Bıktık artık! Hergün başka bir kirlilik, başka bir bozulma, başka bir çevre sorunu… Dünya neredeyse yaşanılmaz bir hale geldi!” Bu cümleler, hemen hemen her gün başkalarından duyduğumuz ya da gördüklerimiz ve öğrendiklerimiz karşısında bizzat söylediğimiz biraz sitem, biraz kızgınlık, biraz da umutsuzluk dolu sözler. Bir grup insanın çevreye karşı pervasızlığı, duyarsızlığı arttıkça, bir başka grubun da çevre duyarlığı ve çevre için duyduğu kaygılar artıyor. Kaygının bu kadar artması, çeşitli kurum ve kuruluşları kımıldatıp, bir şeyler yapmaya zorluyor. Bu hareketlerden biri de 1997 yılının Türkiye’de “Çevre Yılı” ilan edilmesidir. Ama, duyulan kaygıları gidermek için bu kadarı yeterli değil.
‘ ZUNCA bir zamandır sürekli çevre sorunlarından sözediliyor, peki ama neresidir bu çevre, nedir çevrecilik, kimdir çevreciler, öncelikle bu kavramların kısa tanımlarını yapalım. Çevre için vamian cnk savıdaki tanımın en penel
ne inanan ve bunları geliştirmeye çalışan kişi olarak tanımlanır.
boğaya ve doğal olaylara karşı tamamen savunmasız olan ilkel insan, doğaya boyun eğmeyi kabullenmiş ve onunla uyum içinde yaşamayı öğrenmişti. Yerleşik hayata geçen insan ise, artan bilgisi ve teknik birikimi ile do-
dinlerin ortak öğretisi “insanın delenin efendisi” olduğu yolundadır. Kedisini “düşünen hayvan” olarak tan:: ladığı günden bugüne, bilimsel b:.i5 birikimi ile doğanın tüm sırlarını çc: bileceği düşüncesi de insanın doğs’ efendisi (ya da doğanın çobanı) sıf; iyice benimsemesini sağladı. Bi’
\r rpknnjmınm ılprlpviçı İ1p insnr.
u
men veya zamanla dolaylı ya da dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etmenlerin belirli bir zamandaki toplamıdır. Sözlüklerde çevrecilik, çevreye duyulan ilgiden kaynaklanan ve bu ilgiyi açıklayan ideolojiler ve uygulamalardır, çevreci ise, çevreciliğin ilkeleri-
insan ile çevre arasındaki uyum giderek bozulur ve binlerce yıldır çevrenin olanaklarını kullanan hatta sömüren insanın, bu olanakları sınırsızca ve kötü kullanmasıyla küskünlüğe dönüşür. Bazı çok tanrılı dinlerde, doğu felsefesinde, tasavvufta, insanın doğadan ayrı olduğu düşünülmezken, tek tanrılı
düşünmeye başlamış ve çevrenin :>{*-zulmaya başlaması da bu düşünce*» sonuçlarından biri olmuştur.
Endüstriyel üretimin ortaya çık: sıyla artan üretim sonucu daha hammadde gereksinimi duyulması üretim sürecinde çevreye bırakılan rarlı maddeler
nedeniyle çevre,
3j_ ıı kamuoyunun çevre sorunlarına ‘idığı çevreciliğin bir toplumsal olarak gelişmesine yol açmıştır. #i; -ia en eski çevreci grup, 1865’te *,L’..aîî “British Commons, Open Spa-
— -:J Footpaths Preservation Soci-ir “Bu grubun hangi kaygı ile ku-t:. : bilinmiyor ama, çevreci kaygı-ar – zarihsel gelişiminin birbirine bağlı s r dönemden oluştuğu söyleniyor.
‘J lir, 1920’ler, 1950’lerin sonu ve lerin başı olarak belirlenen bu dö–¿r daha çok ekonomik gelişmenin ti. nlduğtı zamanlara rastlıyor. 1952
– ~ Aralık ayında Londra’da hava t’ .işi yüzünden bir hafta içinde 4000 t- ‘:n ölmesiyle şiddetli bir şekilde : ‘i kaygısı duyulmaya başlandı. Böy-c-_- 1967-1974 yılları arasında Ingilte-:: i AB D’de iyice yaygınlaşan çevre ■«_ ..»inin zaman içindeki yükselişi en zizcvine ulaştı. Batı’daki yaygın : – -i göte, bu yükselişin er\ önemVv .— _-«jcri. eğitimde çevre sorunlarına irilmeye başlanması ve yeni nes-^TîSanı doğanın efendisi olarak gö-¿cleneksel Hıristiyan öğretisinden ¿aşmasıdır. Çevreci yapılanmayı :;kleven bu kaygı, 1970’lerin ortalama ortaya çıkan ekonomik bunalım ;nivle~yeıini ekonomik büyüme. iş miiği ve ulusal güvenlik kaygıları-_rakmıştır. İlk başlarda nesiller ara-..r çekişmeye sahne olan çevreci hailin kökeni gençliğin, yaşlı neslin -i ile ilgili değerlerine ve felsefesi-_rşı çıkmaya başlamasına dayan—jdır. Gerçekten de 2. Dünya Sava-kadar yapılan çevreci protesto -inlerine genellikle gençler katılır-1960’lardan itibaren bu hareket _i orta yaşlılar da yerlerini almaya „•nışlardır. Böylece çevre hareketi, „ nceki iki yükselişinden (1890’lar 2!e î’ler) farklı olarak bir kitle hare-
keti görünümü kazanmıştır. Kitlesel bilince yerleşen çevre kaygısı, sık sık büyük katılımlı gösterilerin yapılmasıyla artık medyada da boy göstermeye başlamıştır. Bu büyük gösterilerin ilk örneklerinden biri, 1950’lerin sonunda İngiltere’de gerçekleştirilen “nükleer silah karşıtı” gösteridir. Bu gösteriyle birlikte, çevre hareketi, barış hareketi görünümünde ABD’ye, Doğu Avrupa’ya ve Avustralya’ya da sıçramıştır. Daha soma\an çevredYeı, nük\eeî si\a\\
karşıtları ve savaş karşıtlarıyla dayanışma içinde olmuşlardır. 1960’larm başlarındaki vatandaşlık hakları protestoları, şehirlerde çevrenin kötü kullanımını, kötü görümünü ve kaynakların adaletsiz dağılımını gündeme getirmiştir. 1960’lann sonunda ve 1970’lerin başında Vietnam Savaşı’na karşı başlatılan ve daha sonra da El Salvador, Afganistan, Şili ve Ortadoğu’daki savaşlara karşı yapılan gösterilerde, savaşlarda kullanılan süaYAann çevreye verdiği zararlara da dikkat çekilmiştir. Bu gösterilerde ayrıca, özellikle 3. Dünya Ülkeleri’nin önemli ekonomik sorunlarından hareketle, doğal kaynakların kendi kendisini koruması konusunda duyulan kaygı da dile getirilmiştir. ABD’de Vietnam karşıtı gösterilerin, 1968’de Avrupa ve AB-D’dekisûkakiıareketlerinin yanı sıra, izledikleri pasif direniş yöntemleriyle hippi ve eşcinsel hareketleri de çevre hareketi içinde oldukça etkili yer almışlardır. Bu pasifıst hareketlerin de etkileriyle çevrecilik, tekrar “Dünya Ana” ve “Doğa” düşüncesinde yoğunlaşıp romantik kimliğine dönmüştür.
1980’lerin başında çevrecilik, Av-rupa’da(özellikle Almanya’da) kurulan çevreci “yeşil partiler” aracılığıyla siyasi arenada savaşım vermeye ¡raşL-mıştır. 80’lerin sonu ve 90’lann n-S”’-dan itibaren tırmanışa geçen ek n -mik sorunlar nedeniyle çevre nr _
ıpn rqhiitS17 pfrtlK Vf*
Çevre kirliliği çeşitli şekillerde karşımıza çıkıyor. Gelişmiş ülkelerde.kirîîlîk büyük şehirlerde yaşanırken, az gelişmiş ülkelerde yaşanan kirliliğin temel nedeni yoksulluk. Bitki örtüsünün ve hayvanların kirlilik yüzünden yok olmaları ise başka kirlilikleri doğuruyor.
-_r almadığı kadar hoyratça kullanıl-r,■ ı başlandı. Bu yüzden, endüstrileş–; ve kentleşme, çevre sorunlarının -.a çıkışında e.n önemli iki etmen \ kabul edilir. Çevre kirliliği hava, .. :oprak kirlenmesiyle başlayıp bitki ■—:3ü ve hayvan topluluklarının yok -ısıyla beraber “çevre sorunu” bo-_:u kazanır. Bu sorun, kimilerini “kul-.iT ıcak kaynakların tükeniyor olma-■ı” dimilerini ise, “insanların çevreye -ikilde zarar vermeye haklan yok”
kaygıların yaygınlığında bir diişüş gözlense de çevrecilik bazı yönleriyle hâlâ güçlüdür ve gelişmektedir. Bazı hükümetlerin çevre için zararlı olabilecek bir takım politikaları desteklemeleri ise çevrecileri daha kararlı davranmaya ve karşı çıkmaya zorlamaktadır.
Çevre sorunları toplumların gündemine bu şekilde girerken, 1969 yılında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri U-Thant, üye ülkelere çevreyi korumak üzere birleşme çağrısında bulundu. 1970 yılında Roma Klübü’nün MIT’ye (Massachussets Institute of Technology) hazırlattığı “Büyümenin “Sınırları” adlı rapor, dünyada siiiege-len dengesiz gelişmenin önlenmemesi durumunda, insanlığı bekleyen felaketin haberciliğini yaparak çevre sorunlarını bir anda en çok konuşulan günlük tartışma konularından biri yapmıştır. İyice alevlenen tartışmalarla konu 1972’de uluslararası bir boyut kazanırken, Birleşmiş Milletler 5-16 Haziran 1972’de Stockholm’de bir çevre konferansı düzenledi. Bu konferansla birlikte ünlü “Tek bir dünyamız var.” sloganı belleklerde yerini aldı. Böylece çevre sorunu, hükümetlerin de kabul ettiği, uluslararası düzeyde
zandı. Bir sonraki uluslararası organizasyonu tam yirmi yıl bekleyen “Dünya” 1992 Rio Konferansı ile tekrar insanoğlunun aklına geldi.
Çevrecilik Akımlan ve Çevreci Gruplar
İnsanın kendini doğanın bir parçası olarak görmesiyle çevre sorunlarının çözümüne doğru ilk adım atılmış olur. İnsanın kendini doğanın bir parçası olarak görmesi, doğaya verdiği zararı
aslında kendisine de verdiğini anlamasını sağlar. Ayrıca, çevrenin uygarlık, tarih ve doğa değerlerinin korunması isteniyorsa, bireycilikten vazgeçilmelidir. Çevre için günümüzde gereken bir başka şey de bir tür “ekolojik sözleşme”dir. Bu sözleşme insanlı doğa arasında bir denge kurmanın zo runlu olduğu düşüncesi ile ortaya atı -mıştır.
Çevreci akımların son yirmi yıld-artması bir kaç önemli çalışma sayesinde gerçekleşmiştir. Bunlardan bir “Büyümenin Sınırları” adlı rapordu: Bu rapora göre, çevre için gelişme h>
11S-’-İlleti.
yavaşlatılması sıfır büyüme anlamın-geliyordu. Fakat bu öneri gelişmekte olan ülkeler arasında tepki yarattı vc öneriye kalkınma girişimlerini kösteklemek için başvurulan bir “tuzak” gözüyle bakıldı. Kimi sanayileşmiş ülkeler, kirlenmeden kurtulmanın yollarını, kirletici sanayi dallarını geri kaimi-ülkelerde kurmakta ve desteklemekte buldular. Bu rapora birçok yerden eleştiri geldiyse de dünya kamuoyunda çevreci akımların güç kazanmasına yardımcı oldu. Çevreci akımların doğmasında etkili olan başka bir yapıt di
Di i y ii K dit sorun uıııia uuy utunu K–/.\—yavaş! ati 1111 s 11 d ı r.—Gelış^
DHKD ve Çevre Koruma
Deniz Öztok
Doğal Hayatı Koruma Demeği
nebilir. Bir kaç eksikliği giderildiği takdirde Türkiye, çevre ve doğanın korunması konusunda hukuksal açıdan yeterlidir denilebilir. Ancak mevzuatın yeterliliği Türkiye’de çevre sorunlarının çözümü için asla yeterli olmamıştır. En büyük eksiklik uygulamadaki yetersizliklerdir ki, bunların gideril-_mssi ve hayata geçirilmesi için aec bile kalınmıs-
üzerine kurulmuştur. Dünya Bankası, IMF git> uluslararası organizasyonların bu yöntemi dikkate alan değerlerle bilanço hesaplamalarını yapmaları sonucunda “sürdürülebilir kalkınma” anlayışı da pozitif bilimler çerçevesinde uygulanabilir bir düzeye gelecektir.
Gümrük Birliği’ne geçiş, firmaların Avrupa
Hayc;!: D-jrPOOj,r.oı-n-^ lıHili öu—-îir E
stanrlartlannria ye r.eweue_riı ıvariı iirarim tpknnlrv
zenlemelere katkı sağlamak amacıyla aşağıdaki çalışmalan gerçekleştirir: Çevre ile ilgili yasal düzenlemelerin uygulanmasını ve çağdaşlaştırılmasını sağlamak amacıyla DHKD. hükümet nezdm-de etkileme çalışmaları yapar SuiakaLa’lşn-‘i korutmasına yönelik bir uluslararası c •”v Ramsar Sözleşmesi, nes V-Ue a*’1 » hayvan ve bitkilerin tıcaret r r ^ ■ uluslararası sczlesme ~ –
l f
DHKD hükümet nezdinde lobi etkinlikleri yaparak, doğanın korunmasını amaçlayan ulusal mevzuatın geliştirilmesini amaçlar. Bunun dışında ÇED Yönetmeliği gibi yönetmeliklerin sağlıklı biçimde uygulanmasını sağlamaya çalışır.
n\/rp HLiu^rlılıoı norr’oLdon
olumlu hir düzeydedir. Ancak bireyler çevrenin korunması konusunda nsiGr yâpabıİ6C6ki6nni tam olarak bilememektedirler. Bu konuda yapılabilecek en olumlu çaba, ülke çapında çevre eğitimi etkinliklerini yaygınlaştırmaktır. Bilinç arttıncı etkinliklerin hem Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hem de Derneğimiz gibi sivil toplum kuruluşları taraftndan yürütülmesinde yarar vardır.
Şu anda Çevre Bakanlığı tarafından hazırlanan mevzuatın AB standartlannda olduğu söyle-
maşalan, ÇED Yönetmeliğinin tam olarak uygulanmayışı. siyasetçilerin belirli çıkar grupiannr etkisi altında kalarak çevresel kaygılan ¡kinci plana :fmp,o-: j„(j amana ryp r.:Kan aksaklıklardır.
– fd.k'”-a anlayışı nüKumetıenn »ik m d c’^-orr dn^ ve ekonomik büyüme he-ae*’-‘” ce.’ese, çiKarian göz önüne alarak ger-s-er gerekt.gı üzerine oturtulmuş bir s- z =n tünüdür Ancak Rio Konferansından f
lişme çizgisindeki farklılıklar, sürdürülebilir kalkınma anlayışının ölçülebilir ve tam olarak tanımlanabilir bir kavram olmayışı gibi nedenler, uygulamada çeşitli zoiiuklan beraberinde getirmiş ve daha çok söylemde kalan bir anlayış olmasına neden –atojstuLSna^aııaı^Kİa-kullanılmaya±ıaşlanan “Doğayı Hesaba Kalmak” sürdürülebilir kalkınma anlavîŞinjn^^ »»*■ onfj k/iîüî Hscjiiiisr!-
nı (GSMH) hesaplarken dikkate alabilecekleri bir metot olarak önerilmektedir. Dünya çapındaki bir çevre kuruluşu olan ve Derneğimizin de Türkiye temsilcisi bulunduğu Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından yaygınlaştırılmaya çalışılan “Doğayı Hesaba Katmak” yöntemi, hükümetlerin GSMH hesaplamalarında doğaya verdikleri zararı da dikkate alarak, bunu milli gelirden çıkarmaları
perini seçmelerini sağlamak bakımından olunfc’ bir sürecin başlangıcı olmuştur. Türkiye’de tüket -cinin bilinci arttıkça ve yeşil tüketici kitlesinde c ’ artış oldukça, çevreci teknolojilere yönelineceS açıktır. Sürecin başlangıcında oluşumuz neden;.-le bu konuda tam bir rekabetin olmadığı söylent-bilir. ithal mallardaki kalite, çevreye duyarlılık ve * -yat avantajları arttıkça ve bu mamuller piyasa;: yavgın biçimde bulunabilmeye başlandıkça. Ti.
gümrüklerin kaldırtmasına zıtlık oluşturabilecek : bir başka konu; bitki ve hayvan ticaretidir. Özellik- i le nesli tehlike altında olan canlı türleri açısından son derece sskıncâ!! olsn sorbsst doisşım ükste-ri, bu yönde geliştirilebilecek ve ülkemizde as geçtiğimiz vıl uygulanmaya haslavan uluslararas
bir anlaşma olan ClTES’in tam olarak hayata ge-
çjrümpp.i iip gidûriiohilir
Yerel yönetimlerin özellikle İstanbul gibi büy®= kentlerde son derece yetersiz oldukları görülmek-tedir. Çöp sorunu da bunlardan biridir. Genellikte fınansal yetersizlikler sebebiyle bir çok konuya çözüm bulunamadığı beyan edilmekle birlikte, yerel yönetimlerin politize olmalan ve yerel ölçekli çıkar çatışmaları da bugünkü yerel yönetimlenr önemli eksikliklerindendir.
Etkili çevreci gruplardan Sreerıpeace’in eylemleri genellikle kamuoyunun dikkatini çekebilecek mrdendir. 1994’te nükleer santral karşıtı eylemde Greenpeace’in açtığı “Başka Çernobiller’e Gerek Yok!” azılı pankart (solda).
‘395’te Çin’de gerçekleştirilen nükleer aanemelere karşı yapılan eylemde Nükleer Platform ve Greenpeace (sağda).
1960’ların sonunda Vietnam karşıtı gösterilerle başlayan ve savaş karşıtlığı şeklinde devam eden gösterilerde çevreci hareket de tendine yer buldu.
-iippi ve eşcinsel hareketleri gibi, jasifist hareketler de ‘968’den sonra dolaylı olarak da olsa zsvreci hareket içinde yer aldılar.
;-~iltere’de yayımlanmış olan “Çev–r~ilimci’nin Yaşam Şablonu” adlı ki–^r:ır. Bu kitap her ne kadar İngiliz : riumunu hedefliyor olsa da, çevre ,l – .ma. enerji ve öteki kaynaklara sa-
* r çıkma, nüfus planlaması gibi ge-amaçlar içeriyordu. Tüm bu amaç-büyük şehirlerde değil, küçük yer-C’im bölgelerinde gerçekleştirilebi-r;Diğer bir eser de “Küçük Güzel-ıdlı kitaptır. Kitabın yazarı Fritz St’.nacher sorunun, üretim sorununa . – .’nıü.ş gözüyle bakılmasından kay-îj.v.indiğini düşünüyordu. Üretim
l ” ^allanılan büyük teknoloji yerine “Vl :eknoloji”nin benimsenmesi ko-savunuyordu. Çevreci düşün-c-: etkileyen başka bir çalışma da Z’.’i Çevre ve Gelişme Komisyo-n 1987’de hazırlamış olduğu ~ Geleceğimiz” adlı rapordur, ‘da, nüfus, beşeri kaynaklar, bes-~ e güçlükleri, canlı türleri, ekosis-enerji, sanayileşme, barış, güveniş. .j’işnıc ve çevre politikaları ko-yapılan öneriler bulunmak-3 : Raporda, çevre için temel bir ” ît — ‘ nakkf’dır denmekte, ayrıca ge-
lecek kuşakların da bu konudaki hakları savunulmaktaydı.
Dün^a’nın tek bir organizma, yani süperorganizma olduğu düşünülen bir akımın tohumları, James Lovelock’un 1979 yılında yayınlanan kitabında atılıyor. Dünyamızın tek bir canlı olarak düşünüldüğü bu hipoteze Gaya (Gaia) Hipotezi deniyor. Bu teze göre, canlılar, özellikle mikroorganizmalar, cansız çevreyle birlikte evrim geçirerek, dünyadaki koşulları yaşama uygun kılan bir denetleme sistemi oluşturmaktalar. Yani canlıların atmosfer, su ve taş küre üstünde şekillendirici ve denetleyici etkisi söz konusudur.
Felsefi anlamda çevrecileri etkileyen bir görüş de derin ekolojidir. Derin ekoloji hareketi, hem insanlık ile doğal dünya arasındaki ilişkinin bir felsefesini hem de doğanın savunulmasında doğrudan eylem politikasını kapsamaktadır. Arne Naess, 1972’de, sığ çevrecilik ile derin ekoloji arasına bir ayrım çizgisiçekmişti. Sığ çevrecilik, insan toplflmu ve doğa arasındaki ilişkiyi, insanın yaşamasının sürekliliğini sağlayacak biçimde yeniden kur-
mayı amaçlayan kirlilik ya da kaynakların tükenmesi gibi dolaysız çevre sorunlarına duyulan insan-yönelimli kaygıdır. Buna karşılık, derin ekoloji, insan yaşamını gezegen üzerindeki yıkıcı etkisine son verecek biçimde amaçlayan doğa yönelimli bir arzudur.
Bu tür kaynaklarla yavaş yavaş oluşan çevrecilik bilinci, zamanla yol ayrımlarına gelmiştir. Bu yol ayrımı sonucu farklı akımlar ortaya çıkmıştır. Genel olarak bu akımlara O’Rior-dan’ın gözüyle baktığımızda, çevreci akımları üç ayrı boyuta ayırarak incelemiş ve karşılaştırmış olduğunu görürüz. Buna göre, ilk boyutta çevremer-kezcilik (Ekosantrizm) ve teknomer-kezcilik (Teknosantizm) karşılaşrtr-ması vardır. Çevremerkezciliğin benimsediği çevreye dönük yaklsş:n:’ır 19. yüzyıldaki birtakım romsnrik düşüncelerden etkilenen akımlar: ‘:~> geler. Çevremerkezcilikte. Tzr.r. varlıklar arasında demokrss: u~._-mıştır vc doğa da bu yüzden ker.i. r .-yına insanlardan
da duygusal bir sorumluluğu olduğunu varsayar. Bu durumda hızlı kentleşme ve sanayileşmenin insanı insancıl değerlerden uzaklaştırdığı düşünülür. Diğer yandan, teknomerkezcilik diye bilinen teknokratik yaklaşımlarda dayanılan temel kavramlar ussallık, yönetimde etkinlik ve nesnelliktir. Kaynakların kullanımında ve en uzun süreyle en büyük yararın sağlanmasında ön koşul akılcılıktır.
Çevreci akımların ikinci boyutunu da işlevsel-çoğulcu yaklaşımlarla Marksist olanlar arasındaki karşılaştırmalar oluşturur. İşlevsel-çoğulcu grup, her biri kendi çıkarları için savaşım veren çok sayıda baskı grubunun siyasal baskılarının ve yarattıkları etkilerden doğan gerginliklerin çevreyi etkilediğini öne sürer. Öte yandan, Marksist yaklaşımda önemli olan, örneğin, kaynaklara sahip olanlarla, sahip olmayanlar arasında olduğu gibi, zıtlıkların varlığıdır. Bu tür çelişkiler, kapitalist ekonomik sistemin doğası.