Genel

ABDULLAH HAN

ABDULLAH HAN; Mâverâtinnehr bölgesinde karalan Şeybânî Hânedânhğmın büyük hüküm-dfclaimlin İsmi, Abdullah bin İskender bin Ebü’l-Barr’dır. 1533 (H.940) senesinde Aferinkend’de 4a£du- Doğduğu zaman babası İskender Han, du-inn almak için büyük âlim Ubeydullah-ı Ah-«Sr’m talebesi ve zamânın âlimi Hâce Kâsım Kâ-
Abdullah Hanın Buhara’da 1588-1590 seneleri arasında yaptırdığı, kendi adıyla anılan medresesi.

şânî’ye götürdü. Hâce Kâşânî, Abdullah Hanın sâlih bir kişi olması için duâ ettikten sonra; “Bu çocuk, ileride büyük bir sultan olacak.” dedi ve belindeki deve tüyünden yapılmış olan kuşağını çıkarıp, Abdullah Hana sardı. Oiıun, âlimler elinde terbiye edilmesini tavsiye etti. Aklı ve zekâsının çokluğu, üstün kâbiliyeti ile devrin kıymetli âlimlerinden ders alarak çok iyi bir şekilde yetiştirildi. Kur’ân-ı kerîmi, aklî ve naklî ilimleri ve devlet idâ-resini çok mükemmel öğrendi. Babasının, devlet erkânının, âlimlerin ve çevresinin takdirini kazandı. İskender Han, oğlu Abdullah’a çok îtimâd ettiğinden, şehzâdeliğinde devlet idâresiyle vazifelendirdi.

Babası tarafından Kermine bölgesine vâli olarak tâyin edilince, idârecilikteki kâbiliyetini ortaya koydu. Bu bölgede ilk işi, topraklarına saldıran çevre beyliklerin hücûmlarım önlemek oldu. Taşkent ve Semerkand hâkimlerine karşı mücâdele etti. Onları tesirsiz hâle getirdi. Buhârâ ve Şehr-i Sebz istikâmetinde seferler yaptı. Abdullah Han, 1557 senesi ilkbaharında Buhârâ’yı alıp, pâyitaht yaptı. Babası, memleketin idaresini Abdullah Hana bıraktı. Babasının vefâtma kadar, on üç sene onun nâmma ülkeyi idâre etti. Babasının vefâtın-dan sonra Abdullah Han, ülke topraklarını, Kuzey Türkistan’a kadar genişletti. Onun hâkim olması ile bu bölgelerdeki halk, sulh ve sükûna kavuştu.

Abdullah Han, sapık Safevîlere ve Ruslara karşı, zamânın en büyük devleti Osmanlılarla münâsebet kurdu. Hindistan’daki büyük İslâm devleti Bâbürlüler (Gürgânîler) ile de dostâne münâsebetlerde bulunup, müttefik oldular. Özbek Sultanı Abdullah Han ve Osmanlı sultanları, doğu ve batı Türklüğü ile Ehl-i sünnet Müslümanları birbirinden ayıran râfizî Safevîleri ortadan kaldırmak istediler. Devrin en mükemmel silâh ve tekniğine sâ-hib olan Osmanlılar, Özbeklere ateşli silâhlar, teknik âlet ve edevât ile bunları kullanacak eleman gönderdiler. Abdullah Hanın OsmanlIlardan aldığı teknik yardım, Özbeklerin hâkimiyetini kuvvetlendirdi. Bu yardımlarla Safevîlere, Rus ve âsîlere karşı’ daha da üstün duruma geçti. Ruslara karşı destanlaşan mücâdeleler verdi.

Doğu ve Batı İslâm âlemini birleştirmek, Sa-fevî-İran engelini aşmak ve Rusların Asya’ya yayılmasını önlemek için, Don-Volga kanalım açmaya teşebbüs edildi. Bu kanalla Osmanlılar, Don ve Volga nehirleri vâsıtasıyla Hazar Denizine ulaşmak ve Asya’daki Ehl-i sünnet îtikâdındaki Türkler ile daha yakın münâsebet kurmak istiyorlardı. Abdullah Han, 1587 senesinde Osmanlılara elçi göndererek, Ejderhan da denilen Astırhan Hanlığı arâzisine sefer tertiplenmesini istedi. OsmanlIlar, Ejderhan ve Kazan seferi olarak bilinen seferler düzenlediler. Abdullah Han ise, Rusların; Astırhan ve Hazar Denizindeki faâliyetleriy-le, Orta Asya’ya yayılma teşebbüsü ile ciddî şekilde ilgilendi. Tabıl’daki Küçüm Hana maddî ve mânevî yardımda bulundu. Başkurdistan’daki No-gaylı Urus Mirzâ’ya da külliyetli mikdarda yardımda bulundu. Rus aleyhdârı faâliyetleri başlattı. Rusların, daha on altıncı asrın sonlarında Orta Asya’da görünmesinin önüne geçti. İdil Nehrinin doğusundaki bütün memleketleri, Türkistan’ı nü-fûzu altına aldı. 1588’de Safevîler üzerine sefere çıkarak Herat’ı fethetti. Sapıkları cezâlandırıp, müslümanları rahatlattı. Kendisi Nişâpur, Sebzvar ile diğer şehir ve kaleleri fethederken, oğlu Ab-dülmü’min de, İran’ın Meşhed, İsfehan ve daha bâzı mühim şehirlerini zabtetti. 1594 (H.1003) senesi başında İstanbul’a bir elçi gönderip, muvaffakiyetlerini halîfe-i müslimîne arz etti. Osmanlılar da, Abdullah Hana bir elçilik hey’eti ile birlikte, teknik yardım ve eleman gönderdiler. Abdullah Han 1595 (H. 1004) senesinde, Semerkand’da 62 yaşında iken vefât etti. Kırk beş senelik hükümdâr-lığınm; on üç senesinde babasının yerine, otuz iki senesinde de kendi nâmına icraatta bulundu.

On altıncı asırda Mâverâünnehr ve Türkistan’da en büyük Özbek hanı olan Abdullah Han, memleket içinde merkeziyetçi bir idâre, dışarda da güçlü ittifak sistemleri kurdu. Mâverâünnehr’e
sulh, sükûn ve huzur getirdi. Adâleti ve refâhı sağladı, imâra ehemmiyet verdi. Yaptırdığı câmi, medrese, han, hamam, hastahâne ve su sarnıçlarının sayısı bine ulaştı. Kermine ve Murata taraflarındaki çorak sâhaları sulayarak, îmâr etti. Zeref-şan ve Kaşka Derya’daki köprüleri yaptırdı. Zirâat gelişip, tahıl, meyve, sebze ve bilhassa pamuk istihsâli arttı.

Abdullah Han, halkın hem eğitim ve öğretimi, hem de refâhı için büyük gayret sarfetti. Zamâ-nında, medreseler, talebeler ile dolup taştı. Medreselerin ihtiyâçları, vakıflar tarafından karşılanırdı.

Medreselerde yetiştirilen tasavvüf ehli âlimleri îmâr edilen yerlere iskân ederek, o mahallin, maddî ve mânevî bakımdan kalkınmasını sağladı. Belh şehri çok mâmurlaşıp, nüfûsu arttı. Yeni mahaller kuruldu. Etrâfı surlarla çevrildi. Başşehir Buhârâ, yol ağı ile örüldü. Kara ve deniz yoluyla, dünyânın her tarafıyla irtibat kuruldu. Buhârâ-Rusya, Belh-Hindistan ve daha başka ticâret merkezleriyle, ülkelerarası, deniz aşırı memleketlerle ticâret yapıldı. Bilhassa Özbekİer ile Bâbürlüler arasındaki ticâret yolu emniyet altına alınıp, her mevsim, kervanlar çalışır hâle geldi. Edres, kam-ka, kendek, kitat, zendeni adı verilen kumaşlar ihrâç edilip; çay, baharat, deri, kösele, mutfak ve ev eşyâsı, süs eşyâsı, ateşli silâhlar, Frenk kumaşları ithâl edildi. Malların toplanıp mahzen-lenmesi ve pazarlanması için, Mâverâünnehr tam bir ticâret merkezi hâline geldi.

Devrin evliyâ ve âlimlerine, maddî ve mânevî imkânlar sağladı. Arâzi verdi. İslâmiyetin yayılması için, Sibirya dâhil, çevre memleketlere rehber âlimler gönderdi. Mâverâünnehr, Türkistan, Horasan ve havâlisinde Ehl-i sünnet îtikâdının yayılması için çalıştı. Memleketinde medfûn bulunan kıymetli şahsiyetlerin ve Belh’de medfûn Eshâb-ı kirâmdan Ukâşe bin Muhsan’m (radıyallahü anh) kabrini muhteşem bir şekilde îmâr ve tezyîn ettirdi. Hâce Ebû Nasr Pârisâ hazretlerinin de kabrini yaptırdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir