göçebelik
Yerleşik olmayan insan topluluklarının kaynakları kullanma konusundaki gelişmiş bilgilerine dayanarak düzenli olarak yer değiştirmelerine dayalı yaşama biçimi. Göçebelik terimi başlangıçta belirli bir düzen içinde hareket ederek otlak arayan insanların yaşama biçimini belirtmek ilçin kullanılırken, daha sonra, iki temel göçebelik çeşidini kapsayacak biçimde genişletilmiştir: Birinci göçebelik çeşidi, besin gereksinmelerini karşılamak için özellikle çok eski dönemlerde göçebe yaşayanları belirtir. Kadınların meyve ve sebze topladıkları, erkeklerinse avcılıkla uğraştıkları bu göçebelik biçimi, insan soyunun % 90’ının geçirmiş olduğu bir evreyi temsil eder. Günümüzde de, Kuzey kutbunun bir bölümünde, Kalahari çölü, Avustralya çölleri, Büyük Sahra, vb. çöller ile tropikal ormanlarda, avcılık ve toplamacı-lıkla geçiren az sayıda topluluk yaşamaktadır.
İkinci göçebelik çeşidi, ailelerin, eşyaları ve canlı
334 GÖÇMEN DOĞAN
hayvan sürüleriyle birlikte, mevsimlere bağlı olarak değişen otlaklara erişmek için yılın belirli dönemlerinde göçmelerine dayanır. Binlerce yıllık bir geçmişte, bu göçebelik biçimini uygulayan topluluklar, Kuzey kutbuna kadar geniş bölgeleri denetimleri altına almışlar, Moğol istilalarında görüldüğü gibi çok büyük sayılarda örgütlenebildiklerinden, Afrika ve Asya tarihinde çok önemli rol oynamışlardır. Ulusal devletlerin gelişmesiyle bu göçebelik biçimi denetim altına alınmış ve üyelerinin büyük bölümü, yerleşik düzene geçirilerek çoğunlukla genel nüfusun içinde eritilmiştir. Ama günümüzde hâlâ pek çok ülkede, bu göçebelik biçimine bağlı olarak yer değiştiren topluluklar vardır.
göçmen doğan
Dünyanın her yanına dağılmış 19 alttürü bulunan doğan türü (Falco peregrinus). Açık alanlarda, deniz kıyılarında ve kuşların çok olduğu yerlerde yaşayan göçmen doğanlar, avladıkları kuşlarla aynı dönemde göç ederler. Dişileri, 2-4 yumurta yaparlarsa da, yakın dönemde böcek ilaçları kullanımının yaygınlaşması ve bu ilaçların yumurta kabuklarını zedeleyerek yavruların gelişmesini engellemesi nedeniyle, göçmen doğanlar soyları tükenme tehlikesiyle karşı karşıya gelmişlerdir.
gödenbağırsağı
Kalınbağırsağın karın boşluğunun altında yeralan son bölümü. ‘Gödenbağırsağı, dışkının, “anüs büzücü kası” adı verilen istemli kasın açılmasıyla dışarı atılmadan önce biriktiği yerdir.
göğüs anjini: Bk. kalp hastaliklari.
göğüs kafesi
İnsan bedeninin, boyun ile karın arasında yer alan üst bölümü. 12 omur, 12 çift kaburga, göğüs kemiği ve bunlara bağlı kaslar ile kas kılıflarından oluşan göğüs kafesi, karın boşluğundan diyafram aracılığıyla ayrılır. Solunun sisteminin başlıca organları ve dolaşım sistemi ile sindirim sisteminin bazı bölümleri göğüs boşluğu içinde yeralırlar. Akciğerler, göğüs boşluğunun yan bölümlerinde, kalp ve yemek borusuysa “mediyastin” adı verilen kendi içine kapalı bir bölüm içinde bulunurlar (mediyastin, bu organlardan başka, kalpten çıka« büyük damarları, soluk borusunu, timüs bezini ve bazı sinirleri de içine alır).
Göğüs kafesinin başlıca işlevleri,çinde bulunan organları korumak, omuz kemerini oluşturan kemiklere ve kollara destek olmak, solunum sırasında göğüs boşluğunun kasılıp gev-şemesini sağlamaktır.
gökada
Yıldızlar ile yıldızlararası toz ve gazlardan oluşan, disk biçiminde dinamik küre. Güneş sisteminin içinde yeral-dığı gökadaya Samanyolu ya da büyük harfle yazılarak Gökadamız adı verilir. Bu maddede Gökadamız dışında kalan gökadalar incelenecek, Gökadamız, Samanyolu maddesinde anlatılacaktır.
Gökadamızın dışında evrenin derinliklerine yayılmış pek çok gökada, gruplar ve kümeler halinde yer değiştirir; bu sistemler, dönme hareketleri sırasında milyarlarca güneş ve gezegeni sürükler. Işık, bir gökadadan
EO E4
E7
SO
SBa
m-®*®
Edwin Hubble’ın klasik sınıflandırmasında gökadalar üç büyük sınıfa ayrılmıştır: Sarmal gökadalar, elips biçimi gökadalar, düzensiz gökadalar. Elips biçimi gökadalar (E), küremsiden (ya da EO tipi) uzamış elipse (ya da E7 tipi) kadar yedi farklı tipe ayrılır. Normal (S) ve üstü çizgili (SB) sarmal gökadaların her biri çekirdeğinin boyutlarına ve kollarının açıklık derecesine göre üç çeşide ayrılır: Sa,
SBa çeşitlerinin çekirdekleri büyük ve parlaktır, sarmalın kolları birbirine iyice yakındır; Sc ve SBc çeşitlerinin çekirdekleri daha küçük, sarmalın kolları daha açıktır; SO çeşidi gökadalar, normal sarmallara benzerlerse de kolları yoktur.
öbürüne, ortalama iki milyon yılda gidebilir.
Evrenin gökadalardan oluştuğunun kesinlikle saptanması, XX. yy. astronomisinin en büyük başarısı olmuştur. Yakın döneme kadar gökbilimciler, Samanyo-lu’nun sarımlarında parıldayan flüorışıl gaz bulutlarını gökadalardan ayırmışlardıi(bulutsu adı altında toplanan bu iki tür yapı, dürbünle bakıldığında aynı yaygın görünümü vermekteydi).Gökadalargaz bulutları ve uzak yıldız kümeleri, eski astronomi kataloglarında birlikte gösterilmekteydi; günümüzde bile birçok gökada, listedeki sıra numarası eklenerek M harfiyle belirtilir.
Optik aygıtların kusursuzlaşması, sarmal gökadaları hiçbir yorum yapmaksızın gözlemleme olanağı verdi. Sözgelimi, 1845’te Parsonstovvn kontu Lord Rosse, İrlanda’da o dönemde dünyanın en büyük teleskopu sayılan, metal aynası 1,80 m çapındaki aygıtı, M 51 bulutsusuna doğrulttu. Objektifin çok ileri ölçüde büyütmesi sonucunda, göz merceğinde gümüş pırıltılı, hareketsiz gokkureye asılmış bir taç gibi duran olağanüstü bir görüntü belirdi. Eskiden gözlemlenmiş dağınık görünüm, aygıtların zayıf gücünün yolaçtığı bir yanılgıydı. Sarmal biçimde bir gökada ilk olarak gözlemleniyordu; ama astronomi, henüz bu sistemin, dünyamızın da içinde yeraldığı Samanyolu’yla benzerliğini kanıtlayacak düzeyde değildi. Öbür sarmalların gözlenmesi, bir önceki yüzyılda Herschel ve Rant’ın sezinledikleri, evrenin yıldız sistemleri halinde bölündüğü varsayımını doğrula-
Gökadalar evreni üstündeki bilgiler, o tarihten ancak 70 yıl sonra, gökbilimci Ritchey, Wilson dağındaki 1,50 metrelik teleskopla çok uzak bir gökadadaki bir patlamayı gözlemlediği zaman gerçek anlamda gelişti (Sa-manyolu’nda da ortaya çıkan bu patlamalar, bir yıldızın parlaklığındaki apansız bir artışın sonucunda oluşur;
GÖKADA 335
Büyükayı <
takımyıldızındaki M ,82 düzensiz gökadasının, parçalanmaya yakın olduğu düşünülmektedir. Bu gökada güçlü bir kızılaltı ışınım kaynağıdır.
Yaydığı enerji, oran olarak, 5 milyon Güneş aynı anda patladığında ortaya çıkacak enerjiye eşittir.
söz konusu olaya gökbilimciler novae adını vermişlerdir). Ritchey’nin gözlemlediği patlamanın çok düşük bir parlaklık göstermesi, milyonlarca ışık yılı uzaklıkta ortaya çıktığı kanısını uyandırmıştı; bir başka deyişle, olay, bütünüyle bizim yıldız sistemimizin dışında oluşmuştu. Gökbilimci Harlow Shapley, olayın boyutlarını ve biçimini belirlemeye çalıştı. Gökadamız dışında başka gökadaların varlığı, sürekli tartışma konusu oldu; ama 1 Ocak 1925 tarihinde kesinlikle kanıtlandı. Wilson dağı gözlemevinde, Edwin Hubble, bazı bulutsuların yapısının Samanyolu’nda olduğu gibi yıldızlardan oluştuğunu belirlemeyi başardı. Artık emekleme ve varsayımlar çağı çoktan geride kalmış ve yeni bir evren görüşü doğmuştu.
Andromeda takımyıldızındaki M 31 bulutsusu, çıplak gözle görülebilen soluk bir yıldızla, Samanyolu’na benzer bir gökadadır. Söz konusu yıldız, yalın bir dürbünle, bulutsunun merkezinde uzun bir ışık beneği biçiminde görülür; özel aygıtlarla çekilmiş fotoğraflardaysa, derinliğin yol açtığı biçim değişmesi yüzünden, çok basık elips halinde görkemli bir sarmal görüntü elde edilir. Sarı bir ışıkla parıldayan merkezin çevresini mavimsi bir kuşak sarar; sarmalın kolları arasında gaz ve tozlardan oluşan uzun bir dizi kara bulut görülür. Gökadamızın da tıpkısını verdiği sanılan bu görünüm, uçsuz bucaksız bir kuyuyla karşılaşmamıza neden olur; çünkü ışıkları dünyamıza iki milyon ışık yılında ulaşır. Bir başka deyişle, günümüzde fotoğraflarda kaydedilen ışıkların yola çıkışı, Yer gezegeninde insanın doğuş tarihinden çok önceki dönemlere rastlar.
Andromeda gökadası, dev bir sarmaldır; çapı 200
000 ışık yılı,yani gökadaTsistemimizin iki katı olarak hesaplanmıştır. Andromeda’nın çevresinde de bir ayla bulunur; ama boyutlarına oranla, ışık aylasının zenginliği, Samanyolu’ndan çok daha büyüktür. Bu gökadada, kısa ve orta devirlerle değişen yıldızlar (Sefeler) yağmurlarının parıldadığı ve novaelerin ortaya çıktığı görülür.
M 31’de bulunan bir gezegenden bakıldığında, yıldızlı gökküre görünüş olarak kuşkusuz, Yer’dekinden değişik değildir. Dünyamızda olduğu gibi, takımyıldızların yanında öbür yıldız dizileri, gece gökküreyi kaplar ve bunların arasında Samanyolu, gümüş parıltılı büyük bir ırmak görünümündedir.
Ne var ki, Bütün gökadalar, M 31 ve Samanyolu gibi sarmal biçiminde değildir; bazıları elips biçimindedir ve hiçbir sarım izi ya da kara bulut taşımaz.
Düzensiz olan öbür gökadalarınsa kesin bir biçimi yoktur; büyük miktarda gaz ve toz eşliğinde mavi parlak yıldızlardan oluşurlar. Ayrıca gökadalar, normal sarmallar ve çizgili sarmallar olarak ikiye ayrılabilir: Normal sarmallarda burgaç yapısı gözlenir; çizgili sarmalların sarımlarıysa, ortasında bir çekirdek bulunan bir tür çizginin uçlarından başlar.
Gökadaların ilk sınıflandırmasını, Edwin Hubble yapmıştır. Bununla birlikte, ileri sürülen varsayımlar denetlenip kanıtlanamadığından, gökadaların, yıldız sistemleri evreninin anlarını canlandırdığını düşünenler çıkmıştır.
Ayrıca, bir gökadadan öbürüne, boyutlar oldukça değişiklik gösterir. Samanyolu ve M 31 birer devdir; orta boyutlardaki yıldız sistemleriyse, genellikle daha küçüktür; bununla birlikte, M 31’den çok daha büyük ve orta boyuttaki sistemlerden 30 kat daha çok yıldız taşıyan, elips biçimli gökadalar vardır.
Son 30-40 yıl boyunca, astronominin ortaya koyduğu evrende, gökadalar rastlantılı bir dağılım göstermez, tersine gökada kümeleri oluştururlar. Gökadamız’la (Samanyolu) birlikte Andromeda’daki M 31, bir gökadalar kümesinin parçasıdır; bu kümede ayrıca, orta boyda iki gökada ve otuz kadar cüce gökada daha vardır. Bu cücelere, Gökadamız’ın iki uydusu olan Magel-lan Bulutları bağlanır; bunlar, Gökadamız’a yaklaşık 180 000 ışık yılı uzaklıktadır veıgüney yarıküre göklerinde çıplak gözle görülebilir. İlgi çekici bir çakışma, M 31’de de benzer iki uydunun bulunmasıdır; bunlar, fotoğraflarda açıkça görülmektedir.
Evrende bu gökada kümesi dışında yeralan en önemli, en yakın küme, yaklaşık 8 milyon ışık yılı uzaklıktaki altı sarmaldan oluşan Yontar (sculptoris) kümesidir.
Başak kümesi, Yerin içinde kümeden sonra en önemli yıldız kümesidir. Bazı astronomlar, bu kümenin daha büyük bir kümenin, bir süper kümenin merkezini oluşturduğunu, çevresinde Samanyolu’nun, M 31 ‘in ve komşularının yeraldığını düşünmektedirler.
Başak kümesinin merkez kesiminde, üç binin üstünde gökada öbekleşmiştir. Bu sistemlerden her birinde milyarlarca yıldız bulunduğu, bu yıldızların da büyük bir olasılıkla, gezegenleri ve uyduları bulunan öbür sistemlerin merkezleri olduğu düşünüldüğünde, akıl almaz bir evren ortaya çıkar. Berenike’nin Saçı takımyıldızında 9 000’in üstünde gökada vardır. Bu gökadalardan bize ulaşan ışık, 250 000 000 ışık yıllık bir yol aşar.
336 GÖKALP, ZİYA
Dev Palomar teleskopu, Çoban takımyıldızında 3 500
000 000 ışık yılı uzaklıkta bulunan bir gökadalar kümesinin fotoğrafını çekme olanağı vermiştir.
Palomar teleskopuyla fotoğrafı çekilen en uzak gökadanın 6 milyar ışık yılı uzakta bulunduğu düşünülürse, adı geçen gökadalar kümesinin çok yakın olduğu anlaşılır. Sözgelimi, aynı teleskopla fotoğrafı çekilen 3C 295 gökadası, dünyamızdan 6 milyar ışık yılı uzaktadır.
Uzay incelenirken zamanın nasıl saptandığını belirlemek, ilgi çekici bir konudur. Çoban takımyıldızının fotoğrafları çekilip incelendiğinde, Yerküre’de yaşamın başlangıcıyla aynı döneme raslayan olayların yanında, 150 milyon yıl önce yaşamış en iri dinazorların eskiliği hiç kalır. Bununla birlikte, Çoban kümesinin ışıkları, Yer varken yola çıkmıştır. Oysa Yer’in doğuşundan yani Güneş’in oluşumundan önce ışık yollamaya başlayan ve fotoğrafları çekilmiş çok uzak gökadalar da vardır.
Gökkürenin Ay kadar görünen bir parçasında ortalama 400 gökada bulunduğu hesaplanmış, Palomar dağı teleskopuyla bir milyar gökadanın fotoğrafı çekilmiştir; bunların bazıları, çok güçlü hertz dalgaları kaynağı oluşturur. Optik görüntülerle birleşen radyogökbilim, günümüzde yalnızca teleskopla yapılan gözlemleri aşma olanağı vermektedir.
Gökalp, Ziya
Türk toplumbilimcisi, yazarı ve şairi (Diyarbakır 1876-İstanbul 1924). Mektebi İdadi-i Mülkiye’nin son sınıfındayken, arkadaşlarıyla birlikte, “Padişahım çok yaşa” yerine “Millet çok yaşa” diye bağırınca hakkında kovuşturma açılan Ziya Gökalp (asıl adı Mehmet Ziya’dır), o sırada beş yıllık idadi yedi yıla çıkarılınca okulu bıraktı (1894) ve Diyarbakır’a dönüp, Arapça, Farsça, kelam dersleri alarak, tasavvufla ilgilendi. İstanbul’a gitmek isteyip, ailesi karşı çıkınca intihar etmeyi denediyse de, başaramadı (1894). Ertesi yıl İstanbul’a gitmesine izin verilince (1895), Baytar Okulu’na parasız yatılı girip, okuduğu sırada (1895-1899) Abdülhamit II yönetimine karşı çıkan örgütlerle ilişki kurdu. Yaz tatilinde gittiği Diyarbakır’da tutuklanıp İstanbul’da cezasını çektikten sonra (Mart 1899-Mayıs 1900), Diyarbakır’a sürgün edildi. Amcasının kızıyla evlenip, felsefe ve toplumbilim çalışmalarına başladı. İkinci Meşrutiyet ilan edilince (1908) İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini açıp, Peyman gazetesinde toplumsal ve siyasal yazılar yayınladı; İttihat ve Terakki’nin Selanik’teki genel kurultayına katıldı (Eylül 1909) ve genel merkez üyeliğine seçildi. Selanik’teki idadiye, Türkiye’de ilk kez “toplumbilim” dersi koydurup, bu dersin öğretmenliğini yaptı (1910); Genç Kalemler dergisinde şiirler ve makaleler yayınladı. Ergani sancağından milletvekilliğine (1912) seçilip, meclis dört ay için kapatılınca, Darülfünun’da toplumbilim dersleri vererek (1913-1919), dersleri, yazıları ve konferanslarıyla “türkçülük” akımının ilkelerini belirledi; türkçülüğün siyaset, dil, sanat, toplumsal yaşam, vb. alanlara nasıl uygulanabileceğini gösterdi. İttihat ve Terakki önderleriyle birlikte tutuklanıp (Ocak-Mayıs 1919), İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü (Mayıs 1919- Mayıs 1921). Ankara hükümetinin çabasıyla kurtulup, Diyarbakır’a giderek (Ağustos 1921), dersleri ve yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi. Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Encümeni başkanlığı (1923), Diyarbakır milletvekiliği yapıp (Ağustos 1923), Ankara’da kaldığı bir yıllık sürede demokrasiyi inceleyen yazılar yayınladı.
Toplumbilimdliği. Ziya Gökalp’in toplumbilim alanındaki düşünceleri önce G. Tarde ve A. Fouillee’nin, d&-
Ziya Gökalp.
ha sonraysa Durkheim’in etkisine girmiş. Durkheim toplumbilimini uygulamaya koyan Gökalp, daha önce ortaya atılan türkçülük, milliyetçilik, uygarlık, kültür, ulusal ideal kavramlarını bilimsel bir yönteme bağlamıştır. Sözgelimi “milliyet” kavramı, bir toplum yapısının yenileşmesi biçiminde anlaşılmış, türkçüler bunun batılılaşmak, ulusu öbür ulusların düzeyine çıkarmak olduğunu, milliyetin ve milletleşmenin bir ilerleme aşaması olduğunu, batılılaşmaya engel sayılamayacağını öne sürmüşlerdir. Türkçülere göre “Osmanlı devleti” yoktur; Osmanlılık ancak bir devletin, bir siyasal örgü-tüıjadı olabilir. Türkleşmek, Ziya Gökalp’in “Yeni Hayat” adını verdiği bir toplumsal devrimin gerçekleşmesidir. Toplumsal devrimin amacı, devlet sisteminde, dinde bazı reformların yapılmasıdır.
Gökalp’in milliyetçiliği halkçılıkla eşanlamlıdır. Ona göre ulusal kültürün kaynağı halktır ve bir Türk kültürü vardır; batılılaşma sırasında dışardan kültür getirilemez. Bu ilkelerden yola çıkan Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı yapıtında şu sonuca varır: “Milli kültür ile medeniyeti birbirinden ayıran, milli kültürün özellikle duygulardan, medeniyetinse bilgilerden mürekkep olmasıdır”; bu açıdan türkçülüğün görevi “bir taraftan yalnız halk arasında kalmış olan Türk kültürünü arayıp bulmak, öte taraftan Batı medeniyetini tam ve canlı bir surette milli kültüre aşılamaktır.”
1908’den başlayarak önderliğini yaptığı Türk milliyetçiliği, Gökalp’e göre üç evreye ayrılır: 1) Türkiye sınırları içindeki Türkleri bir ulus halinde birleştirmek olan türkiyecilik; 2) bütün Oğuz boylarını birleştirmeyi amaçlayan oğuzculuk: 3) dünyadaki bütün Türkleri birleştirmek amacını güden turancılık.
Sanat anlayışı. Ziya Gökalp, çeşitli kitap ve makalelerde açıkladığı sanat anlayışını, Türkçülüğün Esasları yapıtının “Bedii Türkçülük” bölümünde toplu biçimde ele almış ve işlemiş, güzel sanatların bütün dallarında Türk geleneklerinin Batı tekniğiyle işlenmesini savunmuştur. Ayrıca, halk edebiyatında, Türkçe’ye uymayan aruz vezni yerine hece vezninin kullanılmasını önermiş, genç şairlerin dikkatini hece veznine, halk edebiyatı ürünlerine çekmiş, yeni bir şiir akımının doğmasını sağlamıştır.
Başlıca yapıtları: Rusya’daki Türkler Ne yapmalı (1913), Kızıl Elma (Şiirler, 1914), Yeni Hayat (şiirler,
1918), Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak (1918), Türk Töresi (1923), Türkçülüğün Esasları (1923), Türk Medeniyeti Tarihi (1925).
gökardıç
Sinekkapangiller ailesinden göçmen kuş türü (Bil. a.
Montícola solitarius). Anadolu, Avrupa’nın güney ve orta kesimleri, Kuzeybatı Afrika ve Batı Asya’da yaşayan gökardıçın kanatları siyah ya da kahverengi, gagası ve ayakları siyahtır; uzunluğu 23 cm’yi bulur. Böcekler ve meyvelerle beslenir.
Gökay, Fahrettin Kerim__
Türk hekimi, siyasetçisi ve yöneticisi (Eskişehir 1900-İs-tanbul 1987). İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitiren Fahrettin
Fahrettin Kerim Gökay.
Kerim Gökay (1922), Münih, Hamburg, Viyana üniversitelerinde uzmanlaştı (1922-1924). İstanbul Akliye Hastanesi Ruhiyat Laboratuvarı’nda çalıştı (1924). Tıp Fakültesi’ne geçip (1926), psikiyatri profesörlüğüne (1933) ve nöroloji ordinaryüs profesörlüğüne yükseldi (1942). İstanbul vali ve belediye başkanlığı (1944), Bern büyükelçiliği (1957), Dışişleri bakanlığında yüksek danışmanlık (1960), milletvekilliği (1961), İmar ve Iskan
(1962) bakanlığı, Sağlık ve Sosyal Yardım bakanlığı
(1963), Avrupa Konseyi üyeliği (1964) yaptı. Birçok uluslararası derneğe üye olup, Türkiye Sosyal Psikiyatri Derneği’ni kurdu ve yönetti. Milletvekilliğinden ayrılınca (1965) özel bir sinir ve ruh hastalıkları polikliniği kurdu ve hastaları ücretsiz tedavi etmeye başladı (1966). Polikliniğin yaşayabilmesi için Gökay Vakfı nı kurdu.
Başlıca yapıtları: Akıl Hastalıklarının Teşhisi ve Tedavisi (1924), Türkiye’de Felci Umumi Meselesi’ (1926), Cümlei Asabiye Frengisinde Tedavi (1921), İntiharlar Karşısında Ruhiyatçı (1928), Ruh Hastalıklar, (1928), Tecrübi Ruhiyat Muayene Meselesi (1928), Ameliyatla Selah Göstermiş Ekstra Meduler Tümör Vak’asıd 944).
Gökberk, Şükrü Naili__
Türk subayı (Selanik 1876-Edirne 1936)*Harp Akade-misi’ni bitiren (1901) Şükrü Naili Gökberk, Selanik’te görev aldı. Balkan Savaşı’na katılıp (1912), Çanakkale’de başarı göstererek yarbaylığa yükseldi. Kurtuluş Savaşı’nda Edirne bölgesinde Yunanlılarla savaşıp, sonra Anadolu’ya geçerek (Nisan 1921), Başkomutanlık Meydan Savaşı’na katıldı ve tümgeneralliğe yükseltildi
(1922). Büyük Taarruz’da Eskişehir, Bursa ve Bandır-ma’yı düşmanlardan kurtardı. Korgeneralliğe yükseltilip (1926), İstanbul komutanlığı yaptıktan sonra, 1934’te emekliye ayrıldı ve milletvekilliğine seçildi. •
gökbilim: Bk. ASTRONOMİ VE ASTROFİZİK.
Gökçe, Ramiz ___
GÖK FOTOĞRAFÇILIĞI 337
renimini İstanbul’da tamamlayan Ramiz Gökçe, ilk karikatürünü Şeytan dergisinde yayınladı (1916). Karikatür, Yedigün, Akbaba, Karagöz, Yeni Sabah gibi dergi ve gazetelerde çizdi. Kendi adına Peri, Mizah, Salon dergilerini çıkardı. Alfabe’y\ resimledi. Yarattığı Tombul Teyze, Sıska Dayı, Çömez tipleri halk tarafından benimsendi.