Güzel Sözler, İlginç Bilgiler

Rabbimiz Bizi Cevaba Ulaştırır

'Hiddetlendirilip de Kızmayan, Yumuşaklık Gösterip Sabreden Kimse, Allah'ın Sevgisine Mazhar Olur

Rabbimiz Bizi Cevaba Ulaştırır | Allahında Bir Hesabı Vardır

Daha küçük yaştan itibaren öğrendiğimiz bir süreç vardır: Önce sorular var. Dünyamıza ilk önce sorular var Bu soruların peşine düşüldükçe

Rabbimiz bizi cevaba da ulaştırır.
Bu süreci, etrafındaki dünyayı henüz
iyi tanımaya başlayan bir bebek de arar; en zor fizik problemleriyle uğraşan bir bilim adamı da.

Her ikisinin öğrenme süreci “Bu ne? Bu neden böyle?” sorularla birlikte başlar. Sorular, bilimin, öğrenmenin ilk ve kaçınılmazdır.
Gelin görün ki, yaşadığımız çağ baş bir “öğrenme” yolunu daha keşfetmeye benziyor. Şu çağda, çoğu kez, soru sor  madan cevap belletiliyor. Birçok cevap, bizim soru sormaya ve üzerinde düşünmeye fırsatımız olmadan zihnimize kazınıyor. Adeta hipnotize ediliyoruz.

Okul, televizyondu, radyo; gazetelerdi, eş dost ziyaretiydi, iş yeri muhabbetiydi… Derken, sorusu asla sorulmamış onca hazır cevapla yüzyüze geliyoruz.

Benim Kalbim Temiz Demek Yetmez

Aslı “telkin” olan, ama aklı beyne hapseden modern çağın yanlış bir ifadeyle “beyin yıkama” dediği bir usûl bu. Gerçi şeytan Hz. Âdem’den beri vesveseler telkin etmekle meşgul; ama hiçbir çağda bu kadar çok yardımcı ve bu kadar kolay bir ortam bulamamış olsa gerektir.
Şöyle bir hayatımıza baksak birçok telkin örneğini kolaylıkla buluruz. Zihnimizde sorulardan çok, hazır cevaplar vardır. “Kalbi temizlik”ten “pozitivizm”e, “çağdaşlık”tan “istediğim gibi yaşarım” a kadar bir yığın cevabın sorusu asla sorulmamıştır. Söz gelimi Rabbinin emrine zıt bir hayatı “çağdaşlık” sloganıyla yücelten, “çağdaş olmak lâzım” diyen insanlara sorun: “Çağdaş olmak nedir?” Alacağınız cevap, çoğunlukla şu olacaktır: “Şeyy, çağdaşlık şeydir.” Aynı şekilde, “Hayatımı istediğim gibi yaşarım”
Doğru cevaplara giden sorulan yaşamadan önce, yanlış ve ezbere cevaplardan kurtaracak sorular sorabilmek gerekir. Asıl öğrenim süreci olan “somlara cevaplar0 faslı, ancak zihnimize üflenmiş bu hazır cevaplara sorulardan sonra başlar.
diyenlere sorun:

“Hayat nedir?” Cevap, çoğu kez “hayat hayattır”, “hayat yaşamaktır

“Hayat nedir?” Cevap, çoğu kez “hayat hayattır”, “hayat yaşamaktır” gibi mantıksız totolojilerin bir milimetre ötesine geçmeyecektir.kolay-dua-etmeyin[1]
Nitekim, yıllar önce, her iki soruyu birçok insana sorduğumda, benim aldığım cevaplar buydu. Ve bu cevaplardır ki, bana, şu asırda doğru sorulara doğru cevaplar aramadan önce, zihnimize kazınmış hazır ve yanlış cevaplara sorular sormak gerektiğini düşündürdü.
Zaten, bugün zihinler doğru cevaplara gitmekte o denli zorlanıyorsa, bir sebebi bu hazır cevaplardır. Okul, televizyon, sosyal hayat… derken, pek çok şey bu hazır cevapları üfler durur. O yüzden, doğru cevaplara giden sorulan yaşamadan önce, yanlış ve ezbere cevaplardan kurtaracak sorular sorabilmek gerekir. Asıl öğrenim süreci olan “sorulara cevaplar” faslı, ancak zihnimize üflenmiş bu hazır cevaplara sorulardan sonra başlar.
Meselâ, “kalbim temiz” hazır cevabını ele alalım. Pek çok insan Rabbinin emrine uygun bir hayat yaşamıyorsa, dayandığı gerekçe “kalbinin temiz oluşudur. Gerçi Rabbinin emirlerini çiğni-yordur, yasaklarını işliyordur, verdiği hayat, vücut ve akıl emanetini onun istemediği yerlerde çar çur ediyordur; ama olsun, “kalbim temiz” der. “Allahımı biliyor ve seviyorum.” Böyle bir mazeret
Bugün zihinler doğru cevaplara gitmekte o denli zorlanıyorsa, bir sebebi zihnimize üflenmiş hazır cevaplardır. Okul, televiz-yon, sosyal hayat… derken, pek çok şey bu hazır cevaplan üfler durur.
bulduğu için de, hiçbir zaman hayatını sorgulamaz, mevcut durumdan kurtulmaya çabalamaz. Oysa, bu durumdan kurtulması çok kolaydır. Yalnız ve yalnız “Kalbim temiz” hazır cevabına, iki kü-çiik soru soracaktır: “Kalbi temiz olmak nedir? Birini hem çok sevip, hem de istediklerinin tersini yapmak mıd,ır?”
Keza, birçok insan “kendi kafasına göre” yaşıyorsa, bunun dayandığı bir hazır cevap da vardır: “Benim hayatım bu. Kimse kanşamaz. İstediğim gibi yaşanın.” Eğer siz de aynısını düşünüyorsanız, daha doğrusu düşünmeye fırsat kalmadan aynı cevap size de telkin edilmişse, vereceğiniz bir karşılık elbette yoktur. Oysa çok basit bir-iki soru, bu sözümona çok haklı cevabın gerçekte ne kadar kof ve sığ olduğunu gösterir: “Senin olan bu hayatı nasıl edindin? Sokaktan mı buldun? Asıl sahibi gerçekten sen isen, neden ölümle son bulmasına engel olamıyorsun?”
Bu soruyu sordunuz ve ardından sırf kendi menfaatiniz için yaşamayı çirkin buldunuz diyelim. Bu kez, başka bir hazır cevap yakanıza yapışır. Kendi
menfaatiniz peşinde koşmak fıtratınıza ters gelmiştir ve bu noktadaki vicdan muhasebesi sizi, hayatınızı vererek sizi böylesi güzelim bir kâinatta yaşatan Rabbinize yöneltecektir. Ancak yeni bir telkinle bu yöneliş saptınlır: “Devlete, millete yararlı olmak.” Devlet insanın kendisi değildir. O yüzden, devlet için çalışmak, menfaatperestlikten uzak, fedakârca bir tutum gibi gözükür. Halbuki “devlete yararlı olma” çabasında, ne yaratılmış olma şuuru vardır, ne de Yaratıcı adına yaşama çabası. Hem kendi menfaati için yaşamamanın alternatifi, başka in-sanlann menfaati için yaşamak değildir; Rab-bi adına yaşamaktır. O bizi ne için yaratmışsa ona uygun yaşamak, ne emretmişse ona uymaktır. Fakat, daha bu noktaya gelmeden bunca insan “topluma yararlı olma”, “devlete millete yararlı olma” cevaplarında takılır kalır.
Aynı şekilde, ağızlara sakız olmuş bir hazır cevap daha vardır: “Bilim tarafsızdır. Var olan şeyi gözlemler ve ona göre bir sonuca ulaşır.” Ve herkes, bilimin gerçekten tarafsız olduğuna; gerçekten “pozitif” yâni eski deyişle “müsbet”, ispata dayalı olduğuna inanır. Ki, bilim adamlan bu “ispat”ı şu şekilde yapar: iki saksı alırlar. Birine su verir, diğerine vermezler.
Sulanan saksıdaki çiçek hayatını sürdürür, diğeri ölür. Bunun üzerine şu sonuca ulaşırlar: “Sulan-
mayan çiçek öldü. Demek çiçeği su yaşatıp büyütüyor.” Halbuki, yapılan deneye göre, bu sonuca ulaşılamaz. Çünkü bu deneyde yalnız ve yalnız sulanmayan çiçeğin öldüğü gözlenmiştir, çiçeği suyun büyüttüğü değil: Dolayısıyla, yalnızca sulanmayan çiçeğin öldüğü isbat edilmiştir. Ve suda, çiçeğin büyümesi için lâzım gelen ne kudret vardır, ne ilim, ne de irade. Fakat sorgulanmadığı sürece, bu hazır cevap zihnimize durmaksızın pompalanır. Sorgulandığı an ise, “pozitivizm” diye yutturulmak istenen şeyin, koyu bir “nega-tivizm” olduğu ortaya çıkar.
Yine bilimde, benzer bir oyun daha oynanır. Her insanın sorduğu “insan nasıl var oldu, kuşlar nasıl uçuyor, yağmur nasıl yağıyor?” gibi sorular, aslında bizi tüm kâinatın Rab-biyle tanıştıracaktır. Çünkü şu kâinatta her-şey herşeyle bağlıdır. Tek bir çiçeğin varlığı için suya, buluta, toprağa, güneşe, samanyoluna… kısacası tüm kâinata ihtiyaç vardır. O yüzden, bir tek çiçeği var edebilmek, bütün kâinata sözü geçen sonsuz bir kudret, sonsuz bir ilim, sonsuz bir irade gerektirir. Fakat, materyalist bilim adamlan, bu bağlantıyı daha baştan keserler. Bizi “normal şartlar altında,” ve “diğer şartlan sabit sayarak” düşündürürler. Ve hep birşeyleri “baz” alırlar. Oysa baz alınacak sabit ve ezelî hiçbir mad-
Yüzlerce, binlerce hazır cevap, bizi her yanımızdan kuşatır. Hepsi bir olur, aklımızı doğruya giden yolda kör, topal, sağır ve dilsiz bırakır.
de yoktur. Sair şartlar da sabit değildir. Bilâkis, her bir şey, zerreden galaksilere kadar her an değişen ve yenilenen bir kâinat içinde ve tüm bu şeylerle bağlı biçimde vücuda gelmektedir. Materyalistlerin niyeti, böylesi bir tabloda varlığı kaçınılmaz bir gerçek olarak beliren Allah’a imana giden yolu kapamaktır. Ve bilim anlayışına onların hâkim olduğu bir çağda, kâinata bakıp Allah’ı tanımanın ilk şartı, onların hazır cevabını sorgulamaktır. Sözgelimi, “Diğer şartlan sabit sayalım” mı diyorlar. İşte bu cevaba bir soru: “Sabit olmayan şartlan sabit sayarak, daha baştan asılsız bir var sayıma dayanarak mı gerçeğe ulaşacaksınız?” Örnekler böylece uzayıp gider. Yüzlerce, binlerce hazır cevap, bizi her yanımızdan kuşatır. Hepsi bir olur, aklımızı doğruya giden yolda kör, topal, sağır ve dilsiz bırakır. Ama hele bir cevaplara soru soralım, bizi doğrudan alıkoyan o karton kuleler, bir örümcek yuvasından daha kolay dağılır gider. Yeter ki, hazırlanan tuzağın farkına varalım. Yeter ki, kulağımıza üflenmiş hazır cevaplara sorularla yaklaşalım.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir