İnsanın her gün binlerce nefes alıp verdiği düşünülürse, bu kaçıncı nefesimiz bilmiyoruz fakat bu hayat denen akış bize yorgunluk, hüzün ve sevinç vermeye devam ediyor.
İnsan böyle sakin bir yerde kendi başına düşünürken kendi kendine, “Ey insanoğlu neler gördün neler geçirdin, bir zamanlar nasıl düşünüyordun şimdi nasıl düşünüyorsun, hem sen ne yapıyorsun, nereye gideceksin?” demeden edemiyor. Siz de mutfakta otururken böyle düşünceler aklınızı ziyaret eder mi bilmiyoruz fakat her günün, her dakikanın farklı bir imtihan olduğu düşünülürse, kalp uyanıklığını devam ettirebilmek için bu soruları sormaya ihtiyacımız olduğu söylenebilir. İşte soru soran birisi daha var, hem de Mevla’sına soruyor;
“Yanmaktan usanmazam Mevlâ’m
Pervanemiyem bilmem ah!
Hiç sonumu saymazam Mevlâ’m
Biganemiyem bilmem ah!
Dilhane harab oldu Mevlâ’m
Yıkıldı türab oldu ah!”
Allah cc. aşkı ile yanmak ne güzel bir hal ki; şaire bu beyitleri yazdırmış “Bir ah çeksem karşıki dağlar yıkılır” der ya bir başkası da… İnsanın Allah aşkını bulmak için tefekkür etmesi gerekir. Ne ilginçtir sevgili okuyucular Allah cc.ı sevmek için O’nu bilmeye, O’nu bilmek için de sevmeye ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü Allah cc.ı ancak bildiğimiz, tanıdığımız zaman sevebiliyoruz. Kısacası sevmek bilmeyi, bilmek sevmeyi pekiştiriyor denebilir.
Hayatımızdaki yorgunluktan, hüzünden ve sevinçten bahsetmiştik. Bunların hepsini Allah cc.a yaklaşmak için bir vesile olarak görebiliriz. Bizi hüzünlendiren dünya halleri ise bunlar geçicidir, eğer ahiret halleri ise zaten böyle olması gerekir. Peygamber Efendimiz (sav); “Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” buyuruyor.
Yorgunluğa gelince, gönlümüzü yoran dünya dertleri bizi günahlardan alıkoymak için bir vesile olabilir.Sevincimiz, böylesine güzel bir Peygambere “senelerin ötesinden” ümmet olmak ve Allah cc. için yaptığımız işlerde başarılı olabileceğimiz ümididir