Tanzîmât döneminde batı tesirlerini Türk şiirine sokan şâir, tiyatro yazarı ve diplomat. 5 Şubat 1851 ’de İstanbul’da doğdu. Babası, dedesi ve soyu ilim âleminde isim yapmış şahsiyetlerdi. Dedesi Abdülhak Molla, İkinci Mahmûd ile Abdülmecîd Hanın hekimliğini yapmış, şiir ve târihle uğraşmıştı. Babası Hayrullah Efendi ise, meşhûr bir târihçi ve diplomattı. Abdülhak Hâmid ilk tahsiline Evliyâ Hoca, Behâeddîn ve Hoca Tahsin Efendi gibi özel hocaların huzûrunda başladı. Özellikle Hoca Tahsin Efendinin Abdülhak Hâmid üzerindeki etkisi büyüktür Daha sonra Bebek Köşk Kapısındaki mahalle mektebi ile Rumelihisar Rüşdiyesine kısa süre devâm etti. Âilesi tarafından Pâris’te eğitim yapması uygun görülünce ağabeyi Nasûhî Bey ile 1863 Ağustosunda Pâris’e gitti. Orada özel bir koleje başladı. Kısa zamanda Fransızcasını ilerletti. 1,5 sene tahsilden sonra, yanlarına gelen babası ile
ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN
İstanbul’a döndü. İstanbul’da Fransız mektebine başladı ve Fransızcasını ilerletmek için Bâbı âlî’de tercüme odasına girdi. On dört yaşlarındayken, Tahran büyükelçiliğine tâyin edilen babasıyla birlikte İran’a gitti ve 1,5 sene özel olarak Farsça dersleri aldı. Babasının 1867’de vefâtı üzerine İstanbul’a döndü. İstanbul’a döndükten sonra, önce Mâliye mek- tûbî, daha sonra sadâret kaleminde vazîfe yapan Abdülhak Hâmid, buralarda Ebüzziyâ Tevfik ve Recâizâde Mahmûd Ekrem’le tanıştı. Sâmî Pa- şa’dan Hâfız Dîvânı’nı okudu. Bu arada Tahran hâtıralarını anlatan Mâcerâ-yı Aşk adlı ilk eserini yazdı ve meşhûr Makber mersiyesini yazmasına sebeb olan Fatma Hanımla evlendi. 1876 senesinde hâriciye mesleğini seçen Abdülhak Hâmid Pâris Sefâreti ikinci kâtibliğine tâyin edildi ve iki buçuk sene vazîfe yaptı. Bu arada Fransız edebi- yâtını yakından tanıma fırsatını buldu. Pâris dönüşü bir süre açıkta kalan Abdülhak Hâmid, 188l ’de Po- ti, 1882’de Golos, bir sene sonra da Bombay baş- şehbenderliklerine tâyin edildi. Bombay’da üç sene kaldı. Eşi Fatma Hanımın rahatsızlığının artması üzerine, İstanbul’a dönmek için yola çıktı ise de, Fatma Hanım Beyrut’ta vefât etti. Abdülhak Hâmid Bombay dönüşünde Londra elçiliği başkâtipliğine tâyin edildi. Fakat Zeynep isimli manzûm piyesi yüzünden vazîfeden alındı. Bir süre boşta gezdikten sonra edebiyâtla uğraşmayacağına söz vermesi üzerine, tekrar Londra’daki eski görevine gönderildi. Bu gidişinde İngiliz olan Nelly Hanım ile evlendi. 1895 sene
Tanzimat döneminin meşhur şâiri Abdülhak Hâmid Tarhan, devrinin tanınmış edebiyatçıları Cenab Şa- hâbeddin, (solda) Sâmipaşazâde Sezâi (sağdan ikinci) ve Mehmed Akif (Sağda) ile birlikte.
Yeni Rehber Ansiklopedisi 65
ABDÜLHAK MOLLA
sinde Lahey büyükelçiliğine iki sene sonra tekrar Londra elçiliği müsteşarlığına tâyin edildi. Hanımının rahatsızlanması üzerine, 1900’de İstanbul’a dönen Abdülhak Hâmid, 1906’ya kadar İstanbul’da kaldı. 1906’da Brüksel büyükelçiliğine tâyin edildi. 1911’de hanımı Nelly’nin ölümü üzerine Belçikalı Lüsyen Lucienne Hanım ile evlendi. Balkan savaşları sırasında kabîne tarafından azledilince İstanbul’a döndü. Maârif nezâreti teklif edildi ise de kabûl etmedi. Bir süre açıkta kaldıktan sonra âyân üyeliğinde bulundu. Mütâreke yıllarında Viyana’ya gitti. Burada sıkıntılı günler geçirdi. Cumhûriyetin ilânından sonra anavatana döndü. 1928 senesinde İstanbul Milletvekili seçildi ve ölünceye kadar mebûs olarak kaldı. Kendisine vatana üstün hizmet fonundan maaş bağlandı. Ayrıca belediye de, dayalı döşeli bir apartman dâiresi verdi. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da öldü. Mezâ- rı Zincirlikuyu’dadır. Abdülhak Hâmid, Tanzimat sonrası bütün edebî ve siyâsî devirleri yaşamış bir şâirdir. Tanzîmatı, meşrûtiyetleri ve cumhûriyeti görmüştür. Bu devirlerdeki Tanzîmat, Servet-i Fünûn, Edebiyât-ı Cedîde, Millî Edebiyât ve Cumhûriyet devri ede- biyâtlannı yakından tamdı. Ayrıca uzun seneler doğuda ve batıda diplomat olarak bulunması her iki edebiyâtı tanımasına sebep oldu. Bu sebeple Türk şiirine batıdan yeni konular, serbest düşünce ve şekiller getirdi. İlk başlarda Tanzîmat ekolünün tesirinde kalmış sonra batıyı tanıyınca, klâsik ede- biyâttan ayrılarak batı tekniği ile eser vermiştir. Edebiyâtımızm yeni bir çehre kazanmasında Re- câizâde Ekrem daha çok teorik yönünü işlerken, Hâmid yazdıklarıyla bunu uygulamıştır. Eserlerinde batı edebiyâtından bilhassa Shakespeare ve Victor Hugo’nun tesirleri açıkça görülür. Şiirlerindeki başlıca konu romantik ve felsefî düşünceler, ölüm duyguları ve insan kaderi hakkındadır. Şi
Abdülhak Hâmit ve ölümü üzerine Makber’i yazdığı eşi Lüsiyen Hanım.
irlerinde pekçok yabancı kelime vardır. Batı yazarlarından etkilenerek yazdığı dramalar Türk tiyatrosuna felsefî düşünceyi sokmuştur. Kendisine son zamanlarda Şâir-i âzam (en büyük şâir) ünvanı verilmiştir. Abdülhak Hâmid’in eserleri iki grupta toplanmaktadır: Şiirleri: Makber, Ölü (1885), Kahpe (1885), Bâlâ’dan Bir Ses (1911), Vâlidem (1913), Yâ- digar-ı Harb (1913), İlhâm-ı Vatan (1918), Tayflar Geçidi (1919), Garam (1919), Yabancı Dostlar (1924). Tiyatroları: Hâmid’in tiyatroları mensûr ve manzûm olmak üzere iki kısımdır. Mensûr tiyatroları: Mâcerâ-ı Aşk (1873), Sabrü Sebât (1875), İçli Kız (1875), Duhter-i Hindû (1876), Târik yâ- hut Endülüs’ün Fethi (1879), İbn-i Mûsâ (1880), Finten (1898). Manzûm tiyatroları: Nesteren (1878), Tezer (1880), Eşber (1880), Sardanapal (1908), Liberte (1913).
MAKBER’den
Eyvâh! Ne yer ne yâr kaldı. Gönlüm dolu âh u zâr kaldı. Şimdi buradaydı gitti elden, Gitti ebede, gelip ezelden, Ben gittim, o hâk-sâr kaldı. Bir gûşede târumâr kaldı. Bâkî o enîs-i dilden eyvâh, Beyrut’ta bir mezâr kaldı.
A B D Ü LH A K HÂM İD TA R H A N
02
Tem