Bağışla ki Bağışlanasın

Bağışla ki Bağışlanasın ruyada-bagislanmak-175x175

Orhan KITAY
Gerçek şu ki, insanların kusurlarını bağışlama ya da cezalandırma imkânı varken bundan vazgeçip af yolunu tercih etme konusunda epeyce zaafımız var.
Maruz kaldığımız zulüm, haksızlık ve nankörlüklere karşı eğer elimize fırsat geçse çoğumuzun yapacağız ilk iş intikamdır!
Hatta kimimiz bu konuda öylesine ileri gideriz ki, yapılan düşmanlığın ve verilen zararın on katı, yüz katı şiddetle mukabelede bulunuruz. Ceza verme ve intikam almada insani ve İslâmi ölçüyü pek de gözetmeyiz.

Düşünün ki, sizin birkaç kardeşiniz var. Sizdeki fazilet ve meziyetler onları kıskançlık krizine sokmuş. Bu yüzden size karşı cephe almışlar. Sizi ortadan kaldırmak, saf dışı bırakmak ve size kötülük yapmak için planlar yapıyorlar. Daha çocukken sizi alıp ıssız bir vadiye terk ediyorlar. Yıllarca anne ve babanızdan ayrı kalıyorsunuz, hapse düşüyorsunuz, köle gibi alınıp-satılıyorsunuz… Gün geliyor Allah (c.c). size imkân ve iktidar veriyor, size düşmanlık yapan kardeşleriniz size muhtaç oluyorlar. Elinize fırsat geçmişken size bunca kötülüğü reva görmüş olan kardeşlerinize nasıl davranırdınız?

Düşünün ki, kâfir bir toplulukla kavga/savaş
halindesiniz. Siz zayıfken onlar en yakınlarınızı, dostlarınızı katletmişler; size ihanet etmişler, yurdunuzdan sizi sürmüşler, suikast düzenlemişler… Fakat gün geçmiş, devran dönmüş Allah (c.c.) onları sizin elinize düşürmüş. Size böylesi zulümleri reva gören düşmanlarınız zillet içinde size boyun eğer olmuşlar. Onlar hakkında hükmünüz nasıl olurdu?

Ve yine düşünün ki, siz varlıklı, yardımsever ve asil bir insansınız. Fakire, fukaraya, biçareye kol-kanat geriyorsunuz. Sürekli yardım ettiğiniz bir akrabanız var. Bir gün duyuyorsunuz ki, o besleyip barındırdığınız akrabanız size iftira atmış. İffet timsali kızınız hakkında zina ithamında bulunmuş, bunun dedikodusunu yapmış, fitne tohumlan saçmış. Böyle bir akraba hakkında hükmünüz ne olurdu?

Yine düşünelim: Sizin eş ve çocuklarınız var. Onları canınızdan çok seviyorsunuz. Maişetlerini helalinden temin ediyor, şefkat kanatlarını onların üzerlerine açıyor, onları koruyor ve gözetiyorsunuz. Fakat onların size minnet duyup teşekkür etmeleri bir yana tutup bir de size düşmanlık ediyorlar. Sizi kınıyorlar, harama ve isyana zorluyorlar, sizin aleyhinizde işler çeviriyorlar. Böylesi eş ve çocuklara sahip olsanız mukabeleniz nasıl olurdu?

Aramızdaki basit anlaşmazlıklar, maruz kaldığımızı düşündüğümüz küçük haksızlıklar veya işittiğimiz incitici bir söz bile bizi çileden çıkar

maya yetiyorken, böylesi büyük haksızlıklar ve nankörlükler karşısında muhataplarımıza nasıl davranacağımız pek de meçhul olmasa gerekir! Oysaki bu yol, nefsin ve şeytanın öğütlediği; aciz, iradesi zayıf, öfkesine mağlup olmuş ve nefsine zulmetmiş insanın izlediği yoldur.

Gelin bu konuda nefsimizin ve şeytanın vesveselerini bir tarafa bırakalım da Allah (c.c.) ve Rasulü’nün (s.a.v.) emir ve öğütlerinin neler olduğuna bir kulak verelim.

Yazımızda verilen birinci ve ikinci örnekte, bahsi geçenlerden (zulme uğrayanlar) birisi Yu-suf(as), diğeri de Rasulullahdır (s.a.v.). Onların, kendilerine zulmeden ve canlarına kasteden kavimlerine ve kardeşlerine karşı sözleri şu olmuştur: “Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah (c.c.) bağışlasın. O, merhametlilerin (en) merhametlisidir.” (Yusuf Suresi; 12/ 92) Üçüncü örnekte bahsi geçen şahıs Hz. Ebubekr (r.a.)dir. O, îfk(Aişe validemize iftira) ha-
disesi meydana geldiğinde iftiraya çanak tutan akrabasına bir daha yardım etmeyeceğine dair yemin etmişti. Fakat Yüce Allah (c.c.) şu ayet-i celileyi indirince yemininden vazgeçti. “İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah (c.c.) yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın (c.c.) sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah (c.c.), çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nur Suresi; 24/22)

Konuyla ilgili örneklerden bazılarını daha zikredelim. Ta ki insanlara karşı bağışlayıcı olmanın, af ile muamele etmenin nasıl bir fazilet olduğu anlaşılsın. İbrahim (as.) kendisini taşlayan ve kovan babasına şöyle demişti: “Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü O, bana pek lütufkârdır” (Meryem Suresi; 19/47)

maya yetiyorken, böylesi büyük haksızlıklar ve nankörlükler karşısında muhataplarımıza nasıl davranacağımız pek de meçhul olmasa gerekir! Oysaki bu yol, nefsin ve şeytanın öğütlediği; aciz, iradesi zayıf, öfkesine mağlup olmuş ve nefsine zulmetmiş insanın izlediği yoldur.

Gelin bu konuda nefsimizin ve şeytanın vesveselerini bir tarafa bırakalım da Allah (c.c.) ve Rasulü’nün (s.a.v.) emir ve öğütlerinin neler olduğuna bir kulak verelim.

Yazımızda verilen birinci ve ikinci örnekte, bahsi geçenlerden (zulme uğrayanlar) birisi Yu-suf(as), diğeri de Rasulullahdır (s.a.v.). Onların, kendilerine zulmeden ve canlarına kasteden kavimlerine ve kardeşlerine karşı sözleri şu olmuştur: “Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah (c.c.) bağışlasın. O, merhametlilerin (en) merhametlisidir.” (Yusuf Suresi; 12/ 92) Üçüncü örnekte bahsi geçen şahıs Hz. Ebubekr (r.a.)dir. O, îfk(Aişe validemize iftira) ha-
disesi meydana geldiğinde iftiraya çanak tutan akrabasına bir daha yardım etmeyeceğine dair yemin etmişti. Fakat Yüce Allah (c.c.) şu ayet-i celileyi indirince yemininden vazgeçti. “İçinizden varlık ve servet sahibi kimseler yakınlarına, düşkünlere ve Allah (c.c.) yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Onlar affetsinler, vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın (c.c.) sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah (c.c.), çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nur Suresi; 24/22)

Konuyla ilgili örneklerden bazılarını daha zikredelim. Ta ki insanlara karşı bağışlayıcı olmanın, af ile muamele etmenin nasıl bir fazilet olduğu anlaşılsın. İbrahim (as.) kendisini taşlayan ve kovan babasına şöyle demişti: “Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü O, bana pek lütufkârdır” (Meryem Suresi; 19/47)

Ve yine o, kendisine iman etmeyen, ateşe atılırken seyreden putperest kavmi için Allah’a (c.c.) şöyle dua etmişti: “Rabbim, gerçekten onlar insanlardan birçoğunu şaşırtıp-saptırdı. Bundan böyle kim bana uyarsa, artık o bendendir, kim bana isyan ederse elbette Sen, bağışlayansın, esirgeyensin.” (İbrahim Suresi; 14/36) Eş ve çocukları kendisine düşmanlık eden anne-babalara Rabbimizin öğüdü şudur: “Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah (c.c.), bağışlayandır, esirgeyendir.” (Teğabün Suresi; 64/14)

Bir yakını nahak yere öldürülen ve kendisine kısas yetkisi verilen kişi hakkında Rasulullah’ın (s.a.v.) tavrına dair Hz. Enes (r.a.) bize şu bilgiyi aktarıyor: “Resûlullah’ı (s.a.v.), kendisine hakkında kısas bulunan bir dava getirildiğinde, mutlaka her seferinde affetmeyi emrediyor gördüm.” (Ebu Davud; Nesai).

Cezalandırmaya ve intikam almaya gücü ve imkânı varken affetmek güzel ahlâkın zirvesi, amellerin en üstünüdür. Bunu ancak Allah (c.c.) lütfuna ermiş kimseler başarabilirler. “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.” (Şûra Suresi; 42/ 43)

Affın ve hakkından vazgeçmenin güzel sonuçlarına bir bakalım:

• Allah (c.c.) bağışlayanları sever: “Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların) dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmrân Suresi; 3/134)
• Bağışlayanın ecri Allah’a (c.c.) aittir: “Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a (c.c.) aittir.” (Şura Suresi; 42/ 40)

• Bağışlamak dost kazandırır: “Kötülüğü, en güzel şekilde önle! O zaman düşman sana, yakın dost gibi olur.” (Fussilet Suresi; 41/ 34)

• Bağışlama müminin şerefini arttırır: “Rasu-lullah (s.a.v.) şöyle buyurur: “Allah (c.c.), muhakkak surette kötülüğü affeden kişiyi aziz/şerefli ve güçlü kılar.” (Müsned; İmam Ahmed) “Sadaka vermekle mal eksilmez. Kim başkasının kusurlarını affederse, Allah onun şerefini daha da artırır. Kusuru affetmekle kimsenin şerefi eksilmez.” (Müsned)

Şimdi soru şu: Allah (c.c.) ve Rasulü (s.a.v.) düşmana dahi af yolunu tutmayı, bağışlayıcı ve merhametli olmayı öğütlerken, bizler bilhassa iman kardeşlerimize ve dava arkadaşlarımıza yönelik tutum ve davranışlarımızı bu ölçülere göre yeniden gözden geçirmeli değil miyiz? |
42
Vavelif Dergisi
Temmuz 2015
42
Vavelif Dergisi
Temmuz 2015

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*