Genel

ABDÜLKADİR-İ GEYLÂNi

ABDÜLKADİR-İ GEYLÂNÎ (K.S.)Gavsi Semedanî Seyyîd Abdülkadir-i Geylânî (k.s.) Hicrî 470 – Milâdî 1077 yılında, İran’ın Geylân şehrinde dünyaya gelmiştir. Hicrî 562 – Milâdî 1166 yılında, seksen dokuz yaşında iken, Bağdat’ta irtihâl-i dâri beka eylemiş­tir. Asıl adı Muhiddin’dir. Babası Ebû Salih Musa, annesi “Ummülhayr” veya “Emanet-ül hayr” diye anılan Fâtımâ’dır.Kabr-i şerifi, Bağdat’ın işlek bir ana caddesi üzerinde olan Babül Dereç medresesi ve camii içindedir. Türbesinden misk gibi bir koku yayılır, müslü-manlar bu kokuyu duyarlar. Türbesinin duvarları kristallerle döşelidir. Son Osmanlı Padişahları tarafından onarılmıştır. Her yıl Hindistan’da, Rebiülâhır ayının on bir ve on ikinci geceleri-Bağdat’ta on yedinci gece-ruhuna Kur’ân okunur ve fakirlere sadaka dağıtılır.Abdülkadir-i Geylânî hz., Kadirî tarikatının kurucusu ve imâmıdır. Hem Seyyîd hem de Şeriftir. Yani hem İmâm-ı Hasan’ın hem de İmâm-ı Hüseyin’in evlâdımdandır. Hanbelî mezhebinden olup; zamanın mürşîdi, müderrisi ve müftüsü idi. Daha doğduğu yıl oruçlu oldu; Ramazan-ı Şerif ayı idi, süt emmedi.Çocukluk devrinde kırda oynarken, bir öküzün kuyruğunu tuttu. Öküz başını döndürüp:- Ya Abdülkadir! Sen bunun için yaratılmadın, dedi.Bu onu hem korkuttu hem de düşünceye sevketti. Doğruca annesine gitti ve ilim tahsili için, kendisini Bağdat’a göndermesini rica etti. Annesi bu anî değişikliğin sebebini sorduğunda, durumu anlattı ve izin aldı. Annesi, baba­sından kalan kırk dinarı, kaftanının koltuk altına dikti ve:- Oğlum, haydi sefere çık! Kemâl yolunda ilerle! Her işte, doğruluktanbaşka gayen olmasın. Allah için senden ayrılmaya razı oluyorum. Kıyâmetekadar belki yüzünü göremeyeceğim. Tekrar ediyorum, yalnız doğruluk, doğru­luk! diye nasihat etti.Ana nasihatini alan Abdülkadiri Geylânî (k.s.) küçük bir kervan ile Bağdat’a giderken, önlerine eşkiyalar çıktı. Kervanı durdurup, üstlerindeniğneden ipliğe ne varsa aldılar. Eşkiyanın biri küçük Abdülkadir ile meşgul oldu.Fakir çocuk! Senin de üzerinde bir şey var mı? suâline, Abdülkadir:Evet, kırk dinarım var, dedi ve kaftanın koltuk altına dikili olduğunu da söyledi.Azılı şâki,kendisiyle alay ettiğini zannederek güldü. Lâkin ikincisine de aynı cevabı verince, Abdülkadir’i alıp reislerine götürdüler. Reis, kaftanın kesilip bakılmasını emretti. Kaftan kesildiğinde kırk dinar çıkınca,Nasıl oldu da bu paranın orada olduğunu söyledin? diyen reise, Abdülkadir gülümseyerek:Annem bana her işte doğru olmamı tembih etti, hıyanet edemezdim, dedi.Bu söz, eşkiya reisinin hoşuna gitti. Vâris-i Resul olacak yavrunun yüzüne dikkatle ve dakikalarca baktı. Tâifesine hitâben:- Bakın! Bu çocuk annesine vermiş olduğu söze bu kadar bağlı ve onaihânet edemez iken, ben bunca yıldır Allah ahdine hıyânet etmekteyim. İşteşimdi bu çocuk, benim kurtarıcım oluyor. Bütün kötülüklerden tövbe ediyo­rum, deyince bütün arkadaşları:- Şimdiye kadar kötülükte reisimizdin; bundan böyle biz de tövbeediyoruz. Şimdiden sonra hidâyet yolunda reisimiz ol! dediler ve reislerininemri ile kimden ne aldılarsa iâde edip, kervana yol selâmeti dilediler.Böylece küçük Abdülkadir’in irşâd vazifesi daha yolda başlamış oldu. Yol kesmekle, adam soymakla kalbleri kararmış kimseler hidâyete erdi. İhlâsla söylenen bir çift söz, onları selâmete çıkarmaya yetti ve arttı.Bağdat’a varan Abdülkadir-i Geylânî hz. tahsilini tamamladıktan sonra kendisini riyazete verdi. Bu günlerini kendisi şöyle anlatmaktadır:Yirmi beş yıl kimse ile temas etmedim. Kendi başıma çöllerde dolaştım. Kırk yatsı namazından sonra, tek ayak üzerine Kur’ân tilâvet ettim ve hatim indirdim. Bir gece uyumak istedim, uyuyamadım. Nefsimin, “uyu!” diyerek beni aldatmasına kulak asmadım. “Bir kimse gelip ağzıma lokma koyuncaya kadar ne yiyeceğim, ne de içeceğim” dedim. Tam kırk gün kırk gece, ağzıma bir şey koymadım. Kırkıncı gün birisi gelip, bir kenara yiyecek ve içecek koy­du. “Vallahi Allah’a karşı ahdimden geri dönmeyeceğim” dedim. O anda içimden bir ses duydum. Sanki orada yalancı bir ses avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Açlık! açlık!” Kısa bir zaman sonra, kapı açıldı ve içeriye zamanın büyüklerinden bir zât girdi.”Bu ne hâl? İçinizden kopan feryâdı duydum da geldim” dedi.”Nefsimin ızdırabını duydun. Fakat ruhum, Allah’ın kudreti huzurun-HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN VÂRİSLERİ 311da karar kılmış bulunuyor”, dedim. O zât kendi evinde çocuğa yemek yedirir gibi, beni doyurdu ve mârifet hırkasını giydirip gitti.İhvanından Ebulfeth Herevî, şeyhini şöyle anlatıyor:- “Kırk yıl, Hazret’in hizmetinde bulundum. Sabah namazını yatsınamazı abdesti ile kılardı. Abdesti bozulduğunda, hemen yeniler ve iki rekâtnamaz kılardı. Yatsı namazından sonra odasına çekilir, fecir zamanı çıkardı.Çok geceler yanında kaldım. Gece olur olmaz, biraz namaz kılardı. Geceninüçte biri geçtiğinde, zikir ile meşgul olurdu: “El Muhid, Eşşehid, El Hasib, ElFaal, El Hallak, El Halîk, El Bâri, El Musavvir” derdi. Zikir hâlinde ikengözden kaybolur, göğe yükselirdi. Sonra, gecenin ikinci üçte biri geçinceye,kadar namaz kılardı. Uzun uzun secdeye varırdı. Daha sonra fecir vaktine kadarotururdu; murâkabe, müşâhede ve teveccühe dalardı. Sonra yalvarırcasına duâederdi. Bu sırada kendisini bir nûr kaplar, sonra kaybolurdu. Ben onun yanındaiken, gözle görülmeyen pek çok ziyaretçinin” Selâmün Aleyküm” dediklerini,Şeyhimin de “Aleyküm Selâm” diye karşılık verdiğini duyardım. Bu hâlsabah namazına kadar sürerdi.”Şeyh Musa, babası Abdülkadir Geylânî hz.’den şu menkîbeyi dinlediği­ni nakletmektedir:- “Ramazan-ı şerifte bir gün, ihvânla beraber çölde, yol alıyorduk. Çoksusadık fakat su bulamadık. Ansızın bir bulut ve içinde bir nûr belirdi. Oradandoğru bir ses işitildi: “Ene Rabbükümül ağla e hellekümül iftaru fefteru – Bensizin Rabbi Âlâ’nızım ve size iftarı helâl ederim, iftar edin!”İhvân, bu garib şeyi görüp işitince o nuru, Hak tecellîsi zannedip, “İftar etmemiz emredildi, ruhsat oldu” diyerek, her birisi yemeye ve içmeye teşebbüs ettiler. Ben, “Eûzübillâhi mineşşeytanirracim. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil âzim” deyince, o nûr yok oldu. Şeytân-ı Lâin zuhura geldi ve bana:Bu tecellinin şeytanî olduğunu nereden bildin? diye sordu. Ben:Bunu üç ilimle bildim: Birincisi İlm-iTevhîd’dirki; HakTeâlâ hz.’leri mekândan ve cihetten münezzehdir. O’nun tecellîsi ve kelâmı da cihetten ve mekândan müstağnidir. İkincisi tasavvuf ilmidir ki; tasavvuf ehlinin ittifakı şudur: “İnsan kendi vücûdundan haberdârdır. Benlik aradan kalkıp fenâfıllah olmayınca, Tecelli-i Hakk’a vâsıl olunmaz” Biz ise bu mertebeye gelmeyip, vücûdumuzun tasarrufunda tekîd üzere olduğumuzdan bildik ki, bu şeytanın hi-lesidir. Üçüncüsü fıkıh ilmidir ki; Fukahâ-i İzâm şöyle buyurmuşlardır: “Oruçlu olan insan, açlıktan ve susuzluktan can vermek derecesine gelmedikçe, oruç bozmak câiz olmaz.” Biz ise henüz o hâle gelip, susuzluktan o derece bunalmadık. Bundan da anlaşıldı ki, bu hâlet şeytanîdir.”312ABDULKADIR-İ GEYLANI (K.S.)Şeytan:- İlme tam vukufun ve hâiz olduğun mertebe sayesinde, benim hile veiğfalimden, hem sen hem de sana sadakat gösteren ihvânın kurtuldu. Benşimdiye kadar tarikat ehlinden yetmiş kişiyi böyle aldatıp kandırdım, doğruyoldan çıkardım, dedi.Ben de:- Ey mel’ûn! Benim ve tabiimin kurtulması, ancak Rabb’imin lûtf-uinâyetiyledir; başka bir sebeple değildir, dedim.”Bu büyük Velî’nin Allahü Teâlâ’ya teslimiyyetinin tamlığı ve bu üç ilme vâkıf oluşu, hem kendisini hem de etrafını şeytanın gâilesinden kurtarmıştır.Sayılamıyacak kadar çok kerâmet göstermiş ve uzun yıllar “Gavs” makamını işgâl etmiş olan bu mübârek zâtın nasihatlarını, binlerce kişi takip eder ve dinlerdi. Bu ilâhî vaazlarda, cezbeye giren pek çok kişinin can verdiği ve cemâl âlemine göçtüğü görülmüştür. Kendi medresesinde, otuz üç yıl ders vermiştir. Bu dersler, dört yüz kişi tarafından kaleme alınmıştır. O gün bu gün, o ilâhî ışığı kendilerine rehber yapanlar, selâmete ermiş ve ereceklerdir.Ene baz Sultan-ı Ricâl Câe fi aşk tevfıki kemâlAşk ile geldi Kemâl ile ömür sürdü Kemâl-i aşk ile Hakk’a kavuştuAbdülkadir-i Geylânî hz.’nin bir münâcâtı”Allah’ım! Sana isyan edene karşı ne kadar yumuşak ve sabırlı davra­nırsın. Sana el kaldırıp duâ edene, ne kadar yakınsın. Senden isteyene ne kadar sevgi ve merhametle yönelirsin. Sana umut bağlayana ne kadar yakınsın. Senden isteyen kim var ki, mahrum ettin? Sana sığınan kim var ki, onu güvencine almadın? Sana yaklaşan kim var ki, onu uzaklaştırdın? Sana koşup gelen kim var ki, onu kapından kovdun? Yaratmak ve kendi katından ruh ve hayat vermek, ancak sana mahsustur..Allah’ım! Tevhidin gönlümüzde olduğu halde, bize azâb eder misin? Sen yaptığına şüphe ve tereddüt etmezsin! Zaten senin yaptığından şüphe edilmez. Böyle bir şey yapacak olursan-ki yapmazsın-bizi, Senin için sevmediğimiz bir topluluk ile bir araya getirip, toplar mısın?”HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’İN VÂRİSLERİ 313Gavs-ı Âzam’ın öğle virdi”Allah’ım! Salât-u selâm Muhammed’e (s.a.v.), O’nun hanedan ve arkadaşlarına olsun! Onları dünya ve âhiret esenliğinde dâim eyle!Allah’ım! Rüzgârda bir esinti, bulutlarda bir damla, şimşeklerde bir pırıltı, yıldırımda bir gürültü, Arş ve Kürsî’de bir şey ve varlık mülkünde bir belge varsa, mutlaka bunlar, Senin Allah olduğuna, Sen’den başka ilâh bulun­madığına ve Senin yerlerin ve göklerin Rabb’i olduğuna, üzüntü ve sıkıntıları kaldırıcı bulunduğuna, gaybı çok iyi bildiğine, dâneleri topraktan çıkardığına, gönülleri teşhir ettiğine şehâdet eder.Kalpleri öylesine çevirirsin ki, uzakta kalanlar sevgili dost olarak döner, neş’e veren meltem gibi eser, gizli bir lûtufla hakikate gönül bağlar!Yâ Allah! Yâ Allah! Yâ  Allah!”Abdülkadir-i Geylanî hz.’nin hikmetli sözleriBana bazen öyle ağırlıklar gelirdi ki; eğer onlardan bir parça dağlara konsaydı erir, yok olurlardı. Bende bu hâller olmaya başlayınca, yan üstü yatar ve şu Âyet-i Kerime’yi okurdum: “Elbette güçlükle beraber şüphesiz bir kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber bir kolaylık vardır” (94:5-6) Sonra başım kalkardı; o ağırlık hâllerinin benden gitmiş olduğunu görürdüm.İlk zamanlarımda sıkışıp kaldım; bu arada içine dalmadığım, hiç bir sıkıntılı hâl kalmadı.Bir kimse ki, her hayırlı işinde muvaffak olma sebebini Allah’dan bilir; o zaman nefsini aradan çıkarabilir, ucb halinden de kurtulur.Üzerime niçin sinek konsun ki? Üzerimde ne dünyanın pekmezi var, ne de âhiretin balı.Müslümanlardan her kim ömründe bir defa olsun, medresem önünden geçse Allahü Teâlâ, kıyâmet günü onun azâbını hafifletir.Ey Rabb’im! Ruhumu sana nasıl hediye edeyim ki? Bu yoldaki delîl sahîh: Her şey senin!Himmet odur ki; kul nefsi ile dünya sevgisinden soyuna, ruhu ile ukbâya ilgi duymaktan kendini ala, kalbi ile kendi irâdesinden de geçe ve Mevlâ’nın irâdesine karşılık, herhangi bir irâde gösterisine kalkmaya, sır âlemi ile kâinata nazardan sakına! (Hatta sırrına, böyle bir şeyin düşüncesini bile getirmeye)Ağlaman, O’nun için olsun; O’ndan olsun; ve O’nun üzerine olsun. Böyle ağlayabilirsen ağla; zararı olmaz, korkma!Dünyayı kalbinden çıkar, eline al; böyle yaparsan artık dünyanın ve dünyalığın sana zararı olmaz!314ABDULKADİR-İ GEYLANI (K.S.)Şükrün hakikati odur ki; nimeti veren itirâf edile, kalben biline, dille de söylene! Bu durumun tahakkuku için, huzur şart; nimeti müşâhede şart; saygıya devam şart! Bunları yaparken de insan, tam şükür edebilmekten yana aczini bilecek.Allah için hâline sabreden fakir, Allah’a şükreden zenginden daha değerlidir; hâline şükredebilen fakir, şükreden zenginden ve sabreden fakirden daha kıymetlidir; hem şükreden hem de sabreden fakir ise, hepsinden daha faziletlidir. Kim belâ ile nişanlanabilir ki; onu göndereni bilenden başka!İyi huy odur ki; halkın cefâsı sana tesir etmeye! Haliyle bu, bütün işlerin Hakk’ın bir emri olduğunu, mütâlâa ettikten sonra başlar. Sonra, nefis küçük görülecek; buna karşılık halk büyük görülecek. Onların bu şekilde büyük görülmesi, özlerine yerleştirilen imân ve hikmet sebebi ile olacaktır.
Ben ins ve cin şeyhiyim; kimse benim bu yetki ve sırrımı anlamaz. Mânevî hayat benim için, bir odaya asılmış giyimler gibidir. İstediğimi bulur ve giyerim.Evlât! Mutlaka ya Allah’dan uzak, ya Allah’a yakın bir halde bulun­maktan hâlî olamazsın. Eğer uzaksan o mekânsız makama uç!-İlâhî vuslatlara; her nev’î şehvet ve nefsânî arzulardan vazgeçmekle, eziyet ve meşakkatlere tahammül edip hiç kimseden menfaat ve yardım beklemeden, sadece Hakk’ın rızasında olmakla ulaşılır.- Bize yakınlık da ıraklık da birdir.”Rahmetullahi aleyh ve rahmeten vasiâ.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir