AKREP TÜRLERİ
600 değişik tür kapsadıkları bilinen akrepler, Silüryen’den (Birinci Zaman) başlayarak evrim geçirmişlerdir.
Akreplere çoğunlukla sıcak, tropikal ve astropikal ülkelerde ras-lanır. Bazıları topraktaki küçük oyuklarda, taşların altında ya da kazdıkları yuvalarda yaşar; bazıları nemli bir ortamı, bazıları da kurak çöl bölgelerini seçer. Belisarius
xambeui gibi bazı akrep türleri de mağaralarda yaşar. Akrepler, insanlarla birlikte yaşamaktan hoşlanan ve evlere yerleşmeye çalışan hayvanlardır. Kör Belisarius’un yanı sıra, Fransız böcekbilimcisi Fab-re’in incelediği 7 sm boyunda büyük san akrep (Buthus occitanus) ve boyu her zaman 4 sm’nin altında olan küçük siyah akrep (EuscoıpiusJ, evlerde yaşamaktan en çok hoşlanan akreplerdir. Küçük siyah akrep, evlerde yaşayan sinekleri avlayarak beslenir ve sokması genellikle pek tehlikeli değüdir. Büyük sarı akrep daha tehlikelidir ama, bu özelliği , yalnızca büyük olmasına bağlanamaz; çünkü Ekvator Afrika-sı’nda yaşayan Euscorpius impera-tor,boyunun 20 sm’yi bulmasına karşılık, küçük siyah akrep gibi tehlikesizdir.
En tehlikeli akrepler ekvator bölgelerindeki akreplerdir; bunların büyük boyda olanlarının bir tek kez sokması bile insanın ölümüne yol açabilir. Akrebin zehiri özellikle böcekleri, örümcekleri ve çokayaklıları felce uğratır. Akrepler yalnız yaşayan, yerleşik, daha çok geceleri ortaya çıkan hayvanlardır. Bir başka özellikleri de, çiftleşmeden önce “çiftleşme dansı” denilen bazı hareketler yapmalarıdır.
AKREPLERİN ÇİFTLEŞME
Akrep, gündüzleri bir ta: sığınır, besinini yalnız arar.
Çiftleşme mevsiminde t birbirlerine daha çok ilgi leri gözlemlenmiş, çiftleşir da çiftleşme öncesi davı en iyi betimleyen gene Fal tur.
Fabre, iki akrebin çif şöyle anlatır: “Birinin kar: rengi koyudur; bu dişi daha ince, soluk renkli ola akreptir. Her ikisi de öne larını sarmal biçime soku ler. Bu sırada erkek akre kıskacından tutarak bir g bir ileri iter; bu yön c sırasında, erkek akrep 1 dönüş yaparak dişinin yaı lur ve onun yere yatmış ol ğunu okşar. Erkeğin dişisi yapması, çiftleşmenin uzak bir köşede, kaya alt barınakta sonuçlanmasu saatlerce sürer. îşte o a son derece uysal olan d çiftleşmeden sonra, tıpkı ö rin ya da peygamberd yaptığı gibi erkeğine sî erkek yeterince çabuk kaçmazsa, onu parçalayaı
AKREBİN ZEHİRİ
Akrebin gerçek anlamda bir ağız yapısı yoktur. Yakaladığı avım önce karın kıskaçlarıyla ezip öğütür; daha sonra bu besini, tam kalçalarının arasında yer alan kenarı keskin ayaklarıyla bir bulamaç haline getirir; sonunda da bu bulamacı ağzıyla emer. Bu aslında, hayvanlar arasında raslanan son derece eski bir çiğneme çeşididir ve akrebin havayı solumaya başlayan ilk eklembacaklılardan biri, hattâ belki de ilki olduğunun kanıtlarından biri sayılır.
Bu arada belirtilmesi gereken bir nokta da, akrebin zehirini harcama konusunda tutumlu olduğudur: Ancak yakaladığı av kurtulmak için güçlü bir çaba gösterirse ya da bir
saldırı karşısında kalırsa zehirini hiç duraksamadan kullanır. Yılanlarınki gibi akreplerin zehiri de, zehirlenmeye karşı serum yapımında kullanılır. Bunun için, bir atın (ya da eşek, keçi gibi bir başka evcil hayvanın) zehire karşı bağışık-
JEAN HENRİ FABRE
Fransız böcekbilimcisi ve yazan. “Böcekler evreninin Homeros’u” diye adlandırılalı Fabre (1823-1915), kimya öğretmenliği yaparken, Fransa’nın güneydoğusundaki Vauchıse’ de böceklerin davranışlarım inceledi ve araştırmalarım Souvenirs en-tomologiques (Böceklerle İlgili Anılar; 10 cilt, 1879—1886) adıyla
lık kazanması sağlanır ve bağışıklı elde edilince, atın kanından tedai amacıyla kullanılacak serum yap lir. Bu serum, akrebin sokmasında en çok birkaç saat sonra verilir! yararlı olabilir; yoksa sokulan ki: ölebilir.
yayımladı.
Böceklerin yaşamım hem bilin sel bir anlayışla, hem de güzı bir anlatımla ortaya koyan, özelli] le, san akrep, çiyan ve pislik böc< ğiyle ilgili çok güzel betimlemek yapan Fabre’m yapıttan, doğah timcilerin çalışmalarım büyük ölçi de etkilemiştir.
Türk ozanı ve yazan (İstanbul, 1920).
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitiren (1943) Sabahattin Kudret Aksal, İstanbul’da çeşitli öğretim kuramlarında felsefe öğretmenliği, Çalışma Bakanlığı’nda iş müfettişliği (1949), İstanbul Belediyesi müfettişliği (1951), Belediye Konservatuvan (1959) ve Şehir Tiyatrolan müdürlüğü (1961) gibi görevlerde bulundu. 1977’de emekli oldu.
ŞİİR ANLAYIŞI
İlk şiiri Varlık dergisinde (1 Ağustos 1938) yayımlanan Sabahattin Kudret Aksal, öykü (1940) ve tiyatro (1948) dalında da yapıtlar ortaya koymuştur. İlk şiirlerinde özellikle Orhan Veli ve Cahit Sıtkı Tarancı’ nın etkileri görülür.
Günlük yaşamdan verdiği kesitlerle yaşamı şiire geçirmeye çalışan ozan, kendi “kaygılarını”,“yüreğindeki tatsızlıklan” anlatır; çevredeki insanların acıklı durumunu dile getirir.
Yaşamı “sürgit yanlış” sayan, bu yüzden şiirini yalnızlık, sakin yaşa-ma, gemiye binip düşsel bir evrene gitme gibi konular çevresinde geliştiren Sabahattin Kudret Aksal, bir konuşmasında “Şiir ne yargılar ne de açıklar. Sadece bir izdüşümü saptar, okura o izdüşümünü vermek ister (…) İçerik yükümüzse, kimi kez yalnızlığımızdır. Bilinçaltımız her zaman için şaşmaz biçimde yalnızlığımızdır. Bence, şiirde sağlanması gereken şey yalnızlığımıza okurun ortak edilmesidir.” demiştir. Nitekim, pek çok şiirinde yer alan gece kavramı “yalnızlık, teldik, can sıkm-tısı”m, güneş kavramı da “mutluluğu” simgeler. Zaman, Aksal’a göre geçmiş ile gelecek arasında sürekli
bir akıştır; insan bu akışta “yaşayıp ölmekle tutsaktır”. Bu yüzden ozan, gizemciliğe (mistisizme) yönelir; evreni ve doğayı bu bilinçle yorumlamaya,sonsuzluk ile doğayı özdeşleştirmeye çalışır.
Simgeye pek yaslanmayan, ama yalın imgeleri ustaca yaratan Aksal, “şiirde aradığı başhca ölçütlerden birinin ezgi sel bir aydınlık” olduğunu açıkça belirtmiş, şiirde dilin kullanımıyla sağladığı etlcileyici anlatımı, öykü ve oyunlarında da sağlamaya çalışmıştır: “Şiir düzyazım-sal da olabildiğine göre, neden bir öykü şiirin ta kendisi olmasın, şiire
BAŞLICA YAPITLARI Şiir: Şarkılı Kahve (1944); Gün Işığı (1953); Duru Gök (1958); Bir Sabah Uyanmak (Şarkılı Kahve ve Gün Işığı bir arada, 1962); Elinle (1962); Eşik
(1970); Çizgi (1976); Şiirler (şiirlerinin büyük bir bölümü, 1979; 1980 Yeditepe Şiir Armağanı); Zamanlar (1982); Bir Zaman Düşü (1984); Şiirler (bâtûn şiirleri; 1988); Buluşma (1990; 1990 Sedat Simavi Vakft Edebiyat Ödülü).
Öykü: Gazoz Ağaca (1954; 1955 Sait Faik Hikâye Armağam’m Haldun Taner’in On İkiye Bir Var adlı öykü kitabıyla paylaştı); Yaralı Hayvan (1956; 1957 Türk Dil Kurumu Sanat Ödülü).
SİSYPHOS
Ne İd yaşam, sürgit yanlış, Dönemeçlerde, rastlantı, Soğuk gökü kışın, katı, Yamaçtan doruğa çıkış.
Erir elinizde kaya,
İnce elek, bir avuç un, Koştunuz boşuna yorgun, Durur bakarsınız aya.
çok yakın olmasın!’’.öykülerinde d( kişisel yaşantılardaki küçük mutlı hıkları, yaşama sevincini, gözlem \ aynntı zenginliği içinde tasarlama bir düşsel yaşama temel yapmay çalıştığı görülür.
OYUN ŞİİRDEN AYRILMAZ
Oyunu şiirden ayıramadığım, oyı nun da bir izdüşümü olduğun söyleyen Aksal, oyunlarından Şakc cı’da bir iş gezisinde ailesine öldüğ haberim ileten şakacı bir babamı aile bireyleri üstünde yarattıj olumsuz etki sonucunda aile dışın
Oyun: Evin Üstündeki Bulut (oynanışı 1948); Şakacı (oynanışı: 1950; basılışı
1950); Bir Odada Üç Ayna (1956); Tersi ne Dönen Şemsiye (oynanışı: 1958; bası iışı: 1958); Kahvede Şenlik’Var (oynanı şı: 1965; basılışı: 1966; 1966 Ankara Sa nat Severler Derneği En İyi Oyun Yazaı Ödülü; 1981 Avni Dilligil En iyi Oyuı Yazan Ödülü); Kral Üşümesi (oynanışı 1969; basılışı: 1970); Bay Hiç ve Sonsuz luk Kitabevi (oynanışı: 1981; basılışı 1981); Önemli Adam (oynanışı: 1983 basdışı: 1983).
Deneme: Geçmişle Gelecek (1978). Çeviri: Çeviri Şiirler (1991; Baudelairı ve £luard’dan).
T
Aksel, Malik
Malik Aksel ‘in Gelin adU yapıtı.
Akses, Necil’ Kâzım
itilmesini, Tersine Dönen Şemsiye’ de evli bir ozan ile bir genç kız arasındaki farklı biçimde değerlendirilen gönül serüvenini, Kahvede Şenlik Var’da, soyut bir çevrede so-
ğukkanlı bir pazarlık konusu olan evliliği, Kral Üşümesi’ ndeyse, “üşüme” simgesini kullanarak, halkıyla ilişki -kuramayan bir kralın ruhsal bunalımım anlatmıştır.
“Düşüncenin geliştirilmes ması” diye tanımladığı d eleştiri türündeki yazılan Gelecek (1978) adlı kital lanmıştır.
Türkressamı (Selanik,1903-Îstl987). İlk öğrenimim İstanbul’da Bayezit Nümune Mektebi’nde, orta öğreni-miniyse Dar-ül Muallimin’de (Erkek Öğretmen Okulu) tamamlayan Malik Aksel, 1928’de Milli Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanınca Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’ne gönderilerek, dört yıl süreyle resim ve grafik sanatlar bölümünde okudu. 1932’de yurda dönünce Resim Öğretmen Okulu’nda çalışmaya başladı. Kısa bir süre sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-îş Bölümü’ne dönüştürülen bu okulun başkentteki 1 etkinliklerine, hem bir ressam, hem bir eğitici olarak önemli katkılarda bulundu. Daha sonra Çapa Eğitim Enstitüsü’ne geçerek resim bölümünü yönetti ve bu görevinden emekliye ayrıldı. 1973’te 34. Devlet Sergi-si’nde başarı ödülü kazandı. Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda Galatasaray salonlarında Güzel Sanatlar Birliği’nin düzenlediği karma, sergilere katılan Malik Aksel, sonradan Halkevleri çevresinde halk sanatlarım araştırmaya yönelmiş, resimlerinde yöresel konuları ve köy yaşamım işlemeye başlamıştır. 1939’da düzenlenen yurt gezileri sırasında Sivas ve Denizli’ye giderek, söz konusu yörelerde geliştirdiği folklor sevgisini köklü bir sanat beğenisiyle kaynaştırdığı resimlerine, çağdaşları arasında ilgi çekicibirbo-yut kazandırmıştır. Köy evlerini ve sokaklarım konu alan bu tür resimlerinde, halk yaşamına katışıksız bir duygu ve gözlem gücüyle yaklaşmış olmanın yarattığı içtenlik kolayca görülür.Bütün ortak eğilimler ve gelişmeler arasında bir bakıma bağımsız bir ressam olarak dikkati çeken
Malik Aksel, ne izlenimcilere, ne de kendi kuşağının büyük bir bölümünü etkilemiş olan konstrüktif eğilimlere fazla bir yakınlık duymuş, yöresel yaşamı olduğu gibi yansıtma kaygısı, ona sanat akımlarının sadık bir izleyicisi olmaktan daha önemli ve kaçınılmaz görünmüştür. Oluşumunu ve estetik değerlerim kendi içinde aramış olan bu resim tekniği, folkloru temel almakla birlikte, folklorun dar görüşlere zemin hazırlayan tuzağına düşmekten uzak kalmıştır. Bunda, resim değerlerim ön planda tutmuş olmanın ve kaba bir betimleyicilikle yetinmenin de payı vardır. Aksel’in, birbirine sarılmış köy kızlarım konu alan resimleri.
yurt sevgisinin anlatımıdıı imgesi, söz konusu sevgiyi dirirken, buna akademik s ierini sindirmiş olmanın beğenisi de eklenir.
GÜÇLÜ BİR SULUBOYA VE SANAT YAZARI
Malik Aksel’in sanatından ken, Türkiye’de Hoca Ali-I küdarlı Cevat kuşağıyla başlangıç oluşturan sulub alanındaki etkinliğim de ui
Îierekir. Bu tür çahşmalaı stanbul’un günümüzde ta: mış olan gelenek görene] görüntüler biçiminde izle gibi, suluboyanın saydam de odaklanan köklü t beğenisi de görülebilir. I iddiasız gibi görünen, am gözlemlenince derinliği ko ranabilen bu suluboya reı Malik Aksel, zorlamasız, duyarlığın temsilcisi olduj ya koyar. Halk sanatının İt ve gelişme evrelerini ince ve kitaplarıyla da tanına bir yandan çağdaş sanat yandan da halk kültürünü lanna ışık tutmuştur. împ tan Cumhuriyet’e, gelenek den çağdaş kültüre geçi ayrıntıları, iki cüt ölaral nan yazılarında büyük bi görülür: Sanat ve Folklor tanbul’un Ortası (1977) Resim Sergisinde Otuz C ile üçüncü devlet sergisiı nimİerini içeren Anadolu simleri (1960) adlı yapıtla di türlerinde birer başvı niteliğindedir.
Türk bestecisi (İstanbul, 1908). Küçük yaşlarda keman ve viyolonsel dersleri alarak yetişen Necü Kâzım Akses, ilk beste denemelerini, on dört yaşmdayken viyolonselle, tek-sesli olarak yaptı. İstanbul Erkek Li-sesi’nde öğrenciyken, İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda Cemal Reşit Rey’in armoni derslerini izledi; orta öğrenimini tamamladıkta^
(1926) sonra Viyana’ya giderek, Kleinecke’yle viyolonsel, joseph Marx’la beste çalıştı. Müzik eğitimini daha sonra Prag Devlet Kon-şervatuvarı’nda sürdüren sanatçı, josef Suk’tan beste, Alois Haba’dan da “dörtte ve altıda bir ton dizisi
müziği” dersleri aldı.
İLK ÇALIŞMALARI
Necil Kâzım Akses’in Avrupa’da öğrenim gördüğü yıllarda bestelediği parçalar, ilk dönem yapıtları sayılabilir. Sözgelimi, piyano için Prelüd ve Fügler, Beş Piyano Parçası, Allegro Feroce, Piyano Sonatı, mezzosoprano ve yayh çalgılar dörtlüsü için Üç Poem, Mete operası bu dönemin ürünleridir.
1934TEN SONRAKİ ÇALIŞMALARI
1934’te yurda döne» Necil Kâzım
Akses, Cemal Reşit Re Ferit Alnar, Ulvi Cemal Adnan Saygun’la birlikte luk “Türk Beşleri” diye i sesli Türk müziğini gelişti rumlaştırma çalışmalara Aynı dönemde Milli Eğitil ğı tarafından Türkiye’y Paul Hindemith’le Anka Konservatuvan’mn kuru malarına katıldı ve bu k vara beste öğretmeni olaı 1934’ten sonraki yapıtlar geleneksel müziğinin ve h, nin etkisi görülmeye baş kestra için Çiftetelli ad) dans; piyano için Minyati
80
jSgtezm Akses
s eşlendirilmiş Türküler; Ankara Kalesi senfonik şiiri. 1936 yılında Sop-hokles’in ve Shakespeare’in oyunla-niçin bestelediği sahne müzikleri de, aynı dönemin değişik tür çalış-malanndandır.
1976’dan sonra bestelediği yapıtlarında yer yer XX. yy. müzik tekniğinin getirdiği yenüiklerden yararlandığı görülür. Sözgelimi,Orkestra Konçertosu ‘ndaki “ andante’’Jerin içinde bulunan yerleşik “presto”
BAŞLICA YAPITLARI-
Solo için: Prelüd ve Fügler (piyano için, 1929); Beş Piyano Parçası (1930); Piyano Sonatı (1930); Minyatürler (piyano için, 1936); On Piyano Parçası (1964); Capriccio (viyola için, 1977).
İkililer: Poem (piyano ve keman için, 1930); Flüt ve Piyano Sonatı (1933); Portreler (ses ve piyano için, 1965); Şiirlere Müzik (ses ve piyano için, 1975); Hayır mı Evet mi? (ses ve piyano için, 1988).
Oda orkestrası için: Allegro Feroce (klarnet, saksofon, piyano için, 1930); Üç Poem (mezzosoprano ve yaylı çalgılar dörtlüsü için, 1933); Yaylı Çakılar İçin Üçlü (1945); Yaylı Çalgılar için Dörtlü No 1 (1946); Yaylı Çalgılar İçin Dörtlü No 2
(1971); Senfoni No 2 (yaylı çalgılar için, 1978); Yaylı Çalgılar İçin Dörtlü No3(1979).
Koro için: Çokseslendirilmiş Türküler (1936); Konservatuvar Marşı (Ulvi Cemal Erkinle birlikte, 1940); Eşliksiz Çoksesli Koro Kompozisyonları (1947); On Türkü (eşliksiz karma koro için, 1964); Cumhuriyetimizin 50. Yıl Marşı (1973).
Solo ve orkestra için: Şiir ve Müzik (basbariton ve orkestra için, 1935); Poem (viyolonsel ve orkestra için, 1946); Konçerto (keman ve orkestra için, 1969); Senfonik Destan (Cumhuriyetimizin 50. yılma; soprano
koro ve orkestra için, 1973); Sololar Geçidi (soprano, mezzosoprano, bariton, basbariton ve büyük orkestra için, 1974); Bir Divandan Gazel (tenor solo ve orkestra için, 1976); Konçerto (viyola ve orkestra için, 1977); İdil (viyolonsel ve orkestra için,1980), Dördüncü Senfoni(viyolonsel ve orkestra için, 1983): Orkestra için: Çiftetelli (senfonik dans, 1934); Ankara Kalesi (senfonik şiir, 1942); Ballade (büyük orkestra için, 1947); Eskilerden İki Dans (1960); Senfoni No 1 (1966); Itri’mn Nevakâr’ı üzerine Scherzo (büyük orkestra için, 1970); Sesleniş (Cumhuriyetimizin 50. yılma; büyük orkestra için, 1973); Senfoni No 3 (büyük orkestra için, 1980); Orkestra Konçertosu (1976-1977); Banş İçin Savaş (Atatürk’ün 100. Doğum yılı için senfonik şiir; büyük orkestra için, 1981).
Opera: Mete (bir penlıük, 1933); Bayönder (bir perdelik, 1934); Timur (1956, tamamlanmamıştır). Sahne müziği: Sophokles’in Antigo-ne oyunu için müzik (üfleme çalgılar için, 1936); Sophokles’in Kral Oidî-pus oyunu için müzik (üfleme çalgılar ve kadın korosu için, 1936); Shakespeare’in julius Caesar oyunu için müzik (üfleme çalgılar için, 1936).
pasajlarda, raslantısal motifler vardır. Bir başka deyişle, Necü Kâzım Akses besteci olarak, yapıtını yoruma göre değişebilecek biçimde özgür bırakmıştır. Bir Divandan Gazel adlı yapıtında da,yorumculara bırakılmış geçişler vardır. Besteciliğinin ve öğretmenliğinin yanı sıra Ankara Devlet Konserva-tuvan müdürlüğü, İsviçre (Bern) ve Federal Almanya (Bonn) kültür ataşeliği, Devlet Opera ve Balesi genel
müdürlüğü, Güzel Sanatlar genel müdürlüğü gibi yönetim görevlerinde de bulunan Necü Kâzım Akses, günümüzde Ankara Devlet Konser-vatuvan’nda Çeste dersleri vermektedir. Bülent Arel, Ferit Tüzün, Nevit Kodalh gibi birçok bestecinin yetişmesine katkıda bulunan sanatçıya, 1971 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanı verilmiştir. ■
¡göy, Fahir
Ksoy
Türk ressamı (İstanbul, 1917). Fevziye Lisesi, High School, Göztepe Amerikan Koleji ve Edirne Lisesi’n-de okuyan, yüksek öğrenim yapamamasının nedenini, yaşamöykü-sünde “Babam, babasından kalan paraları tüketince kaza kaymakamı oldu ve Anadolu’yu bir baştan öteki başa gezdik. Mali durumumuzun giderek kötüleşmesi, yüksek öğrenim yapmama elvermedi.” diye açıklayan Fahir Aksoy, Vakit, Akşam, Ulus, Son Posta ve Vatan gazetelerinde çalıştı. Askerlik görevinden sonra Ankara’da Basm-Yayın Genel Müdürlüğü’nde redaktörlük yaptı. 1947’de Hür İdare adlı haftalık bir siyasal gazete çıkardı. Hakkında
beş dava açıldı ve sekiz yıla hüküm giydi (1951 yılında çıkarılan genel aftan yararlanarak hapse girme-dij.
Bir ara sigortacılık yaptıktan sonra 1960’ta yeniden Vatan gazetesinde çalıştı. O tarihten sonra iesim çalışmalarının yanı sıra, dergi ve gazetelerde resim üstüne yazılar yazdı; resim sanatını, Anadolu’nun uzalı taşra kentlerine sergiler yoluyla götürüp tanıtmaya çalıştı; Almanya ve İsviçre’de sergiler açtı; Bratisla-va’da geleneksel olarak düzenlenen Uluslararası Naif Ressamlar Sergi-si’ne katıldı. (1966) ve Matrakçı Na-suh üstüne belgesel bir film hazırladı.
81
Fahir Aksoy ‘un Sahil Köyleri adlı yapıtı.
aktinyum ve aktinitler
akupunktur
HALK SANATINDAN KAYNAKLANAN BİR KESİM ANLAYIŞI
Herhangi bir okul, akım ya da eğilim kapsamına girmeyen Fahir Aksoy’ un resimleri, daha çok halk resimlerine ve naif resimlere ilişkin değerler taşır. Gerçekten, halk ressamlarına özgü gösterişsiz anlatım, gördüğünü ve yaşadığını katışıksız bir dille yansıtma çabası, yaşama coşku
ölçüsünde bağlılık, gelişi saf bir yalınlık, Fahir Aks simlerinin başlıca nite Türk resminin Batı kökeı karşısında kimliğini ve koruması gerektiğini söyl natçı, çözümlerden birinin bir yalınlık olduğuna inanı açıdan kuram saplantıları da kalmaya özen göster zorlamasız bir resim türüı nuculuğunu vapmaktadır.
AKumtier atom sayıları (yani elektron sayısı) 90 ile 103 arasında değişen elementlerdir. Elementler tablosunda aktinyumun hemen ardında yer alır ve birbirleriyle benzerlikler gösterirler. Yüksek atom sayılı aktinitlerin özelliklerinin henüz ayrıntılarıyla bilinmemesinin nedeni, yeni bulunmuş elementler olmalarının yanı sıra nükleer reaktörlerde çok az miktarlarda ve güçlükle elde edilmeleridir; ayrıca yaşama süreleri de bazen çok kısadır. Aktinitlerde elektronların konum biçimlerinin değişmediği sanılır; uranyumu izleyen aktinitlere “uranyumötesi elementler” adı verilir ve ikiye ayrılırlar: Uranitler; küritler (küritler de aynı elektron özelliklerini gösterirler). Elementler tablosunun aynı sütununda, aktinyumu bir lantan, her aktiniti de bir lantanit karşılar.
Çoğu radyoaktif olduğu için, atom ağırlığından söz etmek güçtür; bununla birlikte atom ağırlıklarının, aktinyumun atom ağırlığı (227) ile lavrensiyumun en kararh izotopunun ağırlığı (257) arasında değiştiği bilinir. Aktinitlerin birçoğu nükleer tepkimelerle elde edilir; sözgelimi
Derkelyum, amerikyum ile helyumun, kaliforniyum da küryum ile helyumun kaynaşması sonucunda oluşurlar.
“eCm + jHe – 2ggCf + ¿n (nötron).
Bu tepkimelerde oluşan maddeler, ancak katyon değiştirici reçinelerle ayrılabilir. Söz konusu reçineler, uranyumötesi elementlerin üç değerli katyonlarını kimyasal olarak bağlar ve yıkama, katyonları atom sayılarına ters yönde ayırma olanağı verir. Aktinitlerin tümü, özgül ağırlıkları yüksek, gümüş beyazı renginde metallerdir. Kimyasal tep-kinükleri yüksek olan, havada yük-seltgenerek donuklaşan bu metallerin birçoğu sanayide kullanılmaz.
Bununla birlikte, ısıya dayanıklı bir madde olan toryum oksit (Th Os) ya da torinden, katalizör taşıyıcısı olarak yararlanılabilir: Gazla aydınlatmada kullanılan Auer gömleklerine, toryum nitrat ve seryum karışımı emdirilir. Uranyum sülfür de ısıya dayanıldı bir maddedir (Bkz. URANYUM). ■
İki Dünya savaşı arasında joliot ve irène Curie’nin I Curie’nin km) yapay rad; bulmaları, simyacıların gerçekleştiremedikleri (transmütasyon) çağının : sağladı. Ama simyacılar t tallerden altın elde et uğraşmışlarken, çağdaş ki günümüzde gerçekleştirilin bulunan, ama ekonomik a yaramayacak bu işlemi bırakıp, yaklaşık yüz yıl Mendeleyev’in öngörmüş maddeleri bularak element sundaki boşlukları doldur lıştılar. Özellikle İkinci Düı şı sırasında, nükleer rea uranyumun parçalanması da neptünyum oluşması, t izleyen başka elementleı bileceğinin düşünülmesine Söz konusu elementlere “ ötesi elementler” adı veril müzde bilinen bu tür e (aktinyum, toryum, protı uranyum) ile uranyumötesi lerin tümü, aktinitler ailesi rur ve benzer özellikler gös
Uzakdoğu’da yaklaşık 5 000 yıldır uygulanan en eski tedavi yöntemlerinden biri.
Çin’de ortaya çıkan akupunktur, ince metal iğneleri bedenin belirli yerlerindeki dokulara sokup, belli sürelerle oralarda bırakmaya dayanır. Çinlilerin kullandıkları, uzunlukları 4-10 sm arasında değişen gerçek akupunktur iğneleri çeliktendir; saplarıysa (3-4/10 mm) bakır bir telin sarılmasıyla oluşur. Ama tutmayı kolaylaştırmak için bir baş bölümü bulunan altın, gümüş ya da çelikten yapılmış 2-5 sm uzunluğunda daha küçük iğneler de vardır. İğnelerin bedenin belli noktalarına yerleştirilmesi, Çinlilerin ortaya attıkları bir kurama göre yapılır: Her canlı yaratıktan, birbirini bü-tünleyenbir erkek (Yang) ve bir dişi (Ying) gücıin oluşturdukları bir yaşam enerjisi akışı geçer; söz konusu güçler, yıldan yıla, mevsimden
mevsime, günden güne hattâ saatten saate değişikliğe uğrar; aralarında bir denge varsa, insan sağlıklıdır; denge bozulursa, çeşitli hastalıklar ortaya çıkar; enerji akışı, bedeni, bakışımlı olarak dağılmış on bir çizgi ya da meridyene göre dolaşır. Bu meridyenlerin her biri bir organa denk düşer ve onun adıyla anılır (sidik torbası, böbrek, mide, karaciğer, vb.). Her meridyenin üstünde akupunktur yapılacak noktalar yer alır (bu noktalar akupunktur uzmanlarına göre 300-800 arasında değişir, hattâ 800’den de çok olabilir). Oiı ikinci bir meridyense, kan dolaşımıyla ilgilidir. Ayrıca, bakışımlı olmayan sekiz meridyen daha vardır; bakışımlı çizgilerle kesişen bu meridyenlerde noktalar bulunmaz; yalnızca enerji taşımada aracılık görevi üstlenirler. Organizmanın işlevlerinden biri dengesini yitirdiğinde, teşhis sırasında seçilen
noktalara iğneler batınlar) nusu işlev .üstüne etki yap leri kullanmanın iki yolu vî ganda bir enerji yitimi göı de (güçsüzlük; yetersizlik] dirme yöntemi kullanılır; enerji fazlası görüldüğün büyüme; spazm; kasılma; dağıtma yöntemine başvur meridyen üstünde, ayrıca en yüksek düzeyde ok kaynak noktası yer alır. Altın iğneler güçlendirici, j neler sakinleştiricidir. İğnı rıldığı derinlik, birkaç mili birkaç santimetre arasınd; İğne batırıldığında kan akn ğunlukla ağrı duyulmaz. , turda en etkili sonuçlar sir rında, baş ağrısında, kas sında, uykusuzlukta, sind da kalp damarlarıyla ilgi larda alınır. Nevrozla« somatik hastalıklarda, bas
¡A’ıe gümüş tlerm yerleştirildiği lâkın ve bunlarla “iince ve Japonca ‘imaları gösteren m,nler. Günümüzde ülkelerinde Tmmkturdan özellikle ’’mel bozuklukların tğkosomatik Ialıkların tedavisinde âiflanümaktadır. punktur hekimleri, nekseltıbbın ıtıgı etkileri ırmak için altın, ti;, platin ya da ten yapılmış küçük ‘nkıdlanırlar. emh çeşitli olama yerleştirilen eler, bozuklukların girilmesinde ¡¡anılır. :
rın iyileştirilmesinde ve ameliyat öncesi uyuşturmada da akupunkturdan zaman zaman başarılı sonuçlar elde edilir.
Akupunktur tedavisinde, her hastalık için, uyulması gereken çeşitli kurallar vardır. Akupunktur 10-20 kez, hattâ daha çok (ama en az iki kez) uygulanabilir. Güç bir teknik olan akupunktur tekniği Avrupa’da özellikle S.S.C.B’ndeki tıp fakültelerinde öğretilmektedir.
SON GELİŞMELER
Akupunkturun en yeni dalı olan elektroakupunk turda, akupunktur noktalan elektrikle uyarılır. Bu yöntem özellikle ağrıyı iyileştirmesi ve
».m
ameliyat sırasında acıyı azaltması açısından yararlıdır. Elektroakupunktur ile refleks bölgelerinin ve sinir liflerinin uyarılmasını (akupunktur noktalarından bağımsız olarak) amaçlayan sinir uyarma yöntemi arasında benzerlik vardır.
TOKSİN GİDERME
Akupunkturdan en başardı sonuçların alındığı alanlardan biri, toksin gidermedir. Bu alanda akupunktur iki amaçla kullanılır: Toksin kesildiği zaman ortaya çıkan bozuklukları yenmede hastaya yardımcı olmak; daha sonra, hastayı korumak ve güdülerini güçlendirmek. Buna uygun olarak,akupunktur iğneleri yal-
nızca batırılıp bırakılabileceği gib elle ya da elektrikle de uyanlabiliı Bu uygulamalar, bir kez yapılabil« ceği gibi, birer hafta, hattâ bire gün arayla birçok kez de yapdabiliı Ama tedaviye hastanın da yardımı olması gerekir. Toksin giderme kc nusunda, özellikle kısa sürede iyileş tirilebilecek durumlarda, akupunl tur son derece etkili olmakla birli! te,, büyük bir toplumsal sorun ola uyuşturucu madde kullanma alı; kanlığının giderilmesi uzun süre bir tedavi gerektirdiğinden,. b konuda akupunktur öbür tedavi yöı temleriyle birlikte kullanılırsa dah etkili olur.
Akupunktur özellikle tütün kullaı manın yarattığı toksinleri gidermed etkilidir. Yüze yerleştirilen iğneleı tütün için kişinin tat alma ve kok alma duyularını geliştirir. Kol ya d bacak uçlarına yerleştirilen iğneleı se, sinirliliği azaltır. Böylece haste yavaş yavaş tütün kullanma alışkaı lığından vazgeçmeye başlar. Akı punktur, alkol alışkanlığının gideri meşinde de, hastayı yatıştıran, on huzur veren bir yöntemdir; ayrıç hastada alkollü içkilere karşı bir tü sinti de uyandırabilir. Bu aland uygulanan teknik, tütün alışkanhğ mn giderilmesinde kullanılan teknil le aynıdır; ama uygulamaların dah yakuı aralıklarla yapılması gerekir. Uyuşturucu madde alışkanlığının g. derilmesi konusunda, akupunktu yöntemi daha çok Uzakdoğu’d£ özellikle Hong Kong’da kullanılma! tadır; ama, bu tedavide de hastam yardımı ve hekimle işbirliği yapma: gerekir: Hasta, çeşitli noktalar yerleştirilen iğnelerden geçece elektrik akımının gücünü, doğruda doğruya kendisi yönetmelidir.
ustik
Akustik titreşimleri, yani, sesle ilgili bütün olaylan (oluşma, yayılma, algılama) inceleyen bilim ve teknik.
XX. yy’da elektroakustikte sağlanan ilerleme sonucunda, bu bilim dah büyük bir gelişme göstermiş, telefon, radyo, plak, teyp, vb. bütün çağdaş buluşlar, ses dalgalarım elektrik işaretlerine dönüştürme olanağı veren elektroniğin gelişmesi sonucunda gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, gün geçtikçe önem kazanan ve çoğalan ses kaynakları, ses yalıtım araştırmalarım ve gürültüyle savaşımı zorunlu kılmaktadır.
FİZİKTE AKUSTİK
Akustikten fizikte, katı maddelerde ve akışkanlarda (sıvı ya da gaz) sesin oluşmasını ve yayılmasını incelemede yararlandır. Ses, devirsel bir titreşim hareketinden kaynaklanır. Söz konusu titreşimler, sözgeli-
mi bir keman ya da piyano teline dokunulduğünda, kolayca duyulabilir. Ama bir cisim, ses oluşturmadan da titreşebilir. Yalnızca, titreşim frekansı 20-20 000 hertz (simgesi Hz; saniyede bir çevrim yapan bir devirsel büyüklüğün frekansı) arasında yer alan sesler algdanabildi-ğinden, bu frekans 20 Hz’den düşük olduğunda, sesaltı alanına girilir (püskürme gazlarının doğurduğu sesaltı dalgalan saptanarak, yanardağların yeri belirlenir); frekans 20 000 Hz’i geçtiğindeyse, sesüstü alam başlar. Bu alanın ilgi çekici uygulamaları vardır. Sözgelimi denizcilikte, sondaj çalışmalarında, engellerin ya da balık sürülerinin saptanmasında, 40 000 Hz’e yakın frekanslı sesüstü dalgalarının yansımasından yararlanılır. Ses dalgasının yayd-ması ve yankının algılanması arasında geçen süre ölçülerek (Bkz. YANSIMA), deniz tabanının, enge-
lin ya da bahk sürüsünün uzakhj belirlenir.
Işığın tersine, ses boşlukta yayılma (bu gerçeği, Guericke, 165Ö’d ortaya koymuştur); yayılma ancal titreşim kaynağı ile kulak arasınd yer alan esnek bir ortamın yard mıyla gerçekleşebilir (bu olayı 168 yılında, Newton açıklamıştır). Gt nellikle ortam görevini hava üstle nirse de, katı, sıvı ya da gaz halind bütün esnek ortamlar sesleri Uetiı Sesin havadaki hızı (c), ilk ke 1738’de, Fransa’da Montmartre il Montlhéry arasında (23 km) ölçü müştür. Bu ölçümde yöntem, bir tc pun ağzından alevin çıkışının görü! düğü an ile patlamanın duyulduğ an arasında geçen sürenin ölçülme sine dayandığı için, ses hızı c=33 m/sn düzeyinde bulunmuştu. Am sonradan . yapdan daha duyar deneylerle, 0°C sıcaklıkta havada! ses hızının Co= 331,1 m/sn olduğ
120 desibel
Sıvı dolu bir kapta,
dalgasının
görüntülenmesi.
ortaya konmuştur. Söz konusu hız, temelde, ortamın özelliklerine ve sıcaklığa bağlıdır. Dolayısıyle, gazlar içinde yaydma hızı, Laplace formülü denilen v = J/ylî bağlantısıyla
bulunur. Bu bağlantıda, P gaz basıncını, n gazın özgül kütlesini, Y gazın bir molekülünü oluşturan atom sayısıyla ilgili bir katsayıyı gösterir: Değişmez basınç ve hacimde, kütle ısıları arasındaki oran (Bkz. ISI). Tek atomlu gazlarda (hidrojen) Y= 1,66,iki atomlu gazlarda (oksijen) Y= 1,40,üç atomlu olanlarda Y=1,32 değerlerini alır. Ayrıca, bir gazdaki ses hızı, sıcakhğa göre de değişir. Dolayısıyle hava içinde sesin yayılma hızı,0°C’ta 331 m/sn olmasına karşılık, 15°C’ta yaklaşık 340 m/sn’ yi bulur. Sesin su içinde (8°C’ta) yayılma hızı, ilk kez Cenevre gölünde, 1827’de ölçülmüş ve 1435 m/sn’ Uk bir hızla yayıldığı hesaplanmış-tır.Bu hız, 15°C’ta yaklaşık 1 500 m/sn’ye ulaşır. Katilardaysa ses hızı çok daha yüksektir: Dökme demirde yaklaşık olarak 3 200 m/sn; çelikte 5 000 m/sn; camda 4 000-
6 000 m /sn.
Havada yayılan ses dalgalan, karşılaştıkları engellerden yansıyarak kaynaklarına dönerler. Herkesin yakından tanıdığı yankı, bu olaydan kaynaklanır; bir başka deyişle yankı, bir engele çarpan titreşimlerin yansımasıdır ve belirgin olması için, engelin belli bir uzaklıkta yer alması gerekir. Genellikle söz konusu yansımalar tedirgin edici bir nitelik taşıdığı için, odaların tavan ve duvarları, mantar, keçe, dokuma, cam yünü,vb. ses soğurma katsayısı yüksek, gözenekli maddelerle kaplanarak gürültüye karşı yahtıma başvurulur.
Işık gibi ses de yansır ve yayılma hızı farklı bir ortamdan ötekine geçerken kırılır. Bu nedenle, güçlü bir patlama sırasında, kaynaktan belli bir uzaklıkta bir sessizlik bölgesi saptanırken, daha uzakta bütün ses işitilebilir. Bu olay, sös titreşimlerinin, yayılma hızı farklı yükseltilerde kırıldıktan sonra yere ulaşmalarından kaynaklanır.
FİZYOLOJİDE AKUSTİK
Bu daldan, işitsel duyum mekanizmasını incelemede ve kulağın işitme eşiği ile ağrı eşiğini belirlemede yararlanılır: Ağrı eşiğinin ötesinde, ses ağrıya yol açar, işitme açısından her ses, üç belirgin nitelik taşır: Şiddet; yükseklik; tını. Sesin şiddeti, titreşimlerin genliğine bağlıdır. Akustik basınca duyarlı olan kulak,
İniş pistine 4 km uzaklıktaki bir gö göre, geleneksel uçakların (siyah )v gürültü giderici düzeneklerle donat uçakların (mor) gürültü süresi ile s( şiddeti değişimi. Turuncu bölge, ki gürültüsü düzeyini göstermektedir
yalnızca sesüstüyle, sesalt me eşiğiyle ve ağrı eşiğiyle mış bir alandaki sesleri (Wegel eğrisi). Şiddet, ölçülür. 130 desibeli aşan s<
MİMARLIKTA AKUSTİK
Mimarlıkta akustikten, sı ve yapılarda sesin yayılma lemede ve gürültünün dı işitme güçlüklerini çözmec lanılır. Bir mimar, gösteı rans, konser ya da tiyatro t mu biçim ve boyutlarım tit celemek, malzeme sorunu rek, işitmeyi etkileyecek l girişimlerini engellemek zoı Ayrıca, bir yapıda, daire ses yalıtma sorunları vardı