wiki

BİR TARİHTİR BOĞAZİÇİ

BOĞAZİÇİ; Aim. Bosporus (m.), Fr. Bosphore (m.), İng. Bosphorus. Karadeniz ve Marmara denizi arasındaki boğazın Asya ve Avrupa kıyılarının tamâmına verilen isim. Şimdi batı dillerinde kullanılan ve aralarında küçük teleffuz farkları bulunan Bosphorus, “öküz geçidi” mânâsına gelen eski Yunanca bir kelimedir. Türk kaynaklarında Boğaziçi; Halic-i bahr-i rûm, Halic-i bahr-i siyah, Halic-i Konstantiniye, İskender Boğazı, Konstantiniye Boğazı, Merecü’l-bahreyn, Mecma’ül- bahreyn, İslâmbol Boğazı ve Boğaz kelimeleriyle isimlendirilmiştir. Boğaz’a âit muhtelif ölçüler; İstanbul Boğazının kuzeyden güneye (Kavukburnu-Ahırkapı Feneri) uzunluğu 32,2 kilometredir. Boğazın genişliği ise, büyük değişiklikler gösterir. En geniş yeri Anadolu feneri ile Rumeli feneri arası 3600 m ve en dar yeri de, Rumeli Hisarı,Anadolu Hisarı arasında olup 698 metredir.

Boğaziçi akıntıları çok eski devirlerden beri gemilerin seyrini etkilediği için bu çevrede yaşayanların dikkatini çekmiştir. Karadeniz’den Marmara’ya olan üst akıntının ortalama hızı 0,90 km/h ise de, Kandilli önlerinde bu akıntının saatteki hızı 5 km/h’e kadar yükselmektedir. Çok şiddetli güney rüzgârı olduğu zaman bu üst akıntı kısmı ortadan kalkar ve gemicilerin orkoz dedikleri kuzeye doğru hafif bir akıntı meydana gelir.

Boğaziçi’nde üst akıntıdan başka bir de Marmara’dan Karadeniz’e alt akıntı vardır. Üst akıntıya nazaran az sür’atli olan bu akıntı, Kuzguncuk’ta saatte 1,22 metre ile azami hızını kazanır. Bu akıntılara göre Boğaziçi’nin tuzluluk oranı alt ve üstte farklıdır. Karadeniz’den gelen suların tuzluluk oranı binde on yedi, Marmara’dan gelen suların tuzluluk oram ise binde otuz beştir.

Boğaziçi’ne âit mîlattan önceki kaynaklarda en tafsilatlı bilgiler Herodot, Polybios, Strabon, Pli- nius, Arrlan ve Philostratos’da bulunduğu gibi BizanslI yazar Dionysisos’un eserlerinde de çeşitli bilgilere rastlanmaktadır. Türkler ise, İstanbul’un fethinden çok önce Boğaziçi ile alâkalanmışlar ve burada tahkimata girişmişlerdir. Yıldırım Bâyezîd devrinde Anadolu Hisarı, fetihden az önce de Rumeli Hisarını inşâ ettirmişlerdir. İstanbul’un fethi ve Karadeniz’in bir iç deniz hâline gelmesinden sonra Boğaz’da tahkimata fazla önem verilmemiş, zaman zaman bu hu- susda çeşitli tedbirler alınmakla yetinilmiştir. Boğaziçi, muhtelif devirlerde muhtelif değişiklikler geçirdi. Mîmârisi, nakil vâsıtaları ve hayat tarzı bakımından görülen değişiklikler, târihî açıdan ehemmiyet taşır. Boğaz içinde görülen bu değişiklikler, hâlâ canlı târih olarak mevcûdiyetlerini muhâfazaya çalışmaktadırlar.

bogazici

Rumeli ve Anadolu yakası dâhil, Boğaziçi’ni süsleyen semtler şunlardır:

Tophâne: Galata’dan Fındıklı’ya kadar sâhildeki semte verilen isimdir. Burası bol ağaçlık ve şehre yakın olması hasebiyle târihte en erken gelişmeye başlamış mıntıkadır. Zamânımızda ise İstanbul’un ticâret merkezi durumundadır. Kılıç Ali Paşa Külliyesi, Nusretiye Câmii semtin mühim sanat eserlerindendir. Vaktiyle burada bulunan yalılar, meşhur yangınlar neticesi kaybolmuştur.

Salı Pazarı ve Fındıklı: Tophâne’nin devâmı olan Fındıklı, Kabataş’a kadar devam eder ve Salı Pazarı, Tophâne ile sınır kabûl edilir. Vaktiyle salı günleri burada kurulan pazardan dolayı semte Salı Pazarı; Fındıklı’ya ise buradaki bir dere yatağında fındık ağaçlarının bolluğu dolayısıyla bu isim verilmiştir. Tophâne gibi şehrin ilk îmâr edilen semt- lerindendir. Uzun yıllar boyunca burada birçok câmi, medrese, mektep, çeşme ve hamam inşâ edilmiştir. Uzun müddet ilmiye sınıfına birçok ilim adamı yetiştiren bu semtte hâlen Mîmar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi bulunmaktadır.

Kabataş: Fındıklı ile Dolmabahçe arasındaki mahallelerden meydana gelir. Semt ismini, Köse Kethüda olarak bilinen Mustafa Necib Çelebinin buradaki sâhilhâneyi tâmiri esnâsında çıkan ve yontularak iskeleye yapılan taştan aldığı söyle- nilmektedir. Eskiden bağlık ve bahçelik olan semtte, Bağodaları Mescidi, Kabataş Câmii ve Heki- moğlu Ali Paşanın yaptırdığı bir çeşme mevcuttur.

Dolmabahçe: Kara Bâlî bahçeleri ile Beşiktaş bahçeleri arasında ve 1614’te Halil Paşanın ikinci kaptanlığı sırasında, Sultan Birinci Ahmed’in emri ile doldurulmuş ve bu isim verilmiştir. Evliyâ Çelebiye göre kayık ve mavnalarla taşınan kum, taş vs. ile cirit oynanabilecek bir alan doldurulmuştur. Sultan İkinci Selim devrinden sonra yaptırılan köşk ve saraylar, Sultan Birinci Abdülhamîd zamânında şark tarzında, zeminden tavana kadar çinilerle süslenmiştir. Sultan Üçüncü Selim, Beşiktaş sâhil sarayını yaptırmış ve 1854’te yıktırılan bu sarayın yerine Sultan Abdülmecîd tarafından bugünkü Dolmabahçe Sarayı inşâ ettirilmiştir. Yine aynı semtte bulunan Bezm-i Âlem Vâlide Sultan Câmii ve bunun karşısındaki sebil de Hacı Mehmed Emin Ağa tarafından yaptırılmıştır.

Beşiktaş: Tabiî güzelliği olması sebebiyle çok eski zamanlardan beri husûsî bir ehemmiyeti vardır. Semtin ismi, Kaptan-ı Deryâ Barbaros Hay- reddîn Paşanın gemilerini bağlamak için sâhile yaptırdığı 5 taştan gelmektedir. Beşiktaş, Osmanlı Devletinin her devrinde îti- bar görmüş bir semttir. Sultan Birinci Ahmed’den îtibâren bu semte muhtelif sâhil sarayları, kasırlar ve köşkler inşâ edilmiştir. Burada bulunan Beşiktaş sâhil sarayı 1678’de inşâ edilmiş ve Dolmabahçe Sarayının inşâsına kadar ehemmiyetini korumuştur. Çırağan Sarayı ise ilk defâ Sultan Dördüncü Murad, ikinci defâ Sultan Üçüncü Selim devrinde inşâ edilmiştir. Dolmabahçe Sarayının inşâsından sonra burası da ikinci plâna düşmüş, Meclis-i Mebûsân olarak kullanılan saray 1909’da şüpheli bir yangın neticesinde yanmıştır. Osmanlı devrinde İstanbul’un en mâmur semtlerinden olan Beşiktaş’ta o devirden kalma 20 câmi ve mescit vardır. Şimdiki Yıldız Parkının girişindeki Hamidiye Câmiini, Sultan İkinci Abdülhamîd Han 1891 senesinde inşâ ettirmiştir. Ortaköy: Önceleri Yahûdî ve Rum mahallesi olan semt, Kânûnî Sultan Süleymân devrinde Türklerin buraya iskan edilmeleri ile gelişmiştir. On yedinci asırdan îtibâren, devlet erkânının inşâ ettirdikleri sâhil sarayları ile tamâmen mâmur hâle gelmiştir. Ortaköy Câmii ise, Sultan Abdülmecîd tarafından 1854-55’te inşâ ettirilmiştir.

Kuruçeşme: Tezkireci Osman Efendi Câmi- inin inşâsı sırasında su yolları bozulan çeşmeden ismini almıştır. Havasının ve suyunun güzelliği ile meşhur olan semtte birçok köşk ve saray vardır. İskelenin karşısında 150 m açıkta bulunan Serhisbey Adası hâlen yüzme havuzu olarak kullanılmaktadır.

Arnavutköy: Vaktiyle buraya yerleştirilen Amavutlardan bu ismi aldığı söyleniyorsa da, ahâlisinin ekseriyeti Rum ve Yahûdîdir. Evliyâ Çelebi 1000 kadar hâneııin olduğunu ve Müslüman bulunmadığını kaydeder. Semtte bulunan çeşme, Sultan Selim, Tevfîkiye Câmii ise Sultan İkinci Mahmud tarafından inşâ ettirilmiştir.

Bebek: Akıntı burnunun kuzeyindeki bu koy ismini, Fâtih Sultan Mehmed’in buraya tâyin ettiği ve lakabı Bebek olan bölük başından almıştır. Sultan Birinci Selim zamânında hasbahçe olan Bebek, zamanla buraların ihmâl edilmesiyle 18. asırda ayak takımının sığındığı yer olmuştur. Bu asırdan sonra semtin îmân için harekete geçilmiş, bu maksatla, Bebek Câmii ve birçok dükkan inşâ olunmuştur.

Rumeli Hisarı: İsmini Fâtih Sultan Mehmed’in fetihten önce inşâ ettirdiği hisardan alır. Bebek ve Baltalimanı koylarının arasındaki yüksek bir mevkidir. Evliyâ Çelebi burayı, bağ ve bahçesiz, kayalık, 1 0 0 0 kadar evden ibâret bir mahalle olarak tasvir eder.

Baltalimanı: İstanbul’un fethi sırasında kaptan-ı deryâ olan Baltaoğlu Süleymân Beyin gemileri burada inşâ etmesinden bu ismi almıştır. Hâlen Kemik Hastânesi olarak kullanılmakta olan Reşid Paşa yalısı da buradadır. Emirgân (Mîrgûn): Sultan Dördüncü Murâd’ın Revan Seferi sırasında kendisine yol gösteren Emîrgüne’ye burada bir kasır tahsis edilmesi sebebiyle bu ismi almıştır. Semt, Sultan Birinci Abdülhamîd devrinde gelişmeye başlamıştır. Zamânımızda Emirgân Korusu, yaz aylarında İstanbulluların piknik için en fazla gittikleri yerlerdendir.

İstinye: Tabiî bir liman olarak çok eskilerden beri meşhur olan semt, 16. asırdan îtibâren gelişmeye başlamıştır. Evliyâ Çelebi zamânında koy’un ağzında bir misâfirhâne bulunuyordu. Cezâyirli Gâzi Haşan Paşanın devrinde kurulmuş olan tersâne günümüzde kaldırılmıştır.

Yeniköy: Kânûnî Sultan Süleymân devrinde kurulmaya başlanan bu köyü Evliyâ Çelebi Seyâhatnâmesinde 3000 hâneli bir mahal olarak anlatır. Sultan İkinci Mahmud devrinde, Osmanlı mî- mârisinin zarif örnekleri olan yalılar ve köşkler inşâ edilmiştir. Ayrıca, çileğiyle de meşhurdur.

Tarabya: Bu koy da İstinye gibi çağlar boyunca ticârî bir merkez olmuştur. Sultan İkinci Selim devrinde yalnızca balıkçı kulübeleri olan semtte pâdişâha âit bir köşk inşâ edilmesiyle gelişmiştir.

Sarıyer: Semt ismini burada medfun “San Baban” nâmındaki bir zâttan aldığı söylenirse de, bakır ihtivâ eden ve sarı renkte görünen bir yardan aldığı da rivayet edilir. Sarıyer güzel havası ve şifâlı suları ile meşhurdur. Mevcut Kestane Suyu, Çırçır Suyu, Fındık Suyu, Hünkâr Suyu, Şîfâ Suyu bu semttedir. Ayrıca semtin mesîre yerleri de meşhurdur. Rumeli Kavağı: Sultan Dördüncü Murad devrinde, Rus Kazaklarının saldırılarını durdurmak üzere inşâ edilen hisar ile ehemmiyet kazanmıştır. Evliyâ Çelebi kale içinde muhâfızlara âit 60 evin bulunduğunu kaydeder. Kale günümüze ulaşmamıştır. Hâlen geniş bir kısmı askerî bölge olan semtte güzel mesîre yerleri vardır. Anadolu Kavağı: Osmanlılar devrinde bâzı yolları ve askerî istihkamları ihtivâ eden önemli bir bölgedeydi. Semtte bulunan kale Dördüncü Murâd Han zamanında tamir ettirilmiştir. On yedinci asırda kalabalık bir bölge olan bu semtte, 3 tâne câmi vardır. Evliyâ Çelebi, limanında her zaman 300 geminin bulunduğunu yazar. Bu semtin de Rumeli Kavağı gibi çok geniş bir kısmı askerî bölgedir.

Beykoz: Boğaziçi’nde, Servi Burnunun kuzeyinde bulunan bu semtin ismi, Osmanlı Devletinde, Kocaeli vâlilerinin karargâhı olmasından gelmektedir. Balıkçılık gelişmiştir. Kalkan balığı oldukça meşhurdur. Ayrıca mesîreleri de çok îtibar edilen yerlerdir.

Paşabahçe: Önceleri sâdece Hıristiyanların oturdukları bir semt olan Paşabahçe’ye, Sultan Üçüncü Mustafa devrinden îtibâren Müslümanlar yerleşmeye başlamışlardır. Burada bulunan ŞişeCam Fabrikasının ekonomimizde önemli bir yeri vardır.

Kanlıca: Bu semt adını, burada yerleşen ve Kanglı denilen eski bir Türk kabîlesinden almıştır. Sütü ve yoğurdu meşhur olan Kanlıca, bilhassa mesire yerleri ile Boğaziçi’nin güzîde semtlerindendir.

Anadolu Hisarı: Sultan Yıldırım Bâyezîd’in Boğaz’ı kontrol etmek üzere yaptırdığı hisardan ismini almıştır. Göksu ve Küçüksu mesîreleri ile meşhur olan semt, baharda pikniğe gelenlerle dolar.

Kandilli: İsmini bir rivâyete göre Sultan Dördüncü Murad’m Revan Seferinden dönüşünde bir şehzâdesinin buradaki bir köşkte doğması ve burada tertib edilen, yedi gece süren kandil donanmasından almıştır. Asırlar boyunca pâdişâhların çok îtibar ettikleri Kandilli, sonraları Fransız ve İngilizlerin oturdukları bir yer olmuştur.

Vaniköy: Sultan Dördüncü Mehmed’in ikinci hocası olan Vanî Mehmed Efendiden ismini almıştır. Şimdi rasathânenin bulunduğu tepede, 1911 senesine kadar yangını haber veren toplar atılırdı.

Çengelköy: Burada gemi çapalarının yapılmasından dolayı bu ismi almıştır. Çengelköy’ün başlıca mesîresi olan Havuzbaşı, Beylerbeyi ile huduttur. Burada Şeyh Nevres Tekkesi bulunmaktadır. Ayrıca 1872’de inşâ edilen Kuleli askeri Lisesinde hâlen öğretim devâm etmektedir.

Beylerbeyi: Sultan Üçüncü Murad devri beylerbeylerinden olan Mehmed Paşanın sâhil sarayının yerine yapılan saraya verilen ismin bütün semte genişlemesinden bu ismi almıştır. Bu sarayı 1865’te Sultan Abdülazîz Han yeniden baştan başa mermer olarak inşâ ettirmiştir.

Kuzguncuk: Adını, Fâtih Sultan Mehmed devrinde buraya yerleşen Kuzgun Baba adlı bir velîden alan semt, önceleri daha ziyâde Rum ve Yahûdîlerle meskundu. Fakat inşâ edilen câmi ile Müslümanların da îtibar ettikleri bir semt olmuştur.

Hayatta ve Sanatta Boğaziçi

Boğaziçi İstanbul’dan tamâmen farklı, fakat ondan ayrı düşünülemeyen, bir güzellikler bölgesidir. Her semtin ayrı hüviyete sâhip olmasına rağmen yine de bir bütün teşkil etmesi, oradaki hayâtın ve hâtırâlarm bir terkibidir. İstanbul’un fethinden sonra meydana gelen bu terkip, tamâmen Müslüman Türkün eseridir. 1100 sene süren Roma ve Bizans medeniyeti burada böyle bir bütün teşkil edemedi. Türk İslâm medeniyeti, Boğaziçi’ne İstanbul’dan 60 sene önce yerleşti. Anadolu yakasındaki bâzı köylerin kuruluşu bu zamana rastlar. Fetihten sonra Boğaziçi’ne iskânların başlaması, dünyâda eşi olmayan bir güzelliğin ortaya çıkmasına sebeb oldu. Batılı bir şâirin; “Yer ve gök arasında dalgalanan en güzel çizgi budur.” dediği, yeşil ve mâvinin en nefis tonlarının bulunduğu Boğaziçi, Osmanlı Türkünün eseri olarak şenlendi. Boğaziçi’ne Türklerin bu kadar değer vermesi, iki taraftaki dağların arasında boğazın ihtişamla akmasının, Orta Asya’daki eski yurtlarını hatırlatması olabilir. Boğaziçi gibi eşsiz güzellikler diyârının ede- biyâtımızdaki tesirleri de mühimdir. İstanbul’da yaşayıp da burası ile ilgili şiir yazmayan şâirimiz yok gibidir. On yedinci asırda yaşayan Nev’izâde Atâî, Âlemnûma adlı eserinde boğazı tasvire çalışmıştır.

Şâir, sandal sefâlarını, mesireleri anlattıktan başka, semtleri ayrı ayrı işlemiştir. Şâir Fennî (17. asırbaşı) Sâhil-nâme adlı manzum eserinde,Galata’dan başlayıp, Kavaklardan geçerek Üsküdar’a kadar her semte bir beyit tahsisi ile Boğaziçi’ni tasvire çalışmıştır. Şiirde 63 beyit vardır. Dîvân şiirinde önemli bir yeri olan Boğaziçi, gazellerde, kasidelerde gâyet canlı olarak anlatılır. Şiirlerde Boğaz’ın anlatılması an’anesi, Nedim, Şeyh Gâlib, Enderunî Vâsıf, Enderunî Fâzıl’dan başlayarak kesintisiz günümüze kadar devâm etmiştir. Tanzimattan sonra Boğaz daha ziyâde roman ve hikâyelere malzeme teşkil etmiştir.  Nâzım, Zehrâ adlı romanına uzun bir Boğaz tasviriyle başlar. Hâlid Ziyâ Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu adlı romanında Göksu’daki mesireleri anlatan uzun pasajlar bulmak mümkündür. Aynı yazarın Bir Yazın Târihi adlı eserindeki olaylar Çubuklu’daki bir yalıda geçer. Mehmed Rauf, boğazın daha alafranga kısmı olan Büyükdere ve Tarabya’yı hikâyelerinde dekor olarak kullanır. Hüseyin Rahmi Gürpınar, Cadı adlı eserinde Rumelihisarı ile Baltalimanı arasındaki yolların esrarlı havasını anlatır. Hâlide Edip Adıvar’ın Tatar- cık’ında günün muhtelif saatlerindeki Boğaz manzaraları resimleştirilir. Ayrıca Yâkub Kadri Kara- osmanoğlu, Refik Hâlit Karay, Ahmed Râsim, Safvetî Ziyâ, Rûşen Eşref ve Abdülhak Şinâsi de Boğaziçi’nden canlı manzaralar tasvir ederler. Hatta Abdülhak Şinasi Hisar’ın Boğaziçi Yalıları ve Boğaziçi Mehtapları adlı eserleri bu bakımdan dikkat çeker. Günümüz şiirinde Boğaz’ı beş asırlık ihtişamıyla, en güzel hâliyle yaşatan Yahyâ Kemâl Beyatlı olmuştur. Saatten saatte değişen rengi, suyun akışı ve asırlar boyunca Boğaziçi’ne sinen Türk zevki Yahyâ Kemâl’in şiirlerinde görülebilir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir