Amerika Birleşik Devletleri

Amerika Birleşik Devletleri

 

Yüzölçümü, (Çin ve Kanada’dan sonra gelir) ve nüfusu (Çin’den ve Hindistan’dan sonra gelir) bakımından dünyanın en büyük ülkeleri arasında yeralan Amerika Birleşik Devletleri (A.B.D.), iktisadi açıdan da dünyanın en güçlü iki devletinden biridir. Dünya gelirinin yansını elinde tutar ve gerek diplomasisinin, gerek askeri gücünün desteğiyle, dünya siyasetinde de son derece önemli rol oynar.

COĞRAFYA
Kuzey Amerika’nın yüzey şekillerinin, büyük meridyen kuşaklan halinde özgün biçimde birbirine ek-lenmişliği, A.B.D. topraklarında açık seçik gözlenebilir. İki büyük dağ topluluğu (doğuda Apalaş dağları; batıda Kayalık Dağlar), Mis-
sıssippi su ağının akaçladığı geniş bir çöküntü alanını çevreler. Bir deniz körfezinin yerini almış olan (ama ırmak vadilerine deniz sularının girmesi sonucu, büyük koylar oluşmuştur), kıyı ovasıyla Atlas Ok-yanusu’ndan ayrılan Apalaş dağlarında, kuzeydoğudan güneybatıya
1 500 km,doğudan batıya da 250 km boyunca, çeşitli yüzey şekilleri gözlenir. Dağlara doğudan yaklaşıldığında, dağeteğini oluşturan tepeler bölgesinin, asıl Apalaş kütlesinin yamaçlarının, Büyük Apalaş vadisinin, Allegheny dağlarının, Allegheny vadisinin ve Cumberland yaylasının birbirini izlediği görüliır. Dünyanın hiçbir yerinde aşındırma, doruklar ile çöküntü alanlannın böylesine iç içe geçmesine yol açmamıştır (doruklar ve çöküntü alanları, ortadaki büyiik çöküntü alanına
ulaşmayı sağlayan birçoi gazla birbirine bağlamrj.5 büyük çöküntü alanı, Apa rından Kayalık Dağlar’a Göller’den Meksika körfez uzanır (ortalama 250-300 ti); tortullaşma sonucu ol ülkenin Üçüncü Zaman’df mesi ile Dördüncü Zaman’ hareketlerinden etkilenir için, görünümde büyük 1 gözlenir. Batıda, Yüksel hafifçe eğiktirler ve hem { de derinliği çok az olan va silerek, doğuda bir sarp ererler. Kuzeyde, .Büyük < gesinde, dip buztiltaşları mış olduğu oval tepe {“drumiin”ler) gözlenir; cephelerinin önüne, ırn rüzgârlar, günümüzde Pı gesinin balçıklı toprağım
154
en. ince gereçleri taşımışlardır. Ortada, ırmak alüvyonlarından oluşmuş Mississippi çöküntü alanında, Apalaş dağ sisteminin uzantısı olan Ozark yaylası ve Ouachita dağlan yükselir. Güneyde, büyük çöküntü alanı, alüvyonlu Mississippi ovasıyla sona erer.
Batıyı keşfe giden öncülerin karşılaştıkları çetin bir engel olan Kayalık Dağlar, yalan dönemde biçimlenmiş karmaşık bir öbek oluştururlar: Doğudan batıya doğru
2 000 km boyunca uzanan üç bölge ayırt edilir. Doğuda asil Kayalık
Dağlar, sarp ve çıplak doruklardan oluşan kesintisiz bir duvar oluştururlar (batıda bunlara, Wasatch dağlan kolu bağlanır); Yellowstone parkında ve San )üan dağında görüldüğü gibi, bu kesimde yanardağ etkinlikleri sürmektedir. Batıda, Columbia ırmağının ve Snake ırmağının (Snake River) yardıkları geniş yanardağ yayılımları, Cascade dağlan dizisini oluştururlar; güneyde, Kaliforniya’daki Büyük Vadi’nin (Great Valley) yam başında yükselen ve A.B.D ‘nin en yüksek noktası olan Whitney dağım (4 418 m) kap-
Yüzöiçûmü: 9 363 124 km2 (1959’da 49. eyalet olan Alaska ve 1960’ta 50. eyalet olan Hawaii’yle birlikte) Nüfusu : 248 777 000 (1990) Yoğunluğu :km2’ye 26,56 kişi Başkenti : VVashington
(620 000 nüf., 1990; çevre belediyelerle yaklaşık 4000 000 nüf.)
Para birimi: A.B.D. doları Resmi dili : İngilizce Dini : Protestan(%32,5);katolik
(% 22,8);,çeşitli dinler
‘-Eski Gı-nev” bölgesinde Louisiana ‘dan bir görünüş.
sayan Nevada dağlan {Sierra Nevada), bu dizinin uzantısıdır; Büyük Okyanus kıyısında uzanan Oregon ve Kaliforniya sıradağları, değişiklikler geçiren bu bölgenin, yakın dönemde oluştuğunu ortaya koyarlar; yüksek ve kayalık kıyı boyunca, sığınılacak elverişli yerlere rasla-nır: Kuzeyde fiyordlar; güneyde San Fransisko (San Francisco) koyu. Bu genel yapının orta kesiminde, kuzeyden güneye doğru Columbia’mn düz
bazalt tabakaları, Büyük Havza (Great Basin) çöküntü alanı ve Colorado yaylaları, değişik görünümleriyle uzanırlar.
A.B.D’nin iklimi, sert ve çelişkilidir. Bunun başlıca nedeni, yüzey şekillerinin, ülke topraklarının çoğunu okyanus etkilerine kapalı, buna karşılık art arda gelen kutup hava kütleleri ile tropikal hava kütlelerinin etkilerine açık tutmasıdır. Gerçekten, kış mevsiminde soğuk ve
sert rüzgârların, kar fır ve soğuk dalgalarının etk siana’ya kadar duyulur. ’ mindeyse, tropikal hav« (özellikle güneyde), b( sıcağa yol açar, bol yağn ler. Yüzey şekillerine ba birçok büyüik iklim kesim lebilir ve her iklim kesiı bir bitki oluşumu görülv Kayalık Dağlar’ın Büyü! yamaçlarında okyanus
“Kovboylar ülkesi ” Wyoming’deki Yellowstone Ulusal Parkı, geyik, ayı, antilop, manda gibi hayvanların en yoğun olduğu kesimdir. Yörede aynca, pek çok gayzer (yeraltında, zaman zammı fışkıran kükürtlü sıcak su kaynağıI vardır.
EYALETLER BİRLİĞE KATILIŞ YÜZÖLÇÜMÜ (KM*) NÜFUSU (1990) MERKEZt
Alabama 1819 133 667 4150 000 Montgomery
Alaska 1959 1 518 000 565 000 Juneau
Arizona 1912 . 295 022 3 649 000 Phoenix
Arkansas 1836 137 539 2 414 000 Little Rock
Carolina, Güney 1788 80432 3 507 000 Columbia
Carolina, Kuzey 1789 136 524 6 602 000 Raleigh
Colorado 1876 270 000 3 267 000 Denver
Connecticut 1788 12 973 3 189 000 Hartford
Dakota, Güney 1889 199 551 708 000 Pierre
Dakota, Kuzey 1889 183 022 664 000 Bismarck
Delaware 1787 5 328 658 000 Dover
Florida 1845 151 670 12 535 000 Tallahassee
Georgia 1788 152 488 6 524 000 Atlanta
Hawaii 1960 16 705 994 000 Honolulu
Idaho 1890 216 412 1013 000 Boise
Illinois 1818 146 075 11 590 000 Springfield
Indiana 1816 93 993 5 542 000 Indianapolis
Iowa 1846 145 791 2 780 000 Des Moines
Kaliforniya 1850 411 015 28 607 000 Sacramento
Kansas 1861 213 063 2 485 000 Topeka
Kentucky 1792 104 623 3 742 000 Frankfort
Louisiana 1812 125 674 4 510 000 Baton Rouge
Maine 1820 86 027 1 200 000 Augusta
Maryland 1788 27 394 4 798 622 Annapolis
Massachusetts 1788 21 386 6 029 050 Boston
Michigan 1837 150 779 9 328 784 Lansing
Minnesota 1858 217 735 4 387 029 Saint Paul
Mississippi 1817 123 584 2 680 000 Jackson
Missouri 1821 180 486 5 163 000 Jefferson City
Montana 1889 381 084 808 000 Helena
Nebraska 1867 200 017 1 590 000 Lincoln
Nevada 1864 286 296 1 049 000 Carson City
New Hampshire 1788 24 097 1 116 000 Concord
New Jersey 1787 20 295 7 827 000 Trenton
New Mexico 1912 315 113 1 595 000 Santa Fe
New York 1788 128 401 17 761 000 Albany
Ohio 1803 106 765 10 787 000 Columbus
Oklahoma 1907 181 090 3 285 000 Oklahoma City
Oregon 1859 251 180 2 750 000 Salem
Pennsylvania 1787 117 412 11 844 000 Harrisburg
Rhode Island 1790 3 144 996 000 Providence
Tennessee 1796 109 412 4 933 000 Nashville
Teksas (Texas) 1845 692 403 17 451 000 Austin
Utah 1896 219 932 1 750 000 Salt Lake City
Vermont 1791 24 887 557 000 Montpelier
Virginia 1788 105 710 6 068 000 Richmond
Virginia, Bab 1863 62 629 1871 000 Charleston
Washington (Vaşington) 1889 176 617 4 612 000 Olympia
Wisconsin 1848 145 438 4 803 000 Madison
Wyoming 1890 253 597 503 000 Cheyenne
Columbia idare bölümü (1) 1791 (federal başkent) 179 638 000 Washington
(1) Columbia idare bölümü, eyalet sayılmamaktadır.
gözlenir. Kuzeyde, ılıman, soğuk, çok nemli ve kozalaklı ormanlarının yetişmesine elverişli (dev sekoyalar) olan iklim, güneyde, meşe ormanlarının ve bir tür makinin yetişmesine elverişli kışları ılık, yazları sıcak ve kurak Akdeniz tipi iklime dönüşür. Kayalık Dağlar’m iç kesimlerinde ve oluşturdukları yüksek engelin doğusunda, 100. batı boylamına kadar kurak iklim gözlenir (bu kesim batı ile doğu arasında gerçek bir iklim sınırı oluşturur). Dağlardan inen sıcak rüzgâr “chinook”un (“ fön”e benzer) etkisi altında olan, büyük ısı farkları gözlenen ve çok az yağmur alan Büyük Ovalar’da, sıcaklık farkları çok büyüktür; çok az yağış düştüğü için kesintili bir bitki örtüsü görülür; bozkır üe çöl sürekli birbirini izler ve iyi korunmayan toprakları, seller ve rüzgâr sürekli aşındırır. 100. batı boylamının ötesinde, Atlas Okyanusu’na doğru iklim, nemli kara iklimine dönüşür; Kutup havası ile soğuk Labrador akıntısının çifte etkisiyle, çok sert geçen kışlardan sonra, yağmurlu ve sıcak yazlar (bu iklim ormanların yetişmesine uygun olduğu için, Apalaş dağlarının kuzeyinde, kozalaklı ormanlar ağır basar; güneyindeyse kozalaklıların yerini kayın ağaçları, gürgenler, meşeler ve kestane ağaçları alır). Ovalarda eskiden çayırlarla örtülü olan verimli kara topraklar, günümüzde tahıl tarımına ayrılmıştır. A.B.D’nin güneydoğusunda iküm, tropikal özelliklidir ve her mevsim yağışlı geçer; yaz mevsiminde musonu andıran rüzgârlar eser; Meksika körfezinden gelen alçak basınç cepheleri, kışın birbirini izleyerek, astropikal iklime özgü ormanların yetişmesine elverişli koşulları sağlar.
Büyük Göller ve Mississippi ırmağı, su ağının temelini oluştururlar. Buzulların aşırı oyması sonucu ortaya çıkan Superior gölü, Michigan gölü, Huron gölü, Erie gölü ve Ontario gölü, A.B.D. ile Kanada’yı 1500 km’den uzun bir mesafe boyunca ayıran gerçek bir içdeniz yaratırlar. Su ulaşım yolu olarak oynadıkları rol, Saint- Lawrence deniz yoln-nun düzenlenmesiyle daha da değer kazanmıştır. Havzası çok büyük olan Mississippi ırmağı, Superior gölü bölgesinde, 500 m yükseltide doğar (rejimi kar-yağmur rejimidir); büyük kollar alarak güçlenip hemen genişler ve akıttığı su miktarı ile taşıma gücünün doğurduğu alüvyonlu ovada, çok geniş kıvrımlar çizer (zaman zaman korkunç taşkınlarıyla büyük zararlara yol açar). Çok iyi bir ulaşım yolu olan Mississippi, Meksika körfezinden sürekli toprak kazanan bir deltayla sona erer. Batıda, Kayalık Dağlar’dan çıkan ır-
maklar (Columbia, Sacramento ve Colorado ırmakları), elektrik üretimi için düzenlenmişlerdir.
NÜFUS VE YERLEŞME
Büyük bir göç olayı ve göçmenlerin nüfusunun hızla artması, A.B.D ‘nin uçsuz bucaksız topraklarının kısa sayılabilecek bir sürede değerlendir, rilmesini sağlamıştır. Göçler, Avrupa’nın siyaset, iktisat ve nüfus dal-
galanmalarına bağlı olarak farklı ülkelerden kaynaklanmıştır: XVIII. yy’ın sonuna kadar ülke topraklarına göçenlerin büyük bölümünü dinsel hoşgörüsüzlük yüzünden İngiltere ve İskoçya’dan ayrılmak zorunda kalanlar oluşturdu; 1850’ den sonra, özellikle 1881-1890 yılları arasında göçmenlerin çoğu, aşın kalabalık İrlanda’dan, Ingiltere’ den, Almanya’dan, İskandinavya’ dan, yani Kuzeybatı Avrupa ülke-
157
Utah, Arizona’nın kuzeyinde219932 km1 Tik bir alanı kaplar Güney ucunda, suların çöllük yaylalarda kazdığı kanyonlarda, çöl rüzgârlarıyla heykel görünümü almış kayalar yükselir. Resimde Monument Valley görülmektedir.
tik olarak İspanyolların yerleştiği New Mexico ‘da, .nüfusun büyük bölümünü’ Kızılderililer ve İspanyol asıllı bir halk oluşturur. Güneyindeki çöldeyeryer petunyalar, adaçaylan, kaktüsler ve avizeağaçlan yetişir.
158
lerinden geldi; 1903-1914 arasında, îslavlar ve La tinler ülkeyegöçtiiler; Birinci Dünya savaşı, 1920-1924 yılları arasında daha az önemli-yeni bir göç dalgasına yol açtı. Böylece, 1820-1960 arasında, A.B.D’ne toplam 40 milyon göçmen geldi. Büyük bölümü protestan olan Anglosakson ve Germen göçmenlerin çoğunlukta olması, ülkeye, dinsel ve toplumsal birlik kazandırdı. 1921, 1924 ve 1952’de oylanan göçmen yasalarıyla, devlet, ülkeye göçmekte olan yeni işgücünün rekabetini kısıtlama amacım güderek, A.B.D’ne ancak en eskiden yerleşmiş halkların (protestan Anglo-saksenlar) ülkelerinden -yem göçmen gelmesine izin vermekle, bu birliği korumaya yöneldi. Ama söz konuşu yasalar, 1948’de, özellikle Alman, Polonyah ve İslav göçmenlerin yararına yumuşatıldı. Buna karşıhk, Amerika kıtasının A.B.D. toprakları dışındaki kesiminde doğmuş kişilerin {kuzeydoğudaki yüksek ücretlerin çektiği Kanadahlar; güneyde mevsimlik işçi olarak çalışan Meksikalı tanm işçûeri; New York’a . ek işgücü sağlayan Porto Rikolu-lar) A.B.D’ne göçmeleri iyice kısıtlandı. Beyazların A.B.D. topraklarına dalgalar halinde göçmeleri, bu ırkın dışındakileri azınlık haline getirdi: AvrupalIların ülkeye yerleşmesinden önce günümüzün A.B.D. topraklarında yaşayan Kızılderililer, federal hükümetin belirlediği “rezervlerde” yaşamağa zorlandılar, sarı ırktan olanların (Çinliler ve-
japonlar) ülkeye göçleri de, 1924’ten sonra, aşağı yukarı durdu. Buna karşılık, ülkenin güney kesimindeki çiftlik sahiplerinin XVII. ve XVIII. yy’larda Afrika’dan getirttikleri kölelerin torunları olan zencilerin nüfusu, hızla çoğalarak 22 milyonu buldu: Günümüzde A.B.D’nin top-
lam nüfusunun o/o 11,2’sind nu zenciler oluşturur; “Esk* in bütün eyaletlerinde de nüfusun % 15’inden çoğu Görünüşte 1865’ten bu yar lüklerine kavuşmuş olan aslında gerek Giiney’de, g zey’de açık ya da üstü örtü
a’dan gSrün&ş. yy’daki.“altma i” döneminden ?Âkska, yatan vltbirde “petrola nMânerni dftor. Amaiklim m,petrol imasını ftirmekte,
ey,’de, aynı via250000 baş mn beslenmesini ydı tesislerden
!?■
ayranıyla karşılaşmışlar, hem genel eğitimden, hem de meslek eğitiminden yoksun kalmışlardır. Ortalama gelirleri de beyazlardan daha azdır ve günümüzde, eğitim,’ meslek, siyâset alanlarında toplumla bütün-leştirilmeleri amacıyla ahnmış önlemlerin yetersiz olduğunu düşünmektedirler: Bazı sanayi kentlerindeki zenci topluluklar arasında öfke ve hıncın yol açtığı şiddet hareketlerinin nedenini bunda aramak gerekir.
İkinci Dünya savaşının sonundan başlayarak doğum uranının hızla yükselmesi sonucunda, A.B.D ’njn nüfusu 63 milyon arttı. Ama, 1957’ ye kadar çok yüksek olan doğum oranının, o tarihten sonra (1970 yılı dışında) sürekli düşmesi, bu arada
da ölüm oranının belli bir düzeyde kalması sonucunda, doğal çoğalmada sürekli bir azalma görüldü. Kore savaşından hemen sonra doğan ve günümüzde çocuk yetiştirme yaşında olan kuşaklarsa, nüfus artışının çevre üstünde kötü etkiler yapacağından korktukları için, söz konusu azalmayı önemsemediler. Günümüzde, ortalama nüfiıs-yoğunluğu göz önünde tutulacak olursa, nüfusun aşırı yoğunlaşması tehlikesinin henüz uzak olduğu söylenebilir; buna karşılık, ülke topraklarına eşit olmayan bir biçimde y ayılması daha da ciddi sorunlar yaratabilir. Nüfusun batıya kayması, A.B.D. topraklarına uyumlu biçimde yayılması çabalarından çok, batı kıyısının, özellikle de Kaliforniya’nın değerlendirilmesinin sonucudur: Kayalık Dağlar kütlesi ve Yüksek Ovalar’ın geniş alanları, aşağı yukarı bomboştur. Batı kıyısındaki birkaç büyük yerleşme merkeziyse, A.B.D’ ndeki güçlü kentleşmenin en iyi örnekleridir. Her dört yurttaştan üçü.özellikle 100 meridyenin doğusunda (500 000’den fazla nüfuslu kentlerin çoğu bu yörededir) . yaşamaktadır. Los Ange-les’te görüldüğü gibi, banliyölerin genişlemesi merkez kesimin gerilemesine yol açmakta ve belediyeler son yıllarda, kent merkezlerinin canlanması için, büyük bayındırlık işlerine girişmektedirler.
ULAŞIM YOLLARI
Demiryolu, A.B.D. topraklarına yerleşilmesini ve değerlendirilmesini hızlandırmıştır: Ülkeyi baştan sona geçerek New York ile San Fransis-ko’yu birbirine bağlayan Central
Union Pacific demiryolu 1869’da tamamlandı; sonra dört biiyük demiryolu hattı daha döşendi. Kuzeydoğuda çok yoğun olan demiryolları, A.B.D ’nin her tarafına ulaşılmasını sağlamakla birlikte, karayoüan-nın ve havayollarının karşısında, demiryolu ulaşımı gerilemiş, demiryolu işletmeciliği verimli olmaktan çıkmıştır. Çok uzun bir .demiryolu ağının balomu, işletme maliyetim artırmakta, personel azaltılmağı da duruma bir çözüm getirmemektedir: Ülkenin en büyük demiryolu işletmesi olan Pennsylvania Central Railway 1970’te iflas etmiştir.
Karayolu ulaşımıysa sürekli gelişmektedir: Kentler arasındaki yolcu ulaşımında en çok kullanılan araç, otomobildir (% 90 oranında); aynca otobüsler (uzun yollarda uçakların rekabetinden etkilenmektedirler) ve ticaretin dörtte birinin gerçekleştirildiği kamyonlar da, kara ulaşımında önemli rol oynamaktadır. Federal hükümet 1955’te, 70 000 km’lik otoyol yapımı öngören bir tasarıyı onaylamış, bu dev otoyol ağı, 1977’de hizmete açılmış ve yeni yollarla, toplam karayolu uzunluğu 6 milyon km’yi (1991) aşmıştır.
Bununla birlikte, ulaşımda en büyük ilerlemenin hava taşımacılığında olduğu tartışılmaz bir gerçektir: Bütün önemli kentlerin, hem karayol-larıyla,hem de demiryollanyla bağlantılı birer havaalanı vardır. Ama hava şirketlerinin rekabet amacıyla yaptıkları büyük harcamalar.sonyıl-larda güç duruma düşmplerine yol açmıştır: Yeni ve çok büyük uçakların doldurulma katsayısının düşüklüğü ve “charter” ların rekabeti, yatırımların veriminidüşürmektedir.
159
Louisiana ‘da bir pamuk tarlasında çalışan zenci tarım işçileri.
Mısır yetiştiriciliği bölgesi touıa’dan bir görünüş.
İKTİSAT DÜZENİ: YENİ BÜ KAPİTALİZM Mİ?
A.B.D’nin birçok alanda, ı birinci devlet olmasını sağU sadi kalkınma, Ayrılık sa sonraki yıllarda başladı. Çe rasmda iyice gelişmiş olan ğu kesiminin sanayileşin çeşit yabancı rekabeti orti dıran himayeci gümrük tari gulanması, 1914’e kadar i lann ülkeye büyük çapta ( leri, ülkenin batışım Kızı den alarak yerleşen yel uçsuz bucaksız tarım i değerlendirme, geniş m enerji yataklarından yaı sanayiyi hızla geliştirme \ larının temel özelliklerini
t-‘ie Ford
ısı. Dünyanın en aanayi tesisi olan nkada, yılda 4 mdar otomobil
‘da, Peace ırmağı İki Taylor Fiat i ve üstünden
olanakları sağladı. A.B.D. kapitalizminin temel özelliği, serbest mübadeleye dayanmasıdır; ama 1880’den bu yana köklü bir değişiklik geçirmiştir.
Başlangıçtaki amansız rekabet, zayıfları ortadan kaldırarak güçlü tekellerin doğmasına yol açtı. Birinci Dünya savaşı döneminde daha da güçlenen bu tekeller, 1929 yıllarındaki büyük iktisadi bunalıma kadar, A.B.D. iktisadına egemen oldular. Söz konusu bunalımdan sonra federal hükümet, kapitalizmi “tröst’lere karşı çıkanlân yasalarla denetim altında tutmaya çalıştı. İkinci Dünya savaşı ile Kore ve Vietnam savaşları, A.B.D’nde iktisadi büyüme oranlarının yüksek düzeylere erişmesine yaradı; ama işletmelerin kümeleşmesi (birleşmeler ya da satın almalar yoluyla) önlenemediği için bu yasaların sürdürülmesi zorunlu oldu. Aynı kesimde etkinlik gösteren işletmeleri (yatay kümeleşme) ya da birbirini bütünleyici etkinlik gösteren işletmeleri bir araya getirme
(düşey kümeleşme) amacı güden başlangıçtaki tröstlerin yârini, sermayesi çeşitli işletmelere dağıtılmış, böylece söz konusu işletmeleri denetim altında tutan holding şirketleri aldı. Günümüzdeyse, klasik kapitalist kümeleşmenin yerine, temeli bakımından mali yönetime dayanan karar verme gücünün kümeleşmesi sistemi benimsenmektedir. Ama federal devletin, daha önce iyice kümeleşmiş bir kesime el atılmasını yasaklayan yasalarından ötürü, birçok kümeleşmiş şirket, çokulusluluk eğilimleri ortaya koyarak yabancı ülkelere, özellikle de Avrupa’ya yatırım yapmayı yeğlemektedir. Söz konusu büyük şirketlerin sermayelerini ellerinde tutanlar (bazı şirketlerde birkaç bin kişiyi bulabilir), sermayelerinin yönetimini kendüeri üstlenmeyip, örgütlenmiş teknik yöneticilere vermekte, iktisat alanına gereksinim duyulan nitelikli personeli sağlayan yüksek öğrenim ku-rumlarında yetişmiş bu teknik yöneticiler, üniversite ile sanayi arasındaki yakın işbirliğinden doğan bilgisayarın ve temel araştırmanın bütün kaynaklarım, işletmelerinin yönetimi için kullanmaktadırlar. Büyük kuruluşların bu yeni yönetim biçimi, sermaye sahipliği ile iktisadi gücü elde tutma arasındaki bağların günden güne inceleceği bir “Yeni Sanayi Devleti”nin temellerini atmaya başlamıştır.
TAKIM
Dünyada birinci sırada yer almasına karşın, A.B.D. tarımının çelişkili yanları vardır: Ülke topraklarının yaklaşık yansı tanma ayrılmıştır; ama, bu kesimde, etkin nüfusun ancak %3’ü çalışmaktadır; üretim ülkenin bütün gereksinmesini karşı-
lamakta ve tanm ürünlerinin büyük bir bölümü dışarı satılmakta, bununla birlikte tarımın-A.B.D. iktisadındaki önemi -günden güne azalmakta, sanayi gelirlerine oranla tanm gelirlerinin düşüklüğü, birçok küçük çiftçiyi güç duruma sokmaktadır. Ama söz konusu çelişkilere karşın, tanm alanında büyük teknik gelişmeler olduğu tartışma götürmez bir gerçektir. Toprağın çeşitliliği ve 100. boylamm batısında kuru tarımın (dry farming) yerine sulama yönteminin getirilmesiyle iklim koşullarının düzeltilmesi, çeşitli tahıl yetiştirilmesine ve hayvancılığa olanak sağlamıştır. Ekinlerin bilimsel almaşma yöntemleriyle yetiştirilmesi, toprağın güçlendirilmesi, en .verimli tohumlarla en dayanıklı hayvanların seçümesi, verimin sürekli olarak artmasını sağlamaktadır. Makineleşme de son derece geliştirilmiş, traktörlere ve biçerdöverlere, mısır, pamuk, yeşil salata, şeftali, domates toplama makineleri eklenmesiyle tanmda çalışanların savısı azalmış, tarım isletmelerinin “kümeleşmesi” de çok hızlanmıştır (1991’de işletmelerin ortalama büyüklüğü 187 ha’dı). Eskiden aralann-daki boşluklarda çeşitli tanm yapılan, büyük ve yalnızca tek tip tanma yönelik “kuşaklar (“mısır kuşağı” gibi) da önemli ölçüde değişmekte, tek tip tanma yeni tanm etkinliklerinin eklenmesiyle, çeşitlilik kazanmaktadır.
Ülkede özellikle tahıl yetiştirilir: Mısır (dünyada en yüksek üretim); buğday; yulaf; arpa; pirinç. Chicago, Minneapolis, Saint Louis, Duluth, Buffalo ve New York büyük tahıl pazarlarıdır. Güneyde uygulanan pamuk ekimi.Teksas’ta, Houston pazanmn gelişmesini sağlamıştır. Yağ çıkanlan bitkilerin ve mısırın yam sıra, hayvanların temel besini-
161
Sicilya ve Japonya’nın vanı sıra A.B.D’nin başlıca kükürt üreticilerinden biri olmasını sağlayan madenlerden iLouisiana) görünüş.
Utah ’ta Sait Lake City yakınındaki Brigkam ‘da, açık tavanlı bakır ocaklarından görünüş.
ni oluşturan soya da, günden güne daha çok üretilmektedir. Aynca, şekerpancarı ve turunçgiller yetiştiriciliği de önemlidir. Sığır ve domuz yetiştiriciliği gelişmekte, ama koyun ve at yetiştiriciliği gerilemektedir. Hayvanların kesiminin yetiştirildikleri yerlerde yapılması, önemli bir konserve sanayisi kurulmasını sağlamıştır. Sepicilik, doğudaki kentler-de, özellikle Massachusetts’de çok gelişmiş olan deri sanayisinin gereksinimlerini karşılar. Sonuçlarsak,
A.B.D’nde tanm, günden güne kıyılarında, balıkçılık d
sanayi ve ticarete yönelmekte, aynı gelir kaynağıdır, zamanda, toprakların zayıflamasına
ve belli bir ürünün üretimine yol ENERJİ VE MADEN KAH açan tek tip tanma da karşı
çıkılmaktadır. Bu arada, toprakla- Yeraltı gelir kaynakl
nn 1/3’ini kaplayan ormanlar, sanayisinin temelleri] (özellikle Kayalık Dağlar’ın batı ya- oluştururlar; ama mad
maçı ile Apalaş dağlarında), sıkı t ilmesinin bazı’bölgelerı
önlemlerle korunmakta, kereste ve faya mal olması.ve çevr
kâğıt sanayisine gerekli hammadde tehlikesi, bu kesimde b
ölçülü bir biçimde işletilmektedir, nn ortaya çıkmasına yol
Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus A.B.D’ndekı çok sayıda
’xico’da bir gaz-
ğından, dünya üretiminin 1/4’i sağlanır. En büyük kömür havzası, Apalaş dağlarının iç yamacı boyunca, PennsylvaniaMan Alabama’ya kadar uzanır (1 500 km). Antrasit ve taşkömürü bakımından çok zengin olan bu havzadan, A.B.D’ndeki kömür üretiminin büyük bölümü sağlanır, öbür antrasit damarları, Mississippi ırmağının orta kesimi ile Ohio ırmağının alt kesimi boyunca, İllinois ve Kentucky’de yer alır. Ülkedeki en büyük havza, yakın
dönemde Wyoming ile Kuzey Dakota sınırlarında bulunmuştur; Kayalık Dağlar’da da linyit yataklan vardır, özellikle termik (ısıl) santrallarda kullanılan kömür, hızla artan elektrik tüketimini karşılamak ve petrol bunalımının yarattığı olumsuz sonuçlan gidermek için, günden güne daha çok miktarda çıkarılmaktadır. Büyük ölçüde üretilen petrol (A.B.D. bu alanda, dünyada beşincidir) hâlâ, en çok kullanılan enerji kaynağıdır. Petrol ilk olarak Apalaş
dağlarında ve ülkenin orta-doğu. kesiminde bulunmuş, sonra Teksas’ taki, Oklahoma’daki, Kaliforniya’ daki ve Louisiana’daki yataklar işletilmeye başlanmıştır. Gerçekte yirmi kadar şirketin egemenliğinde olan çok sayıda petrol şirketi, üretimi denetim altında tutmakta ve yeni kuyular açmak için büyük harcamalar yapmaktadır: Çevre kirlenmesi tehlikesine karşın, denizde ve en zengin kaynakların bulunduğu sanılan Alaska’da kuyu açmaya yönelmişlerdir. Kendi petrol rezervlerinin tükenebileceğim fark eden A.B.D., 1945 yılından başlayarak bir yandan ülkede yeni petrol yataklan araştırılmasını hızlandırmış, bir yandan da Venezuela’dan, Kanada’dan, Antil adalarından, Afrika’dan ve Yakındoğu’dan büyük ölçüde petrol satın alarak, iç tüketimin aşağı yukan 1/3’ini bu yolla karşıl&mış, böylece, rezervlerini büyük ölçüde korumayı başarmıştır. Dışardan satın alman işlenmemiş petrol, ülke içinde, büyük bir petrol boru hattı ağının beslediği kuzeydoğudaki, Teksas’taki, Kaliforniya’daki ve Louisiana’daki rafinerilerde işlenir. Aynca, petrol bölgesinde, özellikle Teksas ve Lousiana’da yer alan dünyanın en geniş doğal gaz rezervleri, borularla sanayi bölgelerine bağlanmıştır. Ama yukarda petrol konusunda belirtilen aynı nedenlerden ötürü A.B.D., yabancı ülkelerdçn (özellikle Cezayir’den] metan satm. almakta ve ilerde doğal gazm yerine, petroldan ve kömürden çıkarılan gazı geçirmeyi tasarlamaktadır.
HP MJIM NÜFUS
R35’tu çek 17 -35 Idfl hnttu MÜH IkÜita
Arizona ‘daki bakır madenlerinden görünüş.
Nevada ‘dan görünüş.
A.B.D’nin elektrik üretimi, dünya üretiminin 1/3’ini karşılar. Üretimin büyük bölümü, kömür havzalarında bulunan ya da mazotla çalışan ısıl (termik)santrallardan sağlanır .Hid-rolik santrallar, Ohio ve Tennessee ırmakları, Colorado ırmağı ve kolu Gila, Columbia ırmağı ve kolu Snake River üstünde yer alır. Büyük Göller üe Saint-Lawrence arasındaki düzey farkından, Kanada’yla ortaklaşa yararlanılır. Ayırca, Missouri ve Mississippi ırmaklarından da elektrik üretiminde yararlanmak için çalışmalar yapılmaktadır. Bununla birlikte A.B.D’nin enerji büan-çosunda, hidroelektriğin payının azalması beklenmektedir; çünkü elektrik tüketimi, elektrik üretimi-
ne oranla günden güne artmaktadır. Yakın bir gelecekte, tüketime şuurlar konması düşünülmekte ve ilerde büyük ölçüde nükleer enerjiye yönelme tasarıları hasırlanmaktadır. Ne. var ki, yirmi kadar nükleer santralı besleyebilecek güçte olan uranyum üretimi, ülkenin stratejik bakımdan bağımsızlığını sağlamaktadır ama, ülkenin enerji gereksinimini karşılayabilmek için, 100’den çok nükleer santral kurulması gerektiği hesaplanmıştır. Bu yüzden büyük petrol şirketleri, hem yatırımlarını çeşitlendirmek, hem de petrola rakip olan ve gelecekte onun yerine geçebilecek enerji maddelerini denetim altında tutmak amacıyla, bu çok geniş donanım programına yatırım
yapmışlardır (A.B.D’de ürel nükleer enerji payı 1983’te % 1991’de % 18,3’e yükselmişti yide gene temel rol oynayan filizleri de, hem bol, hem çe En büyük demir filizi yataklaı rior gölü havzasmdadır. K 100 m’ye yaklaşan bu açık tav taklardan, uzun süre demir İt en yüksek filiz olan hematit mıştır; ama günümüzde hen kenmiştir ve daha güç koşul! kanlan, demir kapsamı da < olan takonit, Duluth ve Büyü yoluyla doğudaki demir-çelik si merkezlerine gönderilmek doğudaki demir-çelik sanay kederine gönderilmektedir. Bakır, Arizona’da, Utah’t Lake City’de bir dökümevi muştur). New Mexico’da, M da. Nevada’da ve Michigan’ nlır. Dökümevleri genellikle çıkarma merkezlerinin yakın Kurşun (çoğunlukla çinkoyl te) Utah, Idaho ve Mişs boksit Arkansas’ta, Georgi Alaska’da, cıva Kaliforniya sas’ta , altın Kaliforniya ve. da çıkanhr. Gümüş, çoj kurşun ve çinkoyla ki A.B.D’nde ayrıca molibden yum ve tungsten gibi, ala; kullanılan maden filizleri’de yalnızca, manganez, krom, ı kalay ve nikel filizleri az bulunan öbür maden filizler da, Teksas’ta, Louisiana’da forniya’da üretilen kükürt, da çıkarılan doğal fosfatlar Mexico’daki büyük Carlsba lanndan elde edilen potas tı labilir.
HIZLA GELİŞEN BİR SANA!
A.B.D. sanayisi günümü: yandan nüfus artışının, bil da ulusal savunma, nükleeı ma ve uzay araştırması geri lerinin etkisiyle, büyük bir içindedir. Ama bu -gelışmı dallara, eşit olmayan bir dağıtılmıştır. Çelik, gemi y demiryolu malzemesi üretil n, A.B.D’nin genel iktisadın durgunluk içindedir; buna yaşama düzeyinin yiikselnu tim sanayisinin hızla gelişi çeşitlenmesini desteklemek siparişler de, uçak ve uzay yapımı, kimya sanayisi, e] gibi dallann gelişmesini h maktadır. A.B.D., aemir-çeli si bakımından dünyada (S.S .C.B.’nin parçalanmasın ra) sırada yer almakla birlik! günden güne gerilemektediı fırınlar, Apalaş dağlarında lan kömür ile Superior gölü 1 de elde edilen demirin tc Pittsburgh’da,Cleveland’da,
164
enyetenehti Apalaş dağlarının güneyinde Alaba-ma’da (Birmingham sanayi merke-Tyaptıklan zi)- demir işleme merkezleriyse, ¡t Atlas Okyanusu kıyısında, Trenton
m araştırma yakınındaki Morrisville’de, Baltimo-«tormdan re yakınındaki Sparrows Point’te, Labrador ve Jamaika’dan getirilen çok zengin filizlerin işlendiği Houston ve -Teksas’ta yer alır. Üretim açısından uzun süre ön sırada yer almış olan demir-çelik sanayisinde görülen gerileme, üretim yöntemlerinin yenilenmemesinden ve günümüzde daha düşük ücret ödeyen, dolayısıyla rekabet gücü yüksek olan rakipler karşısında, teknoloji açısından geri kalmış olmaktan kaynaklanmaktadır : A.B.D., giinümüz-de çelik satın almak zorundadır, ien Bununla birlikte hurda demirden ve-
ter, yatmzca zenginleştirilmiş maden filizinden ir adaçayı elde edilen elektrik çeliği üretimi-urhunJu r”t artmasının, bu durumu bir
■da, saralerini ölçüde düzelteceği beklenmektedir.
Alüminyum sanayisi. Mobile (Tekas)
bölgesi üe Columbia vadisinde yoğunlaşmıştır: Mobüe bölgesinde, yerel boksit ve Guyanalar’dan getirilen boksit, Tennessee Valley Aut-hority’nin sağladığı elektrikten yararlanılarak aliimine dönüştürülür; Columbia vadisindeyse, hidroelektrik santrallardan yararlanan dö-kümevleri, Jamaika’dan ve Güney Amerika’dan getirilen maden filizlerini işlerler. Metalürji sanayisi, kuzeydoğudaki eski sânayi bölgesinde güçlü durumunu korumaktadır: Otomobü sanayisi, özellikle, Detroit’te (General Motors, Ford ve Chrysler şirketlerinin merkezleri bu kenttedir), başlıca sanayi dalıdır. Ama son birkaç yıldır, hem pazarın doyması, hem de alıcıların Avrupa’ da ve Japonya’da yapılan küçük oto-mdbfllen yeğlemeleri nedeniyle, son on yıldır, .gerileme değilse bile, “yerinde sayma” başlamıştır (petrol fiyatlarının artması durumu daha da ciddileştirebilir). Tarım makineleri Chicago ve Dayton’da, demiryolu malzemeleriyse, Philadelphia, Chicago, Milwaukee ve Saint Louis’deki büyük fabrikalarda gerçekleştirilir. Daha dağınık olan takım tezgâhı ve dokuma sanayileri, özellikle Ohio ve New England eyaletlerinde gelişmiştir. Gemi yapımı Quincy’deki Sparrows Point’te, New Jersey limanlarında, New Orleans’ta ve Büyük Göller bölgesinde önemli ölçüde (yoğunlaşmıştır.
Bu sanayi etkinliklerinden bazılan, günümüzde, A.B.D’nin güneyine ye batısına doğru kaymaktadır. Çünkü, söz konusu bölgelerdeki büyük enerji kaynaklan (Teksas’ta petrol; Loui-siana’da doğal gaz) ve yeni kaynaklar (Kayalık Dağlar’daki demirste filizler), stratejik gereksinimleri de karşılayan bir “merkeziyetçilikten
vazgeçme eğilimi’’ni desteklemektedir. Bu kayışın en iyi örneği, Kansas’ ta ve Büyük Okyanus kıyısındaki eyaletlerde kurulmuş olan havacılık ve uzay sanayisi tesisleridir: Seattle’daki ve Renton’daki (Washington eyaleti) Boeing şirketi, dünyanın başlıca uçak yapımcıla-nndandır: Kaliforniya’daki Los An-
S;eles, Santa Ana, San Diego ve San ose gibi merkezlerde, Lockheed, North American, United Aircraft ve Douglas tesisleri, uçak, motor ve füzeler üretmektedir. Bununla birlikte, geçtiğimiz yıllarda çok yüksek bir düzeye ulaşmış olan uçak ve uzay araçları yapımında da, günümüzde bir gerileme eğilimi görülmektedir: Savaş araçlarının ve helikopterlerin yapımı, askerî gereksinimlerden ötürü -artmaktadır ama, havayolu şirketlerinin uçak isteminin doyurulmuş olması, sesten hızlı uçak yapımı gibi büyük harcamalar gerektiren programların bir yana bırakılması. N.A.S.A ’mn (Uzay Araştırmaları Merkezi) kredilerinin kısıtlanması nedeniyle, sivü uçak yapıtnı bunalım içindedir.
Dokuma sanayisi tesisleri, Maine’ den Alabama’ya kadar Atlas Okyanusu kıyısı boyunca kurulmuştur: Kuzeydoğuda yünlü kumaş, güneyde pamuk dokumacılığı ağır basar; konfeksiyon sanayisinin merkeziyse New York’tur. Uluslararası rekabet ve otomasyon uygulanması, doğal lifler işleyen dokuma tesislerini güç durumda bıraktıysa da, kimya sanayisinin ürettiği yapay ipek.naylon, dakron, orlon ve selüloz kökenli olmayan birçok başka lifi işleyen tesisler,hızla gelişmektedir .Yapay liflerin yanı sıra büyük ölçüde yapay gübre, asit, sentetik kauçuk ve üaç üretilmesini sağlayan kimya sanayisi, güç
165
meye açılması, günden giine ilerleyen bir sınır hareketine dönüştü ve sınır ilerledikçe, yaşadıkları yerlerden kovulan; av alanlarmdan’yok-sun bırakılan, savaşa zorlanarak öldürülen Kızılderililer, yavaş yavaş ortadan kaldırıldı: Bir destan gibi yüceltilerek anlatılan “Batı’nın fethi”, aslında, Amerika topraklarının ilk .sahiplerinin yok edilmesinden başka birşey değildir.
KÖLELİK SORUNU
Bu arada,siyaset sistemi de gelişmeyi sürdürdü. Federalist Parti .ortadan kalktı ve 1824’ten sonra adı İnle unutuldu. Demokrat Parti adını alan Cumhuriyetçi Parti, başkanlığı sürekli elinde tutuyordu. 1828’de jack-son’m başkan seçilmesiyle “spoils system” denilen bir sistem uygulanmaya başlandı. Bu uygulama uyarınca, federal görevler, bir önceki yönetime bağlı memurların elinden bütünüyle ahnarak, yeni başkanın arkadaşları üe seçimde onu desteklemiş kişilere veriliyordu.
Bunun sonucunda, demokratlara karşı bir muhalefet hareketi doğdu (liberaller ya da “whig”ler ve köleliği kaldırmak isteyen “free-soi-
ler” 1ar).
Muhalefetin gelişmesi 1856’dan sonra, yeni bir Cumhuriyetçi Parti’nin kurulmasına yol1 açtı ve’ A.BrD’nde-siyasal yaşamın temel özelliği olan iki partili sistem kurulmuş oldu. İki parti arasındaki çekişme, özellikle kölelik sorunu konusunda belirginleşti. Kölelerin sayısı pamuk tarımının geliştiği Ohio’nun güneyinde ve Mississippi’nin batısında günden güne arttığı için, kölelik sorunu çok ciddi boyutlara ulaşmıştı. Güney’de köklü bir gelenekleri olan demokratlar, iktisatlarında çok önemli yer tutan kölecilikten yanaydılar; Ku-zey’de güçlü olan cumhuriyetçilerse, böyle bir kuruma gereksinme duymadıklarından, köleciliğe karşıydılar. Birliğin her eyaleti, bu kurumun kaldırılması ya da sürdürülmesi konusunda, kendi şuurları içinde, dâediğince karar vermekteydi; ama, yeni bir eyaletin Birliğe alınması < ya da yeni bir bölgenin ulusal topraklara katdması söz konusu olduğunda, karar yetkisi Federal Kongre’deydi. Kölecilikten yana olanlar, azınlıkta kalmamak için, kölelerin bulunduğu eyaletlerin sayısının artmasını, köleciliğe karşı olanlarsa, A.B.D’nde kölelik kuru-munun kaldırılmasını ya da en
azından daha çok yayı istiyorlardı. 1820’de Missı ti Birliğe alınırken, bir uzi çekleştirildi: Missourr’de izin verildi; ama bu eya sında, 36° 30’enleminin kölecilik kesinlikle yasakl; te, yeni eyaletler Birliğe kölecilik sorunu yenide! ve Güney’de, gerekirse k runa Birlikten ayrılmayı bir ayrılıkçı parti kuruldıu kanlık seçimlerine bu ortamda girişildi.
AYRILIK SAVAŞI
Cumhuriyetçi Lincoln, 1 dırma yanlısı değil, doğ rüya kölelik kurumuna 1 tunda başkanlığa âda dıı.
Lincoin’un başkanlığa bir kışkırtma sayan Gül ri, Birlikten ayrılarak (1 rika Konfedere Eyaletle: bir birlik kurdular; je fferson Davis’i getirdi nia’nın merkezi Richmoı rine başkent seçtiler, davranış, Birliği tehlikı ve
ico bölgesinde 2 000 yıldan bu maktaolan m konuttan.
Savaşı Kuzey’in kazanması. Birliğin sürmesini ve köleciliğin kaldırılmasını sağladı. 1863’ten sonra hükümet, savaş öncesinde Birlikten ayrılmış eyaletlerdeki bütün kölelerin özgür olduğunu açıkladı. 1865’te yapılan bir anayasa değişikliğiyle (13. madde), A.B.D’nin her yerinde köleliğin kaldırılmış olduğu yasaya bağlandı. Ama bu arada Güney’ in ayrılma denemesi ve savaş sonunda yenilmiş olması, A.B.D’nin geleceğine ilişkin siyasal nitelikte bir değişikliğe de yol açtı. Gerçekten bu durum, 1789’dan başlayarak, askıda kalmış bir sorunun Kuzey tarafından çözülmesini gerekli kıldı: Federal iktidarın kapsamı ve eyaletlerin özerkliği sorunuföolayısıyle, Ayrılık savaşı, uzun bir iç örgütlenme ve toprak düzenlemesi döneminin sonu ve tam anlamıyla ulusal bir siyasetin uygulamaya konmasının başlangıcı oldu.
IRK AYRIMI
Lincoln, kölelik kaldırıldıktan sonra, bu konuda anlaşamayanları uzlaştıracağım ummuştu; ama, 14 Nisan 1865’te öldürülmesi, bu siyasetin uygulanmasını engelledi. Yerine geçen başkan yardımcısı Johnson döneminde (1865-1869), aşın cumhuriyetçilerin (radikaller) Güney’e karşı yarattıkları gerçek bir düşmanlık havası, Grant’m başkanlıkları döneminde (1869-1873; 1873-1877) de sürdü. Anayasanın değiştirilmiş olan 13. 14. ve 15. maddeleri, eski köleci eyaletlerde zenciler ile beyaz-
A.B.D’nde zenciler, 1909’da Renkli Halkın İlerlemesi İçin Ulusal Demek adlı örgütün kurulmasından sonra, çeşitli alanlarda haklarını arama çabasını yoğunlaştırmışlardır.
Üstte: Bir ayaklanma denemesinin bastırdmasmdan görünüş; kavgaya hazır bir “Siyah Panter ” örgütü üyesi ve 1968 Nisanında Memphis’te öldürûle Martin Luther King.
Sağda: “Geleneksel Güney “de bir caz şenliğinden görünüş.
lar arasında mutlak bir siyasal eşitlik gerçekleştirilmesini öngörüyordu. Söz konusu maddeler, köleci eyaletlerin, federal hükümetin gönderdiği 20 000 kişilik bir kuvvet tarafından işgal edilmesi ve Kuzey’ den Güney’e göçerek cahil zenci seçmenlerin desteğini sağlayan çok sayıda beyaz serüvencinin (carpetbaggers) bölgede yerleşmesi için bir bahane olarak kullanıldı. Eski baş-kaldırmış eyaletlerin yeniden Birliğe alınmaları, Kongre’ye milletvekili ve senatör göndermeleri, ancak 1870’te, 15. maddedeki değişiklik kabul edildikten sonra gerçekleşebildi.
1874 – 1876 arasında federal birlikler Güney’den çekildiyse de, bölgede havanın gerginliği sürdii ve zenci sorunu yeni bir biçimde ortaya çıktı. Zencileri, oy hakkından açıkça yoksun bırakamayan Güneyli beyazlar, Ku Klux Klan gibi gizli toplulukların düzenlediği korkutma ve şiddet önlemlerine başvurarak, oy kullanmalarını engellemeye yöneldiler. 1890’dan sonraysa, zencileri oy hakkından yoksun bırakan maddeleri, çeşitli eyaletlerin seçim yasalarına açıkça eklediler. Böylece, zencilerin çoğunlukta olduğu eyaletlerde bile siyaseti bütünüyle ele geçirdiler: Demokrat Parti, bundan büyük yararlar sağladı.
Ayrım, iki ırk turasına kesin bir sınır koydu ve zencileri (o yıllarda nüfusları 12 milyonu bulmuştu; yani Birliğin toplam nüfusunun 1/10’ini oluşturuyorlardı), toplumla bütünleşmemiş, üstelik hem düşünceleri, hem de gelenekleri bakımından bütünle^ şemeyecek bir kitle haline getirerek, her tür uzlaşma olanağını ortadan kaldırdı. Bununla birlikte, zencilerin meslek açısından ilerlemesine çalışan birkaç önderin çalışmalarıyla, halkın bu kesiminin yaşama -düzeyi çok az da olsa yükseldi; 1909’ da zenciler, liberal beyazların kurduğu derneğin (Renkli Halkın İlerlemesi İçin Ulusal Dernek) desteğinden yararlanmaya başladılar.
İKİ PARTİLİ SİSTEM
İki büyük parti tıraşındaki siyasal savaşım, çeşitli biçimlere bürünerek sürdü. Cumhuriyetçiler, federal devletin yetkilerinin genişletilmesini, gümrük konusunda himayeciliği, dış siyasette emperyalizmi savundular; demokratlarsa, federal hükümetin yetkilerinin genişletilmesine karşı çıktılar; mübadele konusunda daha liberal, siyasette de daha barışçı bir tutum benimsediler. Cumhuriyetçüer, iş çevrelerinin güçlü desteğini sağlayarak Kuzey’de kendilerine sağlam bir yer edinirken, demokratlar, Güney’deki beyazlara, Bab’ya ilk yerleşen göç-
menlere ve kentlerdeki yoksul kesime dayandılar. Bu arada, bir üçüncü parti kurma çabalarının tümü sonuçsuz kaldı. Bütün seçimler, özellikle de başkan seçimi, iyice yapılaşmış bu iki örgütün, kıyasıya boy ölçüşmesine dönüştü: 1861-1913 yıllan arasında süren bu çekişmede, cumhuriyetçüer ağır bastılar ve iktidarı yalnızca üç kez demokratlara kaptırdılar.
1883’te çıkarılan bir yasayla, federal devlet görevlilerinin sınav ve yarışmayla göreve alınması ilkesi getirilerek, “spoils system” in yarattığı adam kayırıcılığa son verildi ve kamu yaşamına belli bir düzen getirildi. Bu dönem boyunca, iktisadi sorunlar, siyasal sorunlara oranla daha ağır bastı. Partiler, isteklerini savundukları, bunakarşılık seçimde desteğini sağladıkları ve para yardımı aldıkları sermaye sahiplerinin, sanayicilerin, tarım çevrelerinin, işçilerin sözcülüğünü üstlenerek, etkinlik gösterdiler.
Cumhuriyetçiler iki temel konuda önerdikleri çözümleri kabul ettirmeyi başardılar: 1890’da ve 1897’de, yabancı ürünlerin ülkeye girmesini engelleyen katı himayecilik önlemleri alındı; 1900’de çıkarılan bir yasayla, paranın değerinin altına bağlanması kabııl edildi.
AVRUPALI GÖÇMENLER
Ama bu dönemin en önemli olayı,, ülkeye, Avrupa’dan dalgalar halinde göçmen akması (îngilizler; Almanlar; îskandinavlar; Italyanlar; AvusturyalIlar; Macarlar; Ruslar; vb.) oldu. Amerikalılarla hizla kaynaşan bu göçmenler, hem sayılarıyla, hem de dinamizmleriyle, A.B.D. -topraklarının – değerlendirilmesine ve doğal gelir kaynaklarının işletilmesine büyük katkıda bulundular. Uzak Batı’ya (Far West) yerleşilmesi, “sınır ilerlemesi” hareketini sona erdirdi ve bir okyanusu ötekine bağlayan demiryollarının döşenmesi, XX. yy’ın başında, Birliğin pekişmesini, dünyanın başlıca iktisadi güçlerinden biri haline gelmesini sağladı.
ACIMASIZ KAPİTALİZM
Kapitalizm, A.B.D’nde acımasız yöntemlerle başarıya ulaştı. Gerçekten, yurtlarındaki elverişsiz koşullan bırakarak son umut olarak gördükleri bu ülkeye göçen kişilerin oluşturduğu toplumun yararcı ve katı dinci dünya görüşü, “yaşama savaşı” için daha iyi donanmış kişilere ayricalık sağlıyor, iktisadi güçlerin, birkaç kişinin, yani sanayi, demiryolu ve maliye “kralları”nın elinde toplanmasını destekliyordu. Rockefeller petrolda,Camegie çelik-

YAYILMA SİYASETİ
Aynlık savaşından sonra Monroe doktrini, dış siyasetin temeli Olarak kaldıysa da, Avrupa’nın her türlü | müdahalesini önleme bahanesiyle j A.B.D., bütün Amerika kıtasını bir anlamda himayesi altına almayı ] başardı. Alaska’nın 1867’de Rusya’ j dan satın alınmasından sonra, ] Meksika körfezi, Antil denizi ve ok-yanuslararası ulaşım üstünde A.B.D’ ne mutlak bir egemenlik sağlamak amacını güden ve ülkenin emperyalist eğilimlerini açığa vuran gerçek . askerî ve iktisadi yayılma siyaseti, 1895’ten sonra başladı. Porto Riko’ nun ilhakı, ilke bakımından bağımsız olan Küba’ya fiilen el konması ve Ispanya’ya karşı savaşın kazanılması, bu siyasetin ilk evrelerini oluşturdu. 1915’ten sonra Haiti, 1916’dan sonra Santo Domingo himaye altına alındı; sonra, Orta > Amerika’daki küçük cumhuriyetlere siyasal ya da askerî müdahale- ; ler başladı. 1903 yılında Fransız Panama Kanalı Şirketi’nin haklarını
171 <
İkinci Dünya savtfşmda yapılmış, bir A.B.D. denizaltısını gösteren resim. Denizaltılar, Japon hatları arkasına sızarak, 27 ticaret gemisi batırmışlardır.
■ • : ‘ , ‘
satın almış olan A.B.D., kanalı Kolombiya’dan ayırmak ve görünüşte bağımsız ama gerçekte kendi egemenliği altında bulunan bir cumhuriyet kurmak için, bir ayaklanma düzenledi. Böylece kanalı tamamlama ve 1914’ten sonra kendi denetimi altında bir deniz trafiği düzen-me olanağını buldu.
Aynı dönemde, Japonlarla rekabet sonucunda, Hawan adaları (1893) ve İspanyolların bırakmak zorunda kaldığı (1898) Filipinler, denetim altına alındı. Birinci Dünya savaşının başlarında Başkan Wilson’in barışçı eğilimlerine, A.B.D. halkının köken farklılığına ve sermaye çevrelerinin çıkarlarına uygun düşen bir yansızlık siyaseti izlendi. Ama İngiltere’nin ablukaya alınmasından ötürü İtilaf devletlerinin A.B.D ’yle ticaret ilişkilerinin kesintiye uğraması, A.B.D’nin günden güne bu devletlere yaklaşmasına yol açtı ve “denizaltı savaşı”nın yerdiği zararların yanı sıra Almanya’nın Meksika’ya ittifak önermesini bahane eden A.B.D., 2 Nisan 1917’de savaşa
{[irdi. A.B.D’nin savaşa girmesi, tilaf devletleri yararına kuvvet dengesini bozduğu için, gerek savaşın sonucunda, gerek dış siyaset düzeyinde etkili oldu ve başkan Wilson, barış görüşmelerinde büyük rol oynadı.
İÇKİ YASAĞI
ülkesinin Avrupa karşısında benimsediği geleneksel siyasetten aşağı yukarı bütünüyle ayrılan Wilson’ın tutumu, ülke içinde iyi anlaşılamadı ve 1921’de iktidara gelen cumhuriyetçiler, A.B.D’ni yeniden kıta sınırlan içine çekilmeye yöneltip, Ver-sailles anlaşması Senato tarafından kabul edilmediği için Milletler Cemi-yeti’ne katılmadılar (oysa Versailles anlaşmasında Milletler Cemiyeti’nin kurulması üstünde özellikle durul-
muştu); ama ülkenin savaşta oyna-•mış olduğu rolden ötürü, Avrupa’ daki olayların tam anlamında uzağında kalmayı ve eksiksiz bir yansızlık siyaseti gütmeyi başaramadılar. Bu arada ülke içinde, 1919’da çıkarılan ve alkollü içkilerin yapım- satımım yasaklayan 18. maddeyle ve bu maddenin uygulanma biçimini düzenleyen Volstead yasasının öngördüğü içki yasağı sorunuyla uğraşmak zorunda kaldılar. Çok geçmeden, söz-konusu yasağın uygulanmasının güçlüğü ve amaçlarının tam tersi etkiler (içki kaçakçılığı gibi) yarattığı anlaşıldı.
Bu dönemin temel özelliğiyse, doların sağlamlaşması ve gerek iç tüketime, gerek Kanada, Asya ve Avrupa pazarlarına yönelik yoğun üretime dayanan olağanüstü bir “refah”ın gerçekleştirilmesi oldu. Maliyet fiyatlarının, taylorculuk yöntemleriyle ve standartlaştırmayla daha da düşürülmesi, üretime, himayeci gümrük rejiminin de katkısıyla, büyük yararlar sağladı.
WALL STREET ÇÖKÜNTÜSÜ VE BUNALIM
1929 yılında A.B.D’nde patlak veren ve dünyanın her yanına hızla yayılan iktisadi bunalım, uluslararası mali dengesizliğin (A.B.D., o yıllarda, dünya altın stokunun yarısını elinde tutuyordu), tarım ve sanayi alaıundaki aşırı üretimin ve hesapsız bir borsa spekülasyonunun sonucuydu. 22 Ekim 1929’da başlayan Wall Street çöküntüsü, 24 Ekim günü en büyük boyutlarına ulaşb ve bankacıların engellemeye çalışmasına karşın, 1933 yılına kadar sürdü. Sanayi ve bankacılık alanlarında birçok iflasa yol açan bu olay.işçüe-rin yanı sıra memurları da kapsayan 13 milyonluk bir işsizler ordusu yarattığı için A.B.D. talihindeki en korkunç toplumsal bunalım oldu.
Eyaletlerin haklarına ve özgı re dokunmak cesaretini gc yen Başkan Hoover yönetimi olumlu sonuç elde etmeyi baş dı ve iktisadi kalkınma için ı önlemlerin (gümrük resi) yükseltilmesi; faiz oranları şürülmesi) etkisiz kaldığı < meden anlaşıldı.
1931’den başlayarak A.B.D yelerinin, ülkenin kısa vade! lerinden yararlanan ülkeler çekilmesi, genel bir bunalın Avusturya, Almanya, Ingü süre sonra da. Fransa, o olan borçlarına ilişkin ani? uymalarını olanaksızlaştıra ruma düştüler; Almanya < tazminatlarını ödeyememe? dı. Bir yıllık süre için ta Hoover. “moratoryom”u, t mn tazminatları, öbür Avr terinin de borçlarını ödeme nunun bir yana bırakılmt nuçlandı.
ROOSEVELT VE NEW DEA SİYASETİ
Bunalım, siyasal durumun ğe uğramasına yol açtı demokrat aday F.D. Rooî önceki dönemin başkanı ( huriyetçi Parti’den H. C (1929-1933) karşısındabüı kazandı; Kongre’de çoğ cumhuriyetçilere geçti. İktidara gelir gelmez, içli kaldıran Roosevelt, New! Bölüşme) adını verdiği 1 uyarınca bazı önlemler a] ve para sorunlarının düz bankalar ve borsanın, fe letin denetimine verilmes 1934’te A.B.D. dolarının % 41 oranında düşürülmf devletin başlattığı büyük çalışmalarıyla işsizlik sor ölçüde çözülmesi. İktisat sa, 12 Mayıs 1933’te çil yasayla tarım üretimi kı tarım ürünlerinin fiyatlaı di; 16 Haziran 1933’te çı yasayla da, sanayinin to ve alman yan önlemlerle rın yaşama düzeyinin sağlandı.
Sonuçlarsak, söz konuş federal hükümet, olaylar sıyla, toplum ‘yaşamına 1 de müdahaleci bir tutu: miş oldu. Bu tutum, güçlenmesiyle sonuçlanc Parti’nin sağ kanadı % 80’ini elinde tutan bir cumhuriyetçiler, eyaleti rine ve “serbest teşeb verdiğini ileri sürdükle] leri, kıyasıya eleştirdile m 1935’tç ve 1936’da, g gerek iktisatla ilgili yat yasaya aykırı olduğunu
172
!’nde Vietnam na karşı bir iden görünüş.
Fransızların esinden (1954 •e anlaşmaları) Vietnam’da 12 en bir savaşa İ7 Ocak I973’te %ş anlaşması ndn üç ay sonra B.D. birlikleri m’dan çekildiler. :n sonuna doğru, ■ inde de bir efet ortaya çıktı.
muhalefeti daha da şiddetlendirdi.
Ama siyasetinden dönmeyen Roose-velt, büyük ölçüde işçilerin desteğiyle, 1936 Kaşınandaki seçimleri kolayca kazanarak yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Ama bütün çabalarına karşın,’ sanayi üretimi, ancak bir yıl sonra 1929’daki düzeyine ulaştı ye işsizlik ortadan kaldırılamazı: 1940’ta ülkedeki işsiz sayısı hâlâ 8 milyondu.
PEARL HARBOR
Avrupa’daki çekişmeler karşısında A.B.D. kamuoyunun ve çoğunluğu cumhuriyetçüerin oluşturduğu Se-nato’nun yansız kalma eğilimli olması, Roosevelt’i, dış siyasette ihtiyatlı davranmaya yöneltti. Bununla birlikte, 5 Ekim 1937’de Chicago’daki büyük yankılar uyandıran konuşmasında, dünya barışını tehdit eden çatışmalar karşısında duyduğu tedirginliği düe getirdi; ayrıca, demokratik rejimlere duyduğu yakınlığı belirtip, diktatörlükleri ve yönetim biçimlerini eleştirdi. İkinci Dünya savaşının başlangıcında ülke çatışmaya katılmadıyşa da, 7 Aralık 1941’de japon uçaklarının Pearl Harbor’a apansızın saldırıp, A.B.D’ nin Büyük Okyanus filosuna zarar vermeleri üstüne Roosevelt, Japonya’ya savaş açma kararının alınmasını Kongre’den istedi. Bu arada, Almanya ve İtalya da, 12 Aralık’ta j aponya’nın yanında yer aldılar.
ATOM BOMBASI
A.B.D’nin savaşa girmesi, kesin sonucun alınmasını sağladı: Avrupa’ da açılan ikinci cephe, Almanya’nın çökmesine yol açarken, Büyük Ok-yanus’u yeniden ele geçirme girişimi, japonya’nm teslim olmasıyla sonuçlandı. Hiroşima’ya ve Nagazaki’ ye atılan atom bombası, savaşı sona erdirirken, strateji kurallarını yıkan ve insanlık tarihinde yeni bir dönem başlatan bu önemli silah konusunda A.B.D’nin ne kadar ilerlemiş olduğunu da ortaya koydu. Bu arada Ağustos-Ekim 1944 Dumbarton Oaks Konferansı’nda taslağı hazırlanmış ve Nisan-Haziran 1945 San Fransis-ko Konferansı’nda son biçimini almış olpn Birleşmiş Milletler yasasının 1945 Temmuzunda A.B.D. senatosu tarafından onaylanmasıyla, Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu.
SOĞUKSAVAŞ
Savaş sona erince, A.B.D. üe
S.S.C.B’nin çıkarları yavaş yavaş çatışmaya başladı. Amerikalıların çoğu, Hitler’in yenUgiye uğratılmasının, totaliter bir rejimin yerine bir başkasının konulmasından başka işe yaramadığım düşünüyordu. Dördüncü başkanlık dönemine başlayan Roosevelt’in 1945 Nisanında ölmesiyle başkan yardımcılığından başkanlığa yükselen Harry Truman (1949’da yeniden seçildi) da, bu görüşü paylaşmaktaydı. Dış siyasetini Marshall plam uyarınca Avrupa ülkelerine iktisadi yardıma ve Wa-shington’da 5 Nisan 1949’da kurulan Atlantik Paktı üyelerine askerî yardım yapılması ilkelerine dayandıran Truman, böylece, hem A.B.D. iktisadının gereklerine, hem de soğuk savaşm kısıtlamalarına uygun düşen Welfare State (Refah Devleti) siyasetini ortaya koymuş oldu. A.B.D’nin Kuzey Kore’nin saldırısına uğrayan Güney Kore’nin yanında yer alması (Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kararıyla), soğuk savaşı tehlikeli bir aşamaya getirdi. Truman, çatışmanın Çin’e sıçramasını önleyerek barış görüşmelerini baş-lattıysa da, barış, ancak 1952’de Roosevelt’ten sonra başkanlığa seçilen Eisenhower tarafından gerçekleştirildi. Kore savaşı, A.B.D’nin dış siyasetinde bir dönüm noktası olmuş ve bu ülkenin yeniden silahlanmasına yol açmıştı. Ülke dış siyaseti artık gerek Avrupa’da, gerek Asya’da komünizmin yayılmasını engelleme ilkesine dayanıyordu.
Cenevre Konferansından (1954) sonra A.B.D’nin, Güneydoğu Asya’ nın savunmasını pekiştirme siyaseti izlediği görüldü: 8 Eylül 1954’te Manila paktı; Milliyetçi Çin’in desteklenip, Çin Halk Cumhuriyeti’nin
Birleşmiş Milletler örgütü’ne alınmasına karşı çıkılması. Avrupa’daysa, Federal Almanya’nın NATO’ya alınması ve Fransızların çekimserliğine karşm, Batı Avrupa’nın savunulmasına katılması desteklendi. Süveyş olayı, 1956 yılı Kasım-Aralık aylarmda yeni bir uluslararası bunalım yarattı. A:B.D., îngilizlerin ve Fransızların Mısır’a karşı harekete geçmesini doğru bulmadığını açıklayıp, S.S.C.B’nin ağır basması karşısında, Yakındoğu’da kendi çıkarlarım savunmak için, eski müttefiklerinin yerine geçmeye çalıştı. Bu kesin tavır, nükleer silahlanma ve uzay yarışma son verme konularında A.B.D. ile S.S.C.B. yöneticilerinin buluşup görüşmeleriyle sonuçlandı. Ama başkan yardımcısı, Ni-xon’in Moskova’yı, Kruşçev’in de Washington’i ziyaretleri sırasmda bir yumuşama siyasetini gerçekleştirmek istediklerini açıklamalarına karşm, 1960’ta Paris’te yapılması kararlaştırılan konferans çeşitli olaylardan ötürü (bu arada S.S.C.B. göklerinde bir A.B.D. casus uçağının düşürülmesi) yapılamadı. A.B.D’nin özellikle Japonya ve Latin Amerika’daki etkisine karşı yöneltilen saldırdar, havanın yeniden gerginleşmesine yol açtı. Üstelik
S.S.C.B’nin desteğiyle Küba’da Fidel Castro hükümetinin kurulmasını, Washington, bir kışkırtma olarak yorumladı.
KENNEDY
Demokrat Kennedy’nin iktidara gelmesiyle A.B.D. hükümeti ile A.B.D. siyasetinde bazı değişiklikler yapıldı: Azgelişmiş ülkelere yardımın komünizme karşı savaşımda bir araç olarak kullanılması; nükleer denemelerin yeniden başlatılması; uzay programının uygulanmâsmm hızlandırılmasıyla, S.S.C.B’yle güç dengesi kurmaya çalışılması; Çin Halk Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler örgütü’ne girmesine karşı çıkmanın sürdürülmesi, ama Güneydoğu Asya’nın işlerine müdahalenin daha dikkatli biçimde yürütülmesi. 1962′ deki Küba bunalımı, S.S.C.B’yle görüşmeleri yeniden başlattı ve 1963 Ağustosunda nükleer denemelerin kısıtlanması konusundaki Moskova anlaşmasının imzalanmasıyla, soğuk savaşa son verildi.
Kennedy’nin 22 Kasım 1963’te Dallas’ta öldürülmesiyle yerine geçen başkan yardımcısı L.B. Johnson, 1964’te yapılan başkan seçimlerini kazanarak yerini korudu. Kuzey Vietnam ile Vietkong’u görüşme masasına oturtmak umuduyla A.B.D’nin Vietnam savaşma müdahalelerini hızlandırdı. Başarısızlığım fark edip
1968 seçimlerine katılmaması üstüne, Nixon başkanlığa seçildi.
173
A.B.D. başkaıdarmdan bazdan:
Theodore Roosevelt
NÎXON
John Kennedy
Lyndon Johnson
ması, C.İ.A. ile F.B.Î. örgütlerinin yasadışı etkinlikleri konusunda Rockefeller ve Church komisyonlarının
raleransı surauı-uranı, yürattüüeri sonu gelmez sora^ur- , , bir d
Pekin’lede görüşmeleri malar vefakmalar, gy a!ö.D. hal ı tv-:- ok 1071’He ısını güçleştiriyordu. Aynca yem uuu»» _v_. _____,
Nixon, Paris’te, Johnson tarafindan başlatılan konferansı sürdürürken, Moskova ve “Rr,î’0Tn0’0T’i
Iaşmayacagı samlıyordı geçmeden, başkan ile 1 smdaki ilişkiler gerginle; Carter, tasarılarına I
başlattı. A.B D’nin 25 Ekim 1971’de, Çin TTfllIc Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Örgütü’ne girmesini kabul etmesi ve Nixon’in 21-28 Şubat 1972’de Pelrin’e, 22 Mayıs-1 Haziran 1972’de Moskova’ya gitmesi, iki büyük devletin, yumuşamaya yol açacak sürekli bir görüşme başlattıkları umudunu uyandırdı. Yaptığı ziyaretlerden kazançlı çıkan, yurt-taşlannda, Çinhindi’nde barışı, demokrat rakibi Mac Gövem’dan daha kolay sağlayabileceği izlenimi uyandıran Nixon, 1972 Kasımında yeniden başkanlığa seçfldi ve ikinci başkanlık döneminin ortasına doğru, Paris’te Vietnam ateşkes anlaşmasını imzaladı (27 Ocak 1973).
Bu arada iç siyasette şaşırtıcı olaylarla karşılaşıldı. 1972’de, Nixon’m adamları. Demokrat Parti merkezinde (Washington’da Watergate binalarında), telefon konuşmalarını ve çeşitli haberleşmeleri gizlice dinlemiş ya da saptamışlardı. Basının bu yasadışı “Watergate 01ayı”nm iç yüzünü ortaya koymak için uzun süre uğraşması sonucu, 1974’te sert bir tartışma başladı; çok geçmeden, kamuoyu başkanın istifa etmesini istedi.
Ağustos ayında açıkça suçlanan Nixon, birkaç gün sonra istifa etti ve yerine, yardımcısı Gerald Ford (Spiro Agnew’in 1973 Aralığında istifa etmesinden sonra bu göreve gelmişti) geçti.
FORD
A.B.D’nin, Watergate rezaleti ve Vietnam savaşı nedeniyle şaşkına döndüğü bir sırada başkanlığa getirilen 6. Ford, çok büyük değişikliklerin söz konusu olmadığı bir hava içinde görevine başladı: Nixon kabinesinin bütün üyelerini, özellikle de Henry Kissinger’ı görevlerinde tuttu.
Yeni dönemin başlıca özelliğini, yirmi beş yıldır Kongre üyesi olan deneyimli başkan üe Kongre’nin çoğunluğunu oluşturan demokratlar arasındaki çekişmeler oluşturdu: Demokratlar, 1974 Kasımındaki seçimlerde, Temsücüer Meclisi’nde büyük çoğunluk elde etmiş, Senato’ da denetimi ele geçirmişlerdi. Ayrıca, yerel seçimlerde de başarı kazanmışlar ve cumhuriyetçilerin, altı eyalet valisine karşılık, yirmi sekiz eyalet valisi çıkarmışlardı. Gerald Ford’un Nixon’m hiçbir koşula bağlı olmadan temize çıkarılmasına karar vermesine, Kongre şiddetle karşı çıktı. Yolsuzluk olaylarının (Lockheed; petrol şirketleri) açığa çıkarıl-
işini güçleştiriyordu. . , . . başkan, seçimle değil, Nixon m istifası sonucu göreve gelmiş olduğu için, halkın desteğinden de yoksundu.
Üstelik, iktisadi durum da iyi değildi: Yıllık enflasyon oranı % 12’yi bulmuştu; etkin nüfusun % 9’u işsizdi; tüketim ve katışıldı ulusal ürün azalıyor, A.B.D. iktisadı İkinci Diinya savaşından sonraki en ciddi durgunluğa giriyordu. Bu durum karşısında G. Ford, cumhuriyetçilerin geleneksel tutuculuğuyla davranarak, devletin iktisada doğrudan müdahalesi siyasetine, özellikle de toplumsal nitelik taşıyan harcama taşanlarına karşı çıktı. Ama petrol fiyatlarının artması karşısında, bütçe açığını genişletme tehlikesi yaratan tüketim azalmasını canlandırmak için, mali yükleri hafifleten bir siyaset izlemek zorunda kaldı. Sonuçlarsak, A.B.D’nde bolluk ve sürekli iktisadi büyüme dönemi sona erip, durgunluk, enflasyon, enerji ve beslenme sorunları dönemi başladı.
Dış siyasetteyse soğuk savaşa ve Vietnam savaşına son verildi (1975). Bazı sürtüşmelere karşın, komünist ülkelerle de bir yumuşama havasına girildi. H. Kissinger’ın izlediği siyaset, G. Ford’un önce Vladivostok’ta (1974),sonra da Helsinki’de Brejnev’ le görüşmesine yol açb. Bu görüşmeler sonucunda, iki ülke arasında beş yıllık değiş tokuş anlaşmaları (Â.B.D. tahılına karşılık,S.S.C.B’nin petrol vermesi) imzalandı. Ford’un Aralık 1975’te Pekin’e yaptığı yolculukla, Çin’le de ilişküer başlatıldı. Bazı yerel çatışmalar ve Kissinger’ ın çabalarına karşın sona erdirile-meyen Îsrail-Arap gerginliği sayılmayacak olursa, bu dönemde, dünya banşını tehdit eden büyük bir çatışma olmadı.
CARTER
2 Kasım 1976 da Jimmy Carter’ın başkanlığa seçilmesi, sekiz yıllık cumhuriyetçi iktidarına son verdi. 1849’dan 1976’ya kadar gerçek Güney’in ilk temsilcisi olan Carter, A.B.D. siyasetine yeni bir üslup getirdi» Kamuoyundaki huzursuzluğun giderilmesi gerektiğini kavrayarak, Vietnam savaşından ve Watergate’ ten sonra iyice sarsılmış olan başkanlık kurumana, eski saygınlığını kazandırmaya, yeni bir toplumsal birlik yaratmaya uğraştı. Kong-re’nin çoğunluğu demokrat olduğu için Carter’ın, G. Ford’un Uğraşmak zorunda kaldığı sorunlarla da karşı-
dan seslenmek zorunda sat alanında ılımlı bir g seti gütmek istiyordu am dişine büyük ölçüde oy Kuze/deld zencileri,hem neleşmeden ve kentleşm gin olan Kuzeydoğu kesir kendisini seçmiş olan siyasetinin uygulanmas “Giiney”i hoşnut etmek i Bu arada, yolsuzluklara ı bütçe müdürü Bert Lan etmek zorunda bırakılma üe basın ve “jcurulu düz« daki uçurumu daha da ı di. Maden işçüerinin 1971 grevi ve gelirleri azalan hoşnutsuzluğu, durumu ağırlaştırdı. Yalnızca güı ¡erin artması yönünde veren sendikalar da, üen köklü bir toplumsal değişil çıkıyorlardı. Yapılan resi malara göre, 1977’de ülke nın °/o 12’si (26 milyon kişi’ du; bunların büyük böli zenciler oluşturuyordu.
HASTA BİR İKTİSAT
Carter’ın izlediği iktisat siy 1976’dan sonra iki dön« etmek gerekir: Bütçe açıklı bütün iktisadi belirtilerin nin gerçek olanaklarının yaşadığını gösterdiği dönen yonu durdurma isteğinin v leri sıkma siyasetinin ağı 1978’den sonraki dönem. G A.B.D’nde, genel olarak bı da, çeşitli nedenleri olan b yonun yerleştiği gözlenir: £ su nedenler arasında ticari sindeki açığın günden güne si (1975’te 11 milyar dolar 26 milyar dokur), tase yatınmda kullanılabilecek lerin azalması, toplumsa harcamalarının artması Bakanlığı., 1978’de, »/o 35 bütçeden en büyük payı alı tüketimin aşınlaşması sı Carter’m, 1977’de45xnilyaı 48 milyar açığı olan bütçele ması sonucunda katışıklı ul 1977’de 4,9’luk, 1978’de 3 yükselme göstermiş, aynca % 7,5, 1977’de % 6,9 olaı 1978’de % 6’ya (bu, 1974’te yıllarda ulaşılmış en düşü dir) düşmüştür; buna karşı] yon artmıştır: 1978’de % 11 % 13.
SİYASAL BAŞARILAR
Carter’m tutumunun, dış si
nında, daha özgün değilse de, daha açık olduğu söylenebilir. Devlet bakam Cyrus Vance’e (Nisan 1980’e kadar görevde kaldı), güvenlik danışmam Zbigniew Brzezinski’ye ve 1979’da istifa edinceye kadar Birleşmiş Milletler Örgütü elçiliği yapan Andrew Young’a dayanan dış siyaset, Kissinger’m benimsediği siyasetten bütünüyle farklıydı ve “yalnızca Sovyet blokuna karşı değil, Üçüncü Dünya devletlerine karşı da, insan haklarım savunmak için ideolojik saldırıya geçme” ilkesi üstünde temelleniyordu: Angola ve Mozambik gibi ülkelerle işbirliği yapma isteği; Zaire’deki Mobutu rejimine silah yardımının azaltılması; lan Smith’e ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ne sürekli baskı yapılması. Öte yandan, Güneydoğu Asya’da, durumun normale dönmesi için gerçek bir çaba harcandı; Küba’yla ilişkiler yeniden kuruldu. Avrupa’daysa Kissinger’m seçimlerle ilgili zamansız müdahalelerinin yerini, “Avrupa komünizmi” karşısında hiç olmazsa görünüşte ilgisizce bir tutumun benimsenmesi aldı. Ama İran şahmın önce desteklenmesi soma da Beyaz Saray’ın desteğinin çekilmesi (İran’da Amerikalı rehineler işinin karmakarışık olması), “diplomat” başkan görüntüsüne gölge düşüren olaylardı.
Carter yönetiminin başlıca üç başarısı olduğu söylenebilir: 1977 ve 197ft’de Panama kanalı konusunda iki anlaşma imzalanması (görüşmeler on üç yd sürmüştü); Çin’le, 1 Ocak 1979’da diplomatik ilişkilerin kurulması (31 Ocak 1979’da iki ülke arasında geniş kapsamlı bir işbirliği anlaşması imzalandı); Washington’da, İsrail-Mısır barış anlaşmasının imzalanması (26 Mart 1979).
5.5.C.B. konusundaysa, 1980’de soğuk savaş havası yeniden her yanı sardı. S.S.GB’nin Afganistan’a askerî müdahalesi üstüne, A.B.D.,
5.5.C.B’ne buğday satmayı durdurdu, ticaret ve kültür alışverişini azalttı; Moskova olimpiyatlarına katılmadı. Ayrıca, aynı tutumu benimsemeleri için, Avrupa’daki müttefiklerine ve Japonya’ya baskı yaptı. Bu arada Tahran elçiliğinde Amerikalıların rehin tutulması olayından sonra, İran’daki yeni rejime karşı sert yaptırımlar uygulandı: îki ülke arasında, diploması ilişkilerinin bütünüyle kesilmesi; A.B.D’nin İran’a hiç mal satmaması; İran’ın A.B.D. bankalarındaki bütün varlığına el konması; İran’la her çeşit para ve ticaret ilişkisinin yasaklanması; vb.
REAGAN
Kasım 1980’de Ronald Reagan’m başkanlığa seçilmesi (20 Ocak 1981’de göreve başladı), A.B.D’nin dış siyasetinde de yeni bir değişikliğe yol açtı. A.B.D’ne daha güçlü bir gö-
rünüm kazandırmak isteği ağır basmaya başladı. Ama Ronald Reagan,
5.5.C.B’nin genişleme siyasetine her yerde etkili bir biçimde karşı durarak A.B.D’nin önderliğini kurmak isteğini, her zaman aynı kararlılıkla uygulayamadı. Nitekim bozgunculukla suçlanan Nikaragua ve Küba’mn uyarılmasına, Salvador’daki Amerikalı danışmanların sayısının artırılmasına karşın, yeni yönetim “Vietnam benzeri” bir çıkmazın içine düşme korkusundan kurtulamadı. Avrupa konusundaki siyaset de kesinlik ve açıldık kazanamıyordu: Washington, bir yandan Salvador ve Afganistan olayları konusunda, müttefDderi-nin daha kararlı ve kesin davranmalarım isterken, bir yandan da
5.5.C.B’ne konmuş olan tahıl ambargosunu kaldırdı. Ortadoğu konusunda da kararsız bir tutum izlenerek Suudi Arabistan’a AWACS radar-uçak-lan verilmesi, Washington ile İsrail arasında gerilime yol açtı. İç siyasetteyse, yeni yönetim korkunç sorunlarla karşılaştı: 1980’de işsizlik arttı; birçok kesimde gerileme görüldü (otomobil üretiminde % 30); enflasyonun hızı azalmak bir yana, şiddetlendi (% 12,4). 5 Şubat 1981’de Ronald Reagan, ülkenin, “1930’dan bu yana en ciddi iktisadi kargaşayı” yaşadığını açıkladı. Enflasyonla savaşım bir ölçüde başarıya ulaştı ye doların değeri yükselmeye başladıysa da, 1983’teS.S.C.B’ninbirGüneyKo-re yolcu uçağım, A.B.D. hesabına casusluk yapmakla suçlayarak düşürmesi, dış siyasette yeni gerginliklere yol açtı. 1984’te yapılan başkanlık seçimlerinde, Demokrat Parti adayı Walter Mondale karşısında oyların % 59’unu alarak yeniden başkanlığa seçilen Reagan, S.S.C.B.’yle ilişkileri yoğunlaştırmaya yönelerek, orta menzilli nükleer başlıklı silahların karşılıklı olarak azaltılması ve Orta Asya’daki konvansiyonel silahların kaldırılması konusunda, Andro-pov’a görüşme önerdi. Andropov’un 9 şubatta ölmesi üstüne bu görüşme gerçekleştirilemediyse de, 1984 Ey-lül’ünde S.S.C.B. Dışişleri Bakanı A. Gromiko’nun Beyaz Saray’da Rea-gan’la görüşmesi, iki ülkenin ilişkilerinin sıklaştırılmasında, başlangıç adımı oldu. Reagan’m Polonya’ya uygulanan iktisadi ambargoyu kaldırması ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni ziyaret etmesi (26 Nisan), sosyalist blokun öbür ülkeleriyle de ilişkileri yumuşattı. Gorbaçov’un başkan olmasıyla yeni bir döneme giren A.B.D.-S.S.C.B. ilişkileri, 1985 Ka-sım’mda iki ülke önderinin Cenevre’de buluşmalarından sonra hız kazançlıysa da, gerek bu görüşmede, gerek 1986 Ekim’inde İzlanda’da yapılan ikinci görüşmede, Reagan’ın
5.5.C.B’nin “Yıldız Savaşları Progra-mı”ndanvazgeçilmesi(Gorbaçovİju-
na karşılık, Cruise ve Pershing füzelerinin görüşme dışı tutulmasını kabul etmişti) ve stratejik silahlarda her iki ülkenin % 50 indirim yapmaları önerisini kabul etmemesinden ötürü, somut bir sonuca ulaşılamadı. Bu arada, Reagan’m Orta Amerika siyaseti sürdürülerek Nikaragua’da rejime karşı savaşan Contralar’a yardımlar artırıldı. A.B.D yörüngesindeki El Salvador gibi ülkelere yapılan askerî ve iktisadi yardımlar da çoğaltıldı.
Libya’yla ilişkiler, Libya’nın uluslararası terörü desteklediği gerekçesiyle Büyük Sirt körfezine gönderilen 6. filo gemilerine Libya’nın füzelerle saldırması üstüne yeniden gerginleşti ve 1985 Mart’mda A.B.D. uçaklarının Libya’daki bir radar üssünü bombalayarak, iki Libya gemisini batırmaları sonucunda tehlikeli bir duruma geldi: 1986 Nisan’ında A.B.D. uçakları (İngiltere’den ve Akdeniz’deki bir uçak gemisinden kalkmışlardı) Trablusgarp ve Bingazi’yi bombaladı.
1986 Kasım’mda, Lübnan’da yayımlanan bir derginin, A.B.D’nin gizlice İran’a silah sattığı yolunda bir habere yer vermesiyle patlayan ve “İrangate” diye adlandırılan skandal sırasmda yapılan soruşturmalarda, İran’a satılan silahlardan elde edilen gelirin, A.B.D. Kongre’sinden gizli olarak Nikaragua’daki “Contralar”a yardım için kullanıldığı anlaşıldı ve olayda sorumlu bulunan CİA başkam, Rea-ğan’ın danışmanı ve Ulusal Savunma Komisyonu’nun bazı üyeleri görevden alındı. Bütün bu olayların yıprattığı Reagan’sa, 1988 Kasım’m-da yapılan seçimleri yitirerek, A.B.D. başkanlığım Cumhuriyetçi Parti adayı George Bush’a devretmek zorunda kaldı.
BUSH
1989’un Ocak ayı sonunda devlet başkanlığım devralan Bush,
S.S.C.B’yle ilişkilerde gerçek bir barış dönemim başlatarak, 20 Haziran 1989’da Gorbaçov’un A.B.D.’yi ziyaretinden sonra, Malta’da yaptıkları zirve toplantısının (Aralık 1989) ardından, “A.B.D. halkının Başkan Gorbaçov’u yürekten desteklediğini….” ve “…. S.S.C.B.’nin uluslarası pazara katılması için elinden geleni yapacağını…” açıkladı. Dostluk havası, iki başkanın 1990 Mayıs’mda bu kez Washington’da biraraya gelmeleriyle daha da geliştirildi.
Ne var ki, bu gelişmelerle yıllardır baskısı altında olduğu “komünist tehdidin” kalkmasıyla ferahlayan A.B.D. halkı, bu kez de Panama’da görev yapan bir A.B.D. subayının öldürülmesi (17 Aralık 1990) üstüne A.B.D. birliklerinin 20 Aralık 1990 gecesi Panama’ya müdahaleleriyle
175
Dakota da, Kara Tepeler’de. Demokrasi tapınağı Rush more tepesi: Tepenin yamaçlarına, George Wdshington’un, Thomas Jefferson ‘in, Abraham Lincolh’un ve Theodore Roosevelt ‘in dev büstleri • oyulmuştur.
(Başkan Noriega, 3 Ocak 1990’da A.B.D. Narkotik Büro yetkililerinin teslim olarak, Florida’da yargılanmaya başlandı) yeni bir huzursuzluğa kapıldı. Bunu, 2 Aralık 1989’da Kuveyt’i işgal etmiş olan Irak’ın, bütün uyanlara karşın Kuveyt’ten çekilmeyi kabul etmemesi üstüne, A.B.D.’nin ağırlıklı girişimleri sonucunda Birleşmiş Milletler’m duruma müdahale karan almasıyla, büyük bölümünü A.B.D. birliklerinin oluşturduğu BM kuvvetlerinin Irak’a müdahalesi (17 Ocak 1991) izledi. “Çöl Harekâtı” adı verilen bu harekât, 24 Şubat’ta başlatılan kara savaşının, 100 saat içinde sonuçlandmlarak Irak’ın Kuveyt’ten çıkanlmasıyla ve BM kuvvetlerinin Basra’ya kadar* uzanan bölgeyi ele geçirmeleriyle sonuçlandı.
Ne var ki, çok kısa süren, ama A.B.D.’ye çok büyük bir mali yük getiren bu savaşın da etkisiyle, ülke iktisadında başlayan büyük durgunluk, 1992 seçimlerinde kararsızların oy-lannı Bush’a karşı kullanmalarına yol açtı ve Demokrat Parti’nin adayı Bili Clinton, 3 Ekim 1992’da A.B.D. başkanlığına (Anayasa gereği 20 Ocak 1993’te göreve başlayacaktır) seçildi. Bush’sa, görevi devretmesine çok az kaldığı bir sırada (Aralık 1992), B.M’nin bu kez de kıtlığa karşı Batı’dan gönderilen yardımların halkın eline geçmemesi gerekçesiyle Somali’ye müdahale karan almasında (oluşturulan BM kuvvetlerine katılmak için 19 Aralık 1992’de 300 kişilik bir Türk birliği de Mersin’den Somali’ye hareket etti) etkili oldu.
BAŞKANLIK REJİMİ
17 Eylül 1787 Federal Anayasası uyarınca yürütme gücünün başında bulunan A.B.D. cumhurbaşkanının yetkileri son derece geniştir; bu yüzden A.B.D’nin siyasal rejimi, “başkanlık” rejimi diye nitelenen yönetim biçimi-
nin en iyi örneği sayılabilir.
BİR UZLAŞMANIN ÜRÜNÜ
Birliğin, eyaletler üstündeki egemenliğini vurgulayan “federalist” eğilimler ile eyaletlerin özerkliğini savunan “federalizm karşıtı” eğilimler arasındaki bir uzlaşmanın sonucu olan A.B.D. anayasası, yasama gücünden ayn ve onu dengeleyen, güçlü bir yürütme gücü öngörmüştür.
Yürütme gücünü ellerinde tutan başkan ve başkan yardımcısı dört yıl için, genel oyla seçilirler. Başlangıçta, başkanın sürekli seçilebileceği öngörülmüş, ama Washington’m üçüncü kez başkanlığa aday olmayı istememesi üstüne, başkanlığa yalnızca iki kez aday olmak bir gelenek haline gelmişti. Ama Roosevelt, bu geleneğe uymayarak 1940’ta üçüncü, 1944’te de dördüncü kez başkan seçilme başansını gösterince, Ana-yasa’mn 22. maddesiyle (1951’den bu yana uygulanmaktadır) “ bir kişinin başkanlığa yalnızca İlci kez seçilebileceği” kuralı getirilmiştir. Bununla birlikte, başkan yardımcısının, görevinin bitiminden iki yıldan daha az bir süre önce başkanın yerine geçtiği durumlarda, iki kez daha başkanlığa adaylığını koyabileceği de kabul edilmiştir.
BAŞKANIN SEÇİLME BİÇİMİ
A.B.D’nde başkanlık seçimi, birçok evrede gerçekleşir. Demokrat Parti, Cumhuriyetçi Parti ya da herhangi bir başka parti önce, partinin başkan ve başkan yardımcısı adaylanm seçer (adaylar, her eyaletin temsilcilerinden oluşan parti genel kurulu tarafından seçilir). Adayların kıyasıya çekiştikleri üç ay kadar süren bir seçim kampanyasından sonra, her eyalette, kasım ayının ilk pazartesi gününü izleyen sah günü, parti büyük
seçmenlerinin (ya da başk menleri) seçimi genel oylarm çekleştirilir. Sözü geçen seç bu oylamadan birkaç gün so: lanarak başkanı ve başkan ya smı seçerler. Her eyaletin, ke fusuna oranla belli sayıda seçmem vardır. Bu göreve ad lar, rekabet halindeKi partileı lerini oluştururlar: Çoğunlu eden liste, bütünüyle seçiln Partilerin ülke çapındaki baş menleri sayısı 538’i bulur. 1 iki parti söz konusu olunca, e oy elde eden partinin başkar kan yardımcısı seçilmiş olur, seçmenleri, kendi partilerin; lanna oy vermeyi kabul ederi lece A.B.D’nin başkam ve yardımcısı, genel halk oyuı ğunluğunu.almadan seçileb: kan seçmenlerinin mutlak ç ğunun oyu, seçilmek için y( 1876’da Hayes, 1888’de de I böyle seçilmişlerdir. Seçin parti katıldığında, hiçbiri 27( etmeyebilir. O zaman baş! başta giden iki aday arasmch silciler Meclisi üyeleri seçeri lak çoğunluk zorunludur; eyaletin, temsilcilerinin saj olursa olsun, ancak bir oyu Jefferson 1800’de, John Adams da 1824’te, bu yolli gelmişlerdir. Başkan, seçilir sonraki 20 Ocak günü görev lar.
BAŞKANLIK ÖRGÜTÜ VE BAŞKANIN YETKİLERİ
Başkan, kabinesinin üyeleri devlet bakanı diye adlandu kanlanm seçer (Senato tarafı onaylanmalan gerekir). Ki§ rak yalnızca başkana karşı olan bu bakanlar (kabinemi sorumluluğu yoktur), gene başkan tarafından görev uzaklaştırabilirler. Başkı
176
kabinenin bütünüyle ya da ilgili bakanla görüştükten sonra, herhangi bir konuda kararan verir. Teknik uzmanlıklarına bakılarak seçilen devlet bakanları, genellikle Kongre üyesi değildirler.
1939’daiı sonra kabineye, Roosevelt’ in kurduğu, Truman’m da üye sayısını artırdığı Başkanlık Yürütme Bürosu (Executive Office of the President) bağlanmıştır. Başkanın en yakın yardımcıları, bu büroda yer alırlar.
Sonra başkan, yürütme gücü ile yasama güçleri arasında ilişkiyi sağlayan elli kadar komisyonun üyelerini seçer (bunların da Senato tarafından onaylanmaları gerekir). Kongre’nin oyladığı yasaları uygulamakla sorumlu olan ve her İlci meclisin de ancak üçte iki çoğunlukla karşı gelebüeceği bir veto hakkı bulunan (Roosevelt döneminde bu veto 631 kez kullanılmıştır) başkan, Kongre’nin her oturum mevsimi başında yaptığı ve bu kurul için gerçek bir yasa programı niteliğini taşıyan “Birliğin Durumu Üstüne Açıklama’’ konuşmasıyla, yasa çalışmalarına katılmış olur. Üç milyon kişinin çalıştığı federal yönetimin de başı olan başkan. Yüksek Adalet Divanı üyelerinin atamasını yapar; dış siyaseti yönetir; ancak’ Senato* dan geçtikten sonra uygulanabüen anlaşmalar konusunda görüşmeler yapar, imzalar; yabancı hükümetlerle yapılan “yürütme anlaşmaları” (executive agreements) ise yetkisinin dışında kahr.
Orduların başkomutanı sayılan başkan, ulusal savunmadan sorumludur; ama savaş açma yetkisi yalnızca Kongre’dedir. Başkanın, ayrıca, ölüm cezasını bağışlama yetkisi vardır.
KONGRE’NİN AĞIRLIĞI
Dünya’da çok az cumhurbaşkanının A.B.D. başkanı kadar yetkisi vardır. Buna dayanılarak, 1787 Anayasası’ nın öngördüğü yürütme ve yasama ayırımının geçersiz olduğu ve yürütmenin bütün iktidarı ele geçirdiği düşünülebilir; ama, 1929’dan sonra A.B.D. siyasetindeki gelişmelerin yürütme gücünü ön plana geçirmesine karşın, böyle düşünmek yanlış olur.
Gerçekten başkanın, genel seçimlerin sonuçlan kendi partisinin zararına da olsa (bu duruma A.B.D’nde çok sık raslanır) Kongre’yi dağıtma yetkisi yoktur. Söz konusu durumda, özellikle Temsilciler Meclisi ve Senato, bütçe konusundaki veto hakkından yararlanarak uygulanan siyaset üstünde gerçek bir baskı kurduğu için, başkanın yetkileri kısıtlanır ve iş göremez hale getirilebilir.
A.B.D’NDE EDEBİYAT
A.B.D’nde edebiyat, dil ve kültür kökenlerine bağlı olarak, İngiliz edebiyatından kaynaklandı, ülkeye ilk yerleşen koyu dinci göçmenler, konularını daha çok dinden alan yapıtlar ortaya koydular; sonra toplumsal ve ahlaksal açıdan bir yenilenme umudu ve yeni bir toplumun doğuşuna inanış gibi değişik duygular, edebiyata egemen olmaya başladı. A.B.D’nde edebiyatın öncüleri sayılan Washington Irving (1783-1859), Fenimore Cooper, ozan William Cullen Bryant (1794-1878) da bu duygulan dile getirdüer. Oysa, dinci görüşün ilkelerine başvuran Edgar Poe ve The Scarlet Letter’m (Kızıl Damga; 1850) koyu dinci yazan Nathaniel Hawthorne, ilk yazarların iyimser, umut dolu anlayışını bir yana bıraktılar. Gerek Hawthorne’un, gerek Beyaz Baiina’nm (Moby Dick; 1851) yazan Herman MelvUle’in yapıtlannda odak noktasını karamsarlık ve kötülük korkusu oluşturdu.
ÜÇ BÜYÜK LİRİK YAZAR
Bu bütünüyle kötümser yazarların yanı sıra, üç büyük lirik yazar, Amerikan kültürünün gerçek kuru-culan oldular: Düzyazıyı geçmişin izlerinden ve etküerinden kurtaran Ralph Waldo Emerson;vahşi yaşamın hayranı olan Henry David Thoreau; gerek lirik anlatımıyla, gerek demokrasi inancıyla dikkati çeken Walt Whitman. Ama, bu yazarlar, seçkin bir çevrenin temsücileri olarak kaldılar. Longfellow (1807-1882), Whittier (1807-1892) ve Harriet Beecher-Stowe (Tom Amcanın Kulübesi [Uncle Tom’s Cabin] ;1851) gibi yazarlar, geniş halk kitlelerinin benimsediği bir edebiyat yaratamadılar. Buna karşılık Mark Twain (1835-1910), Huckleberry Finn’in Başından Geçenler (The Adventures of Huckleberry Finn, 1884) adlı yapıtıyla edebiyata tam anlamıyla A.B.D’ne özgü bir anlatım getirerek geniş halk kitlelerine sesini duyurmayı başardı. Bret Harte (1836-
1902), Twain’in güçlü gerçekçiliğini, O’Henry’yse (1862-1910) mizah anlayışını sürdürdüler.
MODERN DÖNEMİN BAŞLANGIÇ YILLARI
Modern dönemin başlangıç yıllarında, William Dean HoweUs’in (1837-
1920) öncülüğünü yaptığı gerçekçilik akımı yankı uyandırdı. XX. yy’m başlarında gelişen doğalcı akımsa, Amerikan efsanesinin (özgürlük, bi-reycüik) ötesinde, iktisadi ve toplumsal bir gerçeği de ortaya çıkarmaya çalışan eleştirel bir yaklaşımı
JEROME DAVİD SALİNGER Romancı ve öykttcU (New York, 1919).
Duyarlılığı ve mizahı kaynaştırarak yazdığı öykü ve romanlarında A.B.D. gençliğinin kararsızlığım ve kaygılarım dile getiren Saünger’ın başlıca yapıtlan arasında Gönül Çelen (The Catcher in the Rye; 1951); Franny and Zooey (1961); Rise Hight the Roof- Beam, Carpenters (Ustabaşı, Çatı Direğini Yüksek Tut; 1963) sayılabilir.
SİNCLAİR LEWİS
Yazar ve gazeteci (Sauk Center, Minnesota, 1885- Roma, 1951). Amerikan edebiyatını yer yer mizah öğeleri taşıyan özgün bir gerçekçiliğe yönelten Sinclair Lewis,1930 Nobel Edebiyat Ödülü’nU kazanmıştır. Başlıca yapıttan arasında Amerikan törelerini eleştiren Ana Cadde (Main Street; 1920), Elmer Gântry (1927), tipik bir Amerikalıyı betimleyen Babbitt (1922) ve Arrowsmith (1925) sayılabilir.
SHERWOOD ANDERSON
Yazar (Camden, Ohio, 1876- Panama, 1941). Yalın ve özentisiz üslubuyla dikkati çeken Anderson, roman ve öyküleriyle Faulkner’i, Hemingway’i büyük ölçüde etkilemiştir: Winesburg, Ohio (1919); Poor White (Yoksul Beyazlar; 1920); Dark Laughter (Acı Gülüş; 1925); vb.
RİCHARDWRİGHT
Romancı (Mississippi, 1909- Paris, 1960). Native Son (1940) ve Kara Çocuk (Black Boy; 1945) adlı romanlarıyla A.B.D’nde “zenci” edebiyatının kurucusu oldu. Edebiyat anlayışı, denemeci ve romancı james Baldwin (New York, 1924) tarafından sürdürüldü: The Fire Next Time (Bir Dahaki Sefere Ateş; 1963).
WİLLİAM STYRON
Romancı (Newport News, 1925). A.B.D’nin güneyinde yaşayan günümüz yazarlarının içinde kendine özgü nitelikleriyle dikkati çeken Styron, romanlarında masumluk, suçluluk (özellikle zencilere karşı), alkolün yol açbğı düşkünlük, başkaldırarak özgürlüğe kavuşma ve ölüm konularım işlemiştir. Başlıca yapıtlan arasında Lie Down in Darkness (Karanlıkta Yat; 1951), Set This House on Fire (Bu Evi Yak; 1960), The Confessions of Nat Turner (Nat Tur-ner’in İtiraftan; 1967), Sophie’nin Seçimi (Sophies Choice; 1979); This Quiet Dust (Bu Dingin Toz, 1982; 1985’te Cino del Luca Ödülü’nü aldı) sayılabilir.
177
1954’te Nobel Edebiyat ödülü ‘nü kazanan Ernest Hemingway ve oğlu.
1962’de Nobel Edebiyat ödülü’nü kazanan John Steinbeck.
1949’da Nobel Edebiyat ödülü ‘nü kazanan William Faulkner.
edebiyata getirmekle, son derece önemli bir rol oynadı. A.B.D. edebiyatında, The Red Badge of Covrage (Kırmızı Cesaret Nişanı; 1895) adlı romanın yazan Stephen Crane (1871- 1900) ve toplumcu yazar Up-ton Sinclair’Ie (1878-1968) başlayan doğalcı akımın dışında kalan jack London serüven romanlarıyla ün kazanırken, Henry James titiz ve ince anlatımıyla, sonradan Fransa’da Proust’un temsilcisi olacağı roman anlayışının Ok örneklerini verdi.
James Baldwin 178
Theodore Dreiser (An American Tragedy [Bir Amerikan Trajedisi], 1925), Sinclair Lewis (Babbitt, 1922) ve Sherwood Anderson (1876-1941) A.B.D’nde doğalcı akımın en iyi temsilcileri oldular.
YİTİK KUŞAK
Gertrude Stein’ın deyişiyle yitik kuşak (“The lost generation”), çağımızın en önemli Amerikan yazarlarını bir araya getirdi. Bu yazarların her biri, kendi anlatımı, kendi kültürü ve kendi takınaklanyla, Amerikan efsanesinin günden güne yozlaşmasını işlediler. Scott Fitzgerald’ın düş kırıklığı, John Dos Passos’un mutlak kapitalizme karşı koyuşu, Faulkner’ in çökmekte olan Güneyli dünya görüşünü yeniden yaymaya çalışması, Hemingway’in başıboşluğu, Steinbeck ve Caldwell’m Amerikan liberalizmine karşı çıkışlan, yitik kuşağın en belirgin özelliklerini oluşturdu. fames Joyce, Gertrude Stein ve Ezra Pound’un başlatmış olduğu öncü arayışlara bağlı kalan bu yazarlar, öylesine büyük yankı uyandırdılar ki, A.B.D’nde sonraki dönemlerde ortaya çıkan bütün romanlarda “yitik kuşağın” yaklaşımı sürdürüldü.
Sözgelimi Robert Penn Warren (doğ. 1905), Carson Me Cullers (1917-1967), William Styron (doğ. 1925) ve Tennessee Williams (1914-1983), Faulkner’m anlayışını sürdürerek, tıpkı onun gibi, eski Güney’in çöküşünü anlattılar. Çıplak ve ölu’nün (The Naked and the Dead; 1948)
yazan Norman Mailer i Yaşadıkça’nm (From Hc nity;1951) yazan James 1921), Dos Passos ve i doğrultusunda yer aldı] küstahlığın kaynaştığı C (The Catcher in the romanıyla tanınan j.I Fitzgerald’ın görüşlerini “Kara roman “lann birç Hemingway’in anlatımın nildi.
BİR ÖNCÜ
Etkinliklerini özellikle 19 lannda sürdüren yazaı da, Henry Miller’ın ayn görülür. Büyük ölçüde 1 mim dile getiren Mille: hippi hareketlerinin öı biri olmuş ve A.B.D’nin Avrupa’ya, Doğu’ya yön nyla, edebiyat dünyasıı lamaya yol açmıştır.
NATHANIEL HAWTH01
Romancı (Massachnse New Hampshire, 18B4).
Katışıksız bİT tlaailt (¿h
öykü ve romanlarında 1 kendi içinde taşıdığı suçi samı işledi; kibirliliği, i eleştirdi: Twice Told Ta Söylenmiş Masallar; The Scarlet Letter (Kı 1850); The House of the les (Yedi Çatılı Ev; 1851); Date Romance (Romans Dönemi; 1852); The Mı (Mermer Kır Perisi; I860’
THEODORE DREİSER
Romancı, gazeteci ve tiyi meni (Terre Haute, İnd Hollywood, 1945). Nesm ğm ustası sayılan Drdsc yapıttan arasında Sjs (Hemşire Carrie; 1900) , Suçu (An American Tra sayılabilir.
THOMAS WOLFE
Romancı (Güney Card Maryland, 1938). Binlerce sayfa tutan, yeı yer yer 5zy aşanımdan is romanlarında, hem kem hem dünyanın yazgısını belirlemeye çalıştı: Bd K Degü (Look Homewai 1929); Of Urne and (Zaman ve Irmak Üstüne; Web and the Bode (Bes 1939); Mannherhouse (I sonra yayımlandı; 1948).
A.B.D’NDE SANAT
‘il
Amerikan sanatında üç dönem ayırt edilir: Avrupa sanatından yapılmış çeşitli aktarmaların ağır bastığı bi rinci dönem; Avrupa’da o sıralarda yaygın olan sanat anlayışına ayak \ uydurulmaya çalışılan ikinci dönem; bütünüyle A.B.D’ne özgü bir sanat düşüncesinin dogmaya başladığı, bağımsız Amerikan sanatım kurma çabalarının ağırlık kazandığı üçüncü dönem.
İNGİLİZ VE HOLLANDA SANATLARININ ETKİLERİ
A.B.D’nde yapılan ilk resimlerde İngiliz ve Hollanda resim sanatlarının , etkisinde kalındı. Bu resimler, Amerika’da yaşayan Avrupa kökenlfle-rin (Elizabeth dönemi sanatı; Fla- * mand sanatı), ruhsal durumlarını ve ’ kökenlerini yansıtıyorlardı. XVIII. yy’daki katı dinci anlayış yalnızca j portrelerin ya da aile tablolarının yapılmasına izin verdiği için,çok sayıda portre ressamı, genellikle naif ve beceriksizce yapıtlar oluşturdu. ; Benjamin West, Edward Hicks, Morris Hirshfield, yapıtlarında, naif bir anlayışla kırsal dünyayı yansıtırken, Washington Allston, Asher 3rown ve John Trumbull, bir yandan akademizme bağlı, tumturaldı bir yaklaşımla yurtseverlik konularını işlediler, bir yandan da düş ürünü, Italyan sanatından esinlenen manzara resimleri yaptılar. Kuşların yaşarına tutkun olan Audubon, kuşları gösteren renkli tablolar gerçekleştirirken, Martin Johnson Head de büyük deniz manzaraları yaptı. Resim sanatı bu yolda gelişirken, mimarlık da ulusal nitelik kazanan klasik bir sanat anlayışına yöneldi ve yeni Yunan üslubunda yapıtlar gerçekleştirildi: Washington’daki Capitole (Bulfinch, Latrobe, Thornton, 1863).
AVRUPA SANATINA YENİDEN AYAK UYDURMA
Ayrılık savaşının sona ermesiyle (1865), Amerikan sanatının ikinci dönemi başladı; resim alanında önemli koleksiyonlar oluşturulurken, mimarlık alanında da büyük ölçüde Avrupa sanatından esinlenildi: Richard Morris Hunt’ın, Rönesans üslubunda şatolan;RalphAdam Cram’ m yeni-gotik üslubunda üniversiteleri ve katedralleri. Whistler (1834-
1903), Mary Cassatt (1845-1927) ve John Singer Sargent (1856-1925) gibi ressamlarsa, Avrupa’ya yerleşerek izlenimci ressamlarla ilişki kurdular ve kişisel üsluplarım yitirmeksizin, yem Fransız resminden esinlendiler. Bu arada, luçbir akıma bağlanmayan sanatçılar da ortaya çıktı:
179 4
Willem De Kooning’in soyut Rauschenberg’in
anlayışta Beyaz ve Siyah adlı tablosu. Sörtme adlı tablosu.
180
r
< t-i ■
I
i
F ‘
k’un metalden îtek köprüsü: vBridge. îjöOSm mdaolan bu ranitten ^ayaklan 90 m $indedir), mimarlık
m ilgi çekici mden biridir.
EDWARD HİCKS
Ressam (Attleborough, Pennsylvania, 1780-Newton, Pennsylvania, 1849).
Üstü açık gezinti arabaları üreten bir fabrikanın cila atölyesinde çırak olarak çalışan Edward Hicks, bir süre sonra kendi adına bir araba cilalama atölyesi açtı. Çeşitli eyaletleri dolaşarak Quaker mezhebinin öğretisini yaymağa uğraştı. Alkolizme karşı savaşırken, dindaşlarının öfkesini üstüne çekti. Boş zamanlarında, insanlar arasında barış konusunu işleyen romantik, modası geçmiş, naif tablolar yaptı. Ama Nuh’un Gemisi (1846-1848) ve The Cornell Farm (1848’e doğru) gibi başardı kompozisyonlarında hayvanlan (öküzler, aflar, siyah domuzlar) en küçük ayrıntısına kadar tek tek işledi.
JAMES WHtSTLER Ressam ve gravürcü (Lowell, Massachusetts, 1834-Londra, 1903). Yirmi yaşında Paris’e giderek Baudelaire ve Manet’yle dostluk kuran James Whistler, izlenimciliği örnek alarak renk tonları üstünde durdu: Gri ve Yeşil Uyumu; Gri ve Siyah Düzenlemesi; Beyaz Senfoni. Bilinçsiz bir özentisizliğin ve ölçülü Ur duyarlığın yapıtlarına getirdiği karamsar havayla, değişik bir renk anlayışının öncüsü oldu. Prizma oyunlarına çok sık yer verdi ve Sanatçının Annesinin Portresi (1883, Louvre) adlı tablosuyla büyük ün kazandı.
MARK ROTHKO
Ressam (Dvinsk, Rusya, 1903- New York, 1970). 1913te Rusya’dan A.B.D’ne göçen Rothko, 1925’te New York’a yerleşti. Anlatımcılıktan ve gerçeküstücülükten büyük ölçüde etkilendi. 1‘947’de olgunlük dönemine ulaşarak New York okulunun başhca temsilcilerinden biri haline geldi. Rengi yavaş yavaş biçimden kurtararak, son derece aydınlık, büyük renkli yüzeyler boyadı.
ROBERT RAUSCHENBERG Ressam (Port Arthur, Teksas, 1925). 1925’te Black Mountain College’da (Kuzey Carolina) josef Albers’in yönetiminde çalışan Rauschenberg, 1953’te “AB White” ve “Ali Black” dizilerini sergiledi. Bu sergiden sonra, tuvallerine çeşitli nesneler yerleştirmeye ve action painting’e karşı çıkmaya başlayarak, Amerikan resminde önemli rol oynadı. 1958-1961 yıllan arasında çeşitli nesneleri kullanarak yaptığı ve “combine paintings” adım verdiği düzenlemelerle, pop’art’ın öncüsü oldu.
I
196Tdeki Montreal sergisinde Rickard Buckminster FulierSn, hafif saydam ve birbirinin aym öt£eterin
pavyonu.
I
t’ ■
.
4;.
A.B.D’nde mimarlığın simgesi haline gelen dev gökdelenlerden görünüş (Dallas kenti).
Vı de ancak 2 BOO 000 nüfuslu bir yerleşme merkezi ‘iliği kazanabilir ve nüfûsun % 75’i kentleşmiş la yaşar. Kentlerde çağdaş mimarlığı simgeleyen (üstte solda: Dynamic New Bonaventure Hotel: ağda: San Fransisko “Pimmid’V ile geçmişin izleri vtdır (altta ‘.Duvarları resimlerle süslenmiş eski bir ev t.
Duygulu manzara resimleri yapan Thomas Eakins (1844-1916); gerçek dünyadan çok düş dünyasını canlandıralı Albert Pinkham Ryder (1647-1917); vb.
DUCHAMPTN ETKİSİ
‘‘Ashcan School” topluluğuyla, üçüncü dönem başlamış oldu. Aşın servetlerini gözler önüne serip caka satanlara ve zenginliğin bölüştü-rülmesindeki eşitsizliğe karşı çıkan bu topluluk,1913’te A.B.D’nde ilk modem Avrupa sanatı sergisini düzenledi: Fransız ressamı Marcel Duc-hamp’ın Merdivenden İnen Çıplak adlı tablosu büyük ilgi gördü. 1908 yılından başlayarak, Matisse’in ve Picasso’nun tablolarım sergileyen Alfred Stieglitz (1864-1946) Amerikalılara modern sanatın en ileri akımlarım ve bu akımların yaratıcılarım tanıttı. Soyut sanatın öncülerinden sayılan Mac Donald Wright ve Morgan Russell’sa, orpheuöçulu-ğa (orfizm) yakın bir anlayış içinde çalıştılar.
Heykelcilik alanında, yalın bir sanat anlayışına yönelen Gaston Lachai-se, William Zorach ve Theodore Roszak doğalcılıktan uzaklaştılar. Bu arada Duchamp’ın etkisi üe ger-çeküstüciilerin otomatik yazı anlayışı, dadacıların ve anlatımcılarm
Louise Nevelson un Amerika’da Gün Ağanrken ve Yeni Kıta adh heykelleri.
ametaller
Fosfatlı gübre yığınları.
amfiboller
kullandıkları şiddetli renklerle kaynaştı ve ortaya yeni bir resim dili çıktı. Doğulu hattatlardan esinlenen ve “action painting”i kur an To-bey, kendinden sonraki birçok ressamı etkileyen Pollock, idine ve Rothko, bu yeni gelişmelerin öncüleri oldular.
POFAKT
1955 yılından sonra, soyut sanata bir tepki olan ve pop’art diye adlandırılan sanat akımı ortaya çıktı. Figüratif resme ve gündelik yaşamın gerçeklerine dönen bu akımın temsilcilerinden Rauschenberg ve Jasper Johns çeşitli nesneleri tablolarında
kullanırlarken, Roy Lichtenstein ile Andy Warhol fotoğraf ve çizgi resim yöntemlerinden yararlandılar. Pop’art’ı izleyen kavramsal sanatın temsilcileri Oldenburg ve George Segal kısa ömürlü, taşınamaz (kum üstüne çizilen çizgiler), satılamayan yapıtlar oluşturdular. Bu arada söz konusu sanat anlayışlarının dışında kalan iki heykelci çalışmalarıyla ilgi çektiler: Boyalı tahtadan yaptığı gizemli heykelleriyle Louise Nevelson; bir dizi soyut heykel yaptıktan sonra, 1932’den başlayarak demir saçtan devingenler yapmaya yönelen ve bu çalışmalarıyla kinetik sanatın önciisü olan Alexander Cal-der.
MODERN ŞEHİRCİLİK
A.B.D’nde mimarlar, moden hircilik anlayışı yaratarak ı rikan kültürüne gökdelenler sel özelliğini, benimsettirerel bir devrim yarattılar. Almaı Bauhaus okulunun anla: esinlenen Mies Van der İ (Seagram Building) ve Bau kurucusu Walter Gropius’ı sıra, Marcel Breuer, Fran Wright, aşın derecede kalal yükkentlerin gereksinimleri] laıimış, bazen kesin bir g( biçim taşıyan,bazen de mani işlevselciliğe dayanan betoı da camdan yapılar oluştun
Metallerin dışında kalan bütün elementler.
Ametallere uzun bir süre, metalsiler (metali andıran) adı verilmiştir; oysa günümüzde metalsiler terimi, hem metal, hem de ametal özelliği taşıyan elementleri belirtmek için kullanılmaktadır. Genellikle ametal sayılan on beş element şunlardır: Halojenler (flüor, klor, brom, iyot, astat); oksijen; kükürt; selenyum; tellür; azot; fosfor; arsenik; karbon; silisyum; bor (metal sınırında). Elementleri sınıflandırma çizelgesinde, ametal sayılan elementler sağ yanda yer alırlar ve “bor”dan “si-lisyum”dan, “arsenik”ten, “anti-mon”dan ya da “tellür” ve “astat” tan geçen bir çizgiyle metallerden ayrılmışlardır; çizelgenin sağ ucunda yer alan 0 grubu gazlar (tepkin-likleri çole azdır)’ ve tek başına» bir sınıf oluşturan hidrojen, bu ayırımın dışında kalırlar. Aynı sütunda yer alan elementlerin atom numaralan büyüdükçe, metal nitelikleri güçlenir.
ÖZELLİKLERİ
Ametaller, genellikle yeni kesildikleri anda bile, metal pırıltısı göstermezler (ama iyot pullan, grafit ya da antrasit, özellikle de gri antimon bu özelliğe uymazlar). Genellikle ısı ve elektriği de iyi üetmezler (Bkz. İLETİM); ama bu özellik de, grafit, kara fosfor, gri arsenik ve gri antimon (bu maddelerin alotrop çeşitleri) için geçerli değildir.
Katı ametaller sert ve kırılgandırlar; mekanik özellikleri çok kötüdür. Ametaller, metallerin tersine,- elektron yitirme eğilimi göstermezler, dolayısıyle yiikseltgen ya da çok yükseltgendirler. Oksitlerinden en az biri, suda çözünerek asit oluşturur; bu okside genellikle asit anhid-rit adı verilir.
Ametallerin elektronegatifliği (elektron yakalama eğilimi) çok yüksek olabilir; sözgelimi flüor, oksijen ve klor bu tür bir özellik taşır, dolayısıyla anyonlar (Cl’klorür, S2′ sülfiir, vb.) oluşturur ya da oksijenli anyonların (ClOf klorat, SÖV sülfat, vb.) büeşimine girerler. Elektroliz sırasında söz konusu anyonlar anoda yönelir ve bu kutupta bir ametal elde edilebilir.
Hidrojen, ametallerle +1 di yükseltgenerek çok kararlı t oluşturur (oysa metal hic hidrojenin yükseltgenmedil dir).
Katı ametallerde genellikli molekül biçimleri ya da mol hırları gözlenir. Özellikle o! ve sülfürlerde, ortak bağlı 1 ri kolayca oluştururlar. Self ve antimonun oksitlerinde, zincir biçiminde bir yapı : Elmasta karbon atomları a ki, silikatlarda silisyum ve atomları arasındaki güçl bağlar, elmasla kuvarsın ço malarının nedenini açıklar, lerin çevresinde genellik atom yer alır; n,elementleri dırma çizelgesinde ametal] aldığı sütunun numarası (n-
6 ya- da- 7), yani çevreLelek sayısıdır (sekizlik kuralı). Dumas’nın yaptığı gibi, a.< birleşme değeri (ya da değı verilen (8-n) teriminin aldı: lere göre tanımlanmış da ayrılabilirler: Halojenler te likli (n= 7 ve 8-n=l), kük nunun elementleri iki 1 (n=6), azot sütununda ye: üç değerlikli (n=5), karboı yum dört değerliklidir (n: mas, boru (genellikle üç d bazı metal özellikleri gösteı deniyle bu ayırımın dışuu mıştır.
İnosilikatlar grubundan büyük bir mineraller ailesi.
Silisyum ve oksijen tetraedrler, iki tepeyle bağlanarak bir zincir oluşturur; amfibollerin formülü R7 [SU On (OH)İ2 biçiminde yazılabilir; formüldeki R, kalsiyum, magnezyum; alüminyum ya da demir olabilir. Amfiboller, klor ya da flüor ile yer
değiştirebilenbir OH hidroksil iyonu içerirler. Silisyumun bir bölümünün yerini dörtte bir oranında alüminyum alabilir. Bu maddelerin bireşimi çok duyarhdır ve oh iyonunun oluşumıi için su gerekir. Bireşim su yerine flüor kullanılarak kolaylaştırılabilir ve yapay fluoroâmfîbol elde edilir. Ortorombik demir amfibolleri
olan antofilit ve gedrit dışı fibollerin tümü monoklinik billurlaşır. Gene bütün am 56°lik ve 124° lik açıladı iki dilinme doğrultusu göz doğrultular billurların tal leri üstüı^de eşkenar dört] nekli bir ağ oluşturur). Bil ğunlukla uzun prizma biçi:
F,
ama tane biçiminde küçük kütlelere de raslanır. Ayrıca, amfibollerin lifli yapıda türleri de vardır: “Am-yant”lar.
Monoklinik sistemde bülurlaşan amfibollerin başlıcaları, magnezyum ve alüminyum amfibolleridir. Magnezyum amfibolleri, soluk yeşilden renksiz türlere kadar değişen açık renkli, kesiksiz bir dizi oluştururlar; dizinin bir ucunda bileşimi Ca2 Mgs [S¡4 O,, (OH)]2 formülüyle verilen kalsiyumlu tür tremolit, öteki ucundaysa bileşimi Ca2 Fes [Si„ On (OH)] 2 olan demirli tür aktinot yer alır. Bu katı çözeltinin çeşitli türlerine, yanardağ kökenli başkalaşım kayaçlannda, özellikle başkalaşım kalkerleri,talklı şistler ve serpantinlerde, ikincil mineral olarak çok sık
raslanır. Magnezyum amfibollerinin öteki türleri arasında, pul biçiminde dilimlenen yeşim, asbest (ya da amyant), piroksenin bozunmasmdan kaynaklanan zümrüt yeşili uralit sayılabilir. En çok raslanan alüminyum amfibolleriyse, hornblend grubunu oluştururlar; büyük ölçüde değişken olan bileşimleri (Ca,Na,K)2 (Mg, Fe)6 [Sİ3 Al O« (OH)J2 formü-
lüyle gösterilebilir. Kahverengi (esmer) hornblend, demir bakımından zengindir; baz özelliği taşıyan lavlar içinde yer alır (çoğunlukla bir zırh görevi yapan ve saydam olmayan mineral aylasıyla çevrilmiştir). Demir oram daha düşük olan yeşil hornblend, bir başkalaşım kayacı mineralidir; genellikle gnays ve amfibol şistlerinin temel bileşenleri-
ni oluşturur. Hornblend, çoğunlukla piroksenin bozunmasmdan kaynaklanan bir ikincil mineral biçiminde ortaya çıkar. Amfibollerin üçüncü türünü, sodyum amfibolleri oluşturur . Na2 Fes*[Su O« (ÖH)]2 formülüyle gösterilen riebeckit, maviden siyaha kadar bir renk yelpazesi sunar ve bozunduğunda, kuvarsla birlikte yan değerli bir taş olan kaplangözünü oluşturur. Çok koyu renkli “arfvedsonit’’e baz niteliği taşıyan püskürük kayaçlarda rasla-mr. Na2(Fe.AI)s[Sİ4 0ı,(0H)]2 formülüyle gösterilen lavanta mavisi, renkli glokofan lifli bir yapı sunar ve sodyum halamından zengin başkalaşım kayaçlannda oluşur. ■
iteotr
ki amfiteatrdan }■
Basamaklarla çevrili yuvarlak ya da oval biçimli yapı.
Amfiteatrların ilk örnekleri Etrüsk-ler tarafından yapılmış, eski Sut-rium kentinin bulunduğu yerde, kayalara oyulmuş bir amfiteatr ortaya çıkarılmıştır.
Roma’da gladyatörlerin karşılaşmaları önceleri sirklerde yapılırken, sirklerin biçimi bu tür gösterilere pek elverişli olmadığı için, kısa süre sonra Etrüsklerinkine benzer amfiteatrlar yapılmıştır.
COLOSSEUM
Bütünüyle taştan olan ilk amfieatr, Vespasianus zamanında yaptırılmaya başlandı, Titus tarafından 80 yılında açılışı yapıldı: 82’de de Domi-tianus tarafından ¿tamamlatıldı. Önceleri. Flavius amfiteatn adı verilen bu yapıyı, halk sonradan, dev boyutlarından ötürü Colosseum diye adlandırdı. Elips biçiminde olan Colosseum, yaklaşık 23 036 m2 ’lik bir alana yayılır (186 m uzunluk, 156 m
ye
U<
genişlik). Arenanın (amfiteatrın merkezini oluşturan, hayvanların ya da gladyatörlerin akan kanlarım çekmesi için kumla kaplanmış alan) yüzeyi 86 m uzunlukta, 35 m genişliktedir.
Çevresinde 5 m yükseklikte duvar (vahşi hayvanlar üe insanları, birbirinden ayırmaya yarayan podium], hemen üstünde de seyircilere ayrılmış bâsamaklar yer alır. O dönemde birinci sıra senatörlere, yükşek görevlilere, elçüere ve Vesta rahiplerine ayrılmıştı. İmparatorun locasıyla, konsüllerin locası arenamn küçük ekseninin iki ucunda birbiriy-le karşı karşıyaydı. Sonraki sıralar birbiri üstünde yükselip üç dizi oluşturuyordu; her dizi galerilerle birbirinden ayrılmıştı. ‘‘Podium”a dikey olan merdivenler sıra dizilerini kesiyor, böylece seyircilerin kolayca [erlerine geçmeleri sağlanıyordu, çüncü galerinin arkasmda, kapıları, pencereleri bulunan sütunlarla, “yuva’larla (niş), heykellerle bezenmiş duvar, haÚca ayrılmış sıraları (popularía) ayırmaktaydı. Köleler en son sırada, kadınlarsa yapıyı üst bölümünde çevreleyen revakın altında otururlardı. 80000-100 000 seyirci alabilen Colosseum’da “po-dium”un hemen arkasında, yüksek görevlilerin oturduğu yerin altında, arenaya çıkacak.;va}ışi hayvanların tutulduğu localar yer almaktaydı. Her şey amfiteatrın kısa sürede bo-şaltılabilmesi için düzenlenmişti. Bütün Ortaçağ boyunca, sırasıyla kale, vebalılar için hastane, hırsızlar tarafından barınak, şövalyeler tarafından kapalı yanş alam olarak kullanılan‘Çolosseum’un taşlan, çeşitli yapı çalışmalarında kullanılmak için sökülüp yağmalandı: Farnese, San Marco sarayları, vb. birçok yapı, Colosseum’dan sökülen taşlarla yapıldı. Bu yağma hareketine ancak XVm. yy’da son verildi ve Papa
185
Tunus’taki60000 kişilik El Cem amfiteatrı.-
Clemens X, Pius VII, Leo XII gibi papalar, büyük onanın çalışmalan yaptırdılar.
ÖBÜR AMFİTEATRLA»
İtalya’da Capua, Pompei ve Vero-na amfiteatrlan, geçmişteki göz kamaştırıcı, özelliklerini büyük ölçüde korumuşlardır.
İstria’daki Pola amfîteatrmmsa, ayrı ve önemli bir yeri vardır: Dış duvarı içinde merdivenlerin yer aldığı dört önbölüm üe berkitilmiş tek amfiteatrdır. Galya’da da (günü-
müzün Fransa topraklan) < da amfiteatr yapılmış, bı Arles, özellikle de Nîmes a: lan, çok iyi korunmuşlardı yy’ın ikinci yansından kale lan Nîmes’deki amfiteatr e mindedir; toplam 10 628 n alanı içine alır. İç düzeni um’unkinin aynıdır.
TÜRKİYE’DE AMFİTEATRI
Türkiye’de amfiteatr nitelig yapılara özellikle Bergama batısında, Büyük Menderes deki Sultanhisar’da (eski aı Antalya dolaylarındaki ] Nazilli yakınlarındaki Geyrı adı Aphrodisias)ve Efes’te ı
Hücre dokusunun havayla dolarak genişlemesi.
Amfizem, boyna ya da göğse gelen bir darbenin soluk borusunda, yemek borusunda, bronşlarda ya da akciğerlerde bir yırtılmaya neden olması sonunda deri altında ortaya çıkabilir (elle muayenede hekim çok özel bir çıtırtı sesi algılar); ama amfizem teriminden çoğunlukla, 50 yaş üstündeki kişilerde oldukça sık ras-lanan akciğer amfizemi anlaşılır. Akciğer amfizemi akciğer hava keselerimde (petekler; alveoller) genişlemeyle. ortaya çıkar. Astım gibi süreğen solunum yollan hastalıkları, vereme bağlı akciğer sertleşmesi, savaş gazlan, benzin buharı, saf azot soluma sonucu zehirlenme gibi hastalıklar akciğer amfizemine
yol açabilir. Ama amfizem yaşlı kişilerde, başka bir hastalığa bağlı olmaksızın da ortaya çıkabilir. Bozunlar bazen yâlnızca belli bir bölgede sınırlanmıştır (bu durumda genellikle bir röntgen incelemesiyle ortaya çıkarılırlar); ama çoğunlukla, tıkanmış ya da bir ur tarafından sıkıştırılmış bir bronşun geçtiği akciğer bölgesinde ortaya çıkarlar. Bu durumda, amfizemli hastanın göğüs boşluğu yuvarlaklaşır, göğsün boyuttan büyür, solunum hareketleri zayıflar. Hasta, özellikle soluk verirken büyük güçlük çeker ve akciğerlerindeki havayı boşaltamaz. Göğüs dinlendiğinde, akciğerdeki havanın artışıyla orantılı, aşın bir ses duyulur (ötümlülük artması). Röntgen incelemesinde, diyafram
hareketsizliği ve akciğerle aydınlık saptanır. Hastalık vaş ilerler. Bronşlan ya da etkileyen enfeksiyonlar ortaya çıkar ve sıkıntı veri sürüğe yol açar; bu enfeks tekrarlanması kalp yetmez den olur. En küçük bir çabı dığmda soluğu daralan hai ket ederken çok ağır davrs randa kalır. Tedavide bal meyi ve solunum yollarım meyi kolaylaştıran üaçlar yonlara ve iltihaplanma üaçlar kullandır. Solunu maları ve sıcak su banyola ğm ilerlemesini durdurur mn yaşamını kolaylaştmr.
Amonyaktaki NH3 hidrojen atom-larının bir bölümünün ya da tümünün, tek değerlikli hidrokarbon kökleriyle yer değiştirmesi sonucunda elde edilen organik büeşiklerin tür adı.
Aminler, söz konusu köklerin niteliğine göre (alkil ya da aril) ikiye ayrılırlar: Alifatik aminler (alkilamin-ler); aromatik aminler (arilaminler). Aynca, hidrojenle yer değiştiren köklerin sayısına göre de bir ayrım yapmak gerekir: Birincil aminler (örnek: CH3 – NH*,metüamin); ikincil aminler (örnek: CH3 – NH – C2H5, metiletüamin); üçüncül aminler
„ , R-N-R1 v. „ örnek; I . Üçüncül amin R”
örneği olan trimetilamin (CH3)3 N, balık etinin bozulması sırasında oluşur (kokmuş balığa tiksindirici bir koku veren etmenlerden biridir); 1000° C dolayında aynşarak hidrosiyanik asit verir (bu tepkimeden’ söz konusu asidin hazırlanmasında yararlanılır). Aminleri 1848’de Wurtz
bulmuş, 1850’de de Hofmann incelemiştir.
1. ALİFATİK AMİNLER. Üç amin sınıfının karışımı, *Hofmann yöntemiyle hazırlanabilir; bu yöntem amonyağın ya da bir aminin bir RX halojen türeviyle alkilleştirilmesine dayanır ve aşağıdaki formülle gösterilir:
RX + 2NHa ■ * R – NHj + NmX.
Ayrıca torin üstünden 300°C’ta amonyak ve alkol buharlan geçirilebilir (Senderens tepkimesi). Yalnızca birincil amin elde etmek istenirse, nitrat, amit, nitril, vb. azotlu türevler hidrojenlenir. İkincil aminler için, R – CO – NH – R’ türü bileşiklere hidrojenleme uygulanır; üçüncül amin hazırlamak içinse bir birincü amin ile bir alkolün tepkimeye girmesi sağlanır. Amin dizisinin ilk üyeleri amonyağa çok benzeyen, suda büyük oranda çözünen, amonyak ve balık kokulu gazlardır. Dizinin daha ileri düzeydeki üyeleri, ■uçucu, genellikle sert kokulu hafif sıvılardır. Aminler, azot’atomunun serbest bir elektron çifti taşıması;
nedeniyle, Lewis bozlan rurlar (zayıf ama amonya güçlü bazlardır).Asitlerle düncül tuzlar verirler: CH3-NH3+Cr metil amo rür. Alkali metallerle oluştururlar. Bu aminler c reşimin ara maddeleridir .
2. AROMATİK AMÎNLEF bun başlıca temsücisi, Unverdorben’in bulduğu (CgHs – nh2 ). Olağan sıcı ğımsı bir sıvı olan anilin ışık etkisiyle kolayca yüks renk kazanır; nitrobenze jenlenmesi sonucunda e yoğunlaşarak açık mor, renkler alır; amonyaktan bir bazdır. Nitrözasit, 0°C tamda anilinle tepkimey kimyasal bireşimin önemi deleri olan diazonyum tuz turur; bu tuzlar özellikle 4 ğunlaşarak, uygulamada boyar maddelerin yalda; sağlar (anilin sansı, hel lincik kırmızısı, vb.). As bir maddedir; deriyle de.ı
lir. Birçok önemli kimyasal bileşik, amin işlevi taşır: Fenilendiaminler; yapay iplik üretiminde kullanılan amitler (R-CO-NH2); vb. Tetra-metilendiamm (pütresin) ve penta-
metilendiamin (kadaverin) gibi bazı diaminler çok iyi tanınan bileşiklerdir; bazı azotlu bileşiklerin (et) ayrışması sırasında aminoasitlerden oluşur ve zararı abartılan ptomain-
ler sınıfına girerler. Hegzametilen-diamin,naylon üretiminde kullanılan temelmaddelerden biridir.
Aynca, aminoasitler biyokimyada temel rol oynarlar. ■
Amino öneki, alifatik, çevrimsel ya da ayrık çevrimsel bir karbon zincirinden oluşan, bir ya da birden çok kar boks il (- COOH) ve amin (- NH2) işlevleri taşıyan bütün bileşikler için kullanılır.
Biyolojide son derece önemli olan aminoasitler, genellikle karboksil işlevine göre <* konumunda bir amin işlevi taşırlar; dolayısıyla, genel formülleri şöyle verilebilir:
nh2
I
R-C-COOH
Bu bileşikler, optik açıdan etkin maddelerdir (bunun nedeni a karbonunun bakışımsız olmasıdır) ama R kökünün bir hidrojen atomundan oluştuğu glisin (glikolcol) bu özelliği göstermez. Aminoasitlerin terimler sözlüğünde, a karbonuna göre formül biçimini göstermek için D ve L harfleri, optik dönme yönünü belirtmek için +ya da — işareti kullanılır. Formüllerindeki bakışımsız karbonların sayısına göre birçok stereo-izomer bulunan aminoasitler, doğal proteinlerin bileşeni olarak L—izomeri taşır (D—glütamik asitten yararlanarak bazı mikroorganizmaların kavkılarını oluşturan poli-peptitler dışında). Aminoasitlerin biyolojideki önemi, polipeptit ve proteinlerin oluşumunun, bu asitlerin bir kimyasal bağla zincir biçiminde birleşmelerine bağlı olmasından ileri gelir:
R — NH2 + COOH – R’ – R – NH – CO – R’ + H20
Bu zincirler DNA’nın RNA molekülleriyle detilen şifreli bilgüer uyarınca, proteinlerin biyokimyasal bireşimi sırasında (poliribozomlar düzeyinde), canlı hücrelerde oluşur. Nitekim bütün proteinler, özel bir düzen içinde çok uzun aminoasit dizilerinin birleşmesi sonucunda ortaya çıkarlar. Aminoasitler biyolojide aminoasit olarak ya da küçük zincirler (peptitler) biçiminde rol oynarlar. Küçük zincirlere örnek olarak tiroyit hormonlarının (tirozimn türevleri) yanı sıra, şu bileşikler gösterilebilir: 32 aminoasidin birleşiminden oluşan kalsiyum azaltıcı hormon tirokalsitonin; “yüksek enerjili” denilen fosforlu yedek bir birikim biçimi sunan kreatin. Ayrıca, çeşitli metabolizmaların ara ürünü olan çok sayıda aminoasit vardır.
ÇÖZÜMLEME YÖNTEMLERİ
Proteinin hidroliz ürünleri içinde aminoasitleri tanımak ve miktarını belirlemek için yöntemler geliştirilmiştir. Doğal aminoasit karışımlarının karmaşıklığından ötürü şu yöntemlerin kullanılması gerekir: Yansız bir soğuruculu ya da iyon değiş-tiricili sütun kromatografisi; iki boyutlu kâğıt kromatografisi (çizim 1); jel (jeloz ya da nişasta); kağıt üstünde eletroforez (çizim 2). Son iki yöntem birleştirildiğinde çok iyi ayırma işlemleri uygulanabilir.
METABOLİZMA
Aminoasitler canlı organizmaların olağan ve sürekli bileşenleridirler. Bütün protein yapılarının temel öğelerini oluştururlar. Bireşimleri olağan protein metabolizmasının ayrışmasından kaynaklanır. Sindirim sırasında proteoliz enzimleri, proteinleri ayrıştırır ve art arda hidrolizle, aminoasitler açığa çıkar; bu asitler de besin proteinlerini oluşturur. Bir organizmanın enzim bakımından zenginliği incelendiğinde,’ bazı hayvanların çeşitli aminoasitlerin bireşimini sağlayamadıkları, dolayısıyle onları günlük besinlerden elde etmek zorunda- kaldıkları anlaşılır. Aminoasitlerin biyokimyasal bireşimi, aminleşmeyi ve aminlerin aktarılmasını içeren bir enzim sürecine bağlıdır. Söz konusu süreçte bir a -ketonik aside bir amin işlevi aktarılır; a – ketonik asit de, koenzimi B6 vitamini olan transammazm etkisiyle bir ilk aminoasitten oluşur (çizim 3). Bu kimyasal tepkimelerin önem ve şiddetini anlamak için, bireşimle oluşmuş hiçbir proteinin dönüşmez bir madde olmadığını, sürekli yenilenen, parçalanan, yeniden bireşen
Site*, ® .. . Tirııün
YM q aminobûtfrjk^; Metyonm asit sülfat
_ Aspartik
«H Sisteık asit
L- *
•vfpt’
-u
amino- HMİH ■■■■a. amino-
asit MB 4 as«t ’
-S’,
■ ■ I . ■
s*
■ I
Çİ2.3
R4
Protein:
Polipeptit
zincirinin genel yapısı.
187
Çok genel bir sınıflandırmayla L dizisine bağlı 20 doğal aminoasit vardır. Bunlar R köklerinin kimyasal yapısına göre iiç grupta toplanır.
AMİNOASİTLER KISALTMA KİMYASAL ADLANDIRMA
1. Alifatikler a) tek karboksilli alanin ala a -aminopropyonik asit
monoaminler giisin ya da glikokol gli aminoasetik asit
izolösin ilö « -amino- p -metil-n-valerik asit
lösin lö « -amino-izokaproik asit
serin ser “. -amino- p-hidroksipropyonik asit
treonin tr B-metil-serin ya da « -amino-B-hidroksibiitirik asi
valin val a -amino-izovalerikasit
b) kükürtlüler sistein* sis ot -amino- p -tiyolpropyonik asit
sistin sis-sis (2 sistein molekülünün yoğunlaşmış biçimi)
metyonin* met a -amino- p -metiksiltiyobütirik asit
c) iki karboksilli aspartikasit asp a -aminosüksinik asit
monoaminler glütamik asit glü a -aıninoglütarik asit
d) tekkarboksilli iisin* lis « • e -diaminokaproyik asit
diaminier arjinin arj a -amino- 6 -guanidilvaleryanik asit
2. Aromatikler fenilalanin fe a -amino- p -fenilpropyonik asit
tirosin tir a -amino-p -P-hidroksifeniipropyonik asit
3. Ayrık çevrimsel prolin pro pirolidin-2-karboksilik asit
olanlar hidroksiprolin hip pirolidin-4-hidroksi-2-karboksilik asit
histidin* his a -amino- p -imidazolllpropyonik asit
triptofan* tri a -amino- p -indolilpropyonik asit
• İnsan için gerekli aminoasitler.
bir yapı olduğunu anımsamak yeter-lidir. Bu nedenle bir organizmanın, besinlerle alman hazır malzemelere karşın, onları parçalayıp, döküntülerden kendine özgü malzemeleri yeniden oluşturmasında şaşılacak bir yan yoktur.
Biyokimyasal bireşim sonuçlandığında, aminoasit bir molekül yapısı kazanır; sonra, metabolizmanın katı
yasası uyarınca, amin giderme süreciyle parçalanarak bir <* — keto-nik asidin (ya da karboksil) oluşmasını sağlar ve amonyak gazı açığa çıkarır. Çok zehirli olan amonyak gazı ancak suda yaşayan türlerde elenir. Kuşlarda ürik aside,memelilerde üreye dönüşerek zehirleyici niteliğini yitirir. Aminleşmeyle amingiderme olayları, aminoasitle-
rin kimyasal bireşim ve parç olaylarını birbirine bağlar ‘ ketonik asit aracılığıyla git (şekerler) metabolizmasına mr.
AMİNOAStTLERÎN TÜREVLİ
1° AMİNLER: Enzimse! kart» derme sonucunda (biyolojik 1 içinde) aminoasitlerin -coo yitirmeleri güçlü bazlar olu; yol açar. Bu bazlara bazı me ma tepkimeleri sırasında n aşağıdaki Od örnek bu mari fizyolojik önemini ortaya a) Histidinden enzimsel kt gidermeyle elde edilen hi alerji ve aşırı duyarlık ola bağlıdır; b) triptofan ve k triptofandan enzimsel karbt dermeyle elde edilen tripta serotonin (ya da hidroksitrip merkez sinir sisteminde araı vi üstlenir. Btttün bu mad oldukça yüksek zehirleyici taşıdıklarını unutmamak gen 2° BETAİNLER: Bir amin amin işlevini ddrdünciil aı biçiminde permetilleme, bu asidi güçlü bir baza dönüştl çok belirgin baz niteliğiıie betaine canh hücrelerde dt mr; sözgelimi glisinin parça! sonucunda oluşur.
amip
Kökkamçılılar âltkolundan ve kök-ayaklılar üst sınıfından birhücreli hayvan. Amipler iki takımda toplanır: Çıplak amipler; kabuklu amipler.
Çıplak amiplerin en iyi örneği, Amoeba proteus türüdür. Boyu 0,5 mm olan ve tatlı sularda yaşayan Amoeba proteus değişken çevreli bir hücre görünümündedir. Katı bir dayanak üstünde bulunduğu zaman, sitoplazması dışan doğru yalancıba-cak denen bir uzantı çıkarır ve hücrenin bir bölümü bu uzantının içinden geçer. Amip avını (genellikle birhücreliler) iki yalancıbacak arasına alarak yakalar; sonra çok triiçük bir kese biçimindeki boşluk (sindirim kofulu) içine alarak sindirir. Bu sürece hücreyutarhğı (fagositoz) denir. Amip üremek için ikiye bölünür: Bir amip çekirdeğinden, birbiriyle özdeş iki yavru amip oluşur. Ama bazen, amip çekirdeği yüzlerce küçük çekirdeğe de bölünebilir. Küçük çekirdeklerin her biri, az miktarda sitoplazmayla ve dayav nıklı bir kılıfla (kist) kaplanır (buna kistleşme denir),‘sonra kistler dağılır
Canlı varlıkların en yalım olan amip, hareket etmesini ve beslenmesini sağlayan uzantılar (yalancıbacaklar) çıkarır.
•yj yalancıbacak
ve türün her yana yayılmasını sağlarlar. Çıplak amiplerin yaşama biçimleri birbirinden farklıdır. Büyük çoğunluğu tatlı sularda, bazıları denizlerde ya da nendi topraklarda yaşar; bazılarıysa asalaktırlar. Kabuklu amiplerin en iyi* örneği olan Arcella cinsinin üyeleri sert bir kı-
lıtla kaplıdırlar ve özellik sularda yaşarlar. Asalak ı hastalıklara neden olabiliri zanteri amibi (Entamoeba d riae histolytica) insan bari ciddi bir hastalığa yol açar, likle sıcak ülkelerde görülen dizanteri, İkinci Dünya savı sonra ılıman ülkelerde de e maya başlamıştır. Hastalık, i larda bulunan,amip kistleri tulmasıyla bulaşır. Amipli di barsakta yerleşerek ishalleri dizanteriye ve süreğen bars habına neden olur. Karacij etkileyerek karaciğer iltihaİ da apsesine (amipli apse) yo! lir. Ayrıca, akciğerde, kafa böbrekte ve deride de amip! lere raslanabilir.
Amipli dizanteri, iyileştirilı dukça zor bir hastalıktır; etk biyotikler ve amip öldürücü bulunmasına karşın, iyileş hastalar yeniden kolayca an zanteriye yakalanabilir. An neden olduğu hastalıklardan manın en iyi yolu, içme suyu; natmaktır.
188
Triyas dönemi ile Tebeşir devri arasında yaşamış kafadanbacaklı fosil yumuşakçalar.
Amonitler dört solungaçlı kafadan-bacaklılar takımında [Ammonoidae) yer alırlar. Devonyen’de ortaya çıkan ve Tebeşir devrinde ortadan kalkan bu deniz yumuşakçalarının en belirgin özelliği sarmal biçimli kavkılarıdır.
Kavkıların dış yüzünde bazen kaburga, diken, kıvrım, yumru biçiminde bezekleri bulunan ince oyuklar görülür. Hayvanın gövdesi, kavlanın başlangıç bölmesine “sifon” denilen dar bir boruyla bağlanır. Bölmeli odacıklardan geçen sifonun duruşu, ammonoidae takımının sınıflandırılmasında önemli bir rol oynar: Söz konusu sifonun duruşuna göre ammonoidae takımı ikiye ayrılır: tç sifonlular;dış sifonlular. İç sifonlularda (üst Devonyen’de yaşamış kafadanbacaklı fosil yumuşakçalar) sifon, kavkının iç kenarında yer alır; ağzı, başlangıç bölmesine dönüktür. Dış sifonlular, kavkıyı bölmeli odacıklara ayıran birleşme çizgisine dayanılarak üçe ayrılırlar: Gonyatitlen seratitler; amonitler.
Uç değişik amonit kavkısı.
Kavkm büyümeye ve bozulmaya başlamış (türün yozlaşma belirtisidir). Tebeşir devrinden kalma bir amonit fosili.
Kavlanın içinde çeşitli loblar ve yollar vardır. Devonyen ile Permi-yen dönemleri arasında yaşamış olan gonyatitlerde, loblar ve yollar yalındır. Gonyatitlerden türedikleri sanüan ve Permiyen üe. Triyas dönemleri arasında yaşayan seratit-lerdeyse, loblar dişli ama yollar yalındır. Gerçek amonitler de kendi aralarında üçe ayrılırlar: Filo seratitler (Phylloceratidae); litoseratit-ler (Lytoceratidae); amonitgiller (Ammonitidae). Triyas döneminde ortaya çıkan monofilit cinsi (Mo-nophyllites), Tebeşir devrine kadar evrim geçiren filoseratitlerin kaynağım oluşturur. ■
Azotun hidrojenle oluşturduğu bir bileşik (NH3).
Adını Mısır tanrısı Amon ya da Am-mon’un adından alan amonyak (tanrı Amon’un tapınağı yanında üretilirdi) çok eski dönemlerden bu yana bilinmektedir .Formülünü 1785’te Berthol-let düzenlemiş, kimyasal bireşimim 1908’de Fritz Haber gerçekleştirmiştir.Amonyak, kendine özgü ve boğucu bir. kokusu olan renksiz bir gazdır. Olağan basınç altında —33°C’ta kaynar, —78°C’ta katılaşır ve 8,8 atmosfer basınç altında 20°C’ta kolayca sıvılaşır. Sıvı amonyağın buharlaşma ısısı çok yüksek olduğundan, soğutucularda soğutma etmeni olarak kullanılır. Suda çözünme oranı, 0°C’ta bir litre suda 1170 litre gibi çok büyük boyutları bulur.
Dolayısıyle, çelik kaplarda sıvı halde depolanabilir ve sulu çözelti biçiminde satılabilir.
Amonyak, azot ve hidrojenin kimyasal bireşimiyle hazırlanır. Isı açığa çıkaran, bu tersinir tepkime, bir hacim daralmasına yol açar ve şu denklemle gösterilir:
Nü + 3 H2 2 NH3
Amonyak üretiminde düşük sıcaklıkta çalışılırsa, verim artar. Ama tepkimenin hızını yükseltmek için, katalize başvurmak gerekir. Bununla birlikte, günümüze kadar bulunmuş en iyi katalizör olan etkin dendi*, sıcaklığı 500°C’ın altına düşürme olanağı vermediği için, kullanılan yönteme göre 200, 600 ya da 1 000 atmosfer basınç altında işlenir
(eskiden amonyak, lağım çukurlarında toplanan ürenin mayalanması sonucunda ortaya çıkan amonyum karbonatın ayrıştınlmasıyla hazır-lanırdı).
Amonyak, sıcakta indirgeyici özellik gösteren, oldukça kararsız bir maddedir. Oksijen içinde yanarak azot verir; ama katalizör olarak platin ağ eşliğinde, azotoksit ( NO) elde edilir; bu oksidin su eşliğinde yük-seltgenmesiyle nitrik asit hazırlanır; nitrik asitten de, nitratlar ve azotlu türevler elde etmede yararlanılır. Amonyak alkali metallerle, ornatma (yer değiştirme) ürünleri olan ami-dürleri ( NaNH2), imidürleri (Na2NH ) ve nitriirleri ( Na3N) verir. Ornatma organik köklerle sağlanırsa, elde edilen bileşikler, aminler ( R. – NH:).
189
iminler (R – CH = NH) ve amitlerdir ( R -,CO – NH2 ). Bütün bu maddeler, organik bileşiklerin kimyasal bireşiminde önemli ara ürünleri oluştu-rür. Amonyağın katılma bileşikleri arasında amonyakatlar (2 AgCI, 3 NH3 ) ve karmaşık bileşikleri am-minler yer alır. Sözgelimi bakır tet-rammin iyonu ya da “gök mavisi” [Cu (NH3)4]2+, cu ^oh)2 bakır hid-roksidin amonyakta çözünmesini açıklar. Nitekim Schweitzer çözelti-
si, havada bırakılmış bakır yongaları üstüne art arda birçok kez amonyak çözeltisi dökülmesiyle elde edilir. Selüloz ve bileşiklerini çözme özelliği gösteren bu çözelti, bakırlı ipek denilen yapay ipeğin üretilmesini sağlar. Asitler bir Brönsted bazı olan amonyakla, dördündü amonyum tuzlan oluştururlar. Hidroklo-rik asit şişesi bir amonyak şişesine yaklaştırılırsa, beyaz amonyum klo-riir (NH4CI) dumanlarının oluştuğu
görülür . Karbondioksitle biı deyse önce karbamat, so: (NH2-CO-NH2) oluşur. Amonyak çoğunlukla gübı ininde (özellikle amonyum 1 sülfat) kullanılır ¡ayrıca nitr ( HNO3), ürenin (önemli bir, ve formolüre plastik mad< hammaddesidir), elektrik pi amonyum klojriiriin ve ko yağ gidericilerin, hazırlan yararlandır.
Ampère
André-Marîe Ampère
Fransız fizikçisi ve matematikçisi (Poleymieux, Lyon yakınları, 1775-Marsilya, 1836).
Daha çocukluğunda çevresindeki. ^ıesnelere, özellikle matematiğe büyük ügi duyan, ayrıca edebiyat, fel-r sefe ve şiirle ilgilenen André-Marie Ampère, matematik öğretmeni oldu. Bourg-eıj-Bresse’de (Ain) fizik dersleri verdiği yıllarda yazdığı Considérations sur la théorie mathématique du jeu (Oyunun Matematiksel Kuramı Üstüne Düşünceler) adlı ilk yapıtıyla ügi uyandırdı ve önce Lyon Koleji’ne sonra Politeknik Okulu’na matematik öğretmeni olarak atandı (1805). Üç yıl sonra üniversite genel
denetmenliğine getirildi.
Ük çalışmaları matematikle ilgili olan Ampère,ancak 45 yaşma doğru fizik ve elektrikle ilgilenmeye başladı. Mıknatıslar üstünde elektrik akımının etkisini, 1820’de ilk olarak açıkladı: Daha önce DanimarkalI fizikçi OErsted mıknatıslanmış bir iğnenin, akım geçen bir tel yakınma yerleştirildiğinde saptığını gözlemlemiş,ama bu ügi çekici olayı açıklayamamıştı: Ampère, mıknatısların ve akımların karşılıklı etkilerini inceleyerek bu sapmanın, kuralım ortayâ koydu (Ampère’in gözlemcisi, ayaklarından başına doğru akım geçecek biçimde Setken üstüne yerleştiği
zaman, mıknatıslı iğnenin ki bunun sola saptığım gördü) rın karşılıklı etkilerini ince elektrodinamiğin temelini s natıslar kuramı ile elektrik kuramım birleştirip, elei netizmayı buldu. Arago’yle yaparak, elektrik akımının demiri mıknatıslaması 0la1 tadı: böylece, telgrafın, ele natısm, dinamonun (Bkz. VE MOTOR), galvanometrı nin gerçekleştirilmesine kaı lundu. Bilim alanını büyü zenginleştiren buluşları, sa nında da birçok uygulame çekleştirilmesini sağladı.
ampermetre
Elektrik akımının “amper”le (A) belirtilen şiddetini ölçmeye yarayan aygıt.
Ampermetrenin ölçülecek akımın tümünü geçirecek biçimde bir devreye yerleştirilmesiyle seri bağlantı ger-
ÇİZ.1- . L hareketsiz^
Çiz. 2
Üç ampermetre:
Elektrodinamik ampermetre (çizim 1); ferromagnetik ampermetre (çizim 2); isti ampermetre (çizim 3).
çekleştirilir.Hareketli bir donatımın, bir magnetik alandan akım geçişi sonucunda ortaya çıkan dönüşü, elektrik şiddetini belirleme olanağı verir.
Elektromagnetik ampermetre, hareketli kadranlı bir aygıttır. Göstergenin sapma miktarı, ölçülecek akımın şiddetiyle doğru orantılıdır. Çok sık kullanılan bu aygıt şöntlenmiş bir elektromagnetik galvanometre sayılabilir.
Elektrodinamik ampermetre (çizim 1) yukarda belirtilen aygıtlarla aynı ilkeye dayanır; ama magnetik alan (Bkz. MAGNETİZMA) sürekli bir mıknatıs yerine, ölçülecek akımın geçtiği bir bobin çiftiyle sağlanır. Elde edilen sapma, akım şiddetinin karesiyle orantılıdır; dolayısıyle kadran bölmeleri eşit aralıklı değildir. Ferrodinamik ampermetre, elektrodinamik ampermetrenin değişik bir biçimidir; elektrodinamik etkileri güçlendirmeye yarayan ferromagnetik parçalar taşır. Ferrodinamik ampermetrede (çizim 2), demirin, akım geçen bir bobinin magnetik alanı etkisiyle mıknatıslanmasından yararlanılır. Çok sık kullanılan, bu sağlam ve ucuz aygıt pek duyarlı değüdir. Hareketli mıknatıslı ampermetre, ölçülecek alcımın geç-
tiği bir bobinin, bir mıknat deki etkinliğini kullanır, ampermetre, joule etkisine ölçülecek akımın geçişiylı rençte açığa çıkan ısı, bir kaynak noktasında sıcaklı! rir; ısıl çiftin kutuplarmd çıkan elektromotor güç i dolayısıyla ölçülecek atomu ne bağlıdır. Bu aygıtın üı yüksek frekanslı dalgalı i çalışabilmesindedir. Uyg seçilen işleve göre, bi (ampermetre) ya da geril metre) ölçmek için genellik aygıt kullanılır. Zaman için değişikliklerinin incelenme! dici ampermetrelerle büyi kolaylaşır.
BİR AMPERMETRENİN ftZElltKIJRBt
İÇ DİRENÇ: ölçülecek akut tini değiştirmemesi için,ele ğince düşük olmalıdır. ÇAP: ölçülebilir akım şidc büyük değeridir.
SINIF: Okumada, bölmeler sek yüzdesi olarak mutlak ği gösterir.
ampirizm Bkz. deneycilik
190
»lifikatör
Genliği ya da gücü dolaysız kullanım için genellikle yetersiz olan giriş sinyalini yükseltmeye yarayan aygıt. Sinyale sağlanan ek enerji bütün durumlarda bir dış kaynaktan alınır; giriş sinyali bu enerjinin çıkış sinyaline aktarılmasını yönetir.
Çok çeşitli alanlarda kullanılan birçok amplifikatör türü, sözgelimi yükseltme öğesinin niteliğine, sağlanan güce, komut sinyalinin biçimine ya da geçilen şerite göre sınıflandırılabilir. Amplifikatörleri gerçekleştirmek için, hidrolik vanalardan elektronik sistemlere kadar birçok elverişli fizik olayından yararlanılabilir, ama, en çok başvurulan yol elektronik sistemlerdir. Amplifikatörlerde kullanılan öğeler arasında “elektrik röleleri” gibi davranan elektron lambaları ve transistörler, tünel etkili diyotlar, optik-elektron sistemleri sayılabilir. Bu öğeler gerekli enerjiyi bir doğru akım kaynağından alırlar. Parametreli amplifikatörler gibi öğelerse, enerjiyi optik pompalamak bir dal-
Elektron mültiplikatörU.
Bu ay git, ışığın ürettiği akmu dört milyon katma çıkararak güçlendirir.
gah akım kaynağından sağlayabilirler; uyarılmış yayınlı amplifikatörler de (Bkz. LAZER—MAZER) bu yönteme dayanır.
LAMBALI YA DA TRANSİSTÖRLÜ BİR AMPLİFİKATÖRÜN ÖZELLİKLERİ
Lambalı ya da transistörlü yükseltme zinciri, genellikle yükseltici birçok kattan oluşur. İlk kat öğelerine genlik amplifikatörleri, son kat öğelerineyse göç amplifikatörleri adı verilir. Güç amplifikatörlerinin verimleri yüksektir ve enerji alan öğelere,sözgelimi hoparlörlere,uyarlanmayı sağlarlar.
Aygıtın etkinliği, çıkış ve giriş güçleri arasındaki oram veren A yükseltme katsayısıyla ölçülür. Ama uygulama alanında daha çok K kazancından söz edilir; bu kazanç, A’nın ondalık logaritmasıdır ve “bel”le ya da “desibel”le belirtilir. K desibel olarak verilmişse K=10 log A eşitliği elde edilir; bu kazanç sinyalin frekansına bağlıdır. Yükseltmenin yeterli bir kazanç sağladığı frekans alanına, “geçen şerit” adı verilir. Giriş ve çıkış empedans-
ları, giriş kutupları ya da çıkış kutupları arasında, gerilim ile şiddetin oranına denk gelen büyüklüklerin niteliğini gösterir. Verim, çıkış gücü ile aygıta sağlanan toplam güç arasındaki orandır. Parazit etkeniyse, çıkış sinyaliyle üst üste gelen ve amplifikatörün almış olduğu ras-lantısal sinyallerin boyutunu verir. Amplifikatörler çok geniş alanlarda kullanılırlar: Haberleşme; radar; tıp; ses ve görüntülerin kaydı ve yeniden yayınlanması; vb. ■
AMPLİFİKATÖR ÇEŞİTLERİ
Yükseltilecek sinyallerin frekanslarına göre amplifikatörler şöyle sınıflandırılır:
— Çok düşük frekanslı amplifikatörler (o’dan 100 Hz’e kadar)
— odiofrekanslı (işitilebilir frekanslı) amplifikatörler (25 Hz’den 20 000 Hz’e kadar)
— videofrekanslı amplifikatörler (25 Hz’den 15.10* Hz’e kadar)
— Radyofrekansh amplifikatörler ( 3.104 Hz’den 10’° Hz’e kadar)
ferdam
lam’dan : Kanal ki köprüler.
Hollanda’nın başkenti ve ikinci büyük limanı.
Amsterdam kenti (702 450 nüf.;
1991). îj ve Anıstel ırmaklarının birbirlerine k&vuştukları Zuiderzee körfezimde, bir setle korunan bataklık bir alanda gelişti. XIII. yy’da Amstel kontu tarafından kurulan ve onun adı verilen (Amsterdam, “Amstel seti” an-
lamına gelir) kentte, çok geçmeden liman etkinlikleri (Baltık denizinde ringa balığı avı) gelişti ve Hansa ticaret ortaklığına bağlı limanlarla gemi . ulaşımı başladı. Kara ulaşımı ile deniz ulaşımı arasında önemli bir tran-sitamban haline gelen kent, XV. yy’ da Hollanda’nın başlıca ticaret merkeziydi.
İspanyol egemenliği sona erince büyük bankaların, değerli eşyaların deniz ticaretini desteklemesiyle, XVII. yy’da büyiik ölçüde gelişti; birçok sanatçının, tüccarın, bilginin ve siyasal mültecinin toplanmasıyla ünü ve saygınlığı arttı (Spinoza ve Hobbema da Amsterdam’da doğdular). Ama Londra’nın rekabeti ve Napolyon savaşlarıyla güçsüzieşti ve XIX. yy’ın sonuna kadar bir durgunluk dönemi geçirdi. 1815’te Zuider-zee’nin polderlerle denizden kazanılmasıyla Amsterdam burjuvazisi Kuzey Denizi’yle ilgilenmeye başladı ve 1876’da Amsterdam’ı îjmuiden’e bağlayan 70 km uzunluğunda bir kanal hizmete girdi: Bu loanal 1960’ ta yeniden düzenlenerek 100 000 tonluk gemilerin geçebileceği bir duruma getirilmiştir. Ayrıca, 72 km uzunluğundaki bir başka kanal da Amsterdam’ı Ren’e bağlar ve kentin Avrupa sanayisiyle ilişkisini sağlar. Son derece modern bağlantı sistemi ve düzenli altyapısı sayesinde, Amsterdam limanının yük trafiği yılda 20 milyon tonu aşmaktadır. Limandaki etkinlikler, başlangıçta, birçok geleneksel sanayinin kurulmasına yol açmıştır: Sömürgecilik döneminden kalma besin sanayisi (un fabrikaları; içki damıüm evleri; çikolata fabrikaları; tütün fabrikaları); dokuma sanayisi. Liman, kentin ticaret ve mali işler açısından gelişmesini sağlamış, buna karşılık, Hollanda’nın çelik Ve döküm üretiminin büyük bö-
191
Rokin kanalı boyunca uzanan eski tuğla-evler.
lümünü sağlayan İjmuiden demir-çelik sanayisinin gelişmesi, limanın genişlemesinde rol oynayacak yoğun bir kömür ve maden trafiğini başlatmıştır. Söz konusu demir-çelik sanayisi, Kuzey Denizi kanah boyunca sıralanan metalürji ve makine sanayilerini (gemi yapımı; pompa ve hidrolik aygıt yapımı; otomobil montaj fabrikaları), uluslararası havalimanı (Schiphol) yakınındaki sanayileri (Fokker uçak yapımı tesisleri) besler.
Amsterdam limanı, toprağın daya-mksızlığından ötürü kazık temeller
üstünde kurulmuş ve yt biçiminde kanalların i miştir. Amsterdam, ge binası, krallık sarayı, b gorta şirketleri, mağa: yük bir kenttir (Waterlı yakınında, eskiden Yi yontucularının dükkân) dı). Sonuncu kanal Siı ötesinde, genellikle kii rın toplandığı bir yerle olan ve güneye doj modern kent başlar, hizmetler kesiminin ğc ketli bir kent olmasını üniversitesi, araştırma ve müzeleriyle (Rijkşmıi bir kültür merkezidir.
Amur ırmağı
Habarovsk’ta, Transsibirya demiryolu, Amur ırmağını dev bir köprünün üstünden geçerek aşar.
Sibirya’daki ırmakların en uzunu, eski S.S.C.B. ile Moğolistan ve eski
S.S.C.B. ile Kuzeydoğu Çin arasında yer yer sının çizen Amur ırmağı, Sovyetler ile Çinliler arasında, özellikle de Ussuri bölgesinde birçok sınır çatışmasına yol açmıştır; söz konusu bölgede yer alan ve bazen sular altında kalan Damanski adası, sürek-
li bir anlaşmazlık konusu olmuştur. Amur ırmağı Şilka ve Argun adlı yukarı kollarıyla kuzeydoğuda Moğolistan yüksek yaylalarım, doğuda Baykalötesi yöresini akaçlar; Büyük Kingati boğazlarım aşıp, Zeya ve Bureya kollarım alır. Sonra Küçük Kingan sıradağlarım aşıp, aşağı Amur ovasında Sungari’nin Çin Mançuryası’ndan getirdiği sularla beslenir. Ussuri ırmağıyla birleştikten sonra, kuzeydoğuya doğru alçak topraklarda (yükselti 70—100 m arasmda değişir) ilerler (alçak topraklar bölgesi yazları ırmağın sularıyla örtiüür ve suların akışını engelleyen bitkilerle kaplanır; ırmağın taşkın dönemleri sırasında genişleyen bir göller ve ırmak kolları bölgesine dönüşür). Amur ırmağı, Amgun ırmağıyla birleştikten sonra Sahalin körfezine dökülür ve 4 m derinliğinde bir kum seti oluşturur.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*