Evliyalar | HİÇ UYUMAZDI

HİÇ UYUMAZDI

Ramazân-ı şerifte ekin biçer, aldığı ücreti muhtaç olanla­ra verirdi. Gece sabaha kadar ibâdet eder, hiç uyumazdı. “Hiç uyumadan nasıl durabiliyorsunuz?” diyenlere; “Nasıl uyuyabilirim ki, ağlamaktan bir an kesilemiyorum. Bu halde gözüme uyku girmesi mümkün müdür?” derdi. Namazını bi­tirdikten sonra ellerini yüzüne kapan “Yaptığım ibâdet doğru ve makbul olmaz da, eski bir paçavra gibi yüzüme çarparlar diye çok korkuyorum.” buyururdu.

Bir defasında, ıssız bir yerde, harâbe bir binada şiddetli soğuk ve ayazın olduğu bir gece, üç kişi ibadet ediyorlardı. Arkadaşları uyuduktan sonra İbrâhim bin Edhem kalkıp, sa­baha kadar kapıda bekledi. “Niye böyle yaptın?” dediklerin­de; “Arkadaşlarım uyurken bir tehlike meydana gelirse, onu ben karşılayayım. Arkadaşlarım üzülmesinler diye böyle yap­tım.” buyurdu. Bir defasında sefere çıkmıştı. Azığı bitti; “Be­nim yüzümden bir kardeşim sıkıntıya, zahmete girmesin.” düşüncesiyle uzun müddet kimseden bir şey istemedi.

 

peşine düştü ve sordu; “Sen kim­sin?” O zât da, “Ben Hızırım.” de­di.

Bundan sonra İbrâhim Ed­hem hazretlerinin derdi çoğaldı. Kalbindeki Allah aşkı fazlalaştı.

Başından geçen bir başka hâdise de şöyledir:

Bir gün atının hazırlanmasını istedi ve av köpeğini de yanına alıp ava çıktı. Karşısına bir hay­van çıktı. Onu yakalamak için atı­nı sürdü, gâibden; “Yâ İbrâhim sen bunun için yaratılmadın ve bununla emr olunmadın!” diyen bir ses işitti. Durdu, sağına solu­na baktı hiçbir kimseyi göremedi. “Allah lânet etsin! Bu İblis’tir!” de­di. Atını tekrar sürdü. Biraz önce­kinden daha kuvvetli ve daha açık; “Ey İbrâhim! Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emir olunmadın!” dendi.

Durup, sağına soluna baktı, hiçbir kimseyi göremedi: “Allahü teâlâ lânet etsin! Bu İblis’tir!” de­di. Atını tekrar sürdü ve aynı söz­leri atının eyeri tarafından işitti ve durdu: “Âlemlerin Rabbinden ba­na bir ikaz geldi. Allahü teâlâya yemin ederim ki bu günden sonra Allah’a isyân etmeyeceğim. Rab- bim, sâlih insan olmamı istiyor!” dedi. Bu hâdise üzerine pek fazla ağladı ve elbiseleri göz yaşlarıyla ıslandı. Sonra geri döndü. Bir ço­bana rastladı. Dikkat edince bu­nun, babasının çobanlarından bi­risi olduğunu anladı. Onun abası­nı ve başlığını alıp kendi elbisele­rini ona verdi. Her şeyi bırakıp Al­lahü teâlânın yoluna girdi.

Merv şehrine doğru giderken yolda âmâ bir adamcağız bir köp­rüden geçiyordu. Gözleri görme­diği için nehre tam düşerken, İb­râhim bin Edhem bunu gördü. Adamcağıza çok acıdı ve (Alla- hümmahfezhu= Ey Alah’ım. Onu muhafaza et, koru!) diye duâ etti. Bunu söyleyince köprüden düş­mekte olan âmâ, köprü ile nehir arasında, boşlukta kaldı, düşme­di. Etrafta bulunanlar, âmâyı tutup yukarı çektiler ve İbrâhim bin Ed- hem’in büyüklüğünü tasdik ettiler. Bundan sonra Nişâbur’a gitti. Hep nefsi ile meşgûl olmak, her an Allahü teâlâya ibâdet ve tâatte bulunmak için, kendisine dünyâ meşgalelerinden uzak, sâkin bir yer aradı. Burada bulunan bir ma­ğarada dokuz sene ibâdet etti. Bu mağarada bulunduğu bir gece yıkanması icab etti. Zemherir günleriydi ve çok şiddetli soğuk vardı. Buzu kırmak suretiyle gusül abdesti aldı ve seher vaktine ka­dar ibâdet etti. Soğuktan donmak üzere olduğunu hissetti. Isınmak için biraz ateş olsa veya üşüme­mek için sırtımda bir kürk ojsa di­ye hatınndan geçti. Birden sırtın­da bir kürk bulunduğunu ve be­denini ısıtmakta olduğunu hisset­ti. Böylece, birazcık istirahat edip, uyumak imkânı hâsıl oldu. Az za­man sonra uyandı. Bu kürkün, çok heybetli bir hayvanın derisin­den yapılmış olduğunu anladı. Al­lahü teâlâya hamd etti.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*