çok zaman geçmeden Osmanlı-Rus Savaşı (93 Savaşı) patlak verir. Dahası 45 gün sonrasında Mithat
Paşa azledilir. Buraya kadarki beklenmedik olaylar dizisi ilginç görünümleri yansıtmaktadır. Tıpkı fizikdeki gibi bir “Etkr-Tepki” kanunu yürürlüktedir sanki… Halbuki olaylardan ders almak insanoğlunun ön görevi olmalı değil mi? Gerek kişisel, gerekse devlet çapında… Nitekim Osmanlı-Rus Savaşının ardından Rauf Paşa’yı Padişah Rusya’ya gönderir. O’nun aracılığıyla Rus Çarından Abdülhamid’e şu tavsiyeler gönderilir: “1 — Kanunuesasi ortadan kaldırılmalıdır, 2 — Padişah bağımsız ve salt egemen kalmalı, 3 —Ab- dülaziz’in hal’i işine karışanlardan, hanedan adına öç alınmalıdır/’ Üstelik Mithat Paşa parayla, pulla satın alınamaz da.. Yayılan söylentiler, verilen jurnaller kuruntulu Abdül- hamidi çileden çıkarır, önceki hanedan üyelerine benzemek istemez hani…
Avrupa’da Avare Bir Sadrazam
Mithat Paşa bir sabah, Padişahın iradesi ve İzzettin vapuru ile Avrupa’ya sürülür. Sürgün Paşa, bir buçuk yıl süreyle Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde avare dolaşır, durur. Batılılardan gördüğü saygınlıkla Padişah aleyhine, yurt yararına giriştiği eylem ve yayınlarını İstanbul zararlı bulmaya başlar. Şüphe burada insanın aklına bir soru getiriyor: İyi bir Vali, acaba iyi bir sadrazam olabilir mi? Şimdi olayları birlikte izleyelim: Padişah Avrupa’da sakıncalı geziler yapan Paşa’yı kandırır ve Suriye Valiliğiyle dönüşünü sağlar. Suriye’de çalışırken de jurnalciler boş durmaz, Sultan’ın uykularını kaçırtırlar. Artık Mithat Paşa’nın kesinlikle ortadan kaldırılması gerekir. Paşa Aydın Valiliğine giderken İzmir’deki konağı basılır. Oysa Vali Paşa bu tutuklanmadan öncelikle haberlidir. Dışarı kaçması gerekirken, İzmir Fransız Konsolosluğuna sığınır. Sarayla Paris arasında çirkin bir pazarlık tezgâhlanır; Fransızlar Tunus’un kendilerine tanınması karşılığında, Konsolosluğuna sığınmış Paşa’yı, Kızıl Sultan’a satarlar. Bu olay, tarihte yabancılara güvenmenin en tipik bir örneğidir., doğaldır ki ibret alınırsa…
Yıldız Mahkemesi ve Dış Basın
- II. Abdülhamid, Mithat Paşa’yı ortadan kaldırmaya kararlıdır. Amcası Sultan Aziz’in ölümünde parmağı bulunanları suçlama bahanesiyle hepsini mahkemeye verir. Bunun için de Saray’da tiyatrovari özel bir mahkeme kurulur. İşte yazının başındaki alıntılar o zamanın İngiliz basınındaki tepkileri gösterir.
Bu olay dolayısıyla Malta Köşkü de tarihin içindeki özel yerini alır. Malta Köşkü, Yıldız
Sarayı Parkının kuzeyinde oturur. İnce yapısı, oyma işlemeli yabancı taşlarıyla bugün halkın hizmetine açılmıştır. Vaktiyle bu taşların Malta Adasından getirilmesinden dolayı Malta adı verildiği söylenmektedir. Yemyeşil parkın zümrüt ormanı üstünden Boğazın karşı kıyılarını doyasıya seyrettirir. Bilinen Yıldız Mahkemesi, bu köşkün üstündeki düzlükte çadır içinde kurulur. Ne var ki bu özenti ve gösteriş mahkemesi sadece Paşa’yı tutan Avrupa’nın gözünü boyamak içindir. Astında Padişahın niyeti besbelli; kendisine borçlu ve engel tanıdığı Sadrazamını yoketmek.. Senaryo bu amaçla düzenlenir. Parkın daha aşağılarına doğru ve alt yamaçta Çadır Köşkü bulunur. Neden Çadır Köşkü denildiğini bilemiyoruz. Yalnız Mithat Paşa’yı, yargılaması sırasında burada hapsederler. Tarihin insanı şaşırtan bir cilvesi var: nasıl oluyor da Mithat Paşa gibi bir kişilik dostunu, düşmanını iyi tanıyamıyor ve onların basit tuzaklarına düşebiliyor? Belki de kendine ve yabancılara fazlaca güvenişten… Nitekim o kaypak güvencenin saf kurbanı olma yolundadır da.. Ne yazık ki bu cinayetin hesabı II. Meşrutiyet devrimcileri tarafından da sorulmaz. Hesap hâlâ açıktır sanıyoruz.
Taif Sürgünü ve Boğulan özgürlük
Belli hüküm ilân olunur: Mithat Paşa ve arkadaşları süresiz olarak Hicaz Çölünün Taif zindanlarına sürülürler. Orada hücreye konulan Paşayı önce zehirlemek isterler. Her zalimin türlü maşaları da olur. Zehirle ölümünü başaramayınca açlık ve hastalıkla bitirmeyi denerler. Ailesiyle mektuplaşmasına izin verilmez. Hele despot avı kapısı kırılarak açılır. Parayla kandırılmış 8-10 kişilik er taifesi paşanın üstüne çullanarak boğarlar. (Mayıs 1884): Buyruklu cinayet!..
İstanbul’daki Sultan bu kadarla da yetinmez. Sonradan mezarının açıldığını ve başının Saraya gönderildiğini oğlunun “Hatıralarından” öğreniyoruz.
Herşeye karşın Mithat Paşa gibi bir devlet adamının çok yetişmediğini söylemek zorundayız. Galiba bir bilginin şu sözlerinden haberi olmasa gerek: “Insanoğlunda bulunan