Genel

GÖNÜL HUZÛRU İLE İBÂDET

GÖNÜL HUZÛRU İLE İBÂDET

İbrâhim bin, Edhem buyurdu ki: “Bîr gece Mescid-lAk- sâ’da kalmak istedim. Câmi vazifelilerinin beni görmemeleri için içeride buiurvan hasırların arasına gizlendim. Görünce içeride kalmama izin vermezlerdi. Gece, geç vakit olunca ka­pı açıldı ve içeriye tanımadığım bir zât girdi. Yanında derviş kıyâfetli kırk kişi daha vardı. O yaşlı zât mihrâba geçti, iki re­kat namaz kıldıktan sonra öbürlerine döndü. İçlerinden biri; “Bu gece, burada tanımadığımız, bizden olmayan biri var.” dedi. Mihrâbda bulunan, tebessüm etti ve “Evet İbrâhim bin. Edhem var, kırk gündür kalb huzûru ile ibâdet yapamamak­tadır.” dedi. Bunları duyunca ben açtğa çıktım. Mihrâbda bu- – lunana; “Evet doğru söylüyorsunuz. Lütfen bunun sebebini de bildiriniz.” dedim. O zât şöyle anlattı: “Filân zaman Bas- ra’da hurma satın almıştın. Bu sırada yere bir hurma tanesi – düştü. Sen o hurmayı kendi hakkın zannederek aldığın hur­maların içine koydun. Onu yediğin için kırk gündür ibâdetle- : rinden tad atamıyorsun.” dedi. .       j

Ertesi gün hurmayı satın aldığım zâtın yanına gittim. T Olanları anlatfp kendisinden helâllik diledim. 0 da hakkini İ helâl etti ve; “Mâdem ki bu iş bu kadar hassastır. O hatde İ ben şimdidep sonra hurma satmayı bıraktım.” dedi. Sonra ^ dükkânını kâpattı. Vakitlerini ibâdetle geçirmeye başladı, ni* hâyet o da Allahü teâlânın sevgililerinden oldu.

 

hirtl bin Edhem sizin

bir şey olmaz.” diyen bir ses duy­dum. Ondan sonra fırtınanın şid­deti kesildi, sıelâme|tle yolumuza devam ettik.”

Bir defâsında g< ti. Abasını üzerine çı çekildi. Biraz gidine« dı. Herkes korkup, endişesi ile telâşlar bin Edhem ise, abı istirahatine devâm ejtti ler kendisine; “Ne Kır sin. Herkes çattı denli rahatça yatıyorsur dır?” dediler. O, gâ/ı rak kalktı ve; “Yâ rahmetini göster.” Bundan sonra tırtırı Gemide bulunanlar

Bir gün bir sarhoşun yanın­dan geçiyordu. Ağzı bulaşmış, yerde yatar gördü. Su getirip ağı» zını yıkadt ve; “Aliahü teâlânın İs­minin anıldığı bir ağzı böyle Jdu» laşmış berbat halde bırakmak hürmetsizlik olur.” buyurdu. Sar­hoş kendine gelince İbrâhim Ed­hem hazretlerinin yaptığını vs söylediği sözü bildirdiler. O kimse tövbe etti ye sâlihlerden oldu. Sonra İbrâhim Edhem hazretleri­ne rüyâsında; “Sen bizim için onun ağzını yıkadın. Biz de senlh kalbini temizledik.” buyurdular.

İbrâhim bin Edhem, sahraya çıkmıştı. Bir kuyudan su çekmek için kovayı sarkıttı. Geri çektiğin­de kovanın gümüşle dolu olduğu nu gördü. Hemen geri boşalttı ve tekrar sarkıttı. Bu çekişinde, altın­la dolu olduğunu gördü. Bunu da geri boşaltıp, kovayı tekrar daldı-

 

 

 

DAÇA NE İSTERLER

Kendisine ‘¿öyle sordular: Aitahü teaid, “Ey kullarım, benden Isteytoa, k*bû» ederim, veririm.” (Mu’mın suresi. 60) buyuruyor, l-talbukı İstiyoruz vermiyor’ Cevaben buvurdu- lar kr ’Alfahu teâlâyı çağırırsınız O’na rtâat etmeksiniz. Kur’an-ı keıtoiı okursunuz. gösterdiği yolda gitmezsiniz Ce- nâb-ı HöWt‘ı*> nıırtöflerırıden faydalanırsınız. O’na şükretmez­siniz Cennetin ïbfciôl «dfenter içirt olduğunu bılırsınızjıazuv lıkta bıtfun$te mttTCehennemrt âsrier için yarattığını bil irsi-*

Babalarınızın, dedelerinizin ne oh Ayıbınıza bakmayıp başkala­şan kimseler, üzerine taş’ , gökten ateş yağmadığına

1 Duai&rtttn neticesi, yalnız bu

HELAL LOKMA

İbrâhim bin Edhem hazretleri helal lokma yemeye tok dikkat eder ve herkese tavsiye buyururlardı. -Bir gün kendisi­ne falanca yerde bir genç var. Gece gündü? ibâdet ediyor, kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidtp üç gun misâ- fir kaldı. Dikkat etti, söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, hâlsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline şaşırıp kaldı. Genci, şeytan aklatmış mıdır, yoksa hâlis ve doğru mudur anlamak istiyordu. Yediğine dik kat etti. Lokması helâldan değildi. “Allahü ekher. bu hâlleri hep şeytandandır.” deyip, genci evine dâvet etti. Kendi lok­malarından bir tane yedirince, gencin hâli derişip, o aşkı, o arzusu, o gayreti kalmadı. Genç, İbrahim’e sorup; “Bana ne yaptın?“ deyince; “Lokmaların helâtden değildi. Yemek yer­ken, şeytan da midene ginyordu. O hâller, şeytandan olu­yordu. Helâl yiyince şeytan giremedi. Asıl, doğru hâlin mey­dana çıktı.” dedi.

 

 

 

rıp çıkardığında, kovanın mücev­herle dolu olduğunu gördü. Bu­nun üzerine şöyle niyazda bulun­du. “Yâ Rabbî! Bana hazine veri­yorsun. Benim arzum bunlar de­ğildir. Ben abdest almak için su istiyorum. İhsân et” diye yalvardı. Kovayı tekrar kuyuya daldırıp çı­kardığında su ile dolu olduğunu gördü.

Yolda bir taş gördü. Üzerinde “Çevir ve altını oku!” yaizılıydı. Çe­virdi; “Eğer öğrendiğinle âmel et­miyorsan ne diye bilmediğini öğ­renmek istiyorsun?” yazısını oku­du ye; “Yâ Rabbî! Seni tanıyan hakkıyla tanıyamamıştır. Şimdi seni bilmeyen bir kimsenin hâli nasıl olur.” dedi ve ağladı.

İbrâhim bin Edhem hazretleri bir bağda bekçilik yapardı. Bir gün uyuduğunda, ağzında nergis dalı ile bir yılan gelip, dalı sallaya­rak ona serinlik yaptı.

Kendisi anlattı: Bağ sâhibi bir gün gelip bana; “Tatlı nar getir.” dedi. Götürdüm. Ekşi çıktı. Yine; “Tatlı nar getir.” dedi. Bir tabak daha götürdüm. Bu sefer de ekşi çıktı. Bunun üzerine bağ sâhibi, “Sübhanallah! Bunca zamandır burada bekçisin, nann tatlısını ek­şisinden ayırd edemiyorsun!” de­di. Ben de; “Benim vazifem bağı beklemek, hiç tatmadığım narın tadını nereden bileyim?” diye ce­vap yerdim. Bağ sâhibi, “Şendeki bu hâle bakınca İbrâhim bin Ed­hem’sin diyeceğim geliyor.” dedi. Bu sözü işitince tanınmamak için hemen oradan ayrılıp gittim.

 

İBRÂHİM 13İ rj EDHE ]

 

Mer’i Vızmet i ırında şj «jjiderken <j elince, | iım. “Aı İpin?” d kalen1 llirdirh. \ m. Hel güvenil* n sensi ükr edeı

 

tığın adama bu kâğıdı ver.’1 dedi. Dışarı çıktım. İlk olarak; deve üs­tünde biri ile karşılâşdırçı. Kağıdı ona verdim. Okudu, ağiarhaya başladı. “Bunu kim yazdı?” dedi. “Câmide birisi” dedim. Bana bir kese altın verdi. İçinde altmış di­nar vardı. Bunun kim olduğunu sonradan, etraftakilere sordum. Nasranîdir (yâni hıristiyandır) de­diler. İbrâhim bin Edhem’e bunlan anlattım. “Keseye elini sürme. Sahibi şimdi gelir.” buyurdu. Az zaman sonra nasrânî, İbrâhim bin Edhem’in huzûruna geldi. “Bu ya­zıyı yazan siz misiniz?” dedi. “Evet!” cevâbını alınca; “Çok dü­şündüm, böyle bir yazıyı yazanın Allah’a olan tevekkülü, ancak hak olan bir dinde olur. Bu parayı ver-

 

İbrâhim İtlin

Edhem

Cevâbı

İbrâhim İnin

Edhem

Adem-i İsti«

bât-id-Hulî

adlı yaz

eseril

82b ve S 3a

sayfalı
Eser, SüU
mâniye Küti
hânesi, Sül<

mâniye Kısmı

1054/8 nurr

rada kayıtlı« !ı r

■ar

i

ar

m

■ %■

»

P-’-‘Z

m

If**

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İŞTE GERÇEK SULTANLIK

İbrâhim bin Edhem bir gün deniz kenarında oturmuş, el­bisesini dikiyordu. Memleketin vâtisi yanındaki terle birlikte oradan geçerken İbrâhim bin Edhem hazretlerinin başında durdu. Vâli onu seyrederken şöyle düşündü: “Bak şu dünün hükümdârına! Böyle yapmakla eline ne geçti?” İbrâhim bin Edhem valinin aklından geçenleri anlamıştı. Kaldırıp iğnesini denize fırlattı. Sonra; “Batıklar iğnemi getirin.” deyince, bir balık, ağzında İbrâhim Edhem’in denize attığı iğneyi getirdi. İbrâhim bin Edhem iğneyi batığın ağzmdan aldıktan sonra vâ- iiye döndü: “Elime bu iğne geçti!” buyurdu. “Yâni; ben Atla-, hü teâlâdan gayri olanları bırakıp, bütün varlığımla O’na dön­düğüm için, bu balıkları bana hizmetçi etti ve bana bu kerâ- meti verdi!” demek istedi.

 

 

 

diğim kimseyi tâkib ederek huzu­runuza geldim. Bana İslâmiyeti anlatır mısınız?” diyerek, kelime-i şehadeti söyledi ve müslüman ol­du.”

Bir kimse kendisinden nasi­hat isteyince: “Bağlı olanı aç, açık olanı kapa.” buyurdu. O kimse; “Bunu anlamadım.” deyince; “Kesenin ağzını aç, cömert ol, açık olan dilini de tut konuş­ma.” diyerek izah buyurdular.

Birisiyle arkadaş oldu. Bu ar­kadaşlıkları bir müddet devam edip, zaman gelip ayrılmaları icâb edince, arkadaşı: “Uzun zaman arkadaşlık ettik bir ayıbımı gör- dünse söyle bir daha yapmaya­yım.11 dedi. İbrâhim bin Edhem cevâbında: “Kardeşim sende bir ayıp görmedim. Ben sana dâima sevgi gözü ile baktım. Onun için seni hep iyi buldum. Senden gör­düklerim hep iyi şeylerdi. Ayıp arı­yorsan başkalarına sor.” buyurdu­lar.

Kendisine; “Sen kimin kulu­sun?” dediler. Titredi, yere düştü ve kendinden geçip yerde çırpın­maya başladı: Bir müddet sonra kendine geldi, kalktı ve bir âyeî-i kerîme okudu. “Niçin cevap ver­medin?” dediler. İbrâhim bin Ed­hem; “Korktum, eğer O’nun kulu­yum desem, benden kulluk hak­larını ister, değilim desem, bunu da diyemem.” buyurdu.

Vefât ettiği gün; “Yer yüzünün emânı ölmüştür.” diye gizliden bir ses duyuldu. Bunu herkes işitti.

 

MsraATLEEtN.Mü’ .

Kendisinden bir zâjt nasîhat istediğinde buyurdu ki:

Aitı şeyi kabül edi(> yaparsan, hiçbir işin sana zarar ver­mez. Dünyâda ve âhirette rahat edersin. O aitı şey şunlar­dır.

:;ağjrı zaman Âllahü teâlânın sana verdiği

! I                                ••

ı | j i, ■                                              ■                 • ■

>akj istersen, O’nun mülkünden çık. Mül- isyan etmek uygun olur mu?

etmek istersen, gördüğü yerde günah yap- ¡rde ybp. O’nun mülkünde olup, verdiği rızkı de güjnah yapmak uygun değildir.

 

 

 

 

4. Can alıcı «t edinceye kadar iî tin var, güç-kuvvsfti zaman bu zamandı*

■ 5. Mezarda M için geldiklerinde, c; kimse; “Buna im|tâ ki; “Öyle ise şiiri

(flril

6. Kıyâmet «ir nem’e gitsin.” d«ıe se dedi ki: “Bu şö

kimse tövbe etti di.

inde iken tövbe et. Tövbe edilecek ölüm çok âni gelir.

ve Nekir ismindeki iki melek, suâl ı kov seni imtihân etmesinler. Soran tur.” dedi. İbrâhim Edhem buyurdu mlara cevap hazırla.”

ahü teâlâ; “Günâhı olanlar Cehen- edince ben gitmem de. Soran kin> dinlemezler.” Nasîhatları dinleyen ıseye kadar tövbesinden vazgeçme­

ni:

 

 

 

 

Fakat mânâsını anJ aylanı Acaba ne olacak diye mera ter. Ne zaman ki İbrâ hi hem’in vefât haberi quy kes bu sözün İbrâhim b için olduğunu o zaman £

Buyurdular ki: “Ûbı 202 Evliyâlar Ansikloped i :;s

da terâzide en ağır amel, burada bedene en zor gelenidir.”

“İşittiğime göre, kıyâmet gü­nü insan, daha çok utansın diy® tanıdıklarının yanında hesâba çe­kilir.”

“İlmi, amel İçin öğreniniz.

 

Çokları bunda yanıldı. İlimleri dağlar gibi büyüdü, amelleri ise zerre gibi küçüldü.”

“Borcu olan kimse, borcunu ödemedikçe, yağlı ve sirkeli taam yememelidir.”

Her zaman şöyle duâ ederdi: “Yâ Rabbî! Beni günah alçaklı­ğından, sana tâat ve ibâdet lez­zetine ulaştır.”

1)   Hilyet’ül-Evliyâ; c.7, s.367, c.8, s.3

2)   Tezkiret-ül-Evliyâ; c.1, s.47

3)   Nefehât-ül-Üns; s.95 (Lâmiî Tercüme­si)

4)   Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1094

5)  Tabakât’üs-Sufiyye; s.27-38

6)   Sıfat-us Safve; c.4, s.134

7)  Vefeyât-ül-A’yân; c.1, s.31

8)   Ravdur-Reyâhîn; s.58, 68,87,124,

9)   Nevâdir-ül-Âlem; s.3,44,116

10)    İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.226

11)   Menâkıb-ı İbrâhim bin Edhem

 

 

İbrâhim bin Edhem hazretleri, bu mağarada kalırken, insanlar onun hâlini anlamaya başladılar. Bu durumda, derhal mağarayı terk etti ve Mekke-i mükerremeye doğru yola çıktı. Sahrada gider­ken bir zât ile karşılaştı. O zât kendisine (İsm-i a’zam= Allahü teâlânın en büyük ismini) öğretti. Bununla Allahü teâlâya duâ etti. Hızır aleyhisselâm İle görüştü. O, kendisine; “Sana ism-i a’zam’ı

öğreten kimse, İlyas aleyhisselâm idi.“ dedi ve çok sohbet ettiler,j Daha sonra, İbrâhim bin hem’in Nişâbur’da ikâmet ett| mağarayı ziyâret eden Şeyh Saîd isminde bir zât, hayret ı “Sübhânallah! O ne mübârek j zâtmış. Burada bulunması ketiyle burası öyle güzel kok ki, eğer mağarayı misk ile dc salar öyle güzel kokmaz!” dedffl

 

Nakledildiğine göre İbrâhim bin Edhem Mekke-i Mükerreme- ye ulaşabilmek için sahrayı on dört senede kat edebildi. Bir müddet gidiyor, iki rekat namaz kılıyordu. Bu şekilde Mekke’ye ulaştı. Böyle bir zâtın gelmekte olduğunu, Harem-i şerîfte bulu­nan âlimler haber aldılar ve ken­disini karşılamak üzere yola çıktı­lar. Böyle zâtları karşılamak âdet­leriydi. O ise, kimse beni tanıma­sın diye, bir kâfilenin önüne düş­müş geliyordu. Başka kimseler de kendisini karşılamak ve gör­mek istiyorlardı. Kâfilenin önünde bulunan İbrâhim bin Edhem’e yaklaşıp: “Acaba İbrâhim bin Ed­hem yaklaştı mı? Harem-i şerifin âlimleri kendisini karşılamaya ge­liyorlar da…” dediler. O ise, “Bıra­kın o kötü kimseyi! Ondan ne isti­yorsunuz?” buyurdu. O kimseler, İbrâhim bin Edhem’in ensesine bir tokat vurdular ve; “Sen öyle yüksek bir zâta nasıl kötü diyebi­lirsin. Böyle söylemekle asıl sen kötü oluyorsun.” dediler. İbrâhim bin Edhem de; “İşte ben de aynı şeyi söylüyorum.” buyurdu.

Onlar ayrılıp gittikten sonra kendi nefsine şöyle diyordu: “Sen ne kadar ahmaksın ve cüretlisin. Mekke âlimlerinin seni karşılama­larını mı arzu ediyorsun? Halbuki onlar mübârek ve muhterem zât­lardır. Böyle bir şeyi istemeye sen nasıl cesâret edebiliyorsun? Ama sen -tokat vurulmakla- sana asıl lâyık olana kavuştun.” Nitekim kendisini tanıyıp özür dilediler. Burada kışa zamanda kendisine eş-dost buldu. Çalışıp-kazanarak, alın teri ile nafakasını temin eder­di.

Nakledildiğine göre, memle­ketinden (Beih’ten) ayrıldığında geride süt emen bir oğlu kalmıştı. Çocuk büyüdü. Zengin oldu. Vâli- desine, babasını sordu O da, “Baban kayboldu. Mekke’de bu­lunduğuna dâir bâzı haberler var.” dedi. Oğlu; “Anneciğim, ben gi­dip, babamı bulmaya çalışacağım ve hizmetinde bulunacağım.” de­di. Her tarafa haber gönderip, bu

vT ^

«iicvai

<^C

iihtjii

İ8*eWk.

üUJUî,

ija*w &«*«ı

V;

«.Ikrl ‘

M

>U9İ4bf«U

M

1Î O-J!

■Sisr

’ T*

‘ M

ib

V.

■*&
İbrâhim bin Edhem’in Münâcâtının fih­risti. Eser, Sûleymâniye Kütüphânesi, Gelibolulu Tahir Efendi Kısmı 28/16 nu­marada kayıtlıdır.

 

sene hacca gitmek isteyenlerin kendisine gelmelerini, masrafları­nı kendisinin karşılayacağını bil­dirdi. Bunun üzerine kendisine dört bin kişi geldi. Hepsinin mas­raflarını karşılayıp, hem haccet­me, hem de babasına kavuşmak arzusuyla yola çıktı. Kâbe-i mu- azzamaya varınca, orada hırka giymiş, yamalı elbiseli kimseler gördü ve onlara babasını sordu. Onlar; “O bizim hocamızdır, Mek­ke dışından, sırtında odun getirip, satar, parası ile de ekmek alıp bi­ze verir.” dediler. Genç sahraya çıktı. Bir ihtiyann ağır odun yük­lenmiş olarak geldiğini gördü. Kendisini tâkib etti. O, pazara gi­dip odunları sattı. Parası ile ek­mek alıp dostlarına ikrâm etti. Onlar ekmek yerken, o da namaz kılıyordu. Dostlanyla birlikte tavaf yaparlarken, güzel yüzlü bir genç karşısına gelip durdu. İbrâhim bin Edhem ona bakıyordu. Tavafı bi­tirdikten sonra; “O gence bu ka­dar dikkatle bakmanızın hikmetini anlayamadık.” dediler. Buyurdu ki: “Ben, Belh’ten ayrılırken süt emme çağında bir çocuğum kal­mıştı. Bu genç odur.” O genç, “Babam benden kaçar.” endişe­siyle, kendisini belli etmiyor, fakat her gün gelip babasını seyredi­yordu. İbrâhim bin Edhem bir gün, dostlarından birini alıp, Belh’ten gelen hacı kâfilesinin ya­nına gitti. Atlastan bir çadır orta­sında bir kürsü olduğunu ve oğlu­nun o kürsüde oturup Kur’ân-ı kerîm okuduğunu gördü. Genç; “Her halde, mallarınız ve ço­cuklarınız (sizin için) bir belâ ve imtihândır.” (Tegâbün sûresi 15) meâlindeki âyet-i kerîmeyi oku* yordu. Bunu duyunca geri dönoş gitti. Yanındaki dostu, gencin ya­nına gitti. Kur’ân-ı kerîm okuması bittikten sonra gence; “Nereli­sin?“ dedi. O da “Belhliyim.” de­yince, “Kimin oğlusun?” dedi. O da; “İbrâhim bin Edhem’in oğlu­yum. Onu ilk defâ dün gördüm. Ama o muydu, değil miydi, iyice bilemiyorum. Benden, uzaklaşır korkusuyla kendisine de sorama­dım.” dedi. Gelen zât; “Gelin sizi onun yanına götüreyim.” dedi. Bundan sonra berâberce İbrâhim bin Edhem’in yanına, geldiler. Genç, babasını görünce kendin­den geçecek şekilde ağladı. Kendine geldiğinde babasına se­lâm verdi. Babası selâmını alıp, bağrına bastı ve; “Hangi dinden­sin?” diye sordu. Genç; “İslâm dî- nindenim.” dedi. İbrâhim bin Ed­hem; “Elhamdülillah! Kur’ân-ı ke­rîmi de biliyorsun. Peki ilim de tahsil ettin mi?” buyurdu. Oğlu; “Evet!” deyince, o yine hamdetti. Oğlunu yanına alıp ellerini semâ­ya çevirdi. “Yâ Rabbî! İmdâdıma yetiş!” diye yalvarmaya başladı. Bunu gören yakınları; “Yâ İbrâ­him, ne oldu, niçin yalvarıyor­sun?“ diye sordular. Onlara; “Oğ­lumu bağrıma basınca şefkati ve sevgisi kalbimde kaynadı. Bunun üzerine bir nidâ geldi: “Yâ İbrâ­him! Beni sevdiğini iddiâ ediyor­sun. Fakat benimle berâber baş­kalarını da seviyorsun. Dostluğu­muza ortak katıyorsun. Bir kalpte
iki sevgi olur mu? Bu dostluğa sı­ğar mı?” Bunu işitince duâ edip; “İzzet, ikrâm sâhibi olan Allah’ım! İmdâdıma yetiş! Eğer oğlumun muhabbeti, beni, senin sevgin­den alıkoyacaksa, ya benim, yâ- hut da onun canını al, diye duâ ettim. Duâm hemen kabûl oldu. Oğlum kucağımda can verdi.“ dedi.

Buyurdu ki: “Lokmayı helâl’ den temin edebilmek için uğ- raşmak, geceleri ibâdet edip, gündüzleri oruç tutmaktan ci­daldir. Çünkü her şeyin başı he­lâl lokmadır.”

Kendisi işçi olarak ça­lışır, o gün kazandığı ile yi­yecek şeyler alıp dostları­na ikrâm ederdi. Bir defâ- sında eve geç kaldı. Yol da uzundu. Arkadaşları;

“O gecikti. Bâri biz yiye­cek ne varsa onları yiyip uyuyalım, beklemiyelim.” dediler. Nitekim yemekle­rini yediler, yatsı namazla­rını da kıldıktan sonra ya­tıp uyudular. İbrâhim bin Edhem gelince onların uyuduğunu gördü ve bir şey yemeden aç olarak yattıklarını düşünüp çok üzüldü. “Getirdiğim unu yoğurayım, bir şeyler pişi­reyim de uyandıkları za­man yesinler ve yarın oru­ca niyyet edebilsinler” di­ye çok uğraşıp, bir şeyler hazırladı. Arkadaşları uyandıkları vakit, onun kendileri için ne sıkıntılara katlan­dığını görünce, ne yaptığını sor­dular. O olanları anlattı. Bunun üzerine birbirlerine, “Bakın! O bi­zim için ne fedâkârlıklara katlanı­yor, bizim hakkımızda ne kadar iyi düşünüyor. Fakat biz onu yeme­ğe beklemiyoruz.“ deyip, Onun kıymetini daha iyi anladılar ve özür dilediler.

Recâ bin Hayve şöyle anlatı­yor: “İbrâhim ile beraber bir ge­miye binmiştik. Bir anda gökyüzü karardı. Çok şiddetli bir fırtına başladı. Kendi kendime; “Vah, vah. Gemi batacak galiba.” de­dim. O sırada; “Hiç korkma! İbrâ-

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir