DOPPLER—FİZEAU OLAYI
Bir tren istasyonuna düdük çalarak giren bir tren, gözlemcinin önünden geçerken, düdük sesinin ansızın tizleştiği görülür. Aynı olay, karayolunda bir araç korna çalarak geçerken de saptanabilir. Bir başka deyişle, bir ses kaynağı, gözlemciye göre hareket ediyorsa, gözlemcinin algıladığı sesin frekansı değişir. Bu olayı, ilk olarak AvusturyalI fizikçi Doppler incelemiştir. Kaynak gözlemciye yaklaşıyorsa, sesin frekansı yükselme izlenimi doğurur ve algılanan frekans n* = —n eşitliğiyle be-
c — V
lirlenir; formülde c sesin yayılma hızı, v kaynağın hm ve n sesin gerçek frekansıdır. Tersine, kaynak uzaklaşıyorsa, frekansın azaldığı izlenimi doğar ve algılanan frekans
N” = —5— n değerini alır.
c + V
ELEKTROAKUSTİK
Akustiğin bu d ah, akustik elektrik enerjisine dönüşmı alır ve mikrofon, kulaklık, gibi aygıtların çeşitli kayıt’ dirme yöntemlerinin (teyp, incelenmesinde kullanılır, ya da telsizle iletişim teki ses kayıtlan (sözgelimi s da.elektroakustiğin incelet lardır (Bkz. ELEKTROAKU!
MÜZİKTE AKUSTİK
Müzikte akustik, müzikte 1 seslerin özelliklerim, bunlı yen fiziksel büyüklükleri farklı müzik sistemlerini, (iki müzik sesini ayıran farkı), ıskalaları (sistemd lan nota demeti) ve gar oktavda notaların dizilişi)
84
dayanamaz ve kulağın şiddetli seslerle karşdaşması, işitme bozukluklarına yol açabilir. Bu durum birkaç ay sürerse (sözgelimi bazı mesleklerde), işitme duyusunun bütünüyle yitirilmesine neden olabilir (sağırlık).
Ayrıca yaşlanma da, işitme eşiğinde değişikliklere yol açar.
Sesin yüksekliği, frekansla ölçülür ve frekans arttıkça ses tizleşir. Tınıysa, çeşitli algılardan gelen eşit yükseklikte sesleri kulağın ayırt etmesine olanak veren bir niteliktir.
TIPTA AKUSTİK. Akustikten tıpta çeşitli testler ve işitme çizimleri ara cılığıyla işitme bozukluklarım belir lemede yararlanılır. Günümüzde işitmeyen hastalara işitme protezle ri takılarak, sağırlığa büyük ölçüdı çözüm bulunmuştur. ı
umulator
3’te Fransa’da n elektrikli bü kongresinden
Elektrik enerjisini kimyasal enerji biçiminde depolayarak, gereğinde geri verebilen aygıt.
1801’de Fransız Nicolas Gautherot’ nun, bir yd önce İtalyan fizikçisi Volta’nın bulduğu pilin tersinirliği ilkesini gözlemlemesinden sonra, 1859’da Fransız Gaston Planté, asit elektrolitli ve kurşunlu akümülatörü buldu; XX. yy’ın başında da alkali elektrolitli yeni akümülatörler ortaya kondu.
Bir akümülatör, iki elektrottan oluşur; sözgelimi kurşunlu akümülatörde bu elektrotlar, kurşun-antimon alaşımından yapılmış gözenekli levhalardır; söz konusu gözenekler içinde “etkin maddeler” yer alır: Artı elektrotta kurşun peroksit (Pb02); eksi elektrotta süngerimsi kurşun. Artı elektrot + kutba, eksi elektrot da-kutba bağlanarak, bir kap içinde bulunan elektrolite daldırılır. Genellikle daha büyük bir elektromotor güç elde etmek için, aym kap içinde birçok öğe birleştirilir. Yalıtkan maddelerden yapılmış gözenekli ayırıcüar, farklı kutuplu levhalar arasındaki aralıkların korunmasını sağlayarak her tür birleşmeyi önler, ayrıca, etkin maddenin bir levhadan öbürüne geçmesini engellerler. Asit elektrolitli akümülatörler arasında en çok, kurşunlu olanlar kullanılır; bu türde, elektrolit, derişikliği yaklaşık % 28 olan sülfürik asit ( H2S04 ) çözeltisinden oluşur. Kimyasal tepİdme aşağıdaki denklemle gösterilir: Pb02 + 2H2SO4
boşalma
+ Pb i=r=? 2PbS04 + 2H20,
dolma
Doldurma sırasında, kurşun peroksitten ve süngerimsi kurşundan yapılmış başlangıç elektrotları yeniden oluşur. Boşalma sırasında h2S04 elektroliti tepkimeye katddı-ğmdan, derişikliği düşer; bu olay, elektrolitin yoğunluğunu ölçerek akümülatörün dolma düzeyini de-
netleme olanağı verir. Alkali akümülatörlerde, elektrolit çoğunlukla yüzde 20, 25’lik potasyum hidroksit çözeltisinden oluşur. Dolayısıyla kadmiyum-nikel elektrotlu alkali akümülatörlerde artı elektrot nikel hidroksit Ni (OH)3 , eksi elektrotsa kadmiyum ile potasyum hidroksittir KOH. Tepkime aşağıdaki denklemle gösterilir:
boşalma
2Ni(OH)3+Cd <……………….? 2Ni(OH)2+Cd(OH)2.
dolma
KOH elektroliti tepkimeye katılmaz (derişikliği değişmez) ve doldurma sırasında başlangıç elektrotları yeniden oluşur. Elektrolitleri alkali olan akümülatörler arasında elektrotları demir-nikel, gümiiş-çinko, gümüş-kadmiyum, manganez biok-sit-çinko çiftlerinden oluşanlar da vardır. Bu akümülatörler genellikle batarya biçiminde kullanılır. KURŞUNLU AKÜMÜLATÖRLER, bazı taşıtlarda itme gücünü sağlamak (elektrikli otomobil) ve patlamalı motorlara ilk hareketi vermek için
kullanılırlar. Bu akümülatörlerin sü rekli dolu tutulmaları ve levhalara bütünüyle elektrolitle örtülü olma lan gerekir.
KADMİYUM—NİKELLİ VE DE MİR-NİKELLİ AKÜMÜLATÖRLER aktarma araçlarının motorların beslemede, ağır taşıtların motorla rina ilk hareketi vermede, trenler aydınlatmada, elektrik santralleri resmî yapılar ve büyük mağazalar da yedek aydınlatma donatımındi kullanılırlar.
GÜMÜŞ – ÇÎNKOLU AKÜMÜLA TÖRLER, ağırlıklarının az olması, a yer tutmaları, çarpma, titreşim vı hıza mekanik direnç göstermeleı nedeniyle, daha çok havacılıkta vı denizcilikte kulandırlar. GÜMÜŞ-KADMİYUMLU AKÜMÜ LATÖRLER, çok pahalıdırlar; uydu ların magnetik etki altında kalma yan enerji kaynaklarını oluşturur lar.
MANGANEZ BÎOKSÎT-ÇİNKOH AKÜMÜLATÖRLER, yeniden doldu rulabilen, ucuz kaynaklardır; taşı nabilen (portatif) radyo ve televiz yon ahcdarında kullanılırlar. i
GENEL ÖZELLİKLER
— Elektromotor güç: Akümiilatö akün vermediği sırada, artı ve eki elektrotlar arasında bulunan geri limden ya da potansiyel farkında: kaynaklanır ve volt (V) olarak göste rilir.
— Sığa: Boşalma sırasında akümü latörün verdiği elektrik akımı mikta ndır; amper-saat (1 A/saat : 3 60 coulomb) olarak gösterilir.
— İç direnç: İki kutup arasında bu liman ve akümülatörün öğelerinde: (elektrotlar, elektrolit) kaynaklanaı elektriksel dirençtir; ohm (Q ) ola rak gösterilir.
Bir çekirdekle donanmış iri kan hücresi.
“Lökosit” de denilen akyuvarlar, organizmanın savunmasında çok önemli fizyolojik rol oynarlar (Bkz. BAĞIŞIKLIKBILİM ve SAVUNMA); alyuvarlardan (hematiler ya da eritrositler) çok daha az sayıdadırlar.
Normal durumda, ortalama olarak bir milimetre küp kanda
7 000-8 000 arasında akyuvar bulunur. Akyuvarlar organizmanın kan öğesi yapan dokularında oluşurlar.
İnsanlarda bu dokular kemik iliği, lenf düğümleri, lenf dokuları ve dalaktır.
İKİ ÇEŞİT AKYUVAR
Akyuvarlar iki çeşittir; iri çekirde| birçok parçaya ayrılmış çokçekir dekli akyuvarlar (granülositler), çe kirdeği-daha yalın olan tekçekirdek li akyuvarlar.
Çokçekirdekli akyuvarlar, boya a] ma yeteneklerine göre çeşitli biçim
8‘
terdedirler. Biyolojide “asit” ya da “baz” diye adlandırılan söz konusu biçimler nötrofiller, asidofiller (ya da eyozinofiller) ve bazofillerdir. Normal bir kan formülündeki dağılımları şöyledir: Nötrofiller % 60-70; eyozinofiller °/o 1-4; bazofiller % 0-1. Tekçekirdeklilerse, monositler ve lenfositier diye ikiye ayrılırlar. Monositler (akyuvarların % 2 ile 6’sı), çokçekirdekliler gibi, organizmanın bulaşıcı hastalıklara karşı savunmasında önemli rol oynarlar. Lenfositlerse (akyuvarların % 20-30’u),bağışıklıkla ilgili süreçte ve organizmanın doku ve organ aktarımlarını kabul etmemesinde etkilidirler.
Kanın mikroskop altında görünüşünün çizimi: 1. Alyuvar; 2. Akyuvar;
3. Plazma; 4. Globalin.
AŞKI AKYUVAR ÇOĞALMASI
Kanda akyuvarların artma
akyuvar çoğalması (hiperlök nir. Bütün bulaşıcı hastalık zı asalakların yol açtığı has ve süreğen kan kanserleri: mi), aşın akyuvar çoğalma! Buna karşılık, salmonella roplardan ileri gelen has’ (sözgelimi, tifo ve paratifo) azalması olur (granülositle: masına, “agranülositoz” d nunla birlikte, akyuvar sı değişiklikler her zaman bir bağlı değildir. Nitekim bu ti likler, kadınlarda âdet kan neminde ve gebeliğin sonuı taya çıkar.
alabalık Alabalıkgiller ailesinden ve Salmo
cinsinden birçok kemikli balığa verilen ad (sombahğı da Saimo cin-sindendir; ama alabalıkların gövdesi,sombahğının gövdesine göre daha ince uzundur).
Avrupa ve Türkiye sularında yaşayan alabalığın (Salmo fario ve Salmo trutta) görünümü, bulunduğu yere göre değişir; genellikle 50-85 sm boyundadır Ve gövdesi mavi, kırmızı ya da siyah beneklerle kaplıdır. Sombalığına benzeyen bir alabalık olan denizalası,kabuklu deniz hayvanlarını yiyerek beslenir ve bu hayvanlardaki boyarmadde nedeniyle eti pembedir. Gümüş alabalık da, gövdesinde guanin billurları bulunan alabalık çeşididir. Alabalıklar ekim ve ocak aylan arasında, bol oksijenli sularda
yumurtlar,denizde yaşıyorlarsa,yumurtlama döneminde tatlı sulara geçerler. Avrupa’ya XIX. yy’ın sonlarında getirilmiş olan gökkuşakh alabalık (Salmo irideus], Amerika kökenlidir; boyu 50-70 sm arasında değişir; böğründeki gökkuşağını andıran renklerden dolayı bu ad verilmiştir.
Alabalıklar.hareketli, soğuk ve bol oksijenli sularda yaşayan etçil balıklardır. Cinsel olgunluk dönemine yaklaştıkça, solunum yoğunlukları artar. Yumurtlama için suları daha bol oksijenli kaynaklara girerler. Yumurtaları çok fazla değildir; ama vitellüs (besin kesesi) bakımından zengindir. Kuluçka dönemi uzundur (iki buçuk ay kadar). Yumurtalardan çıkan yavrular 15-25 mm boyundadırlar ve her ay yaklaşık 1 sm
büyürler. Alabalık üretimi ğın çevreye uyum koşul] önünde bulundurmak geı yun sıcaklığı hiçbir zam geçmemeli ve su, litre baş ten daha az oksijen içeri Alabalıkları yapay olaral için, olgun bir dişiden sık nan yumurtalar ile gene erkekten sıkılarak alınan rın, su dolu bir küvet içini rılması yeterlidir. İktisaı önemli bir gelir kaynağı ol lıkları büyütmek için havu kir; balıklar bu havuzda beslenirler (gene de t yemelerinin önüne tam ol lemez).
Türkiye sularında çeşitli raslanan alabalıklar, Abant gölünde üretilir.
Soldan sağa: Olgun bir dişi alabalığın iki yandan sıkılarak yumurtalarının elde edilmesi; olgun bir erkek alabalığın, iki yandan sıkılarak elde edilen tohumlarının, yumurtaların üstüne dökülmesi;
yumurta ve tohumların karıştırılmasından yaklaşık iki buçuk ay sonra doğan yavru alabalıklar.
Atamanlar
Birçok savaşçı »Germen kabilesine topluca verilen ad.
Tarihte adlan ilk kez 213’te geçen Alamanlar, Roma İmparatorluğu sınırlarında, Yukarı Tuna ile Neckar
(Schwaben) ırmakları arasında yerleşmişlerdi. “Bütün insanlar” anlamına gelen adları, Süevler, Quadus-lar, Tötonlardan oluşan karmaşık bir kabileler topluluğunu belirtiyor-
du. III. yy’ın başında apa reketlenen Alamanlar, b Roma İmparatorluğu siniri lar. 260’ta geçtikleri her yıkarak, Milano’ya kada
86
ler. Ama bu yönde daha çok ilerlemeleri Roma imparatorluğu tarafından durdurulunca, bu kez Alsace bölgesi ile Bodensee gölü çevresine yayılmaya çalıştılar. Ren ırmağım aşıp Alsace’a yerleşme yolundaki bütün girişimleri IV. yy. boyunca başarısızlığa uğradıysa da, 406 yılında Germenlerin Ren kıyılarındaki Roma sınırlarında büyük bir gedik açmaları sonucu, birçok topluluğa Galya yolu açıldı ve Alamanlar da girişimlerinde başarıya ulaştılar. Daha sonra Ren boyunca kuzeye doğru ilerledilerse de, Clovis tarafından durduruldular (506). Bunun üstüne Pfalz ve Hessen’i Franklara bırakıp, güneye yönelerek Bourgo-gne’a akınlar düzenlediler ve Vl.yy.-
VII. yy. arasında Rhaetia’nm (günümüzdeki İsviçre) çeşitli bölgelerine yerleştiler.
Bu yayılmanın ilgi çekici yanlarından biri, Alamanların o sıralarda hiçbir siyasal yapıları olmamasıdır. IV. ve V. yy’larda güçlü bir süvari ordusunu yöneten bir krallık sülalesinin varlığı bilinmekteyse de, Alamanlar, Franklar karşısında uğradıkları bozgunlardan sonra bütün özelliklerini yitirmiş, yoğun olarak yerleştikleri Alsace bölgesi Frankların denetimi altına geçmiş ve Rhaetia bölgesine, İtalya kralı Theo-dorich’in onayıyla yerleşmişlerdir. Ama 536’da Franklar bu bölgeyi de denetim altına alarak, Konstanz yakınlarına yerleşmiş bir Alamam
dük olarak bölgenin başına getirmiş ler, VII. yy’da Merovenj hükümdar lığının sona ermesiyle dük yıllarci başma buyruk yaşamış, ancak Ka rolenjler, özellikle de Charles Mar tel, Alamanlar üstündeki Franl yönetimini yeniden kurmayı başar iniştir (bununla birlikte, Chur bölge sindeki Alamanlar IX. yy’a kada: özerkliklerini belli bir ölçüde koru mayı başarmışlardır). Alamanlar yerleştikleri Rhaetia bölgesinde bili hiçbir iz bırakmamışlardır, öbüı Germen toplulukları arasında eridi ği sanılan bu kabilelerin adından sonradan “Alman” sözcüğü türe miştir. ı
Matematikte ve fizikte değişik anlamlar içeren terim.
MATEMATİKTE ALAN KAVRAMI
Geometrideki alan terimi sınırlı bir yüzeyin ölçümünü belirtirken, topolojideki yüzey terimi, her çeşit sınırdan soyutlanmış bir biçimi karşılar. Ayrıca alan sözcüğü, bir ölçümü, yani bir yüzeyin, ölçme işlemi sonunda elde edilmiş belirgin niteliğini veren soyut sayıyı gösterir. Alan, uzunluk ve hacim kavramları aşağı yukarı sezgiye dayanır; bunların genelleştirilmesinden, FT noktalar kümesinin, yani çok boyutlu
bir uzamm aşırı soyutlanmış ölçümü anlayışı ortaya çıkar. Uygulamadaysa, bir büyüklüğü ölçmek için, aynı tür büyüklükler arasında, “ölçü birimi” denüen ve çok iyi tanımlanmış özel bir büyüklük seçmek zorunludur. Bu seçmeden sonra, ölçülecek büyüklükte kaç tane “birim” bulunduğu araştırılır. Alanların ölçümünde, birim olarak genellikle kenarı l uzunluk birimi olan karenin alam alınır. Sözgelimi metre uzunluk birimi seçilmişse, kenarı I metre olan bir karenin alam (ya da metre kare), alan ölçü birimim verir. Ölçülecek büyüklük belli sayıda birim içeriyorsa, ölçüsü bir
tam sayıdır. Ama belli sayıda birin içermiyorsa, söz konusu birim belir] sayıda eşit parçaya bölünür ve ölçü lecek büyüîdükte, bu parçalarda: kaç tane bulunduğu aranır. Böylecı ölçümde bir kesit elde edilir Kuramsal olarak, iki boyutlu bir R: uzamının D parçasının alam, bı alamn bir yönü varsa, taban vektör lerinin uzunluğu birim uzunlu] olmak koşuluyla ortonorme bi tabanda 1 = //pf(x,y) dxdy iki kat integraliyle tanımlanır (Bkz SONSUZ KÜÇÜKLER HESABI) .Bukc şullarda gerek integral hesabı yön temiyle, gerek yukarda tanımlanmi: deneysel yöntemle hesaplanan alan
küb
Y=eaJ
şifindir
ma! yüzey – 2 * R h ‘”W=2tsR(R + h>
küre parçası
‘ fâcf ‘
ı mİ \
İM ı ^ ı
* derece /
, y=„R»x-i-
90
dikd’örtgen
prizma
0*
V = 2 U + Ih + Lh)
koni
yanal yüzey = R Ra = ıc R x/Rr+hî. loplam-ytizey^ n R (a + R)
küresel üçgen
Y=JtR2 /A + B + ft — 180\ ‘ 180 >
dik prizma
B yıızeyı
taban 2 n çevresi .
yanal yüzey = 2 p X h toplam yuzey_ 2 p X h + 2 B
küre
V = 4itRi = îtDJ
dönel tor
.d = 2 r,
Y = 4 Rr = ît2 Dd
düzgün piramit
düzgün kesik piramit
Birkaç yüzeyin ve katı cismin alanları.
B yüzeyi
8 yüzeyi
yanal yüzey _ C X 8 X H 2
Toplam yüzey=yanal yüzey ^ g
küre kesmesi
b yüzeyi
yanal yüzey s (C *f C) X 9 X h 2
toplam yuzey=yanai yüzey g ^
küre bölgesi
Y = 2*Rh
Y=2*Rh
Guldin teoremi: Bir doğru parçası, aynı düzlem içinde bulunan ve kendisini kesmeyen bir eksen çevresinde dön* düğünde, doğurduğu alanın yüzölçümü, bu doğru parçası iie onun ağırlık merkezinin çizdiği çemberin uzunlukla* nnın çapına eşittir;
y = I X 2tcR.
8
Birkaç yüzeyin ve katı cismin alanları.
kare
Y= a2
dikdörtgen
Y= L X I
. herhangi bir üçgen
Y =
a x h
Y= \/p tp-a) (p-b) (p-c)
(p_-±|±Ç)
Y= pr
v_ à X b X c 4 R
daire
Y=„R2 =
İt D2
x açısını gören daire dilimi
V = 7t R2 X •
360
paralelkenar
Y = B X h
eşkenar Oçgen
<x radyanını gören daire parçası
Y = -1R2 (m — sin «)
Y=
B + b
X h
eşkenar altıgen
Y= 3 01)/? ~ 2.6 R2 2_
daire halkası
Y = ıu(RJ — r1) = n İIîlzJÜ.
4
eşkenar dı
n kenarlı dOzg
elips
Y=!
lar, aynı sayıyla gösterilir. İki kat integral kavramı, alan kavramından daha geniel, ölçü kavramından daha dardır (Bkz. TOPOLOJİ; YÜZEY).
FİZİKTE ALAN KAVRAMI
Fizikte sürekli karşılaşılan alan terimi, belli özellikler (elektrik, mag-netik, optik, vb.) taşıyan bir uzam bölgesini belirtir.
ELEKTRİK ALANI. Yan yana konmuş elektrik yüklü iki cismin birbirini çektiği ya da ittiği bilinir (Bkz. ELEKTROSTATİK). Bu tür olayların geliştiği uzam bölgesinde, bir elektrik alanının varlığından söz edilir. 1785’te Coulomb, yüklü iki cismin birbirlerine uyguladıkları T gücü-
nün şiddetini ölçmüş ve bu gücün
boşlukta f
:—-—X^-Ş- olduğunu 4n d d
saptamıştı. Bu bağıntıda, q ve p’ elektriklenmiş cisimlerin elektrik yüklerini, d cisimler arası uzaklığı, eo da boşluğun yalıtkanlık değişmezini gösterir. Uluslararası sistemde q ve q ’ coulomb (c), d metre olarak, eo = 8,85.10″12 F/m (farad/metre) eşitliğiyle, f de newton (N) olarak belirtilir. Elektrik alanı, q elektrik yükü taşıyan bir cismin T elektrostatik gücüyle karşılaştığı uzam bölgesidir. Dolayısıyle uzamın bir M noktasında T = qf bağıntısını doğrulayan f vektörel büyüklüğüne “elektrik alanı” denir; q elektrik
Champs- Elys4es ‘den (Paris) bir görünüş. Fotoğraf büyük açılı bir objektifle çekilmiş ve üstüne öbür objektif alanlarım belirleyen çerçeveler
yerleştirilmiştir. Geniş çerçeve normal bir objektifin alanım, ortadaki çerçeveyse bir. teleobjektifin alanını göstermektedir.
88
yükü artıysa, E ve T ayr eksiyse, f ve T ters yöne coulomb olursa T, ?’ye eç M noktasında yer alan alan vektörü ile M’deki trik yüküne etki eden vektörle gösterilir. Bir elektrik alanının E şidde lamak için, o noktada + luk bir elektrik yükü bulu
sayılır ve e=—1 — x-,
4 31 eo d
elde edilir.
Bir kondansatörün iki le sına bir + q elektrik yül rilirse, artı işaretli levh iter; söz konusu yük Pı geçerken W = f x d değer yapar; ama aynı zamandt bir potansiyel düşmesin« yitirdiği elektrik enerjisi ğerindedir. Dolayısıyle fı ğıntısı elde edilir;
karılır; bu sonuç, ele biriminin metre başına olduğunu açıklar. MAGNETÎK ALAN. Bir u sinde bir mıknatıs ya c akımının geçtiği bir devri etkinlikler gösterirse, o t magnetik alan bulunduğ (Bkz. MAGNETÎZMA). Magnetik alanın belirgiı vermek için, elektrik alaı ğu gibi, magnetik indükleı rü denilen bir S vektörü 1 Bu indüklenmenin şiddeti
jıntısmı doğrulayan cektörel büyüklüğüne ktrik alam denir.
;im 2: q =l coulomb irsa, 7, i’ye eşittir;
‘M noktasındaki 1 ktrik alan vektörü ve ‘deki birim elektrik Kune etki eden güç, m vektörle gösterilir.
?s m 3: Bir + q elektrik kii bir kondansatörün leıhası arasına ıleştirümiştir.
’im 4: Bir dürbünde ••ütme ilkesi.
Easka
şey kutbu ¡Telerindeki İralardan görünüş; ktli rüzgârların iği bu yörelerde, bitki M son derece iftır ve hiçbir ağaç işmez.
olarak belirtilir. Birçok madde magnetik alana konduğunda mıknatıslanabilir. Mıknatıslanmayı doğuran alana, “mıknaüslayıcı alan” adı verilir ve H’yle gösterilir. N sarımlı bir solenoyitten I doğru akımı geçtiğinde, Bo magnetik indükleme B0 = [ioH olur; (io = 4 3t.10‘7 H/m (metrede henry), ortamın vakum
altındaki yalıtkanlığıdır ve H = y
mıknatıslayıcı alanı, metrede amper (A/m) olarak belirtilir.
BÎR OPTİK AYGITIN ALANI. Bu alan, aygıt içinde iyi bir görüntü elde etmek için nesnenin bulunması gereken uzam bölgesidir.
Söz konusu alan ya bir uzunlukla (çizgisel alan) ya da bir açıyla belir-tüebilir; açıyla belirtiliyorsa, açısal bir alandan söz edilir. Sözgelimi, bir dürbünde bu alanın, dürbünle aynı ekseni taşıyan bir koniyle sınırlandığı ve alan açısının büyütmeyle ters orantılı olduğu görülür. G büyütmesi, bir AB nesnesinin A’ B’ görüntüsünü aygıtla görme açısı a ’ ile aynı
nesneyi çıplak gözle görme açısı a arasındaki orandır. Bir kameranın ya da bir fotoğraf makinesinin alan
derinliğiyse, objektifle sınırlanmış ve noktaları yeterince niteliili görüntü veren bir uzam bölgesidir. ■
A.B.D ’nîn 49.eyaleti.
Amerika kıtasının kuzeybatısında yer alan ve birçok bakımdan ilgi çekici bir konumu bulunan Alaska, dağlık olması ve ikliminin sertliği yüzünden insanların yaşamına elverişsiz sayılırken, güney yanının Büyük Okyanus’a açılması, stratejik önemi ve yeraltı gelir kaynakları (özellikle petrol) sayesinde, Kuzey Kutbu bölgeleri arasında en kalabalık, aynı zamanda da en çekici bölge haline gelmiştir.
COĞRAFYA
Alaska’nın yüzey şekilleri, aşağı yukarı birbirine koşut uzanan üç kesimden oluşur: İki sıradağ; bu dağları ayıran, üstünde Yukon ır-
mağının aktığı bir iç yayla. Güneyde Alaska dağları, Amerika sıradağlarının son uzantılarını oluştururlar. İkinci Zaman’da kıvrılmış eski ka-yaçları, Kuzey Amerika’nın en yüksek noktası olan Mac Kinley doruğunu (6 193 m) ve Hayes doruğunu (4 187 m) oluşturarak kuzeye doğru uzanırlar; güneybatıda incelip kıvrılarak Büyük Okyanus’ta 1000 km’yi aşkın bir yol boyunca sıralanan Aleut takımadalarım oluştururlar; güneydoğuda, volkanik doruklar ile uzantıları okyanusa ulaşan uçsuz bucaksız bir içbuzulun bir arada bulunduğu Vrangel tepelerinin ve büyük Malaspina buzulunun yanı sıra uzanırlar. Bu durum, Alek-sandr takımadalarının koruduğu uzun boğazla birbirine bağlanmış çok sayıda fiyordu olan, girintili çıkıntılı bir kıyı oluşturur. En kuzeyde, Brooks sıradağları (en yüksek noktası Michelson doruğu, 2 816 m), alçak ve bataklık kıyı ovasına doğru bir dağeteği bölgesiyle alçalır. Kıyı ovası, Kuzey Buz denizi altında geniş bir kıta sahanlığı biçiminde uzanır (burada, Prudhoe körfezinde, geniş petrol yatakları bulunmuştur). Orta kesimde Yukon yaylası, Yukon ırmağı ve kolları (Porcupine, Tana-na ve Koyukuk) tarafından kesilir. Çok yüksek olmayan yayla, Yukon ırmağının bir deltayla sona ermeden önce geniş dolambaçlarla aktığı büyük bir ovanın yam sıra, Bering denizine doğru alçalır. İklim, özellikle, Kuzey kutup bölgesi içinde yer alan kuzey kesiminde çok serttir; uzun ve sert kışlar boyunca, deniz buzulları ve donmuş topraklar üstünden
soğuk rüzgârlar eser; yaz mevsiminden ancak temmuz ve ağustos ayları için söz edilebilir ve her yer tundralarla kaplanır. Yukon bölgesinde de durum pek farklı değildir. Yalnızca, Alaska sıradağları ile kutup havalarından korunan ve okyanus etkilerine açık güney kıyısının iklimleri yumuşakça ve yağışlıdır; kozalaklı ağaçların yetiştiği bu kesimlerde, yerleşim merkezlerinin çoğu da toplanmıştır.
TARİH
l.Ö. 35 000 yıllarında,Asya’dan gelen Amerika kızılderililerinin ataları, Alaska yoluyla Amerika’ya geçtiler. Ama, Alaska’nın gerçekten keşfedilmesi, Büyük Petro için bu bölgelerde seferler yapan DanimarkalI Bering’in ikinci araştırma yolculuğu sırasında gerçekleştirildi (1741). Yeni sömürgeden yararlanmak amacıyla 1799’da kurulan Rus-Amerikan şirketinden pek başarılı sonuçlar elde edilemeyince, Çar Aleksandr II, Alaska’yı 1867’de A.B.D’ ne sattı. O tarihten sonra bölgeye önce tuzakla avcılık yapanlar, 1898’ den sonra altın arayıcıları, altın damarları tüketilince bakır işçileri ve ormancılar, son olarak da petrol arayıcıları akın ettiler. Yörenin iktisadi kalkınması, İkinci Dünya’ savaşında iyice hızlandı: Pearl Harbor baskınından sonra A.B.D. ve Kanada, Alaska’yı, japonların saldırılarından korumak için stratejik yollar açmaya, Kuzey Amerika’yı Sibirya’ ya bağlayan havayolu üstünde havaalanları kurmaya karar verdi-
89
Alaska’da günümüzde en çok kullanılan ulaşım, aracı uçaktır; ama güçlü köpeklerin çektiği ■ kızaklardan da hâlâ yararlanılır.
Yüzölçümü : 1 518 000 km2 Nüfusu : 565 000 nüf.
(1991)
Beyazlar lu/o 58); Eskimolar (o/o 19); Kızılderililer (°/o 5); zenciler; taponlar; Filipinliler ve Çildiler. Kızılderililer günümüzde kabileler halinde değil köylerde yaşarlar. Av alanlarını yitirmiş olduklarından Eskimolar da kentlere göç etmektedirler Nüfus yoğunluğu: Km2 ’ye 0,2 ldşi
Diller
Dinler
Merkezi
: Resmî dil İngilizcedir. Eskimolar ve Aleutlar özel lehçelerini, Kızılderililer ata-baska dili konuşurlar : Ortodoksluk; presbiteryen ve metodist Protestanlık; katoliklik İuneau (6 000 nüf.)
Ona Devonyen. Tebeşir hIMI -Sfiüfyen!.. Tebeşir ve dolomit -Kambriyen» Başkalaşmış çisriar
prekambrtyen: Başkalaşfmş’kayaçlar ikindi gfanltie’f •”‘*
YonodaÇ} etliği
Büyük kentleri: Anchorage
(48 000 nüf.); Fairbanks (23 300 nüf.)
ler (bu ulaşım ağı günüı Kuzey Amerika kıtasını < bağlantı kurulmamış bölg laması açısından çok öne: namaktadır).
İKTİSAT
Alaska’da, günümüzde il kinlikler son derece çeşit tilki, vizon ve kastor git değerli plan hayvanların ve tundralarda rengeyiği mesi, geleneksel uğraştıı dünya sombalığı ürününü dan çoğunu sağlayan ve g Büyük Okyanus kıyılarınc avcılık ile ringa balığı ve ğı avcılığı gerilemektedir; yirmi yıl içinde gerçekleşt geç konserveciliği, Japon\ üretimiyle rekabet halind min sertliğine karşın, çevresindeki 10 000 hek raklarda tarım yapılır sebze ve meyve üretimini için, bu toprakların iki ke rılmasına çalışılmaktadır gelir kaynaklarının başlıci dür; onu bakır, kalay, gii tin ve altın izler. Ama güni önemli gelir kaynağı petro Martında kuzey kıyısı aç Prudhoe körfezinde, dür zengin petrol yataklarında lunmuştur ve uzmanlar, yılda 100 milyon ton dol petrol çıkarılabileceğini
maşlardır. Ham petrolün buzkıran tankerlerle taşınması güçtür; ama, güney kıyısında, Prudhoe üe Val-dez’i birbirine bağlayan bir petrol boru hattı döşenmeye başlanmıştır.