GÖNÜL HUZÛRU İLE İBÂDET
İbrâhim bin, Edhem buyurdu ki: “Bîr gece Mescid-lAk- sâ’da kalmak istedim. Câmi vazifelilerinin beni görmemeleri için içeride buiurvan hasırların arasına gizlendim. Görünce içeride kalmama izin vermezlerdi. Gece, geç vakit olunca kapı açıldı ve içeriye tanımadığım bir zât girdi. Yanında derviş kıyâfetli kırk kişi daha vardı. O yaşlı zât mihrâba geçti, iki rekat namaz kıldıktan sonra öbürlerine döndü. İçlerinden biri; “Bu gece, burada tanımadığımız, bizden olmayan biri var.” dedi. Mihrâbda bulunan, tebessüm etti ve “Evet İbrâhim bin. Edhem var, kırk gündür kalb huzûru ile ibâdet yapamamaktadır.” dedi. Bunları duyunca ben açtğa çıktım. Mihrâbda bu- – lunana; “Evet doğru söylüyorsunuz. Lütfen bunun sebebini de bildiriniz.” dedim. O zât şöyle anlattı: “Filân zaman Bas- ra’da hurma satın almıştın. Bu sırada yere bir hurma tanesi – düştü. Sen o hurmayı kendi hakkın zannederek aldığın hurmaların içine koydun. Onu yediğin için kırk gündür ibâdetle- : rinden tad atamıyorsun.” dedi. . j
Ertesi gün hurmayı satın aldığım zâtın yanına gittim. T Olanları anlatfp kendisinden helâllik diledim. 0 da hakkini İ helâl etti ve; “Mâdem ki bu iş bu kadar hassastır. O hatde İ ben şimdidep sonra hurma satmayı bıraktım.” dedi. Sonra ^ dükkânını kâpattı. Vakitlerini ibâdetle geçirmeye başladı, ni* hâyet o da Allahü teâlânın sevgililerinden oldu.
hirtl bin Edhem sizin
bir şey olmaz.” diyen bir ses duydum. Ondan sonra fırtınanın şiddeti kesildi, sıelâme|tle yolumuza devam ettik.”
Bir defâsında g< ti. Abasını üzerine çı çekildi. Biraz gidine« dı. Herkes korkup, endişesi ile telâşlar bin Edhem ise, abı istirahatine devâm ejtti ler kendisine; “Ne Kır sin. Herkes çattı denli rahatça yatıyorsur dır?” dediler. O, gâ/ı rak kalktı ve; “Yâ rahmetini göster.” Bundan sonra tırtırı Gemide bulunanlar
Bir gün bir sarhoşun yanından geçiyordu. Ağzı bulaşmış, yerde yatar gördü. Su getirip ağı» zını yıkadt ve; “Aliahü teâlânın İsminin anıldığı bir ağzı böyle Jdu» laşmış berbat halde bırakmak hürmetsizlik olur.” buyurdu. Sarhoş kendine gelince İbrâhim Edhem hazretlerinin yaptığını vs söylediği sözü bildirdiler. O kimse tövbe etti ye sâlihlerden oldu. Sonra İbrâhim Edhem hazretlerine rüyâsında; “Sen bizim için onun ağzını yıkadın. Biz de senlh kalbini temizledik.” buyurdular.
İbrâhim bin Edhem, sahraya çıkmıştı. Bir kuyudan su çekmek için kovayı sarkıttı. Geri çektiğinde kovanın gümüşle dolu olduğu nu gördü. Hemen geri boşalttı ve tekrar sarkıttı. Bu çekişinde, altınla dolu olduğunu gördü. Bunu da geri boşaltıp, kovayı tekrar daldı-
DAÇA NE İSTERLER
Kendisine ‘¿öyle sordular: Aitahü teaid, “Ey kullarım, benden Isteytoa, k*bû» ederim, veririm.” (Mu’mın suresi. 60) buyuruyor, l-talbukı İstiyoruz vermiyor’ Cevaben buvurdu- lar kr ’Alfahu teâlâyı çağırırsınız O’na rtâat etmeksiniz. Kur’an-ı keıtoiı okursunuz. gösterdiği yolda gitmezsiniz Ce- nâb-ı HöWt‘ı*> nıırtöflerırıden faydalanırsınız. O’na şükretmezsiniz Cennetin ïbfciôl «dfenter içirt olduğunu bılırsınızjıazuv lıkta bıtfun$te mttTCehennemrt âsrier için yarattığını bil irsi-*
Babalarınızın, dedelerinizin ne oh Ayıbınıza bakmayıp başkalaşan kimseler, üzerine taş’ , gökten ateş yağmadığına
1 Duai&rtttn neticesi, yalnız bu
HELAL LOKMA
İbrâhim bin Edhem hazretleri helal lokma yemeye tok dikkat eder ve herkese tavsiye buyururlardı. -Bir gün kendisine falanca yerde bir genç var. Gece gündü? ibâdet ediyor, kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidtp üç gun misâ- fir kaldı. Dikkat etti, söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, hâlsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline şaşırıp kaldı. Genci, şeytan aklatmış mıdır, yoksa hâlis ve doğru mudur anlamak istiyordu. Yediğine dik kat etti. Lokması helâldan değildi. “Allahü ekher. bu hâlleri hep şeytandandır.” deyip, genci evine dâvet etti. Kendi lokmalarından bir tane yedirince, gencin hâli derişip, o aşkı, o arzusu, o gayreti kalmadı. Genç, İbrahim’e sorup; “Bana ne yaptın?“ deyince; “Lokmaların helâtden değildi. Yemek yerken, şeytan da midene ginyordu. O hâller, şeytandan oluyordu. Helâl yiyince şeytan giremedi. Asıl, doğru hâlin meydana çıktı.” dedi.
rıp çıkardığında, kovanın mücevherle dolu olduğunu gördü. Bunun üzerine şöyle niyazda bulundu. “Yâ Rabbî! Bana hazine veriyorsun. Benim arzum bunlar değildir. Ben abdest almak için su istiyorum. İhsân et” diye yalvardı. Kovayı tekrar kuyuya daldırıp çıkardığında su ile dolu olduğunu gördü.
Yolda bir taş gördü. Üzerinde “Çevir ve altını oku!” yaizılıydı. Çevirdi; “Eğer öğrendiğinle âmel etmiyorsan ne diye bilmediğini öğrenmek istiyorsun?” yazısını okudu ye; “Yâ Rabbî! Seni tanıyan hakkıyla tanıyamamıştır. Şimdi seni bilmeyen bir kimsenin hâli nasıl olur.” dedi ve ağladı.
İbrâhim bin Edhem hazretleri bir bağda bekçilik yapardı. Bir gün uyuduğunda, ağzında nergis dalı ile bir yılan gelip, dalı sallayarak ona serinlik yaptı.
Kendisi anlattı: Bağ sâhibi bir gün gelip bana; “Tatlı nar getir.” dedi. Götürdüm. Ekşi çıktı. Yine; “Tatlı nar getir.” dedi. Bir tabak daha götürdüm. Bu sefer de ekşi çıktı. Bunun üzerine bağ sâhibi, “Sübhanallah! Bunca zamandır burada bekçisin, nann tatlısını ekşisinden ayırd edemiyorsun!” dedi. Ben de; “Benim vazifem bağı beklemek, hiç tatmadığım narın tadını nereden bileyim?” diye cevap yerdim. Bağ sâhibi, “Şendeki bu hâle bakınca İbrâhim bin Edhem’sin diyeceğim geliyor.” dedi. Bu sözü işitince tanınmamak için hemen oradan ayrılıp gittim.
İBRÂHİM 13İ rj EDHE ]
Mer’i Vızmet i ırında şj «jjiderken <j elince, | iım. “Aı İpin?” d kalen1 llirdirh. \ m. Hel güvenil* n sensi ükr edeı |
tığın adama bu kâğıdı ver.’1 dedi. Dışarı çıktım. İlk olarak; deve üstünde biri ile karşılâşdırçı. Kağıdı ona verdim. Okudu, ağiarhaya başladı. “Bunu kim yazdı?” dedi. “Câmide birisi” dedim. Bana bir kese altın verdi. İçinde altmış dinar vardı. Bunun kim olduğunu sonradan, etraftakilere sordum. Nasranîdir (yâni hıristiyandır) dediler. İbrâhim bin Edhem’e bunlan anlattım. “Keseye elini sürme. Sahibi şimdi gelir.” buyurdu. Az zaman sonra nasrânî, İbrâhim bin Edhem’in huzûruna geldi. “Bu yazıyı yazan siz misiniz?” dedi. “Evet!” cevâbını alınca; “Çok düşündüm, böyle bir yazıyı yazanın Allah’a olan tevekkülü, ancak hak olan bir dinde olur. Bu parayı ver- |
|
||||||||||||||||||||||||||
|
||||||||||||||||||||||||||
İŞTE GERÇEK SULTANLIK
İbrâhim bin Edhem bir gün deniz kenarında oturmuş, elbisesini dikiyordu. Memleketin vâtisi yanındaki terle birlikte oradan geçerken İbrâhim bin Edhem hazretlerinin başında durdu. Vâli onu seyrederken şöyle düşündü: “Bak şu dünün hükümdârına! Böyle yapmakla eline ne geçti?” İbrâhim bin Edhem valinin aklından geçenleri anlamıştı. Kaldırıp iğnesini denize fırlattı. Sonra; “Batıklar iğnemi getirin.” deyince, bir balık, ağzında İbrâhim Edhem’in denize attığı iğneyi getirdi. İbrâhim bin Edhem iğneyi batığın ağzmdan aldıktan sonra vâ- iiye döndü: “Elime bu iğne geçti!” buyurdu. “Yâni; ben Atla-, hü teâlâdan gayri olanları bırakıp, bütün varlığımla O’na döndüğüm için, bu balıkları bana hizmetçi etti ve bana bu kerâ- meti verdi!” demek istedi.
diğim kimseyi tâkib ederek huzurunuza geldim. Bana İslâmiyeti anlatır mısınız?” diyerek, kelime-i şehadeti söyledi ve müslüman oldu.”
Bir kimse kendisinden nasihat isteyince: “Bağlı olanı aç, açık olanı kapa.” buyurdu. O kimse; “Bunu anlamadım.” deyince; “Kesenin ağzını aç, cömert ol, açık olan dilini de tut konuşma.” diyerek izah buyurdular.
Birisiyle arkadaş oldu. Bu arkadaşlıkları bir müddet devam edip, zaman gelip ayrılmaları icâb edince, arkadaşı: “Uzun zaman arkadaşlık ettik bir ayıbımı gör- dünse söyle bir daha yapmayayım.11 dedi. İbrâhim bin Edhem cevâbında: “Kardeşim sende bir ayıp görmedim. Ben sana dâima sevgi gözü ile baktım. Onun için seni hep iyi buldum. Senden gördüklerim hep iyi şeylerdi. Ayıp arıyorsan başkalarına sor.” buyurdular.
Kendisine; “Sen kimin kulusun?” dediler. Titredi, yere düştü ve kendinden geçip yerde çırpınmaya başladı: Bir müddet sonra kendine geldi, kalktı ve bir âyeî-i kerîme okudu. “Niçin cevap vermedin?” dediler. İbrâhim bin Edhem; “Korktum, eğer O’nun kuluyum desem, benden kulluk haklarını ister, değilim desem, bunu da diyemem.” buyurdu.
Vefât ettiği gün; “Yer yüzünün emânı ölmüştür.” diye gizliden bir ses duyuldu. Bunu herkes işitti.
MsraATLEEtN.Mü’ .
Kendisinden bir zâjt nasîhat istediğinde buyurdu ki:
Aitı şeyi kabül edi(> yaparsan, hiçbir işin sana zarar vermez. Dünyâda ve âhirette rahat edersin. O aitı şey şunlardır.
:;ağjrı zaman Âllahü teâlânın sana verdiği
! I ••
ı | j i, ■ ■ • ■
>akj istersen, O’nun mülkünden çık. Mül- isyan etmek uygun olur mu?
etmek istersen, gördüğü yerde günah yap- ¡rde ybp. O’nun mülkünde olup, verdiği rızkı de güjnah yapmak uygun değildir.
4. Can alıcı «t edinceye kadar iî tin var, güç-kuvvsfti zaman bu zamandı*
■ 5. Mezarda M için geldiklerinde, c; kimse; “Buna im|tâ ki; “Öyle ise şiiri
(flril
6. Kıyâmet «ir nem’e gitsin.” d«ıe se dedi ki: “Bu şö
kimse tövbe etti di.
inde iken tövbe et. Tövbe edilecek ölüm çok âni gelir.
ve Nekir ismindeki iki melek, suâl ı kov seni imtihân etmesinler. Soran tur.” dedi. İbrâhim Edhem buyurdu mlara cevap hazırla.”
ahü teâlâ; “Günâhı olanlar Cehen- edince ben gitmem de. Soran kin> dinlemezler.” Nasîhatları dinleyen ıseye kadar tövbesinden vazgeçme
ni:
Fakat mânâsını anJ aylanı Acaba ne olacak diye mera ter. Ne zaman ki İbrâ hi hem’in vefât haberi quy kes bu sözün İbrâhim b için olduğunu o zaman £
Buyurdular ki: “Ûbı 202 Evliyâlar Ansikloped i :;s
da terâzide en ağır amel, burada bedene en zor gelenidir.”
“İşittiğime göre, kıyâmet günü insan, daha çok utansın diy® tanıdıklarının yanında hesâba çekilir.”
“İlmi, amel İçin öğreniniz.
Çokları bunda yanıldı. İlimleri dağlar gibi büyüdü, amelleri ise zerre gibi küçüldü.”
“Borcu olan kimse, borcunu ödemedikçe, yağlı ve sirkeli taam yememelidir.”
Her zaman şöyle duâ ederdi: “Yâ Rabbî! Beni günah alçaklığından, sana tâat ve ibâdet lezzetine ulaştır.”
1) Hilyet’ül-Evliyâ; c.7, s.367, c.8, s.3
2) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.1, s.47
3) Nefehât-ül-Üns; s.95 (Lâmiî Tercümesi)
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1094
5) Tabakât’üs-Sufiyye; s.27-38
6) Sıfat-us Safve; c.4, s.134
7) Vefeyât-ül-A’yân; c.1, s.31
8) Ravdur-Reyâhîn; s.58, 68,87,124,
9) Nevâdir-ül-Âlem; s.3,44,116
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.226
11) Menâkıb-ı İbrâhim bin Edhem
İbrâhim bin Edhem hazretleri, bu mağarada kalırken, insanlar onun hâlini anlamaya başladılar. Bu durumda, derhal mağarayı terk etti ve Mekke-i mükerremeye doğru yola çıktı. Sahrada giderken bir zât ile karşılaştı. O zât kendisine (İsm-i a’zam= Allahü teâlânın en büyük ismini) öğretti. Bununla Allahü teâlâya duâ etti. Hızır aleyhisselâm İle görüştü. O, kendisine; “Sana ism-i a’zam’ı
öğreten kimse, İlyas aleyhisselâm idi.“ dedi ve çok sohbet ettiler,j Daha sonra, İbrâhim bin hem’in Nişâbur’da ikâmet ett| mağarayı ziyâret eden Şeyh Saîd isminde bir zât, hayret ı “Sübhânallah! O ne mübârek j zâtmış. Burada bulunması ketiyle burası öyle güzel kok ki, eğer mağarayı misk ile dc salar öyle güzel kokmaz!” dedffl
Nakledildiğine göre İbrâhim bin Edhem Mekke-i Mükerreme- ye ulaşabilmek için sahrayı on dört senede kat edebildi. Bir müddet gidiyor, iki rekat namaz kılıyordu. Bu şekilde Mekke’ye ulaştı. Böyle bir zâtın gelmekte olduğunu, Harem-i şerîfte bulunan âlimler haber aldılar ve kendisini karşılamak üzere yola çıktılar. Böyle zâtları karşılamak âdetleriydi. O ise, kimse beni tanımasın diye, bir kâfilenin önüne düşmüş geliyordu. Başka kimseler de kendisini karşılamak ve görmek istiyorlardı. Kâfilenin önünde bulunan İbrâhim bin Edhem’e yaklaşıp: “Acaba İbrâhim bin Edhem yaklaştı mı? Harem-i şerifin âlimleri kendisini karşılamaya geliyorlar da…” dediler. O ise, “Bırakın o kötü kimseyi! Ondan ne istiyorsunuz?” buyurdu. O kimseler, İbrâhim bin Edhem’in ensesine bir tokat vurdular ve; “Sen öyle yüksek bir zâta nasıl kötü diyebilirsin. Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun.” dediler. İbrâhim bin Edhem de; “İşte ben de aynı şeyi söylüyorum.” buyurdu.
Onlar ayrılıp gittikten sonra kendi nefsine şöyle diyordu: “Sen ne kadar ahmaksın ve cüretlisin. Mekke âlimlerinin seni karşılamalarını mı arzu ediyorsun? Halbuki onlar mübârek ve muhterem zâtlardır. Böyle bir şeyi istemeye sen nasıl cesâret edebiliyorsun? Ama sen -tokat vurulmakla- sana asıl lâyık olana kavuştun.” Nitekim kendisini tanıyıp özür dilediler. Burada kışa zamanda kendisine eş-dost buldu. Çalışıp-kazanarak, alın teri ile nafakasını temin ederdi.
Nakledildiğine göre, memleketinden (Beih’ten) ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Çocuk büyüdü. Zengin oldu. Vâli- desine, babasını sordu O da, “Baban kayboldu. Mekke’de bulunduğuna dâir bâzı haberler var.” dedi. Oğlu; “Anneciğim, ben gidip, babamı bulmaya çalışacağım ve hizmetinde bulunacağım.” dedi. Her tarafa haber gönderip, bu
vT ^ |
||||
«iicvai <^C |
||||
iihtjii |
İ8*eWk. üUJUî, t» |
ija*w &«*«ı | ||
V; |
«.Ikrl ‘ M |
>U9İ4bf«U M |
1Î O-J! |
■Sisr ’ T* |
‘ M |
ib |
|||
V. |
■*& |
İbrâhim bin Edhem’in Münâcâtının fihristi. Eser, Sûleymâniye Kütüphânesi, Gelibolulu Tahir Efendi Kısmı 28/16 numarada kayıtlıdır. |
sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine gelmelerini, masraflarını kendisinin karşılayacağını bildirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi geldi. Hepsinin masraflarını karşılayıp, hem haccetme, hem de babasına kavuşmak arzusuyla yola çıktı. Kâbe-i mu- azzamaya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli kimseler gördü ve onlara babasını sordu. Onlar; “O bizim hocamızdır, Mekke dışından, sırtında odun getirip, satar, parası ile de ekmek alıp bize verir.” dediler. Genç sahraya çıktı. Bir ihtiyann ağır odun yüklenmiş olarak geldiğini gördü. Kendisini tâkib etti. O, pazara gidip odunları sattı. Parası ile ekmek alıp dostlarına ikrâm etti. Onlar ekmek yerken, o da namaz kılıyordu. Dostlanyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrâhim bin Edhem ona bakıyordu. Tavafı bitirdikten sonra; “O gence bu kadar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık.” dediler. Buyurdu ki: “Ben, Belh’ten ayrılırken süt emme çağında bir çocuğum kalmıştı. Bu genç odur.” O genç, “Babam benden kaçar.” endişesiyle, kendisini belli etmiyor, fakat her gün gelip babasını seyrediyordu. İbrâhim bin Edhem bir gün, dostlarından birini alıp, Belh’ten gelen hacı kâfilesinin yanına gitti. Atlastan bir çadır ortasında bir kürsü olduğunu ve oğlunun o kürsüde oturup Kur’ân-ı kerîm okuduğunu gördü. Genç; “Her halde, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir belâ ve imtihândır.” (Tegâbün sûresi 15) meâlindeki âyet-i kerîmeyi oku* yordu. Bunu duyunca geri dönoş gitti. Yanındaki dostu, gencin yanına gitti. Kur’ân-ı kerîm okuması bittikten sonra gence; “Nerelisin?“ dedi. O da “Belhliyim.” deyince, “Kimin oğlusun?” dedi. O da; “İbrâhim bin Edhem’in oğluyum. Onu ilk defâ dün gördüm. Ama o muydu, değil miydi, iyice bilemiyorum. Benden, uzaklaşır korkusuyla kendisine de soramadım.” dedi. Gelen zât; “Gelin sizi onun yanına götüreyim.” dedi. Bundan sonra berâberce İbrâhim bin Edhem’in yanına, geldiler. Genç, babasını görünce kendinden geçecek şekilde ağladı. Kendine geldiğinde babasına selâm verdi. Babası selâmını alıp, bağrına bastı ve; “Hangi dindensin?” diye sordu. Genç; “İslâm dî- nindenim.” dedi. İbrâhim bin Edhem; “Elhamdülillah! Kur’ân-ı kerîmi de biliyorsun. Peki ilim de tahsil ettin mi?” buyurdu. Oğlu; “Evet!” deyince, o yine hamdetti. Oğlunu yanına alıp ellerini semâya çevirdi. “Yâ Rabbî! İmdâdıma yetiş!” diye yalvarmaya başladı. Bunu gören yakınları; “Yâ İbrâhim, ne oldu, niçin yalvarıyorsun?“ diye sordular. Onlara; “Oğlumu bağrıma basınca şefkati ve sevgisi kalbimde kaynadı. Bunun üzerine bir nidâ geldi: “Yâ İbrâhim! Beni sevdiğini iddiâ ediyorsun. Fakat benimle berâber başkalarını da seviyorsun. Dostluğumuza ortak katıyorsun. Bir kalpte
iki sevgi olur mu? Bu dostluğa sığar mı?” Bunu işitince duâ edip; “İzzet, ikrâm sâhibi olan Allah’ım! İmdâdıma yetiş! Eğer oğlumun muhabbeti, beni, senin sevginden alıkoyacaksa, ya benim, yâ- hut da onun canını al, diye duâ ettim. Duâm hemen kabûl oldu. Oğlum kucağımda can verdi.“ dedi.
Buyurdu ki: “Lokmayı helâl’ den temin edebilmek için uğ- raşmak, geceleri ibâdet edip, gündüzleri oruç tutmaktan cidaldir. Çünkü her şeyin başı helâl lokmadır.”
Kendisi işçi olarak çalışır, o gün kazandığı ile yiyecek şeyler alıp dostlarına ikrâm ederdi. Bir defâ- sında eve geç kaldı. Yol da uzundu. Arkadaşları;
“O gecikti. Bâri biz yiyecek ne varsa onları yiyip uyuyalım, beklemiyelim.” dediler. Nitekim yemeklerini yediler, yatsı namazlarını da kıldıktan sonra yatıp uyudular. İbrâhim bin Edhem gelince onların uyuduğunu gördü ve bir şey yemeden aç olarak yattıklarını düşünüp çok üzüldü. “Getirdiğim unu yoğurayım, bir şeyler pişireyim de uyandıkları zaman yesinler ve yarın oruca niyyet edebilsinler” diye çok uğraşıp, bir şeyler hazırladı. Arkadaşları uyandıkları vakit, onun kendileri için ne sıkıntılara katlandığını görünce, ne yaptığını sordular. O olanları anlattı. Bunun üzerine birbirlerine, “Bakın! O bizim için ne fedâkârlıklara katlanıyor, bizim hakkımızda ne kadar iyi düşünüyor. Fakat biz onu yemeğe beklemiyoruz.“ deyip, Onun kıymetini daha iyi anladılar ve özür dilediler.
Recâ bin Hayve şöyle anlatıyor: “İbrâhim ile beraber bir gemiye binmiştik. Bir anda gökyüzü karardı. Çok şiddetli bir fırtına başladı. Kendi kendime; “Vah, vah. Gemi batacak galiba.” dedim. O sırada; “Hiç korkma! İbrâ-