve ibâ¬det edenlerden alındı. Aldatmak için de, Allahü teâlânın düşman¬larına verildi. Dünyâ verilerek al-datılanlar, dünyâyı elde etmekle, ele geçirmekle, kendilerine ikrâm edildiğini zannederler. Allahü teâ- lânın, Mûsâ aleyhisselârna şöyle buyurduğu rivâyet edilir: “Zengin-liğin geldiğini gördüğün zaman, (Bu cezâsı çabuklaştırılmış bir gü¬nah) de, fakirliğin geldiğini görür¬sen, (Hoş geldin ey sâlihlerin şiâ- rı, alâmeti) de, istersen rahatlık sâhibini öv.“
îsâ aleyhisselâm; “Katığım açlık, şiârım korku, bineğim iki ayağım, elbisem yün, ışığım ay, yemeğim ve meyvem yerden bi-tenler. Yanımda hiçbir şey olma-dan sabahlar ve akşamlarım. Yer-yüzünde benden zengin kimse yoktur.” buyurmuştur.
Hasan-ı Basrî hazretlerinin Basra Mescidinde verdiği dersler büyük bir talebe topluluğu tara-fından tâkib edilirdi. İlmi, zühdü, konuşmasındaki fesâhati ile her-kes tarafından sevildi ve şöhreti her tarafa yayıldı. Hattâ halîfe ve vâliler onun ilminden istifâde et-mek için, adamlar veya mektuplar göndererek baş vurdular. Ömer bin Abdülazîz’in halifeliği zamâ- nında, âlimlere ve evliyâya büyük bir hürmeti olan Basra vâlisi Adiyy bin Ertât, Hasan-ı Basrî’yi Basra kâdılığina getirdi. Devlet adamlarıyla olan münâsebeti bu şekilde artmış oldu.
Adâleti, takvâsı ve hizmetle-riyle meşhur Emevî halîfesi Ömer bin Abdülazîz rahmetullahi aleyh, Hasan-ı Basrî’ye mektup yazıp, âdil devlet reisinin nasıl olmasi gerektiğini kendisine yazmasını istemişti. Bu arzu üzerine Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh şu mek-
Hasan-ı Bas • rî’nin İştigfa- rat-ül-Munkıze adlı yazma eserinin 1b ve 2a sayfaları. Eser, Süley- mâniye Kütüphânesi Reşad Efendi Kısmı 493 numarada kayıtlıdır.
Bir gün Hasan-ı Ba Yazdı Ki: “Nedir bap
ZIrâ hükümdar old’ Muvaffak olmam k
O da ona yazdı ki:ı Çoktur mesGJiyetl,
^unu bil ki bir sult O iyi olur ise, mille ı
Bozulur milleti de,
/ 0 halde sen kendi
Gerçi buğun sultar : Lâkin bir gûn sen < ı
– Şimdi hep sevdikl«
; Lâkin yalnız kaftrsı
Bil kİ imtihandasır Öyle amel eyle ki,
Sana yazdıklanmır Ve lâkin kullanma
Hasan-t Basrî ona, Buyurdu ki: “Bu di
Z?râ bu, bir konakl Ebedî kalacak yer 11
Dünyâyı üstûntuti Zîrâ Allah dünyâya
10 EvRytlar AnaHdepadM
Süslenmiş gelin gibi, cezbeder dünyâ seni, Ahmak olan kaptınr, dünyâya kendisini.
Evet, gerçi dünyâlık, lâzımdır her mümine,
Lâkin onun secisi, girmemeli kalbine.
Zîrâ kalp, nazargâh-ı İlâhîdir âşikâr,
Dünyâ muhabbetinin, orada ne işi var?
Dünyâyı seven kişi, düşer onun ardına,
Ve Jâkin hiç bir zaman, eremez murâdına.
Her gün ayrı düşünce, her gün ayrı bir keder, Ona kim aldanırsa, ömrünü heder eder
Halbuki dünyâ benzer, insanın gölgesine, »» Yakalamak istesen, o kaçar senden yine.
Sen dünyâdan kaçarsan, o gelir hep ardından, Tecrübe edilmiştir, bu böyledir her zaman.
Et’ Yâ Ömer, bu insanlar, uyumaktadır, ancak,
\ Melekül mevt gelince, âniden uyanacak.
I*
Hak teâlâ dünyâya, verseydi biraz.kıymet, Vermezdi kâfirlere, dünyâdan zerre nîmet.
Yâ Ömer peygamberler, âlimler ve velîler,
Ona aldanmamayı, nasihat eylediler.
)■ Zîrâ âhiret için yaratıldı bu ihsan,
Ve hesap verecektir, dünyâda yaptığından.
Hem dahi sonu yoktur, ebedîdir âhiret Orada iki yer var, ya Cehennem, ya Cennet,
İnsan sonsuzluk için, yaratıldı yâ Ömer,
Öyleyse buna göre, âhirete değer ver.”
EvHyİlar AmHdop«cM 11
tubu yazdı: “Ey Müminlerin e| Bilmiş ol ki, Allahü teâlâ âdil i let reisini, zulme, haksızlık mâni olucu, zayıflara yardııl darda kalanlara destek olaraKj ratmıştır. ‘
Âdil devlet reisi, kendi rr nasıl korur ve evlâdına nasıl katli davranırsa, tebaasına ck le davranır. O bedendeki kal) bidir. Uzuvlar onun iyi olma iyi olun Bozulmasıyla da bozt
Âdil devlet reisi Allahü t nm emirlerine uyar. O’na eder. Emrindeki tebaasını da bü teâlâya itâat etmeye eder. Ey müminlerin emîri, i natta, sâhibinin himâyesine ı ği malı ve âileyi darmadağın köle gibi olma! Allahü teâlâ lüklerden sakınılması için cı emretti. Bunu uygulayacak (reis) suç işlerse yakışık olur
Ey müminlerin emîri! ö iı, ölüm ânında yakınlarının sar pacakları yardımın azlığı ölümden sonrasını düşün, t ye ondan sonrasına hazırlıl iyi bil ki, şimdi bulunduğuı kamdan başka, senin kab nen başka bir makamın dal- dır. Orada uzun müddet ka sın. Dostların seni yalnız t cak ve tek başına kalacaks şinin kardeşinden, anası babasından, hanımından i cuklanndan kaçacağı gün« na yardımcı ve dost oiacs hazırla. Kabirdekilerin dirilti gizli şeylerin ortaya çıkar zamanı hatırla. Artık o zam
olacaktır. Büyük «i amel defte-
ınrıîri! Şu anda (esin. Fırsat İip, çatma- ı gitmeden Allahü Aamıında adâletle rlııjı hükmü ile r hakkında ‘olu tutma! ı Ikendi günâ¬ha günâhları elâketine se- ijstifâde eden düşürmesin. faatleıini el- ı’ırette kavu- uzaklaştırır- e kuvvetine in ne olaca- orıa göre iş yap. ‘ipil SPPİ sarmış her Hesap vere-
| emîri! Sana gelen nasî- tubumu dos- 3ibin ilâcı gibi tu şifâya ka~ İç içirir.
rahmeti ve ey mümin-
bulunduğu sırada i- Basrî hazretleri- ‘.bdullah isminde iki M Mütevâzî bir i evinden hiç ılgımdı.’ Tek başına
yemek yediği görülmedi. Onan iki türiü meclisi vardı. Birincisi müte- vâzi ve kerpiçten yapılmış olan evi, İkincisi ise mescidiydi. Mes- ciddeki meclisi umûmî olup ona herkes gelebiliyor ve orada her ilimden konuşulabiliyordu. Evin-deki meclis ise husûsiydi. Daha ziyâde ihvân (kardeşler) ismini alanlar oraya gelebiliyordu. Bâzan evinin misâfirlerle dolup taştığı da olurdu. Hattâ öyle zamanlar olur¬du ki, sabahın erken saatlerinde gelenler bir türlü evden ayrılmak istemezlerdi. Bir defâ oğlu onlara; “Şeyhi biraz rahat bırakınız. Onu çok yordunuz. Zîrâ daha bir şey yememiş ve içmemiştir.” dedi. Hasan-ı Basrî hazretleri oğlunun bu müdâhalesini uygun bulmayıp; “Sus. Allah’a yemin ederim ki, onları görmekten gözüme daha güzel gelen bir şey yoktur.” diye¬rek oğlunu îkâz etti.
Hasan-ı Basrî hazretlerinin sohbetlerini cinnîler dahi dinlerdi. Talebelerinden birisi şöyle anlattı: “Bir gün sabah namazı vaktinden önce Hasan-ı Basrî hazretlerinin devamlı olarak namaz kıldıkları mescide vardım. Mescid daha açılmamıştı. Kapının üzerinde kilit vardı. Beklemeye başladım. İçeri-deki büyük bir kalabalıktan yük¬sek âmin sesleri geliyordu. Biraz sonra Şeyh hazretleri yalnız ola¬rak dışarı çıktı. Ben büyük bir me¬rakta âmin seslerinin kimin tara¬fından söylendiğini sordum. Şeyh hazretleri bana; “Yâ Abdullah kimseye söyleme. Her gün cinler gelir, benden duâ etmemi isterler.
Ben de duâ ederim, onlar “âmîn” derler.” buyurdu.
Bir gün Hasan-ı Basrî hazret-lerine birisi gelip; “Filan kimse şe¬ni çekiştirdi, gıybet etti.” deyince; “Sen o zâtın evine niçin gitmiş-tin?” diye sordu. O şahıs; “Misâfir olarak dâvet etmişti.” dedi. Son¬ra, ne ikrâm ettiğini sorunca; “Çe¬şitli yemekler ve meşrubat…” ce¬vabını aldı ve buna karşı; “Bu ka¬dar yemeği içinde sakladın da, bir çift sözü saklayamayıp bana mı getirdin?” dedi.
Daha sonra kendisinin aley-hinde konuşan bu kimseye, bir tabak tâze hurma ile birlikte özür dileyerek, şöyle haber gönderdi: “Duyduğuma göre sevaplarını, benim amel defterime geçirmiş¬sin! İsterdim ki, karşılık vereyim! Kusura bakmayın! Bizim hediye¬miz sizinki kadar çok olmadı.”
İbn-i Şîrîn ve Şâbî gibi zâtlar¬la da görüşüp sohbet eden Ha- san-ı Basrî hazretleri pekçok tale¬be yetiştirdi. Onun yetiştirdiği zât-lardan iki yüz otuz altısının isimle¬ri kitaplara geçmiştir. Bunlardan altmış sekizinin hadîs rivâyetleri Kütüb-i Sitte adı verilen meşhur hadîs-i şerîf kitaplarında yer al-maktadır.
Talebelerinin en meşhurları; Hasan-ı Basrî’nin tefsirlerini nak-leden Katâde, hadîsteki rivâyetle- rinr en iyi bilen Hişâm ibni Has-san, hadîs naklinde “hüccet“ de-recesine gelen Yûnus bin Ubeyd, “BaSra gençlerinin seyyidi” bu-
EvNyftiarAnaUüopadM 13
i
yurduğu ve hadîste hüccet dere-cesine yükselen talebesi Eyyûb ı’bni Ebû Temîme gibij kıymetli âlimlerdir.
Basra’da Hasan-ı Şasrî haz-retlerinin sohbetlerini dinleyen ve ondan istifâde eden tasavvuf ehli arasında Râbiatü’l-Adviyye, Mâlik bin Dînâr, Habîbri Acemî gibi zât¬lar da vardır.
Eshâb-ı kirâmın, Peygambe-rimizden (sallaÎlahü aleyhi ve sel- lem) bildirdiği din bilgilerini ve [ doğru inanış olan Ehl-i sünnet îti- kâdını naklederek insanların hidâ- 1 yete kavuşmasına hizmet eden Haşan-ı Basrî hazretlerinin ko¬nuşması, ilmi, vakan, sükûneti ve görünüşü Resûlullah efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) çok benzerdi. Tasavvuf hakkında söy¬lediği sözler, diğer evliyâdan işitil- mezdi.” ;
Hasan-ı Basrî hazretleri verâ ve tevâzu sâhibiydi. Tevâzu alâ-meti olarak sûf (yün) giyerdi. Bu-yurdu ki: “Bedir Harbine katılmış yetmiş kadar Sahâbiye yetiştim. Bunların sûftan başka bir şey giy-diklerini görmedim. Sût elbise gi-yen tevâzu için giyerse, Allahü te- âlâ onun basîret nurunu, artırır. Ri- yâ ve büyüklenmek maksadıyla giyerse, mancınıkla Cehennem’e atar.”
Âlimlerin ve ilmin faziletiyle il¬gili olarak da buyurdu ki:
Kı/âmet günü şehıdlerin kanı alimlerin mürekkebi ileş tartflacak, şehıdler diyecekler ki: “Âlimler
zaroanl .rının ışık kaynağıdır. Her âlim za ‘Sânının lambasıdır. İnsan-lar âlin er vâsıtası ile aydınlanır¬lar.’ (j ! : j ’
Ha ikî fakîh, dünyâya kıymet verme’ ip, âhirete rağbet eden, halalar ¡1 görebilen, Rabbine ibâ- dettb c. ;vamlı olan, şüphelilerden uzak d ran, başkalarının bir şeyi¬ne aparı * vermekten sakınan âlim kim$e| rt ■, .. I
G«l iılun ferah olup duanın nakbû olmalını istersen, şu beş şevi teı i etme:
V:1 • ■
•S. W VI*. AYA, HİZMKT
H 1 ■-( ‘noa/.-dmayı /lya- r<-‘ i nen tur âtı», arka- s 11 1 7enbı’lc tavSf ettiği¬ni gc ■ . Haşan 1 Basrt haz- r- İti k>mst*ye. “Kardeşim a.ı;a I ıl 1 vukü koyup öyle t-»’âı sen dahıi iyi olmaz I •’?” ıUniu 0 kım^e,- “Bu cıiaı, ıi.ıkı yük değil .babam¬dı- E mu-Şam’dfln yedi kere s Mİ . getirip hac yaptır u .1. ıku bana dînimi, îmâ- iı rıı ■ -’.rc’tı Bonı lüfâm ah l.’kı > )fctıştud ” cevabını vf-rd 1 on a H.i’snn-ı Başri I ‘iı, “K.va nr’t gûnühe k il. v-vlı’^c drkrindJ getı rıp. at 1 >‘t*S4*n, bir kerS“
\ ılb ..ınndkld ou yaptığın h . n jcş.j dıfk-ı ve yine bir er fa ıilı.>(ı y^p&an bu ka- di , – ne e mukabil otur.’
1) Dünyâya harfe olmayan, her işi Allah rızâsı için yapan âlim-lerle berâber ol.
2) Gece namazı kıl! Kazâya kalmış namazlarını, geceleri de kazâ ederek bir an önce öde! Farz namazı kazâya kalan kimse¬nin, sünnet ve nâfile namazları kabûl olmaz. Yâni sahîh olsa da sevap verilmez. Âlimlerimiz buyu¬ruyor ki, şeytan, müslümanları al¬datmak için, farzları ehemmiyet¬siz gösterip, sünnet ve nâfileleri yapmaya sevk eder.
3) Tegannî etmeden Kur’ân-ı kerîm oku.
4) Namazlarını tam olarak, vaktin geldiğini bilerek ve evvel vaktinde kıl.
5) Helâl ye. Helâl yiyenin du- âsı makbuldür. O halde helâli, ha-ramı öğrenmek lâzımdır.
Hasan-ı Basrî hazretleri güzel ahlâk sâhibi ve cömertti. Maaşını alır almaz fakirlere dağıtırdı. Cim-riliğin kötülüğünden bahsederdi. Cimri kimselerden birisinin vefâtı sırasında yanında bulundu ve ona; “O para ve mallan sana te¬şekkür etmeyeceklere bıraktın, şimdi özrünü kabul etmeyecek olan Allahü teâlâya gidiyorsun.” buyurdu. İsrâf hakkında da; “Bir kimsenin malını nereden kazandı-ğını öğrenmek istediğiniz zaman, onu nereye harcadığına bakınız. Şüphesiz habîs yâni helâl olma¬yan kazanç israfta harcanır.1’ bu¬yurdu. Cimri ile müsrif arasında orta yolu seçen bir kimse olan
Hasan-ı Basrî hazretlerinin; “Ey Âdemoğlu! Karnının üçte birine kadar ye, üçte birine kadar iç, üç¬te birini de düşünme ve teneffüs (solunum) için ayır.” sözü tıp oto-ritelerini hayrete düşürecek mâhi-yettedir.
Hasan-ı Basrî hazretleri Mek- ke-i mükerremede duânın kabûl olduğu yerleri şöyle bildirdi: 1) Ta-vafta, 2) Mültezemde (Hacer-i es- ved ile Kâbe-i muazzamanın ka¬pısı arasındaki kısım), 3) Altın olu¬ğun altında, 4) Kâbe-i müazza- mada ve onun içinde, 5) Zemzem kuyusunun yanında otururken ve Zemzem suyu içerken, 6) Safâ ve Merve’de, 7) Safâ ile Merve ara¬sında, 8) Tavâf edip iki rekat tavâf namazı kıldıktan sonra Makâm-ı İbrâhim arkasında, 9) Arefe günü Arafat’ta, 10) Bayram gecesi gü¬neş doğuncaya kadar Müzdeli- fe’de, 11) Mina’da, 12) Şeytan taşlama ânında.
Bir sohbeti esnâsında da bu-yurdu ki:
“Kalbin bozulması altı şey-dendir: 1) Allahü teâlânın rahmeti¬ni umarak, tövbeyi terk etmek, 2) İlmi ile amel etmemek, 3) Amelin¬de ihlâs sâhibi olmamak, 4) Alla¬hü teâlânın ihsân buyurduğu rızkı yiyip, şükür etmemek, 5) Allahü teâlânın taksimine râzı olmamak,
6) Vefât edenleri kabrine defne¬dip, onlardan ibret almamak. Re- sûl-i “ekrem sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kabir, âhiret konaklarının ilkidir. Ondan kuru-tulana, ondan sonrası daha ha¬
fif ve kolay, ondan kurtul: rriıgı- yana, ondan sonrası d -ıh«ı 2or ve çetindir.”
Vâz ve nasîhatlef ö ^le ke nçı- lardı ki, onlarla kalpleıe /u ulur. | Naöıl gözümüzle gördüğümüz kamçılar bedene vıırud.tjı za¬man tesir ederse, ras h.;tle de; öyle kalbe tesir eder, 3ü/ü lor- den birisi şöyle buyıırdr. “Arcak temiz bir kalpten çıkan misil-atıeır tesir eder. Çünkü kaptfın gelısrsk yapılan nasîhat kalbe jMer. Sâ¬dece dille yapılan nash.itle l)ı- kulaktan girip diğer kua.<ta çı¬kar, tesirli olmaz. İlmiyle an« öl¬meyen âlim mum gibidiı. ir sa ilanı aydınlatır fakat kendi sin y.|kı bi¬tirir.”
Hasan-ı Basrî hazretle şik zamanlardaki vâz vt< il-lerinde buyurdu ki:
“Bid’at sâhibi im kalkmayınız. Çünkii o, hasta eder.”
Allahü teâlâ hak|<ı i ?iıı sc ttij- /e 3’i- la iziz
Tlc ‘ili ilâ «l-
olnaı İt.1
dır.”
Hasan-ı Basrî hazretleri töv-benin şartlarına uygun olarak hem dil, hem de hal ile yâni gü¬nahları; haramı terk etmekle ve hak sâhipleriyle helâllaşmakla ya-pılması ; lâzım olduğunu belirtmiş-tir. Şartlanna uygun olmayan töv-benin tam tövbe olmadığını belirt-mek için; “Bizim tövbemiz de töv-beye muhtaçtır.” demektedir.
Bir; kimse gelerek; “Şimdi münâfıik var mı?” diye sordu. “Eğer şimdiki münâfıklar, öldürü-lüp, cesetleri sokaklara atılsa, hiçbir yere çıkamazdınız.” buyur-du.
Bir defâsında da; “Allahü teâ- | lâya ve ¡kullarına karşı edepli ol-mayan kimsenin ilmine itibâr edil-mez. Belâ ve musibetlere, insan-lardan gelen sıkıntılara günahlar-dan sakınıp, farzları yerine getir- meyenirı dindarlığı mûteber değil-dir. Halamlardan ve şüphelilerden sakınmayanın Allahtı teâlâ katın¬da bir mertebesi ve yakınlığı yok¬tur.” buhurdu.
Hasan-ı Basrî (hazretlerinin Şem’ûn adlı mecûsî bir komşusu vardı. Qnun müslüman olması için Allahü teâlâya geceleri niyâz ederek ağlayıp yalvarırdı. Komşu¬su bir hastalığa tutu du. Tutuldu¬ğu haftalıktan kurtulamayan me¬cûsî son derece halsiz düştü. Ha¬şan-» Basrî onu ateşten korumak için yanıma g’ıtti. Sor ra ona Keli- me-i tevhidi telkîn etti. Allahü teâ- lânın sffatjannı açıkladı ve buyur¬du ki: M
“Ey Şem’ûn! Şu kadar müd-detten beri ömür sürüp, rızkın için çalışıp didindin. Ama bu gayretle-rin boşa çıkacaktır. Zîrâ sen uzun yıllar ateşe taptın, gece ve gün¬düz yaratıcı sanarak ona secde eyledin ve küfründe ısrar ettin. Bu sebeple yerin ateş olacaktır. An¬cak şimdiden sonra tövbe ederek “Lâ ilâhe illallah Muhanrimedün Resülullah” deyip, O’nu zikredip verdiği nimetlere şükredici olmalı-sın ki, Hakk’ın dergâhına vardı-ğında kendine Cennet’i mekân bulasın.” buyurdu. Mecûsî bâzı bahâneler ileri sürerek îmân et¬mek istemedi. Hasan-ı Basrî haz¬retleri buyurdu ki: “Senin dediğin hususlar teferruattır. Asıl olan îmândır. îmânla şereflenenler Ce-hennem ateşine girseler bile elîm azâba uğramazlar. Hattâ Cehen¬nem ateşi bile îmânı kuvvetli bu kişilere pek tesir etmez:. Cehen¬nem müminlere hitâb ederek; “Günâha müptelâ olanlara gü¬nâhları kadar azâb olursa da son¬ra çok sevaplara kavuşurlar. Ama kâfirler ebedi, sonsuz azâb içinde nice bin türlü eziyete düçar ola¬caklardır. Hak teâlâ müminleri dünyâda da kerâmet ehli kılıp, hakikati göstermek için peygam¬berlerin vârisleri olarak onları kuv-vetlendirmiştir. Eğer diğer ateşe tapanlar gibi acıklı bir azâba uğ-ramak istemiyorsan, gel ikimiz el-biselerimizi çıkarıp yanan fırına girelim. Bakalım hangimizin be-denini ateşin alevleri yakmaya-cak.” buyurdu.
Hasan-ı Basrî orada yanan bir ateşin içine kollarını sıvayıp soktu ve; “Ey Şem’ûn! Ateş dün¬yâ ve âhiret mahlûkudur ve Hakk’ın emriyle yakar. Allah’ın emriyle ateşin mizâcı su gibi, su¬yun mizâcı ateş gibi olur.” buyu¬rarak kor hâlindeki ateşten kolla¬rını çekti. Fakat ellerinde en ufak bir yanma alâmeti görülmedi. Bu hal karşısında göntü yumuşayan mecûsî, İşlâma meyletti ve; “Ey Haşan! Bütün sözlerin ve davra-nışların güzel. Fakat bu kadar te¬lef edilmiş ömürden ve işlediğim kötülüklerden sonra affa ve mer- hâmete lâyık olur muyum? O Ke- lîme-i tevhidi söylemekle Cen- net’e girip hûrilere ve gılmâna nâil olabilir miyim?” dedi. Hasan-ı Basrî hazretleri; “Evet.” buyurdu. Mecûsî; “Ey Haşan! Eğer bana bir ahitnâme yazıp bana kefil olur¬san, îmâna gelirim. Yokisa korka¬rım.” dedi. Hasan-ı Basrî gereken teminâtı vererek onun Kelîme-i tevhîd ile îmân etmesine vesile oldu. Şem’ûn Hakk’ın affına ka¬vuştu. Sonra da vefât etti. İsteği üzerine ahidnâme ile birlikte me- zârına koyup defnettiler.
Hasan-ı Basrî hazretleri evine döndüğünde kendi kendine yap-tığına pişman oldu ve; “Ey Şeyh Haşan! Sen gayba hükmederek, küstahlıkta bulundun, acâip söz¬ler söyledin.” dedi. Bu düşüncey¬le uykuya vardığında, rüyâsında Şgm’ûn’un yeni müslüman ol¬muş, nûrlar ve ışıklara boyanmış başına kıymetli Cennet taşlarıyla süslenmiş bir tâc, beline altın bir kemer kuşanmış bir halde Cen-
nin tasavvuftaki yolunu dört halî¬fesi devâm ettirdi. Bu halîfeleri, Mâlik bin Dînâr, Utbe-i Gulâm, Ebû Hâşim-i Mekkî ye yerine vekil bırakmış olduğu Habîb-i Ace- mî’dir. ‘Hasan-ı. Basrî’nin hazret-i Ali’den aldığı tasavvuftaki yoluna daha sonra Edhemiyye ve Çeştiy- ye adlan verilmiştir.
îmânla ilgili meselelerde çe¬şitli bozuk ve sapık fırkaların orta¬ya çıkmaya başladığı bir devirde yaşayan ve birçok kıymetli eserler yazan Hasan-ı Basrî hasretleri, Peygamber efendimizin ve O’nun Eshâb-ı kirâmının yolu olan Ehl-i sünnet yolunun savunuculuğunu yaptı. İlmiyle ve güzel ahlâkıyla insanların bu dünyâda ve âhirette saâdete, mutluluğa kavuşabilme¬leri için gayret etti.
Eserleri: 1) Tefsîr-ul-Hase- ni’l-Basrî: Bu kitabı bir bütün olarak zamânımıza kadar ulaşma¬mıştır. Ancak kaynak tefsir kitap¬larında dağınık rivâyetler hâlinde bulunmaktadır. 2) Kitâbii’l-Ha- sen ibni Ebi’l-Hasen fil Aded: Kur’ân-ı kerîmin âyetlerinin adedi ile ilgilidir. 3) Risâle fî Fadlı Ha¬rami Mekketi’l-Mükerreme: Mekke’nin faziletine dâirdir. 4) Ri¬sâle Abdi’l-Melik ibni Mervan ilâ Hasen-il Basrî ve Cevâbihi Aleyha: Halîfe Abdülmelik’e yazıl¬mış bir risâledir. 5) Risâle Erbea ve Hamsin Farîda: Elli dört farzı anlatan bir kitaptır. 6) îmânda aranılacak elli fazilet hakkında bir risâjesi, 7) El-İstigfârâtu’l Mun- kıze Mine’n-Nâr (Bu kitabın bir adı da Errâd-ı Hıfzıyye’dir.) lsııg- fâr, yâni tövbe hakkındadır. Bun¬lardan başka eserlerinin de oldu¬ğu kaynaklarda bildirilmektedir.
1) Tabakât-ı İbn-i Sa’d; c.7, s.114,156
2) HİIyetü’l-Evliyâ; c.2, s.131
3) Tezkiretü’l-Evliyâ; s. 17
4) Câmta Kerâmâti’l-Evliyâ; c.1, s.389 –
5) Risâle-i Kuşeyrî; s.288, 296, 330, 359, •469 –
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.98,1065,1079,1084
7) Vefeyâtü’l-A’yân; c.2, s.72
8) Ravdü’r-Reyyâhîn; s.102,116,158
9) Sıfâtü’s-Safve; c.3, s.155
10) Hasan-ı Basıî (İbnü’l-Cev23)
11) Tabakâtü’l-Kübrâ (Şa’râni); c.1, s.31
12) El-Kevâkibü’d-Düriyye; c.1, s.17
13) Hasan-ı Basrî ve Tefsirdeki Metodu (Doktora tezi, Dr. Ethem Levent)
14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s,200-205
15) Lemezât; s. 159