altın ve gümüş işçiliği
Altın ve gümüş ilk işlenen madenlerdir ve en eski uygarlıklarda bile güç, zenginlik simgesi olarak değerli sayılmışlardır. Doğada saf halde bulunan altın,İ.Ö.3.lbinyıl- dan önce süs eşyası yapımında kullanılmıştır; doğada başka maddelerle karışık bulunan gümüşün işlenmesiyse, ancak Tunç devrinde, gümüşü ayrıştıracak teknikler geliştirilince gerçekleştirilebilmiştir. Altın ve gümüş işçiliği, kuyumculuk, heykelcilik, mi- necilikle birlikte gelişti. Altın ve gümüş önceleri çekiçle dövülerek işlendiler; sonra kabartma, oyma gibi süsleme teknikleri geliştirildi (altın işçiliğinin kakma, dövme, oyma yöntemleri, değişmeden günümüze gelmiştir). En eski altın eşyalar İ.Ö. 3000’den kalma Mısır mücevherleridir; ancak kazılar, özellikle Irak’taki söz konusu tarihten yalnızca 500 yıl sonradan kalma daha karmaşık işler, Sümerlerin ilk altın işçileri olduğunu düşündürmektedir. Sümer uygarlığının etkileri (Bk. MEZOPOTAMYA) Asya’nın batısı boyunca yayılmış ve Akdeniz’e doğru uzanmıştır. Eskiçağ kenti Truva dolaylarında arkeolog Heinrich Schlemann (1822-90), İ.Ö. 2500- 2300’den kalma çok sayıda altın mücevher bulunmuştur. Orta Mısır Krallığı döneminde, metal işçilerinin son derece ustalaştıkları, her türlü süsleme tekniğini (kakma, ajur, telkari) kullandıkları bilinmektedir. Tutanka- mon’un mezarında, pek çok altın süs eşyası bulunmuştur. İ.Ö. 2000’de çok üstün teknikleri, özellikle Asya tarzı işler üreten Girit’teki altın işçilerinin bildikleri anlaşılmıştır. Oysa aynı dönemde İngiltere’deki adalarda bakır ve altın, çok ilkel tekniklerle işleniyordu. Hilal biçiminde “lunulae” denilen kolyeler İ.Ö. 1800-1500 yıllarında İrlanda’da yapılıyordu. Aynı dönemden Galler’de bulunan altın takılar, günümüzde Londra’da British Muse- um’dadır. İ.Ö. 850-700 arasında Girit uygarlığını izleyen dönemde Yunanistan, Anadolu ve Fenike’de altın işçiliği gelişmiştir. Helenistik dönemden altın takılar da oldukça yüksek niteliklidir. Daha sonra Etrüsk ve Roma’daki altın işleme yöntemleri bunların uzantısı olmuştur. British
Museum’daki “Oxos” hâzineleri ya da Paris’te Louvre Müzesi’ndekiSusa’dan gelme parçalar,IV. ve V. yy’larda Pers topraklarındaki altın ve gümüş işçiliğinin önemli örnekleridir. İ.Ö. 1400-1000 yılları arasında Kuzey Hindistan’daki uygarlıklardan kalma metinlerde, altın takılar ve mücevherlerle ilgili bilgiler verilmektedir. Hindistan’da bulunan en eski eşya, British Museum’daki Bimaran altın kutusudur, Çin’de de, aynı dönemlerden çok az altın ve gümüş işçiliği örneği ortaya çıkarılmıştır, İ.Ö. 202-İ.S. 220 Han sülalesi döneminden kalma örneklerse, son derece niteliklidir. Orta ve Güney Amerika, İspanyolların El Dorado efsanesinin peşinden koşmuş olmalarını haklı çıkaracak kadar altın ve gümüş açısından zengindir. Amerika’da ilk altın eşyalar son derece ilkel tekniklerle işlenmiştir. Kakma, döğme gibi işleme biçimlerinin Peru’da İ.Ö. 200’de ortaya çıktığı sanılmaktadır. İnkalar altın işlemeceliği konusunda daha nitelikli teknikler geliştirmişlerdir. Son Aztek hükümdarı Mon- tezuma’nın hâzinelerinin kusursuz işlenmiş altın takılar ve eşyalar içerdiği, o dönemin Avrupa edebiyatında dile getirilmiştir. Ancak bunlar İspanyol yağmacılar tarafından eritildiklerinden, günümüze örnekleri ulaşmamıştır. Roma İmparatorluğu’nda zenginler çok sayıda mücevher ve gümüş tabaklar yaptırmışlar ve Roma tarzı işlemeler, Bizans metal işçileri tarafından da kopya edilmişlerdir. Hattâ, VI. ve VII. yy’da İran’da Sasani dönemindeki işçilikte Roma etkisi seçilmektedir. New York’da Cloisters’daki bulunan İ.S. 500’den kalma gümüş kaplama Antakya Kadehi, Antakya’daki gümüş işçiliğinin en önemli örneklerindendir ve Roma dönemi sonu ile ilk Bizans tarzı örnekleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. İ.S. 930’dan kalma, Almanya’daki Limburg katedralinde bulunan antika haç mahfazası, İstanbul’daki saray atölyelerinde üretilmiştir ve Bizans işçiliğinin çok başarılı örneklerindendir. Değerli taşlar ve minelerle yapılmış süslemeleri de son derece ilgi çekicidir. Ortaçağ’da Batı’da altındaniüretilen eşyaların çoğu kilise için üretildiği gibi, altın işçilerinin çoğunu da rahipler oluşturmuştur. Alman rahibi Theophilus’un yazdığı De Divensis Artibus ad\\ yazı da işleme sanatı konusunda son derece önemlidir. Batı Avrupa kiliseleri de altın ve gümüş eşyalara ilgi duymuşlardır. Günümüze ulaşan iki örnek (Fransa ve İngiltere krallarının mineli ve altın kupaları) günümüzde Britihs Museum’dadır. Altın işçili
ğiyle uğraşanlar Ortaçağ’ın sonuna kadar büyük saygı görmüşler, ama Rönesans’la birlikte, yerlerini ressamlara, heykelcilere, mimarlara bırakmışlar ve zanaatçı- sanatçı ayrımı ortaya çıkmıştır. Bu ayrım, İspanyolların Amerika’yı keşfiyle ve çok miktarda altın ve gümüş eşyanın gündelik kullanım için bile bulunabilir duruma gelmesiyle daha da güçlenmiştir. Ancak altın işçiliğinde “gerçek sanat yapıtları” ortaya koyan ustalar da varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bunların en önemlilerinden biri, yapıtları Viyana’daki Kunsthistorisches müzesinde bulunan Benvenuto Cellini’dir (altın ve mine kaplı tuz kabı). Cellini’nin çağdaşı Nürnbergli Wenzel Jamnitzer de büyük ün kazanmış ve işleri zaman zaman Cellini’ninki- lerle karıştırılmıştır. Habsburg sülalesinin altın işlemecilerinden Jamnitzer, moda olan Rönesans üslubuyla hayvan, bitki gibi doğal malzemeleri süs ve sanat yapıtı haline getiren birtarz oluşturmuştur. Hollandall Van Vi- anen kardeşler de, rokoko üslubunun habercisi bir üslup geliştirmişlerdir. Altın işçiliğinin en son ustası Johann Melchior Dingliner’in (1664-1731) bütün teknikleri uygulamaktaki üstün yeteneği ve süsleme konusundaki olağanüstü yaratıcılığı, Dresden’deki saray hâzinelerinin saklandığı “Green Vaults”da bulunan ürünlerinde görülür. XVIIII. yy’da altın ve gümüş işçiliği süs eşyası ya da orta sınıfın gündelik kullanımına yönelik eşya üretiminde odaklanmıştır. Paul de Lamerie’in (1688-1751) çalışmaları bu dönemin tipik örneklerindendir. Juste Aurele Meissonnier, rokoko üslubunun en büyük ustalarından biridir ve yaşamını Paris’de kral ailesi için çalışarak geçirmiştir. Çalışmalarından hiçbiri günümüze ulaşmamışsa da, döneminin öbür altın işçilerini etkilemiştir. XIX.yy.¡başlarında Avrupa’da klasik motiflerle süslü yeni klasik bir üslup egemen olmuştur. Sanayi devrimi de metal altın ve gümüş işçilerini etkileyerek, birer küçük girişimciye dönüştürmüştür. Bu gelişmeler, George Richards Elkington (1801-65) ve Charles Christofle’un (1805-63) yapıtlarında açıkça görülmektedir. Bu iki akıllı zanaatçı, orta sınıfın artan gereksinmelerini göz önünde bulundurarak, çalıştırdıkları yetenekli tasarımcılarla seri üretime yönelmişlerdir. XIX. yy. İngiliz sanat ve zanaat hareketi, sanayi üretiminin yolaçtığı birbirinin aynı seri üretime bir tepkidir. Metal işçiliğinde de önemli bir kuramcı ve uygulayıcı olan mimar Charles Robert Ashbee (1863-1942), Eski çağ’daki ürünlerin havasında yapıtlar vermiştir. Günümüzde de bazı zanaatçılar, aynı yolu izlemektedir.