Mimarinin Başyapıtları Bugün Kaça Mâl Olurdu?
Anıtların Maliyeti
İnsanların binlerce yıl önce çeşitli nedenlerle inşa ettikleri, herbiri birer sanat eseri olan yapılar, bazen yüzbinlerce işçinin yüzlerce yıl süren çalışmalarıyla tamamlanabiliyordu. Bugün, yeni üretim araçları, teknikleri ve ileri malzeme kullanımıyla gerçekleştirilen çağdaş başyapıtlar daha mı ucuza, yoksa daha mı pahalıya gerçekleştiriliyorlar? Geçmişin ünlü anıtları, bugünün teknolojisiyle yapıtsalar acaba ne kadara mâl olurlardı?
3T-
.-»i.
IWiljwi
Keops Piramidi
Keops piramidinin bir tek yapılma amacı vardır: Ölü Firavun’un Güneş Tanrısı mertebesine yükselmesini sağlamak. Keops’un mezar şehri bir tek piramitten oluşmaz. Bunun yanında, bir tapınak ve Güneş Tanrısı Ra’nın Firavun’un yaşam enerjisini alabileceği küçük bir piramit de vardır. Giza’da bulunan piramitlerin en büyüğü olan Keops’ta yaklaşık 2,3 milyon taş blok kullanılmıştır. Günümüzde piramitlerin iç kısımları çelik ve betondan yapılmış iskeletlerle desteklenmiştir. Bu iskelet aynı zamanda taş blokların tırmanılması sırasında kaygan zeminden korunmak için destek sağlarlar. Tüm bu teknolojik destekler ve üzerine kuruldukları arsanın fiyatı düşünülmezse bir piramidin bugünkü değeri yaklaşık 30 trilyon TL. (402 milyon mark)’nı bulur.
Yapım Süresi: Büyük olasılıkla, IÖ 2530’dan MÖ 2510’a kadar. Herodot’a göre yapımı 20 yıldan fazla sürmüştür. Ölçüler: 233 m kare taban ve 146,6 m yükseklik.
Belirleyici Özelliği: Piramidin en üstündeki taş blok, büyük Olasılıkla altınla kaplıydı ve çok uzaklardan bile görülebiliyordu. Eski Mısırlıların, piramitlerin inşaası sırasında kullandıkları tekniklerin ayrıntıları, bugün bile tam olarak açıklığa kavuşturulamamıştır.
Karşılaştırma: Ariane 5 roketi Yeri: Kourou, Fransız Guyanas) Geliştirme süresi: 1973 yılında başlatılan Ariane 5 projesi hâlâ sürüyor. Geliştirme Maliyeti: Yaklaşık 527 trilyon TL.
(7,25 milyar Mark)
-»■s.
■KL
Yeri: Roma, İtalya.
Yaptıran: İmparator Vespasian, Titus ve Damıtan. Yapım Süresi: İS 79’dan İS 81’e kadar.
Ölçüler: İçte: 60×52 m. Dışta: 188×156 m. Yükseklik: 48,5 m.
Belirleyici Özelliği: Büyük olasılıkla Kollosyum’un üstü o günlerde gölge oluşturup seyircileri güneşten korumak için tamamen örtülüyordu.
Karşılaştırma: Olimpiyat Stadyumu.
Yeri: Münih, Almanya.
İbrahim bey’in kızı Hatice Hanım ile evlenir. “Anne tarafından dedem kafasında sarığı olan fakat bir o kadar da cumhuri-
maktadır. Fakat o günlerde F şa’da çıkan bir yangın, ailenin duğu evlerinin yanmasına neder , , , tır; yangını sıkıntılı yıllar ı/br, Mehmet Kamil bey, çocuklarının okum. _ _ -diğinde, o yıllarda az rastlanır b r riişlülükle, çocuklarının yabancı lüî eğitimi yapan bir okula gitmesini ister. Bu karar üzerine Semavi Eyice Saint Louis ilkokuluna, ağabeyi ise Saint Joseph’in ilkokul bölümüne devam etmeye başlar. Bu yıllarda Deniz Kuvvetlerinden emekli olan Mehmet Kamil Bey deniz işletmeciliği, kaptanlık, liman idaresi, 1928 yılında Van Gölü’ndeki küçük tersanenin amirliği gibi görevler yüklenir. Bir süre sonra yurt çapında başlayacak bir kampanya Semavi Eyice’nin öğrenim yaşantısını etkileyecektir. O günlerde yabancı okullara karşı bir kampanya başlatılmıştır. Bunun üzerine bir süre sonra kapatılma aşamasına gelinen Saint Louis ilkokulundan ayrılan Eyice, ağabeyinin yanına Saint Joseph’e devam etmeye başlar. “Evimiz Kadıköy’deydi. Benim çocukluğum ve gençliğim Kadıköy’de geçti. Saint Joseph’te dersler erken saatte başlardı. Biz, ağabeyimle birlikte Mo-da’ya yayan giderdik; öğleyin yemek için eve gelir, sonra geri dönerdik. Akşam eve geldiğimizde hava kararmış olurdu. Ben dördüncü sınıfa kadar yabancı okulda okuduktan sonra babam ‘Bu işin sonu kötü, yabancı okulları kapatacaklar’ dedi; ben Galatasaray’a geçtim ve 1943’e kadar Galatasaray’a devam ettim.”
Semavi Eyice’nin eski eserlere olan ilgisi ilkokul yıllarında başlar ve sonraki yıllarda da devam eder. Ortaokul ikinci sınıftayken bir öğretmenin sınıfa dağıttığı tarihte önemli savaşlar konulu ödevde İstanbul’un kuşatması konusu Eyice’ye düşmüştür. “Ben İstanbul’un muhasarasını öğrenmek için kitaplar karıştırmaya başladım. Rahmetli doktor amcam da tarihe meraklıydı. Doktor olmakla beraber epeyce kitabı vardı. Ben ondan Mambo-ızry’nin Fransızca Seyahat Rehberi’ni aldım. Surların yapısını ve mimarisini bu kitaptan tetkik ettim; oturdum bir ödev
Semavi Eyice’nin Saint Louis Iikokulu’na devam ettiği yıllardan bir resim, 1930.
yazdım. O seyahat rehberinin sayfalarını karıştırırken camiler ve kiliseler de ilgimi çekmişti. O günden sonra ben yola çıktım. Nişantaşı’nda oturan Ahmet adında canciğer bir arkadaşım vardı. Onunla beraber bir tramvaya bindik ve İstanbul’u keşfe çıktık, cami, kilise, ne varsa dolaşıyorduk. Dolaşırken elimdeki kağıtlara bir takım notlar alıyordum.”
Boş vakitlerini ve tatillerini İstanbul’u gezmeye ayıran Eyice’ye arak Mamboury’nin kitabı yeterin se’nteırek-tedir. MarrJbouıv’nm kİLa?iK:r. bıblivc-s-raryasını çıkın? ve aîmak ürediği kitapların bir listesini yapar. “Bugün bu kitapla-
ra bakıyorum da dehşete düşüyorum. Şimdi milyonlar değerinde olan bulunması imkansız kitaplardı. Ben bu kitapla-
rın hır listecini nkçtrHım vp Harheîfp ki T
I
1-
başladım. Kuledibi’nin karşısında bir tane bina vardı, onun alt katı kitapçıydı. Orada çıtı pıtı bir Rum kızı vardı; elimdeki listeye baktı, o da şaşırdı. Biraz daha yaşlıca olan ağabeyine seslendi. Ağabeyi geldi, listeye baktı; ‘Bunları kimin için arıyorsun?’ diye sordu. ‘Kendim için’ dedim. Sonradan onunla çok iyi dost olduk. Adı Patriarkhis idi ve o da Bizans meraklısı idi. Hatta sonraları Bizans üzerine makaleler de yazdı. Ben o gün aradığım kitapların hiçbirini bulamadım.”
Bu tarihten sonra Semavi Eyice’nin içine bir kitap kurdu girmiştir artık. Yük-sekkaldırım’daki, Bayezid’deki birçok kitapçıyla tanışır. Sürekli kitap almakta ve İstanbul’u dolaşmaktadır o günlerde. Bu arada sık sık Hachette Kitabevi’ne uğramakta ve Fransızca yayınları takip etmekte, elindeki paraya göre bunlar sıtın almaya çalışmaktadır.
“Bütün kitapçılar ben: :a~:İL2r. Ben bos vakitlerimde cdizzz ¿’sskzr-zrsiz
He?«: ¿e kulturl- zzszr.lîzi:- v. nradm bıru.-em avascakınv. türedi. Hatta ben bir ara Yapı Kredi için yaptığım bir konferansta bu kitapçıları anlattım. İçlerinde
Eyice, lise yıllarında Berlitz Dil Okulu’ria giderken, 1942.
Eyice, Ortaokul yıllarında, 1937-1938. Kitaplara ve İstanbul’a merakı bu yıllarda başlar.
bir Yerasimos vardı, dükkanı Alman klü-bü Teutonia’nm karşısındaydı. Ben o sıralarda Patrik Konstantin’in İstanbul üzerine olan bir kitabını arıyordum. Kitabın as-
lı Rumca’dır, sonra Fransızca’ya çok sonraları da İngilizce’ye çevrilmiştir. Gittim Yerasimos’a, ‘Sende Constantiniade var mı?’ diye sordum. ‘Yok ama bakarız’ dedi.
O günlerde kitap meraklısı bir hocamız vardı; bana Constantiniade’a bir liradan fazla verme dedi. Bir gün yine Yarosi-mos’a uğradım, bana Constantiniade’ın tertemiz, pırıl pırıl bir nüshasını gösterdi. ‘Kaç para?’ dedim, ‘3.5 lira’ dedi. Kafam kızdı. ‘Sen benden bu kitabı istiyorum diye çok para istiyorsun almıyorum!’ dedim kızdım ve bir daha onun dükkanına gitmedim. Aradan aylar geçti. Bir yılbaşı gecesi ben bir akrabamızda misafir kalmıştım. Önce sinemaya gitmiştik, sonra da ben orada kalmıştım. Ertesi sabah, İstiklâl caddesinde vitrinlere baka baka eve dönüyordum. Yılbaşı ertesi olduğu için her yer sessizdi. Draperi Kilisesi önündeki fotoğrafhanenin vitrinlerine bakıyordum ki biri bana ‘Yeni yılım tebrik ederim’ dedi ve elini uzattı. Döndüm baktım, Yerasimos’tu. İhtiyar adam, elini sıktım… Ondan sonra dükkânına gittik. Bana, ‘Ne istiyorsan ver’ dedi ve o kitabı verdi. Kitap sağlamak hususunda hiçbir vakit unutamayacağım biri de Bayezid’de
Semavi Eyice, İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru İsveç’ten bindiği bir Kızılhaç gemisiyle İstanbul’a döner, 1945.
[
Nasıl Çalıştı, Nasıl Yarattı?
Mahmuî n. ŞaKrağ™.
Prcf. Dr. Ar<s:a ZTZ* Tarn
İstanbul üzerine araştırma yapmak isteyen, burada bulunan her bir tarihî eser üzerinde çalışmak arzusunda olanların karşılarına çıkan kişi Semavi Eyice’dir. Bu bir rastlantı değildir. Henüz bir ortaokul öğrencisi iken eline aldığı fotoğraf makinesi İle tarihi eserleri ziyaret eden ve kalıntı üzerine incelemelerini derinleştiren birisidir. Bu çalışmaları sırasında İstanbul büyük bir değişim içinde bulunuyordu. Yeni kurulan Cumhuriyet rejimi, Anadolu’dan hızlanarak gelen göç hareketi, eski yerleşim yerleri üzerinde büyük bir değişim yarattı. Gerçi İstanbul daha Bizans Devleti döneminde bile büyük bir genişleme içine girmiş, ilk kurulduğu tarihî yarımadaya sığma-yıp Boğaziçi’ne ve hatta Adalar’a kadar uzanmıştı.
Bu arada Karadeniz ve Marmara Denizi’nde aktif ve hareketli ticari faaliyet gösteren Cenova Cumhuriyeti ile Venedik Cumhuriyeti kalıcı eserler bıraktılar. Galata yöresinin kurulması Cenova Cum-huriyeti’nin faaliyetinin bir uzantısı olup, Bizans baş-
r……ı ……..*—^
tiKları tıcaretnaneıer, Kiııseıer, luara uıı laıarı ner un tarih evresinde etkili olurlar. 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşen Türk fethi bu yöreye bir hareketlilik getirdi. İşte bu gelişme her bir mütehassıs tarafından detaylı olarak incelendi ise de, bir bütün olarak ele alma şerefi Semavi Eyice’ye aittir. Her bir tarihi kalıntı ve eğer iz kalmamış ise kitaplara geçen bilgiler eserlerinde yer alır. Bu sayede bir Bizans kilisesi ile ilgili satırları okuyan birisi kendisini zaman tünelinden geçip, çok kısa bir zaman zarfında Türk devrinde bulur; özellikle ihtisas sahibi olduğu “Camiye çevrilmiş Bizans kiliseleri” Türk idaresinde özel bir yer tutan manastır ve sair binalar konularını okuyanların hiç ummadıkları bilgiler ile karşı karşıya kalmalarını sağlar.
<s : c : s” sag a””‘2S, P-c‘. Semavi Eyi-ce-” s-j.ît g ‘-as- Kayralar-r. Gerçek analsa z’:: c .z~ Z’d” say” cc’esor k gençlik , ‘ir~zz~ tca-er? yaraîtğ, eze. *jîupwesinde ihtisas \ie mera* ite ¡¡g:L eseneni toplamıştır. Bu toplama, gelişi güzel değil, geliştirdiği konular ile sıkı bağlantılıdır. Bu becerisini şimdi emeklilik yıllarında bile devam ettirmekten geri durmaz.
Takip ettiği İlmî kitaplar her ne kadar haberi olduğu eserlerden istifade edilip kaleme alınmışsa da, her bir kitabın ve derginin içinde kendisi için yararlı bilgiyi hemen görür ve tedarik eder. Sorulan bir konuyu önce hafızasına güvenip aydınlığa kavuşturur ise de, muhakkak bibliyografik kayıtları eksik etmeden haber verir ve yönlendirir; araştırmalarında da bunu yansıtır. En sade bir çeşme üzerinde sürdürdüğü araştırmasında konu ile Ilgil en küçük notu ihmal etmez ve dipnotlarında belirtir. Bu aşamada şahsi müşahedesini hiç bir zaman eksik etmez ve çok sene evvel gördüğü bir kalıntıyı, İnceler ise, kaleme aldığı sırada asla ihmal etmeden yerinde görür ve en son durumu hakkında bilgi verir. Bu eserlerin çoğu kayboldu ise de, umulmadık bazı eserlerin yeniden İhyası, eserlerine yansıyan hususlardır.
Eserler üzerine çalışanlar için de özel araştırmalar noçrptti wp nalpn ri_p plinrip 7pnnin maİ7pmp hı
mada katkıda bulunan hattâ Mimar Sinan başta olmak üzere, büyük bir monografi hacmindeki Mimar Kasım Ağa yazısı (Belleten 43/172 (Ekim 1979) s. 767-808), bânîleri nasıl takdir ettiğini içerir ve ayrıca bu yapıları incelemiş olan E. Mamboury, P. Schweinfurt, Ali Saim Ülgen, Mehmet Ziya, Meh-med Raif, A. L. Gabriel, E. Teklner, Reşad Ekrem Koçu onun kalemi sayesinde yaratılan sayfalarda, sonraki nesillere aktarılmıştır. Eser olarak da Bizans sanat yapıları, Türk devrinde yaratılan Fatih Külliye-si, Bayezld Külliyesi, Haliç, Telgrafhane, Bedestenler ve bunlar arasında özel bir yer tutan Elçi Hanı, çok değişik belgeler ile araştırılmıştır ve hepsinin üstünde Ayasofya’nın özel bir yeri bulunmaktadır.
Bizans sanatı mütehassısları tarafından çok şık cildSer halinde tanıtılan bu sanat abidesinin Türk çağındaki yeri, Türk-lslam sanatının buraya yansıması, burayı süsleyen sanat eserleri ve hatta bunların banileri, Eyice aracılığı ile tanıtılmıştır. Müştemilâtında bulunan yapılar ve bunların Bizans kadar Türk devrinde de nasıl kullanıldığı incelenirken, hiç bir kayıt gözden kaçırılmamış, depolarda yanlış kodlanmış eserler yerine konulmuş ve en son başarı olarak da mozaikten yapılma bir Tuğra burada esas yerine konulmuştur.
İstanbul’u ziyaret edip de kitap yazan kişileri ve özellikle de araştırıcıları tanıtmıştır. Bu alanda kitap yazan ve tarih literatürüne “Seyyahlar ve Seyahatnameleri” diye geçen konu, Semavi Eyice tarafından bir tek dipnotu doldurmak İçin değildir, her birisinin Türk sanatına ne gibi bilgiler getirdiğine de değinir. Bu seyyahlar bir tek İstanbul ile sınırlı kalmamıştır. Eyice, Türkiye üzerinde duran ve Anadolu ile Rumeli yöresini ziyaret edenlerin bilgilerini değerlendirdiği kadar, kitap yazıp da baskı azlığı yüzünden az tanınan kişileri de ilim âlemine tanıtmayı başarmıştır. Bu sonuncular arasında Flachat adlı biriyle ilgili olanı tozlu kütüphane raflarında daha ne kadar malzemenin bilinmedikleri için gölgede kaldıklarını belirtir.
_Prof. Semavi Fvice’nin bu görkemli calısmala-
lunmaktadır. Reşad Ekrem Koçu tarafından başlatılan bu ansiklopedide ilk ürünlerini vermesi, yıllar boyu sürecek bir birikimin yaratılmasını sağladı. Çok takdir ettiği ve bizlere tanıttığı Koçu’nun bu çabasının akim kalmasından epey zaman sonra, Kültür Bakanlığı ile Tarih Vakfı’nın müştereken neşrettiği “Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi”, Semavi Eylce’nin maddeleri İle değer kazandı. Eyice, bitirilen bu mühim eserde elindeki kayıtları değerlendirdi. Bazı konulardan feragat edip, genç araştırıcıların bunları geliştirmelerini sağladı. Bu ciltlerde, İstanbul Ansiklopedisi kavramını incelemesi yanında, Reşad Ekrem Koçu başta olmak üzere “İstanbul Tarihçilerini” de unutulmaktan kurtardı.
Yapım Süresi: 1969’dan 1972’ye kadar. Ölçüler: 260×245 m.
Fiyatı: Stadyum: 6 trilyon TL. (80 milyon Mark). Çatı: 13.5 trilyon TL. (180 milyon Mark).
Kollosyum
Çin Şeddi
Çin’de MO 481-249 yılları arasında, savaşan krallıklar döneminde, farklı hanedanlar, kuzeyden gelen barbar akınlanna karşı ilk yapıları oluşturdular. İmparator Qin Shi huang-ti (MÖ 221-210) bu eski yapıları duvarlarla birleştirmeye başladı.
Bugün aynı duvar, birbirine eklenebilen fermuar formlu elemanlarla 10 m aralıklı yapılar arasına kurulabilir. Bütün duvann tamamlanabilmesi için ise yaklaşık 7 milyon m3 yapı malzemesine gereksinim var. Böyle bir inşaatın maliyeti de duvarın kilometresi başına 225 milyar TL. (3 milyon Mark)’ndan hesaplandığında toplam 952,5 trilyon TL (12,7 milyar Mark) ediyor. Bu maliyete duvardaki gözetleme kuleleri dahil değil.
Karşılaştırma: Modern Set Yapımı,
YerliAlmanya’nın kuzey ve doğu denizlerinin— kıyılan. .
Ölçüler: Kuzey Denizi Şeddi 1962 1988 yıllan arasındaki yapım sırasında 1200 km’den 700 km’ye kısaltılırken, Doğu Denizi Şeddi 354 km’den 668 km’ye çıkarıldı. Böyleee toplam uzunluğu yaklaşık 1400 km olan bir set elde edildi. Genişliği 110, yüksekliği 9,50 metreye kadar ulaşıyor.
Fiyatı: Bu modern şeddin kilometresi yaklaşık 75 milyar TL. (10 milyon Mark)’na mâl oluyor.
Denizdeki savaş olanca hızıyla sürerken, Roma’da halk heyecanı artırmak için sürekli bağınyordu. İmparator Domitan, amfitiyatroda deniz savaşlannı da izletebilmek için yapıya arenayı su altında bırakabilen bir bodrum ekletti. Depremlerle sarsılan, ancak sürekli yenilenerek bina zaman içinde gittikçe daha sağlam bir hale geldi. Yapının bu gelişimi Katolik Kilisesi’nin yapıyı din uğrunda ölenlere adamasıyla 1744 yılında durdu. Bu antik stadyum 68 000 seyirci alabiliyordu.(Münih Olimpiyat Stadı 81 000’in üzerinde seyirci alabiliyor.) Kollosyum’un yeni bir kopyası hazır beton bloklar, çelik beton ve çelik kafes sistemi kullanılarak yapılabilir. Bu yöntemle bina 5,3 trilyon TL. (70 milyon Mark)’na mâl edilebilir. Tabii ki bu fiyata süslemeler ve su pompalan gibi özel malzeme dahil değil. Kollosyum’un duvarlannı süsleyen kabartmalar da eklenirse fiyat 6 trilyon TL (80 milyon Mark) daha artıyor. Böyleee binanın toplam maliyeti 11.3 trilyon TL. (150 milyon Mark)’nı buluyor.
Yeri: Çin
Yaptıranlar. Qin, Han, Wei, Qi, Sui ve Ming hanedanlarından çeşitli imparatorlar.
Yapım Süresi: MÖ 221 ’de yapımına başlanan ilk parçalar yaklaşık 830 yıl sonra tamamlandı.
Ölçüler: Kuşuçuşu 2500 km. Asıl uzunluk; 6250 km
Belirleyici Özelliği: Duvarın yapımında değişik zamanlarda 1 000 000’darr fazla insan çalıştı. İnşaat sırasında bulundukları bölgeden sağladıklan malzemeyi kullandılar.
İbrahim bey’in kızı Hatice Hanım ile evlenir. “Anne tarafından dedem kafasında sarığı olan fakat bir o kadar da cumhuri-
maktadır. Fakat o günlerde F şa’da çıkan bir yangın, ailenin duğu evlerinin yanmasına neder , , , tır; yangını sıkıntılı yıllar ı/br, Mehmet Kamil bey, çocuklarının okum. _ _ -diğinde, o yıllarda az rastlanır b r riişlülükle, çocuklarının yabancı lüî eğitimi yapan bir okula gitmesini ister. Bu karar üzerine Semavi Eyice Saint Louis ilkokuluna, ağabeyi ise Saint Joseph’in ilkokul bölümüne devam etmeye başlar. Bu yıllarda Deniz Kuvvetlerinden emekli olan Mehmet Kamil Bey deniz işletmeciliği, kaptanlık, liman idaresi, 1928 yılında Van Gölü’ndeki küçük tersanenin amirliği gibi görevler yüklenir. Bir süre sonra yurt çapında başlayacak bir kampanya Semavi Eyice’nin öğrenim yaşantısını etkileyecektir. O günlerde yabancı okullara karşı bir kampanya başlatılmıştır. Bunun üzerine bir süre sonra kapatılma aşamasına gelinen Saint Louis ilkokulundan ayrılan Eyice, ağabeyinin yanına Saint Joseph’e devam etmeye başlar. “Evimiz Kadıköy’deydi. Benim çocukluğum ve gençliğim Kadıköy’de geçti. Saint Joseph’te dersler erken saatte başlardı. Biz, ağabeyimle birlikte Mo-da’ya yayan giderdik; öğleyin yemek için eve gelir, sonra geri dönerdik. Akşam eve geldiğimizde hava kararmış olurdu. Ben dördüncü sınıfa kadar yabancı okulda okuduktan sonra babam ‘Bu işin sonu kötü, yabancı okulları kapatacaklar’ dedi; ben Galatasaray’a geçtim ve 1943’e kadar Galatasaray’a devam ettim.”
Semavi Eyice’nin eski eserlere olan ilgisi ilkokul yıllarında başlar ve sonraki yıllarda da devam eder. Ortaokul ikinci sınıftayken bir öğretmenin sınıfa dağıttığı tarihte önemli savaşlar konulu ödevde İstanbul’un kuşatması konusu Eyice’ye düşmüştür. “Ben İstanbul’un muhasarasını öğrenmek için kitaplar karıştırmaya başladım. Rahmetli doktor amcam da tarihe meraklıydı. Doktor olmakla beraber epeyce kitabı vardı. Ben ondan Mambo-ızry’nin Fransızca Seyahat Rehberi’ni aldım. Surların yapısını ve mimarisini bu kitaptan tetkik ettim; oturdum bir ödev
Semavi Eyice’nin Saint Louis Iikokulu’na devam ettiği yıllardan bir resim, 1930.
yazdım. O seyahat rehberinin sayfalarını karıştırırken camiler ve kiliseler de ilgimi çekmişti. O günden sonra ben yola çıktım. Nişantaşı’nda oturan Ahmet adında canciğer bir arkadaşım vardı. Onunla beraber bir tramvaya bindik ve İstanbul’u keşfe çıktık, cami, kilise, ne varsa dolaşıyorduk. Dolaşırken elimdeki kağıtlara bir takım notlar alıyordum.”
Boş vakitlerini ve tatillerini İstanbul’u gezmeye ayıran Eyice’ye arak Mamboury’nin kitabı yeterin se’nteırek-tedir. MarrJbouıv’nm kİLa?iK:r. bıblivc-s-raryasını çıkın? ve aîmak ürediği kitapların bir listesini yapar. “Bugün bu kitapla-
ra bakıyorum da dehşete düşüyorum. Şimdi milyonlar değerinde olan bulunması imkansız kitaplardı. Ben bu kitapla-
rın hır listecini nkçtrHım vp Harheîfp ki T
I
1-
başladım. Kuledibi’nin karşısında bir tane bina vardı, onun alt katı kitapçıydı. Orada çıtı pıtı bir Rum kızı vardı; elimdeki listeye baktı, o da şaşırdı. Biraz daha yaşlıca olan ağabeyine seslendi. Ağabeyi geldi, listeye baktı; ‘Bunları kimin için arıyorsun?’ diye sordu. ‘Kendim için’ dedim. Sonradan onunla çok iyi dost olduk. Adı Patriarkhis idi ve o da Bizans meraklısı idi. Hatta sonraları Bizans üzerine makaleler de yazdı. Ben o gün aradığım kitapların hiçbirini bulamadım.”
Bu tarihten sonra Semavi Eyice’nin içine bir kitap kurdu girmiştir artık. Yük-sekkaldırım’daki, Bayezid’deki birçok kitapçıyla tanışır. Sürekli kitap almakta ve İstanbul’u dolaşmaktadır o günlerde. Bu arada sık sık Hachette Kitabevi’ne uğramakta ve Fransızca yayınları takip etmekte, elindeki paraya göre bunlar sıtın almaya çalışmaktadır.
“Bütün kitapçılar ben: :a~:İL2r. Ben bos vakitlerimde cdizzz ¿’sskzr-zrsiz
He?«: ¿e kulturl- zzszr.lîzi:- v. nradm bıru.-em avascakınv. türedi. Hatta ben bir ara Yapı Kredi için yaptığım bir konferansta bu kitapçıları anlattım. İçlerinde
Eyice, lise yıllarında Berlitz Dil Okulu’ria giderken, 1942.
Eyice, Ortaokul yıllarında, 1937-1938. Kitaplara ve İstanbul’a merakı bu yıllarda başlar.
sunaa rsmaıı ütendı, Kaıî îelkenu Bevie ünlü Nizamettin Aktuç Bey’in yaptıklarını unutamam. Rahmetle andığım bu kitapçılar ve daha birçokları, son derece tos gözlü satıcılardı, eski kitapları arayan ve okuyanlara yardımdan zevk alırlardı. O devrin esnafı da başka türlüydü.”
Semavi Eyice 1943 yılında Galatasaray’dan mezun olur. Babası küçük oğlunun hariciyeci olmasını istemektedir. Semavi Eyice ise önce denizciliğe heveslendiyse de sonradan sanat tarihi okuma kararını kesinleştirir. O yıllar ikinci Dünya
Savaşı yıllarıdır ve bu tür bir eğitim için Almanya’dan başka bir yer yoktur. Eyice Almanya’ya gitmeye karar verir. Almanya’ya gidebilmek için uzun formaliteler
sonucu Ankara’dan izin £:r.:r ts : 18’inde yola çıkar. “Bsr : •: man kültüründe:: zzı’f. ~–.~ Fransızca e£:z~ ‘r ‘■
Semavi Eyice (solda, elinde kitap olan), uygulamalı bir ders sırasında.
1950 yılında sanat tarihi öğrencileriyle
Profesör Eyice, bilimsel çalışmalarında İstanbul İle sınırlı kalmadı; Türk sanatının yayıldığı her bir şehri ve Anadolu’nun unutulmuş köşelerindeki kalıntıları incelerken, Bizans çağından başlayarak geçirdikleri evrelere değindi. Bursa bunlar içinde er dikkat ettiği merkezlerin başında ge!r ve c„’ar.a bulunan Türk sanat eserierı ‘e c’ <e lı Devleti’nin ilk iki padişahı Csry’ar’ .e .~~a~ 3e.-lerin gömülü bulundukları Bıza-s ■act’-aa- ,ca çıkıp Ayasofya Vaftizhanesmde . .. Cs~a–lı padişahlarını da ihmal etmez. 8U s raca 3„’ss e ilgili eser yazan kişileri ve Osma^ ta”‘-‘ – c_.„-mütehassısı Josef von Hamrr’er'” „”„t.-a” s=..a-hatnameslni inceleyip (Be! ete” -6 ’83 E-” 1982) s, 535-550), onunla C’o zr- :a’a*a””a uzanırken burayı da bizlere ‘.a-: – s:a~c„ ‘958 80 sayfa). Fakat tek bır ese’ s »e’r’”‘s, c. •< ¡seferi, İmarethaneleri, hama””ar cr c^r nalınae ilim alemine sunar.
Bu satırların yazıldığı sırada Kültür Bakanlığı tarafından neşredilen prestij kitaplarından “Bursa” bitirilmiştir ve Semavi Eyice imzası yılların birikimini yansıtmaktadır. Bu yöreden kurtulmak isteyen bir araştırıcı, Semavi Eyice ile birlikte Trabzon’a kadar da uzanır ve orada Sumela adlı manastırı ziyaret ettikten sonra çok kısa bir zaman zarfında Edirne şehrinde kendisini Bizans ve Türk eserleri arasında bulur ve buranın “Saat Kulesi’’nde ziyaretini bitirdikten sonra Side ve Silifke taraflarında yaz tatilini yaparken tarihi eserleri yaratıcıları ile birlikte yaşar, vakit geçirmeden Kıbrıs adasındaki Türk eserleri de zryaret edilir. Kurtulduklarını zannettikleri bir sırada Yunanistan’daki Türk eserlerini beraber inceler ve oradan Svillngrad’daki Mustafa Paşa köprüsünü ve I. Murad’ın Meşhed’i ziyaret edilir ve yanıbaşındaki Enez’de denizeller ve onların yapıları incelenir; Silivri camileri içinde Osmanlı tarihindeki kişilere ve davranışları tartışılırken Sinan Paşa’nın Afyonkarahisar yakınlarındaki Slncan’lıdaki eseri ve bunun 16, yüzyıldaki hangi Sinan Paşa olabileceği listesiyle tetkikten geçer, bu tartışma ile birlikte Çorum’da Elvan Çelebi ile derinlerde kalan suları serinlemek için yu-
dumlanır ve Kırşehir’deki çiçekli bi^ rneza-: nat aleminde uzun bir yolucıiuk. ,ac:” c= ancak ayrı basım oiara< aa- çe.^as va kalesi Hac ı C’C-s- î;
as — sa‘r es ~ ş sar d naıar soğuk duvar-ar e çe.r,: olmayıp içinde cereyan eden tarihi o a> ar .le canlanır. Elçi ilanı İçinde tüccar ve misafirler ile birlikte kalınır ve kimlerin burayı yarattığı ve can verildiği, hatta resimlerle minyatürlere geçen hususlar tahsis edilirken, yıkılması akabinde yerine çıkan biçimsiz binanın da anısı araştırma metnini tamamlar.
Bütün bu beceriler kısa bir zaman zarfında bir araya getirilen bilgiler değildir. Napoli’ye yaptığı bir konferans ziyareti sırasında gördüğü bir Türk elçisinin portresinden, sanat tarihi ve 1740 yılında burayı ziyaret eden Hüseyin Paşa ile birlikte tabloyu yapan ressam ve bunlar hakkında verilen bilgilerin kaynağına inilir. Tarihçilerin bile dikkatinden kaçan kayıtların sıralanmasından sonra, mezar taşı da bizzat görülüp fotoğrafı çekilirken, İlmî çalışmaların kütüphaneler ve arşivlere kapanıp yaratılmasının gerekli olduğu ispat edilirken, bizzat gidip görmenin kaçınılmaz olduğuna değinilir.
Devletimizin kurucusu M. Kemal Atatürk, Semavi Eyice’nin kaleminden incelendiği zaman, tarih, sanat, kültür çalışmalarına katkıları ile tanınır. Küçük yaştaki Mustafa Kemal’in yetiştiği Selanik muhiti detaylı olarak İncelendikten sonra, kurduğu devletin b^kenti yapılan Ankara’nın tarihî evresi, kıymetli bir tablonun neşri ile birlikte incelenmiştir ve bir süre “Haleb” diye bilinen bu tablonun aslında neyi anlattığı detaylı bir çalışma İle bilim âlemine su-
Ç ” *‘■=¡”2 5 «S C r * TS£3SvSr C r C 8.r> K .SCÇ ^r_
-a” “G a: – :eş. < oze’-e ‘’991 y-lırtda bir cağ ~>-
sz c: •’aırde nazınadım, TTO Kurumu benir’ aer-iemem; armağana katıp neşretti. Bu tarihden so”ra da çok sayıda eser veren Semavi Eyice özel’ike Türkiye Diyanet Vakfı himayesinde çıkan Islâm Ansiklopedisi’nde ilk faslküllerden başlayarak maddeler kaleme aldı. Tamamlanmasını temenni ettiğim bu ansiklopedide daha çok maddeler yazmasını beklemekteyiz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın neşrettiği Islâm Ansiklopedisi için uzun zaman kendisinden yazı istenmedi ise de Mescid, Minare ile birlikte Rumelihisarı beklendi. Basımı geciken İstanbul maddesi için, sanat eserleri, kendisinden istendi ve “İstanbul’un tarihi eserleri” İle “Galata” maddelerini de bitirerek üzerine düşeni yerine getirdi. Ne var ki 1954 ile 1982 yılları arasında Türk Ansiklopedisi için hazırladığı maddeler, eserin gecikmesi ve aydınlar tarafından ihmal edilmesi, başarının gölgede kalmasına yol açtı. Son iki makalesinin çıktığını da benden öğrendiği zaman hayret etmekten geri durmamıştı. Kendisine yapılan başvuruları İnceledikten sonra isteklerini yerine getiren sayın profesörün tarafımdan hazırlanan “Bibllyografya”sı şimdiden yetersiz kalır görülür ise de 1991 yılına kadar olan yayınlarını araştırıcılar daha kolay öğrenceklerdlr ve ihmal etmediğim Dizinler de İstenilen ve akla takılan konuların bulunmasında yararlı olacaktır. Her bir dakikası İçinde yararlı araştırmalar yaratmaktan kendisini alamayan Semavi Eyice’nin katkıları her zaman saygı ile okunacaktır. Dipnotlarına giren kıymetli malumat, araştırmalarında bulunan fotokopiler ve fotoğraflar da bilgileri kuvvetlendirmektedir.
sunaa rsmaıı ütendı, Kaıî îelkenu Bevie ünlü Nizamettin Aktuç Bey’in yaptıklarını unutamam. Rahmetle andığım bu kitapçılar ve daha birçokları, son derece tos gözlü satıcılardı, eski kitapları arayan ve okuyanlara yardımdan zevk alırlardı. O devrin esnafı da başka türlüydü.”
Semavi Eyice 1943 yılında Galatasaray’dan mezun olur. Babası küçük oğlunun hariciyeci olmasını istemektedir. Semavi Eyice ise önce denizciliğe heveslendiyse de sonradan sanat tarihi okuma kararını kesinleştirir. O yıllar ikinci Dünya
Savaşı yıllarıdır ve bu tür bir eğitim için Almanya’dan başka bir yer yoktur. Eyice Almanya’ya gitmeye karar verir. Almanya’ya gidebilmek için uzun formaliteler
sonucu Ankara’dan izin £:r.:r ts : 18’inde yola çıkar. “Bsr : •: man kültüründe:: zzı’f. ~–.~ Fransızca e£:z~ ‘r ‘■
Semavi Eyice (solda, elinde kitap olan), uygulamalı bir ders sırasında.
1950 yılında sanat tarihi öğrencileriyle
Profesör Eyice, bilimsel çalışmalarında İstanbul İle sınırlı kalmadı; Türk sanatının yayıldığı her bir şehri ve Anadolu’nun unutulmuş köşelerindeki kalıntıları incelerken, Bizans çağından başlayarak geçirdikleri evrelere değindi. Bursa bunlar içinde er dikkat ettiği merkezlerin başında ge!r ve c„’ar.a bulunan Türk sanat eserierı ‘e c’ <e lı Devleti’nin ilk iki padişahı Csry’ar’ .e .~~a~ 3e.-lerin gömülü bulundukları Bıza-s ■act’-aa- ,ca çıkıp Ayasofya Vaftizhanesmde . .. Cs~a–lı padişahlarını da ihmal etmez. 8U s raca 3„’ss e ilgili eser yazan kişileri ve Osma^ ta”‘-‘ – c_.„-mütehassısı Josef von Hamrr’er'” „”„t.-a” s=..a-hatnameslni inceleyip (Be! ete” -6 ’83 E-” 1982) s, 535-550), onunla C’o zr- :a’a*a””a uzanırken burayı da bizlere ‘.a-: – s:a~c„ ‘958 80 sayfa). Fakat tek bır ese’ s »e’r’”‘s, c. •< ¡seferi, İmarethaneleri, hama””ar cr c^r nalınae ilim alemine sunar.
Bu satırların yazıldığı sırada Kültür Bakanlığı tarafından neşredilen prestij kitaplarından “Bursa” bitirilmiştir ve Semavi Eyice imzası yılların birikimini yansıtmaktadır. Bu yöreden kurtulmak isteyen bir araştırıcı, Semavi Eyice ile birlikte Trabzon’a kadar da uzanır ve orada Sumela adlı manastırı ziyaret ettikten sonra çok kısa bir zaman zarfında Edirne şehrinde kendisini Bizans ve Türk eserleri arasında bulur ve buranın “Saat Kulesi’’nde ziyaretini bitirdikten sonra Side ve Silifke taraflarında yaz tatilini yaparken tarihi eserleri yaratıcıları ile birlikte yaşar, vakit geçirmeden Kıbrıs adasındaki Türk eserleri de zryaret edilir. Kurtulduklarını zannettikleri bir sırada Yunanistan’daki Türk eserlerini beraber inceler ve oradan Svillngrad’daki Mustafa Paşa köprüsünü ve I. Murad’ın Meşhed’i ziyaret edilir ve yanıbaşındaki Enez’de denizeller ve onların yapıları incelenir; Silivri camileri içinde Osmanlı tarihindeki kişilere ve davranışları tartışılırken Sinan Paşa’nın Afyonkarahisar yakınlarındaki Slncan’lıdaki eseri ve bunun 16, yüzyıldaki hangi Sinan Paşa olabileceği listesiyle tetkikten geçer, bu tartışma ile birlikte Çorum’da Elvan Çelebi ile derinlerde kalan suları serinlemek için yu-
dumlanır ve Kırşehir’deki çiçekli bi^ rneza-: nat aleminde uzun bir yolucıiuk. ,ac:” c= ancak ayrı basım oiara< aa- çe.^as va kalesi Hac ı C’C-s- î;
as — sa‘r es ~ ş sar d naıar soğuk duvar-ar e çe.r,: olmayıp içinde cereyan eden tarihi o a> ar .le canlanır. Elçi ilanı İçinde tüccar ve misafirler ile birlikte kalınır ve kimlerin burayı yarattığı ve can verildiği, hatta resimlerle minyatürlere geçen hususlar tahsis edilirken, yıkılması akabinde yerine çıkan biçimsiz binanın da anısı araştırma metnini tamamlar.
Bütün bu beceriler kısa bir zaman zarfında bir araya getirilen bilgiler değildir. Napoli’ye yaptığı bir konferans ziyareti sırasında gördüğü bir Türk elçisinin portresinden, sanat tarihi ve 1740 yılında burayı ziyaret eden Hüseyin Paşa ile birlikte tabloyu yapan ressam ve bunlar hakkında verilen bilgilerin kaynağına inilir. Tarihçilerin bile dikkatinden kaçan kayıtların sıralanmasından sonra, mezar taşı da bizzat görülüp fotoğrafı çekilirken, İlmî çalışmaların kütüphaneler ve arşivlere kapanıp yaratılmasının gerekli olduğu ispat edilirken, bizzat gidip görmenin kaçınılmaz olduğuna değinilir.
Devletimizin kurucusu M. Kemal Atatürk, Semavi Eyice’nin kaleminden incelendiği zaman, tarih, sanat, kültür çalışmalarına katkıları ile tanınır. Küçük yaştaki Mustafa Kemal’in yetiştiği Selanik muhiti detaylı olarak İncelendikten sonra, kurduğu devletin b^kenti yapılan Ankara’nın tarihî evresi, kıymetli bir tablonun neşri ile birlikte incelenmiştir ve bir süre “Haleb” diye bilinen bu tablonun aslında neyi anlattığı detaylı bir çalışma İle bilim âlemine su-
Ç ” *‘■=¡”2 5 «S C r * TS£3SvSr C r C 8.r> K .SCÇ ^r_
-a” “G a: – :eş. < oze’-e ‘’991 y-lırtda bir cağ ~>-
sz c: •’aırde nazınadım, TTO Kurumu benir’ aer-iemem; armağana katıp neşretti. Bu tarihden so”ra da çok sayıda eser veren Semavi Eyice özel’ike Türkiye Diyanet Vakfı himayesinde çıkan Islâm Ansiklopedisi’nde ilk faslküllerden başlayarak maddeler kaleme aldı. Tamamlanmasını temenni ettiğim bu ansiklopedide daha çok maddeler yazmasını beklemekteyiz. Milli Eğitim Bakanlığı’nın neşrettiği Islâm Ansiklopedisi için uzun zaman kendisinden yazı istenmedi ise de Mescid, Minare ile birlikte Rumelihisarı beklendi. Basımı geciken İstanbul maddesi için, sanat eserleri, kendisinden istendi ve “İstanbul’un tarihi eserleri” İle “Galata” maddelerini de bitirerek üzerine düşeni yerine getirdi. Ne var ki 1954 ile 1982 yılları arasında Türk Ansiklopedisi için hazırladığı maddeler, eserin gecikmesi ve aydınlar tarafından ihmal edilmesi, başarının gölgede kalmasına yol açtı. Son iki makalesinin çıktığını da benden öğrendiği zaman hayret etmekten geri durmamıştı. Kendisine yapılan başvuruları İnceledikten sonra isteklerini yerine getiren sayın profesörün tarafımdan hazırlanan “Bibllyografya”sı şimdiden yetersiz kalır görülür ise de 1991 yılına kadar olan yayınlarını araştırıcılar daha kolay öğrenceklerdlr ve ihmal etmediğim Dizinler de İstenilen ve akla takılan konuların bulunmasında yararlı olacaktır. Her bir dakikası İçinde yararlı araştırmalar yaratmaktan kendisini alamayan Semavi Eyice’nin katkıları her zaman saygı ile okunacaktır. Dipnotlarına giren kıymetli malumat, araştırmalarında bulunan fotokopiler ve fotoğraflar da bilgileri kuvvetlendirmektedir.
rav’dayken ikinci dilim İngilizceydi. Trene bindim ve Berlin’e gittim. Ama Berlin o günlerde oturulacak gibi değildi. Hava hücumları oluyordu. Bir süre ufak bir kasabada kaldım ve orada yaşlı bir hanım öğretmenden Almanca öğrendim.”
Airnar.ea’yı iyice öğrenen Eyice. Almanya’da jjgi duyduğa konuda ejinm veren bir üıaiverstce Mioıays bajîar. Böyle bir iiniversmemn ayr.: 2aır.anda CUfRian hava sa’dmlaricdaa da uzak «”.Ması gerekmekledir. Böyle bir üniversite Yiyana’da bulunmaktadır. “Ben orada bir dönem okuduktan sonra, tatilde Türkiye’ye gideyim. denize girerim diye düşünüyordum. Tam o sırada, 1944 yılında Türkiye bizlere haber vermeden Almanya ile tüm ilişkilerin kesti. Bereket ben sigara içmiyordum. Bize verilen karnede ben sigara hakkımı yiyecekle değiştiriyordum. Bir de bize Türkiye beşer kiloluk yiyecek paketleri gönderirdi. Bu yardım, Türkiye münasebetlerini kesmiş olmasına rağmen
Semavi Eyice 1945 yılında eğitimini sürdürmek için Berlin’de bulunmaktadır. Savaşın son günleri içinde Berlin’in işgali gündeme geldiğinde Eyice ve arkadaşları Türkiye’ye dönmek üzere Danimarka’ya geçer. Danimarka’da bir süre tutuklu kalan Tiirk vatandaşları bu ülkeden İsveç’e geçerler ve bir Kızılhaç germisiyle Türkiye’ye doğru yola çıkarlar. “Gemide bizden başka Almanya’dan çık-
Yıldız Demiriz
Prof. Dr. İstanbul Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü
Prof. Dr. Semavi Eyice’yi 1960 yılında öğrencisi olunca tanıdım. Çok yönlü bir bilim adamı olan Prof. Dr. Semavi Eyice’yi burada hocam olarak tanıtmak istiyorum. O dönemlerde Bizans sanatını çok az öğrencinin tezli sertifika olarak seçmesi, seminerlerde hoca-öğrenci ilişkilerinin yakınlığında rol oynardı. Bu öğrenci azlığının sebebi, çok titiz çalışması ve öğrencisinden de aynı titizliği istemesiydi. Tezli öğrencisi olduğumda seminerlerine katılan beş kişiden biriydim. Ders ve gezilerinde, bellek gücünü,
Semavi Eyice evliliğinin ilk yılında eşi Kâmran Hanım’la, 1960.
mış ve çeşitli ülkelere dağılacak insanlar da vardı. Arjantinliler vardı, kendilerini Türk olarak gösterip, toplama kamplarından canlarını kurtarmış Yahudiler vardı, Italyanlar, HollandalIlar… O günlerde savaş devam ediyordu, bitmesine az kalmıştı ama sürüyordu. Gemi o yüzden kıyıları takip ederek ve çeşitli milletlere mensup insanları yollarda bıraka bıraka bir buçuk ay içinde Türkiye’ye geldi.”
tutar. Bahsi geçen kişilerin özel hayatları hakkında anlattığı anekdotlar, dersin konusu unutulsa bile akıllarda kalır. Bu arada, konunun geçtiği yörenin dünkü ve bugünkü durumunu karşılaştıran anılarla, eserin eski durumunu gösteren ilginç fotoğraflarla her zaman için dikkatleri çeker.
Kitaba olan merakı sonsuzdur, Geniş kaynak bilgisinden öğrencileri de faydalanır. Kaynakçayı tahtaya yazar, söz konusu eserin yazarı veya çalışmanın mahiyeti hakkında ilginç bilgiler verir. Böylece öğrenciler, konu hakkındaki açıklamalara bağlı kalmaz, daha fazlasını araştırmak için ipuçları edinirler.
Semavi Eyice’nin katıldığı ilk uluslararası kongre 1953 yılında Selanik’te yapılmış olan Bizans Kongresi’dir. Soldan ikinci Semavi Eyice, Sağında E. Maumbory.
Hocam Semavi Eyice ile Anılar
mezuniyet ItiZ-İİMI licu-iııduıyiııı .w.______
anımı nakletmek İstiyorum. Tezimi inceledikten
cındvı H/^ıcc, ı ıir&ı^-c cıüncııj* günde İstanbul Üniversitesi’nin sınavlarına çalışır. Önünde on gün gibi kısa bir zaman vardır fakat o yine de başarılı olacak ve 1948 yılında mezun olduğu Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Kürsüsü’ne devam etmeye hak kazanacaktır. Almanya’dan dönmüş olduğu halde hiç sene kaybetmeden mezun olabilen Eyice’nin bitirme tezi konusu ise “İstanbul Minareleri” dir.
Almanca bildiği için Tarih Bölümü’ne geçmesi konusundaki önerilere aldırmaz; o kararını çoktan ver-
daha iyi bilen dinleyiciler önünde anlatmak ve tartışmak zc’./-;:a kaldık. Bu uygu’ıava ça ş^aa’a öğrendiklerimiz çizere, s’aa’aa oturup ders dın:eyereK cg’e”3 *-lerimizden çok aa”a ‘a,aa olmuştur
YÖK uygulamaları ile öğretim üyesi öğrenci arasındaki dialog büyük ölçüde kesildi. Sanat tarihi gibi görsel malzemeye dayanan bir alanda, yazılı sınavlarla, hatta testlerle öğrenci mezun edildi. Buna mali imkanların kısıtlanması ve anarşi korkusu ile öğrencileri gezi ve kazılara götürmenin güçleşmesi eklenince, eğitim zincirinin en önemli halkalarından biri yok edildi. Üniversite öğretim üyesinin sadece kürsüde ders verdiği veya sınav yaptığı sırada değil, bütün yaşamında “Hoca” olduğu veya olması gerektiği gerçeği, gözardı edildi. Bizim kuşağımız, hoca öğrenci ilişkisi yanısıra usta çırak ilişkisini de yaşamak mutluluğuna erişmişti. Bu hususlar özellikle Semavi Hoca için geçerli idi. Sohbetlerimiz sırasında kendisinden hâlâ yeni şeyler öğrenmekten mutluyum.
Prof.Dr. Semavi Eyice ile yan yana yürürken veya Anadolu’ya yaptığımız gezilerde hoca ile şöför arasında otururken öğrendiklerim, derslerde öğrendiklerimden daha önemlidir. Zira, derste anlatılanlar kitaplardan veya eski öğrencilerin notlarından da öğrenilebilir. Ama yol kenarındaki bir taş, bir yapı veya bir ağacın uyandırdığı çağrışım tekrarlanamaz. Gerek derslerinde ve gerekse gezi ve seminerlerde sadece
miş, \olunii çoktan çizmiştir. Sanat tarihçisi olacak ve Bizans’ı inceleyecektir. Almanya’da katlandığı sıkıntılar hep bu yüzdendir; kararından vaçgeçmez. 1948 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Kürsüsü’nde asistan olarak çalışmaya başlar. Burada önce Türk ve İslâm sanatı dersleri veren Prof. E. Diez’in yanında çalışır; bir süre sonra Bizans sanatı tarihi öğretim üyesi Prof. Schwein-
Bizans sanatı ve tarihi ile ilgili şeylere değn, c yöre için önemli olan her türlü esere, devir ve üslûp ayırımı yapmadan dikkatleri çekerdi. Çivi yazısından rokoko süslemeye, ilkçağ tapınağından neoklasik camiye, kervansaraydan sebile kadar, bir sanat tarihçisini ilgilendirmesi gereken her şeyi büyük bir zevkle anlatır, sorulara bıkmadan ve sabırla cevap verirdi.
Anadoluya yaptığımız gezilere katılan arkadaşların anıları kitaplar doldurabilir. Temmuz ayında yaptığımız üç haftalık Güney Anadolu gezisini ve her gün öğleyin bir kaleye tırmanışımızı geziye katılan hiçbir arkadaş unutmamıştır sanırım. Ya da Dereağzı Kilisesi’ni arayışımızı… Finikeden Elmalı’ya giden karayolundan orman yoluna saptığımızda yarım saatte varacağımız söylenen yere öğleden sonra saat dörtte varıp, aç bilaç, susuz, köylülerin getirdiği tek bardaktan İçtiğimiz ayranın tadını nasıl unutabiliriz.
Bu gibi olaylar gezilerin tuzu biberi idi, ama bizi biiÖlPimize ve hocamıza sımsıkı bağlardı. Aradan geçen uzun yıllardan sonra aramızdaki bağların eskisinden de sıkı olduğunu söyleyebilmekten mutluluk duyuyorum.
furth’un asistanlığını yapar. İslâm derslerinde Prof. K. Erdmann’ın yardımcısı olan Eyice, Edebiyat Fakil!:es:’r_ıe her yıl konferans şeklinde dersler e*e~ Prof. A. Gabriel’in bu dersler”: :-ca’dan, Schweinfurtfe ve Eri~-::~ r-ri Almanca’dan Türkçe’’e _ –
larında da Türkıve*-:.- ~r- : ;• incelemeüer T-LTi* -c:
smci :>e.
¡ışıyorlardı. Assere z~;~ -;rr.
doçentliğe müraeaa: en:™ 3::: tezi hazırladım verdim ve askere Ben askerdeyken İstanbul’da Bızır.s kongresi yapıldı, ben o kongrenin sekreterliğini yapıyordum. O sırada 6-7 Eylül olayları oldu. Bunların yanında bir de “İstanbul” adında Fransızca bir kitap hazırladım. O dönemde hem yedek subaylık yapıyordum hem de kitabımın baskısı ile ilgileniyordum. Yedeksubayken “Son Devir Bizans Mimarisi” başlıklı tezim ile doçentlik imtihanına girdim. Terhis olduğum sırada doçent ünvanına sahiptim.”
Semavi Eyice, terhis olduktan sonra üniversiteye döner. Aslında bu dönüş, hafta sonlan üniversiteye gelip verdiği derslerin yeniden normal zamana döndü-rülmesidir.
E. Hakkı Ayverdi’ye Fahri Doktorluk verildiğinde çekilen bu fotoğrafta Uğur Derman, Turhan Baytop ve Semavi Eyice birarada.
Şevket Aziz Kansu’ya TTK üyelik beratı verilmesi nedeniyle yapılan tören, 1970.
Semavi Eyice, sivil hayattaki görevinin başına döndükten 1,5 yıl sonra, 1958 yılında 1954 yılında evlendiği eşi Kamran Yalgın ile birlikte Münih Üniversitesi’ne gider. Humboldt bursunu kazanan Eyice. 13 ay süre ile buradaki derslere girer. Kitap tutkusu burada da kendini gösterir; bir yandan dersleri takip ederken boş zamanlarını kitap toplamaya ayırmıştır.
Evice 1^59 yılında Türkiye’ye, İstanbul l niversaesı Sanat Tarihi Kürsüsündeki »Grevine nfecr. Bu tarihlerde Bizans :1e ili:’.: dersler ^e:me\ e başlamışur. “OsKanlsyi ¿2 “.erisırr. ¿Tİ:. Fm buldokça OsminYv: İa ¿r„a:;:i:rr.. O
Semavi Hoca’yı öğrenci olarak tanımam fakülteye başladığım 1962-1963 yıllarına rastlar. Onun açık ve net anlatımı, konusuna hakimiyeti beni kendisine bağlayan ilk özellikleri oldu. Seneler ilerledikçe hocanın daha başka yönlerini de tanımaya başladık. Çabuk kızan, öfke-
li davranışlarının altında altın gibi bir kalbi, dürüst bir kişiliği vardı.
Hoca her yıl bir grup öğrencisiyle on, on-beş gün süreli, Anadolu’ya tetkik ve araştırma
k I i-
Cak hor t/irin 7nrlufla uvum sağlayabilecek problemsiz öğrenciler olsun isterdi. 1965 yılında çok yakın bir kız arkadaşımla birlikte ben de başvurdum. Kontenjan on kişiydi, talep fazlaydı, kur’a çekilecekti. Hocanın bir yakını, birlikte
günlerde bir de baktım ki öğrenciler iyice tuhaf… Sâsânî sanatını, ata binişlerini öğreniyorlar ama Mimar Sinan’ı bilmiyorlar. Ben bunun üzerine kendiliğimden bir ders koydum. Haftada bir saat devam zorunluluğu, yoklaması ve imtihanı olmayan Osmanlı Sanatı dersi veriyordum. Katılım oldukça fazlaydı ve en sevindirici tarafı, katılan öğrencilerin bir kısmının sanat tarihi dalı dışından olmalarıydı.” Semavi Eyice 1963 yılında profesörlük kadrosu boşaldığında profesör olmak için çalışmalarına başlar. Aynı yıl içinde Edebsyat Fakükesi’r.de Bizans Kürsüsü ad:”da yen: b:ı kürsü kurulmuştur. 1%4
Hocanın dürüstlüğünü yansıtan bir başka olay da eşimin başından geçti. Semavi Bey tez çalışmalarında çok titiz olduğu için öğrenciler korkup, mezuniyet tezini kendisinden almazlardı. Çünkü hoca yapılan tezler üzerinde titizlikle durur, defalarca geri çevirir, ilave edilmesi gereken kaynakları verir, hatta tercüme edip getirirdi. Sonuçta da; tezde bu kadar yorulan öğrenciyi mezuniyet sınavında döndürmezdi. Eşim de sekiz kere düzeltilip geri dönmüş tezi kabul edilince mezuniyetini garanti görmüştü. Bizde sınavlar eserlerin fotoğrafları üzerinden olur, eseri tanır, üzerinde konuşursunuz. Eşime de Aya-
oz-vh/Vnın UTnıcmın tntnfimfı npimıç fntorirat
t ı
sofva’nın kapısı dese bir türlü, değil dese başka türlü. Aklınca kurnazlık edip benziyor demiş. Hoca usulen bir iki soru daha sormuş, olmadı çık, demiş. Böyiece ilk defa bir tezli öğrencisini mezuniyet sınavında bırakmış oldu. Daha son-
yılı ise onun, “İlk Osmanlı Devrinin Di-nî-Içtimaî Bir Müesesesi: Zaviyeler” başlıklı takdim tezi ile profesör olduğu yıldır. YOK’ün kuruluşuna kadar bu kürsüde çalışan Eyice, YOK’ün Bizans Kürsüsü’nü ve benzeri bazı kürsüleri birleştirip Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’ne çevirmesinden sonra bu bölümün başına getirilir.
“Türkiye’de aşırı uçta olan birtakım kişiler her ne kadar Bizans sanatının bize lüzumu yok diyorlarsa da ben, Türkiye’de Türk’ten bir Bizans sanatı uzmanı olmasını uygun görüyorum. Ben bu konuda okumak için gittim yurtdışına, Türkler’den de bu konuyu yapabilecek
Hocan>n çabuk kızan ve küsen tabiatından söz etmiştim. Ben doktoramı Semavi Bey’in danışmanlığı altında tamamladım. Bir iş yerinde çalışmam ve konunun genişliği nedeniyle tezin tamamlanması on bir yıl sürdü. Bu zaman zarfında hocayla pekçok anımız var tabii, ama ben onun kalbinin altın tarafını anlatmak için yaşadığım son olayı nakletmek istiyorum.
Tezimi, Amerikalı bir profesörün tavsiyesi ile, Turing Otomobil Kurumu’nun Genel Müdürü Çelik Gülersoy basmaya karar verdi. Semavi Bey’in önsözüyle kısa zamanda basıldı. Kitabın baskısı yaz aylarına rastladı; ben tatildeydim, dönüşümde bir arkadaşım haber verdi. Hemen telefon edip kitaptan istedim ve ilk iş olarak hocaya götürdüm. Yaz ayiarında faküite U-nnaiı niHı tnı ınrian haftaria ıkı mm nplıvnrdı ı.
şa bıraktım. Ertesi hafta kitap hakkındakı ızıe- | nimlerini öğrenmek için gittiğimde, hiçbir şey söylememe fırsat bırakmadan başladı bağırmaya; niye geiain, bu kadar zamandır nerde-sin, kitabı niye getirmedin, artık getirsen de kıy-
Benim Penceremden Semavi Eyice
hocaya olan güvenimi arttırdı. edin… Sevgiler”. la sevgili, değerli hocam.
i
madım, Osmanlı ve Selçuklu sanatıyla da uğraştım. ‘C-‘ jhi.ırh ıhı 11î*jstım; hart:i
da üniversiteden emekli oluncaya değin birçok yurtdışı etkinliklere de katılır. Almanya’da Bochum Üniversitesi’nde Fransa’da ise Sorbonne ve Collège de France’da, İsviçre’de Genève İ r.iversı-
tesi’nde dersler veren Eyice, Bruxelles, Münih, Mainz, Münster, Berlin, Roma, Ravenna, Venedik, Ohri, Bükreş, Selanik Belgrad ve Washington’da da konferanslar verir. Akademik kariyeri ve bilimsel çalışmaları Eyice’nin ne kadar iyi bir sanat tarihçisi olduğunu ortaya koyuyor. Kafasındaki sanat tarihi olgusunu anlatırken şunları söylüyor: ” 19. yüzyılda moda olmuş kötü bir Alman metodu vardır: Şekil analizi. Ben böyle bir sanat tarihine taraftar değilim. Benim görüşüme göre sanat tarihçisi, bir tarihçi gibi araştırmak zorundadır. Kültür tarihi genel tarihin bir parçasıdır, sanat da kültür tarihinin bir parçasıdır. Bütün bunlardan sıyrılıp da bir tabloya bakarak İsa’nın kaşı şöyle, gözü böyle ile sanat tarihi olabileceğine inananlardan değilim. Ben Atatürk’ün, eski eserler için düşündüğü ve istediği şeyle-
rin. yani kendi kültürümüze yabana olmakla beraber vaşacıŞmzz :_>7rakla’jiik; tarih ve meder.ivet İzlerin: bir Tûrkıtn ¿e :amy:p inceleyebileceği ve yine kendi medeniyetimizin eserlerin; de vaşatmava gayret edebileceği düşüncesini yerine getirmeye çalıştım. Bu iki programı, yularca Trakya ve Anadolu’da Bizans ve Türk eserlerini inceleyip, önemli bulduklarımı yayınlamak suretiyle gerçekleştirdim. On iki yıl Toroslar’da eski ören yerlerinde araştırmalar yaptım. Balkan-lar’da kalmış Türk eserlerini de derledim. “Kovulduğum” Anıtlar Kurulu’nda da İstanbul ve İstanbul dışındaki pek çok eski eserin kurtarılmaları için çabalarım oldu. Hattâ bazı çok değerli mimarî eserlerin mahvına yol açacak girişimlere, Sinan’ın yapısı Mağlova Kemeri örneğinde olduğu gibi tek başıma karşı çıktım. Fakat artık biraz geç de olsa anladım ki, bütün bunlar boşunaymış.”
Semavi Eyice’ye Tarih Kurumu’nda-ki görevi ve buradaki tecrübesini sorduğumuzda biraz kırgın bir gülüşle yaşadıklarını anlatıyor:
“Ben yetmişli ydîarda Tarih Karamu üyeleri tarafından üye clmak için teklif edlîdin ve ses.itdim. 14 sene süren üyeliğim sırasında epeyce çalıştım. Konferanslar verdim, makaleler yazdım; yeni çıkan eserlerin tanıtma yazılarını hazırladım. yurt dışında Tarih Kurumu adını Türk Kültürünü tanıtmaya çalıştım. Fakat bunun ardından arkeolojiyle ilgilenenlerin hepsini Tarih Kurumu’ndan 1983’te tasviye ettiler. Ben, Ekrem Akur-gal, Jale*înan, Afif Erzen, hepimiz ayıklandık. Aradan dört beş yıl geçti. Oradaki bazı arkadaşlar ‘Semavi olmadan olur mu.’ diye düşünmüşler ve benim orada
yılmaması, buna dayanamayanların onu görevinden -limalanvl-ı He1 miti ede’ B ’
Ol
iiiii iVLiıc^i iti ¡¿uurv. – …
verilmesidir. “En sonunda kapının 5nC-ne de konuldum. 3? sene An:: ir K^r„-lu’nda görev yaptım ve bu kadar ¿ekmişi elan tek 2ye bendim. 1^5′ ‘ ılmdan nen
Atise 1 Kım.m-’n^n d_£al üyesiyim. Bel^ka Krallık Akademisinin üyesiyim. Bu milletin kültürüne bu kadar hizmet etmenin mükafatını böyle gördüm. Ben daha ne söyleyeyim…”
Yıllarını sanat tarihine vermiş bir bilim adamının, hele hele İstanbul’u sokak sokak gezmiş, her köşesini çok iyi bilen bir kültür adamının yetişmesi gerçekten çok zordur. Bütün bu özelliklere sahip olan Semavi Eyice, yıllar sonra da İstanbul dendiğinde akla gelecek ilk bilim ve sanat adamı olacak. Kaleme aldığı yüzlerce kitap ve makale ise araştırmacıların yıllarca yararlanacağı birer kaynak olmayı sürdürecek.
(r’ïC’jàn loş