ALEUT ADALARI
Alaska’nın Asya yönünde uzantısı (dan Aleut adaları, yönetim bakımından Alaska’ya bağlıdırlar. Nüfusları azdır fl 100 nüt.; km2’ye 0,067 kişi] ve yörede kürklerinden
Günümüzde Alaska’nın stratejik önemi de artmıştır; yörede kurulan önemli askerî üsler, yalnızca Amerika kıtasının Sovyet sınırları yanında savunulmasının yanı sıra, A.B.D.
yararlanılan hayvanların ağlanma-
sı fle balıkçılıktan başka iktisadi gelir kaynağı yoktur. XVIII. yy’da Rus sömürgecilerinden büyük zarar gören Aleutlar arasında, misyoner Venyaminof ortodoksluğu yaymış ve 1824’ten sonra yaşama koşullarının
için çok önemli enerji kaynakların] da korunmasını sağlamaktadırla: Bu arada turizm de gelişmekte \ Alaska her yıl daha çok turist çel mektedir.
biraz düzelmesini sağlamıştır. An Rusların adaları ele geçirdikle tarihlerde 15 000 ya da 25 000 ok nüfus, 1870’e kadar hızla azalmıştı Günümüzde adalarda ve Alasi yarımadası kıyılarında, yaklaş;
2 350 Aleut yaşamaktadır.
Bir temel metal ile katkı elementlerinin (metal ya da metal olmayan) birleştirilmesiyle elde edilen madde (elektriksel ve ısıl iletkenlik, metal pırıltısı, billursu yapı, plastik biçim değişikliklerine elverişlilik gibi metal özellikleri gösterir).
Alaşımlar, katkı elementi atomlarını temel metal içine yerleştirme yoluyla ya da ornatma (temel metal atomlarının yerine katkı elementi atomları koyma) yoluyla elde edilir. Yerleştirme alaşımında, katkı elementi atomları, temel metal billur ağının boşluklarına girerek yerleşir. Bu alaşımlarda, katkı metali atomları-rının yarıçapının, temel metal atomlarının yarıçapından küçük olması zorunludur (r < 0,6 R). Bu nedenle, yalnızca azot,hidrojen ya da karbon gibi hafif elementler, yerleştirme alaşımı verebilir.
Öte yandan, araya giren atomun, billur ağı içinde yayılması gerekir; dolayısıyle aşırı metal özelliği gösteren ve hafif katkı elementleriyle elektrik yükü bakımından yansız, çok kutuplu bağlar kuran alkali metaller, temel element olarak kullanılamaz. Ornatma alaşımında, katkı metalinin atomları, temel metalin billur ağında boş bırakılmış yerlere gelip yerleşir. Böyle bir oluşum için, her iki metal atomunun yarıçaplarının aynı düzeyde ve iki elementin elektrokimyasal ilgilerinin eşit olması gerekir. Her üd metalin birleşme değerinin birbirine yakın olması da zorunludur. Ayrıca, alaşıma katılan birleşme elektronlarının toplam sayısı ile alaşımın toplam atom
sayısı arasındaki e/n oranının bazı özel değerleri için, elde edilen meta-lografik bileşimler metal özelliğinden uzaklaşır. Sözgelimi, kübik sistemde billurlaşan«fazı(e/n-3/2), dev kübik örgülü P fazı (e/n=21/13) ve altıgen sistemli £ fazı (e/n=7/4) bu tür bileşimler verir. Yerleştirme alaşımları.ornatma alaşımlarından daha sert, plastik özellikleri de daha zayıftır. Oraatma alaşımları, metallere daha yakındırlar.
ALAŞIMLARIN BİLEŞİMİ
Alaşımların bileşimi genellikle ya ağırlık yüzdesine, yani 100 gr alaşım içinde yer alan her bileşenin ağırlığına ya da atom yüzdesine, yani alaşımın 100 atomu içinde her bileşenin atom sayısına göre belirtilir. Çok düşük oranlar (oligoele-mentler, küçük katkılar), milyonda bir ya da tonda gram türünden verilir.
Alaşımlar belli bir sıcaklık aralığında katılaşır ve erirler, ama çok özel bazı büeşimlerde (ötektik azeotrop, ara faz ve uyumlu erimeyle oluşan bileşikler) katılaşma ve erime, an metallerde olduğu gibi değişmez sıcaklıkta gerçekleşir. Söz konusu sıcaklık aralığında, billursu yapının birçok katı fazın karışımıyla ya da bir tek katı fazla belirgin nitelik kazandığı bölgeler gözlemlenir. Bir alaşımın değişmez basınç altında (genellikle atmosfer basıncı), termodinamik denge koşulları içinde oluşabileceği fazların <p sayısı büe-şenlerin C sayısına, “fazlar kuralı” denilen bağıntıyla bağlıdır:
<p + V= C +1.
Bu eşitlikte V varyansı, yani sistemin serbestlik düzeyini gösterir. Söz konusu bölgeler, çok boyutlu “oluşum çizelgeleri” ya da “faz çizelge-leri”yle gösterilir; çizelgelerin (diyagramlar) parametreleri, bir yandan bileşime giren bileşenlerin yüzdesi, öte yandan sıcaklık ve basıncın değerleridir. Bu çizelgeler içinde denge çizelgeleri, çok yavaş bir soğutmayla ya da çok uzun süre
uygun sıcaklıklarda tutuldukta sonra elde edilen fazların yer aldı: alanı sınırlar.
Çizimde, üd A ve B metalinin oluı turduğu alaşımlara özgü denge ç zelgesinin bir örneği görülmektedi “Liquidus” adı verilen kırık çizgini üstünde yer almış bütün alaşımla bütünüyle erimiş haldedir; “solidu: denilen çizginin altında yer alanla: sa, bütünüyle katılaşmışlardır. E iki eğrinin arasında yer alan sıcal lık bölgesi, yukarda sözünü ettiğ miz katılaşma aralığını verir. Böy] bir çizelgede, eğik bir çizgi geçüd ğinde, faz sayısı ya bir biriı artar ya da eksilir. Öte yandaı yatay bir çizgi geçilirse, faz sayn değişmez ve bu yatay çizginin her il yanında hep aynı faz vardır. B çizelgede A ve B elementlerini değişmez bileşimli bir karışımı, sı1 fazdan başlayıp yavaş yavaş soğı tularak düşey bir çizgi boyunca in lirse, önce belli bir sıcaklıkta L + f bölgesine, yatay çizgi geçildikte sonra a + P bölgesine girilir. Bu bö gede, verilmiş bir sıcaklık için a fa: ile P fazındaki yüzde hesaplanabil^ Söz konusu yüzde bir yandan < ve <*+p öte yandan da a+p ve P bö gelerini sınırlayan eğik çizgilerde bu noktayı ayıran yatay uzaklıkları oranına eşittir. Ayrıca, bir denge çi zelgesi incelenerek, ısıl işlem uygı landığında ya da çeşitli fazlan özelliklerini tanımak koşuluyla kin yasal büeşim değiştirildiğinde, aİ£ şımın özelliklerinde ortaya çıkaca değişiklikler (sözgelimi, yerleştirin fazında kırılganlık; ornatma fazınd plastiklik) önceden belirlenebilir.
ALAŞIM TEKNİĞİ
Bir alaşıma, su verme ya da mene vişleme gibi ısıl işlemler uygulana rak, olağan fazların dağıhmı değişti rilebilir ya da bazı fazlar denge dı; bırakılabilir; hattâ yenileri yaratıls bilir. Su verme işleminde, bir alaşu belli bir sıcaklığa kadar ısıtıldıkta sonra ansızın soğutulur; menevişle me, alaşımın, su verme ve çevre sı
9
Mikroskopik metalografi ya da mikrografi, bir alaşımın, ayrışıklığım ortaya koyar. Besimde 300 kez büyütülmüş zirkonyum alaşımı görülmektedir.
alavere
havuzu
Günümüzde her alavere havuzu en az 40 m uzunluğunda, 6 m genişliğindedir; demirleme suyunun derinliği 2,60 m ’yi bulur. Resimde Lutzelbourg’da Houilleres kanalının alavere havuzu görülmektedir.
caklıkları arasında bir a kadar ısıtılmasıyla sağlı lemlerle sağlanan yapı ri, fiziksel ve mekanik önemli değişmelere nede şımlann ısıl işlemden uygulamada çok biiyü sağlar; çünkü göz önüne lanıma en uygun özelli edilmesine olanak verir. Alaşımları elde etmek iç le, bileşenler birlikte er eritilmiş temel metal i< elementleri çözündürül! birbirine sıkıca dokunaı rüı, uygun bir sıcaklığa k katı halde karşılıklı yaj (kavurma) ya da katı h metalin gaz halinde bir e ğurması yoluyla (demiri sementlenmesi) da alaşın bilir. İki ya da daha çt tuzlarını içeren bir banyo lizle aynı anda çökeltilmı çökelme) de, alaşımlar el (bakır ve çinko siyanür b elektrolizle pirinç üretim dan biridir.
Yük ve yolcu taşımacılığında akarsulardan yararlanma yöntemi çok eskidir. Su yollarını sınırlayan barajların gerçekleştirilmesi, büyük eğimli akarsu yataklarında da ulaşım yapılmasını sağlamış, bu amaçla akarsu yataklarında eğimin yerini, birbirini izleyen yapay basamaklar almıştır. Eskiden bir su yolunda ortalama su yüksekliği, barajlarda
açılmış “alavere kapıları”yla düzenlenir, gemilerin bir su yolundan ötekine geçişi, bir vinçle taşınmalarıyla ya da eğik bir düzlem boyunca kaydırılmalarıyla sağlanırdı; dola-yısıyle düz tabanlı ve sınırlı ağırlıkta gemi kullanımı zorunluydu. Alavere havuzunun bulunması, gemileri bir su yolundan ötekine taşıma sorununa çok iyi bir çözüm getirdi: Çin’de
daha X. yy’da biline; havuzu, Avrupa’da anca! ortaya çıkmış, XVI. yy’ bu havuzlar, bir su bölün nin iki yanında yer alan birbirine bağlamak, böyl ulaşımını artırmak için ku bağlanmıştır.
Bir alavere havuzu, iki ki ban ve yan duvarlaı
geçirimsiz bir yapıdan oluşur. Su düzeyi değişiklikleri iki yolla sağlanır. Birinci yolda, üst su yolundan bırakılan su, alavere havuzuna girip, karadan alt su yoluna boşaltılır; bu yöntem, her gemi geçişinde, havuz yüzeyi ile suyun düşme yüksekliğinin çarpımına eşit miktarda su tüketimine neden olur. İkinci yol pompalarla sağlanan mekanik uygulamadır; bu yöntem de, alçak ve yüksek düzeyler arasında yer değiştiren suyun hacmi ölçüsünde bir enerji tüketimi gerektirir. Doldurma ve boşaltma işlemleri, kapılarda açılmış savaklarla ya da çoğunlukla, alavere havuzunu su yollarına bağlayan ve vanalarla kapatılan (gerçekten, alavere havuzunun kapıları, suyun uyguladığı oldukça önemli basınç nedeniyle doğrudan doğruya açılamaz) borularla sağlanır. Kanal içine alınmış ırmaklarda, alavere havuzundan geçiş süresi, ırmağın debisine bağlıdır. Debi düşükse (alçak su dönemlerinde çok
sık raslanan durum) ve gemi geçişi yoğunsa, ikinci yönteme başvurmak zorunludur. Gemilerin düşey doğrultuda taşınması için gereken su ve enerji tüketimi azaltılmak istenirse, alavere havuzu yerine bir kaldırma aygıtı ya da eğik düzlem yöntemi kullanılabilir; bu yöntemde gemiler, bir karşı ağırlık düzeniyle dengelenen hareketli bir maçuna içinde taşınır.
Eski alavere havuzlarında su düşme yüksekliği 2 ya da 3 m’yi geçmiyor, önemli düzey farklarını aşmak için, birçok havuzdan oluşan merdiven düzenine başvuruluyordu. Günümüzün havuzlarıysa 20 m’nin üstüne çıkan düzey farklarını aşma olanağı vermektedirler. Alavere havuzlarının kullanım yerlerinden biri de, deniz limanlarıdır; bu yolla, gelgitlerin doğurduğu düzey farkları dengelenir: Havuzlar kabarma sırasında açılarak gemilerin girişi sağlanır ve suların alçalma dönemlerinde, gemiler havuzda demirli kalır. ■
Dünyanın en bttyttk alavere havuzu olan François I alavere havuzu, 1972’de Fransa’da hizmete girmiştir.
Le Havre limanının yeni sanayi bölgesinde ulaşımı sağlamak için yapılan bu havuzun boyudan (469 m boy, 67 m genişlik) ve toplam su hacmi (640 OOOm3) ,250 000 tonluk gemilerin girmesine olanak verir. 70 m uzunluğunda, 10 m genişliğinde ve 24,5 m derinliğinde 4 kapıyla donatılmıştır (her uçta iki kapı vardır ve biri kullanılırken öbürü yedekte bekler). Bu kapılar 150 bg’de (1 bg= 736 W) iki motorla altı dakikanın altında açılıp kapanabilir. Her geçişte 150 OOOm^sıi yer değiştirir ve düzeyin yeniden dengelenmesi 15 dakikayı geçmez. Üst havuzda su düzeyinin düşmesini önlemek için, pompa gruplan yardımıyla, 42 m2 kesitli bir su kemeriyle alt havuzdan öbürüne sürekli su pompalanır.
Fırtınakuşları (Procellariiformes) takımından bir kuş.
Büyük Okyanus’ta ve güney denizlerinde yaşayan albatroslar, albat-rosgiller (Diome deidae) ailesini oluştururlar ve büyük ^ölümü Diomedea cinsi içinde yer alır. Albatroslar çok büyük kuşlardır: Bağırgan albatrosun (Diomedea exulans) kanat açıklığı 3,60 m’yi bulur (bu, günümüzdeki kuşlar arasında en büyük kanat açıklığı sayılır). Tüyleri genellikle siyah ve beyaz olan albatroslar, adalarda ve kıyılarda (Kerguelen, Yeni Zelanda, Hawaii, Japonya, vb.), topluluklar halinde yuva yaparlar. Deniz üstünde tıpkı bir planör gibi, kanatları bütünüyle hareketsiz biçimde saatlerce uçabilirler. Balıklarla, yumu-şakçalarla, kabuklıi deniz hayvanlarıyla ve gemilerden atılan artıklarla beslenir, başka birçok kuş gibi kuzey-güney yönüne tfeğil, rüzgârın da yardımıyla, baü-doğu yönüne doğru göç ederler. Büyümeleri uzun zaman alan albatrosların, öbür fırtı-nakuşları gibi, boynuz biçiminde sert bir gagalan ve borumsu iki boşluğun bitiminde yer alan burun delikleri vardır. Fırünakuşlan takımı, albatrosların yanı sıra üç aileyi daha kapsar: Pelikangiller (Güney kutbundaki denizlerde yaşayan dalıcı fırtmakuşlarıdırlar; davranışlarıyla penguenleri anımsatırlar); yelkovangiller (en belirgin örneği yelkovanlar ile kutup fırtınakuşudur; boylan bir martı ya da karga büyüklüğünde olan yelkovanlar göçmen kuşlardır; bazıları Güney yarıküreden gelerek, yazlan Avrupa’nın açık denizlerinde geçirirler); yakla-
şık 46 sm boyunda dayanıldı bir kuş olan kutup fırtmakuşuysa, çok eski dönemlerde kuzey denizlerinde yaşarken, zamanla güneye doğru uzanarak Batı Avrupa kıyılarındaki yahyarlarda yuva yapmaya başlamıştır); küçük fırtınakuşugiller (bo-
yu 15-20 sm arasında değişen, tüyleri koyu, kuyruk çıkıntısıysa siyah olan küçük fırtınakuşu, Batı Avrupa’daki sığ kayalıklarda yuva yapar). Yaşamlarını deniz üstünde sürdüren fırtınakuşları, yalnızca üremek için karaya inerler. ■
albümin
Hayvansal ve bitkisel organizmalarda çok yaygın bulunan, protein grubundan maddeler (karbon, oksijen ve azottan oluşan bu maddelerin molekül ağırlıkları yüksektir). Albüminler, suda ve fizyolojik sıvılarda çözünür, ısıyla pıhtılaşır, hidrolize uğradıklarında değişik amino-asitler, amonyak, bazen de şeker verirler. Bazı albüminler az miktarda fosforik asit içerirler. Albümin-lere sütte (laktalbümin), yumurtada (ovalbümin), kan serumunda (seru-malbümin), kaslarda (miyoalbümin) ve buğday gibi bazı bitkilerde (löko-zin) raslamr.
ALBÜMİNİŞEME
Kanda albümin bulunması olağandır, buna karşılık, sidikte de albü-min bulunması, albüminişeme (ya da protein işeme) adı verilen bir hastalıktır. Yetişkinlerde, 24 saatte
0,10 grama kadar varabüen fizyolojik bir proteinişeme olayına Taslanması olağandır. Ama, bu miktarı aşan bir proteinişeme, böbrek yumacaklarında bir süzme bozukluğu bulunduğunu gösterir. Bu durumda, böbreğin iyice incelenmesi gerekir. Sidikte albümin aranması, hastanın yatağında, ya bir ayıraç yardımıyla ya da bir deneme tüpünde daha önceden asit katılmış (asetik asit) 10 sm3 sidiğin ısıtılmasıyla yapılabilir.
Sidikte albümin varsa, kaynama sırasında da süren bir bulanıklık oluşur. Ayrıca, içinde sidik bulunan bir cam kabın kenarından birkaç damla nitrik asit akıtılarak da albümin aranabilir: Sidikte albümin varsa, sidik ile asit arasındaki sınırda beyaz, bulanık bir halka oluşur. 1 litre sidikte 0,50 gr’ın altında albümin bulunması hafif bir albüminişeme sayılırken, 1 gramdan çok albümin
bulunması belirgin bir a me sayılır.
Çocuklarda, yetişkinlerde sporcularda bir çabada büyük bir yorgunluktan şı len albüminişemeler geçic ca, uzun süre ayakta durı (ortostatik albüminişeme) meler de görülebilir. Gefa albüminişeme olayına tı Taşlanabileceği gibi, ö atardamar yüksek basını sek tansiyon) birlikte de kabilir. Kalp, karaciğer t ve yüksek ateş de albün yol açabilir. Albüminişem visi, bu duruma yol açan giderilmesine bağlıdır. / davi süresi içinde, böbrc besinlerin yenmemesi gen te albümin görüldüğün bazı ilaçları (sözgelimi s kullanmamalı ve hiçbir a; lıdır.
akıtası
Alçıtaşı yığınları.
Alçıtaşı yumruları: Alçıtaşı çok çeşitli biçimler sunan bir mineraldir.
Monoklinik sistemde billurlaşan, tırnakla çizilebilecek ölçüde yumuşak bir mineral.
Alçıtaşı, bileşimi caS04, 2 H20 olan sulu bir kalsiyum sülfattır. Bazen iç içe geçmiş küçük,billur yaprakçık-ları, bazen sarımsı ve yarısaydam büyük billurlar oluşturur. İkinci tür alçıtaşları, iki billurun, çok kolay gözlemlenen bir bakışım düzlemine göre birleşmesiyle ortaya çıkar. Büyük billurlar, birbirine koşut levhacıklara kolayca bölünür; bu levhacıklar da. bir vuruşta parçalana-
rak küçük eşkenar dörtgenlere ayrılır. Alçıtaşı, lifli yapılar ve yumru biçiminde kütleler sunmasının yanı sıra, birbirinden kolayca ayrılan küçük ve parlak taneciklerden de oluşabilir. Bir tek mineralden oluşan alçıtaşının rengi, beyazdan sarıya kadar değişebilir. Yarısaydam bir alçıtaşı yaprağı, 70-200°C arasında değişen bir sıcaklıkta ısıtılırsa, hemen beyazlaş-tığı, sonra da parçalanıp, çok ince toz haline geldiği gözlenir. Isının etkisiyle sulu kalsiyum sülfat, suyu-
nun bir bölümünü yitirere bir madde olan alçıya dc eklenirse alçı, suyu tu hamur oluşturur; bu hamı rede hacmim artırıp seri lece, iç içe geçmiş çok kü lardan oluşan bir alçıtı çıkar.
Çok ince taneli bir alçıtaç kaymaktaşı (su mermeı heykelcikler yapımındı lir.
200°C’m üstünde bir sıca lırsa, suyunu bütünüyle
“anhidrit” denilen kararlı yeni bir madde verir.
Alçıtaşı suda çözünür (bu minerali içeren sular, yemek pişirmeye ya da çamaşır yıkamaya elverişli değildir), Suyun buharlaşması sırasında, çözünmüş halde içerdiği elementlerin çökelmesi sonucunda oluşur; dolayısıyle, kayatuzu gibi, bir
buharlaşma kalıntısıdır ya da tuzlu bir kayaçtır. Tuzlar suda, çözünürlük düzeyleriyle ters orantılı olarak çökerler. Sözgelimi, belli bir su sütununda bulunan çözünmüş tuzlardan kireçtaşı (kalker) suyun yansı buharlaştığında, alçıtaşı suyun 4/5’ü buharlaştığında, kayatuzuysa su sütunu onda bire düştüğünde
çökmeye başlar. Suda tuzdan daha az çözünen alçıtaşı, ondan önce, ama küçük miktarlarda çöker; su dolaşımının güçsüz ve buharlaşmanın çok yoğun olduğu denizkulakları gibi bölgelerde, çökelekler oluşturur; bu nedenle tropikal iklimin belirtilerinden biri sayılır. ■
İşlevsel kökü olan ve
—1^ O
etanolla (etilik aldehit de denir: CH3-CHO ) başlayan organik büe-şikler sınıfının tür adı (Cenevre terimler sözlüğünde, aldehitler, karşıladıkları hidrokarbon terimine “al” takısının eklenmesiyle adlandırılırlar: Metana!; etanol; vb.)
Aldehitler, olağan sıcaklıkta gaz halinde bulunan metanal (ya da formal) dışında, karşıladıklan birin-cü alkollerden daha uçucu sıvılardır. C=0 karbonil kökünün varlığı bu bileşiklere hoş bir koku verdiği için, koku (parfüm) kimyasında önemli rol oynarlar. Aldehitler C=0 çift bağının (karbonü kökü) varhğı nedeniyle çok tepkin maddelerdir; karbonil kökü, katılma tepkimesi doğurabilir ve « ’da yer alan, yani bir önceki C’a bağh H ’e hareket kazandınr. Su, karbonil köküne katılarak, komşu atomun taşıdığı klor oranında kararh hidratlar oluşturur: Sözgelimi CCU-CH (OH)2. Sodyum bisüfitle elde edüen katı bisül-fit bileşimi, aldehitleri bir kanşım-dan çıkarmada kullanılır; sonra asit katılarak, aldehit yenüenir. Üreyle su giderme işlemi uygulanabilir ve
işleme, polimerleşme eşlik eder; formolle, üre-formol reçineleri elde edilir. Derişik sülfürik asit ortamında, bir aldehitin oksijeni ile bir başka aldehitin aynı a karbonundan alınmış iki hidrojen arasında bir su molekülünün ayrıldığı gözlenir. “Krotonlaşma” denilen bu olay, iki molekül arasında oluşur; ama bazen sonsuza kadar sürebüir. Böyle bir krotonlaşmada, eşlenik çift bağlar bakımından zengin kırmızı reçineler elde edilir. Aldehitler polimerleşir-ler (Bkz. POLİMERLEŞME). Çevrimsel trimer etanal bir paraldehittir. Çok az yükseltgenen, az uçucu, beyaz bir katı madde olan bu bileşik, monomerini kolayca taşır. Bir başka polimer olan metaldehit, (ticarette “meta” diye adlandırılır), beyaz ve katı bir maddedir; ısıtmada yakıt olarak kullanılır; aynca kepekle kanştınldığında, sümüklüböcekleri zehirlemeye yarar. Aldehitin yükseltgenmesi bir asit, indirgenmesiyse bir alkol verir; dolayısıyle, aldehitlerin hem yük-seltgen, hem indirgen özellikleri vardır. Aldehit a’da H’den yoksun olursa, baz ortamda, aynı anda yük-seltgenme ve indirgenme gözlemle-
nir. Öte yandan amonyaktı gümüş nitrat, aromatik olmayan bir aldehit eşliğinde ısıtılırsa, temiz bir cam kap gümüşle kaplanabilir. FefıJing çözeltisi de sıcakta indirgenir ve bakır oksitten oluşan kırmızı bir çökelek bırakır.
Aldehitleri hazırlamada kullanılan çeşitli yöntemler arasında, hidrojen giderme ya da bir birindi alkolü yükselt geme, bir asit klorürü katalİ2 yoluyla hidrojenleme, birinci alkol işlevi taşıyan bir a —glikolün suyunu giderme, vb. işlemler sayılabilir. Aromatik aldehitleri hazırlamak için hidrokarbonu doğrudan doğruya yükseltgemek ya da bir hidrojen atomunun yerine, CHO kökünü koymak yeterlidir.
Aldehitler bitki örtüsünde çok yaygındırlar; sitral ve kâfuru gibi temel bitkisel yağların bileşimine girerler. Etanal, alkol mayalanmasının ara ürünlerinden biridir.
Şekerler, alkol işlevleri, çoğunlukla da aldehit işlevi (sözgelimi glikoz] taşıyan bileşiklerdir; yüksek tepkime güçleri nedeniyle, organik bireşimlerin önemli etmenlerini oluştururlar. ■
Bir maddeye karşı duyarlığı olan ve bu maddenin organizmaya yeniden girmesine karşı aşırı bir tepki gösteren kişinin durumu. Alerji kavramı Richet ve Portier’nin anafilaksi üstüne yaptıkları çalışmalardan doğmuştur ve anafilaksi terimi gibi, organizmadaki antijen-antikor çiftiyle bağlantılıdır. Astım ve saman nezlesi gibi bazı hastalıklara neden olan maddenin kullanımıyla yapılan duyarlığı saptama işlemi, 1911 yılından sonra A.B.D’nde, 1914’ten sonra da Fransa’da (Widal ve çalışma arkadaşları) tarafından gerçekleştirilmiş, 1926’da da Dale, anafilaksi şokunun histamini serbest bıraktığını ortaya koymuştur.