akşemseddin
akşemseddîn; İstanbul’un mânevîfâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî. Asıl ismi Muhammed bin Hamzâ, lakabı Akşeyh’tir. Evliyânın büyüklerinden Şi-hâbüddîn Sühreverdî’nin neslindendir. Soyu, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’a ulaşır. Hacı Bayram-ı Velî’nin, ona; “Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd’den, insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedin.” demesi sebebiyle, “Akşemseddîn” lakabı verilmiştir. Saçının, sakalının ağarması ve ak elbiseler giymesi sebebiyle “Akşemseddîn” denildiği de ri-vâyet edilmiştir.
1390 (H.792) senesinde Şam’da doğdu. Küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Yedi yaşında babası ile Anadolu’ya gelip Amasya’nın Kavak nâhiyesine yerleşti. Bir süre sonra babası vefât etti. Akşemsed-dîn’in babası da âlim ve velî idi. Babası vefât edip, defn olunduğu günün ge-
cesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bu kurt, o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyü mezardan çıkararak parçalardı. Şeyh Hamza’yı da parçalamak ve yemek istemişti. Fakat Şeyh Hamza, mübâ-rek elini uzatarak, o kurdu boğazından sıkıp öldürdü. Ertesi sabah ziyârete gelen halk, kurdu ölü, Şeyh Ham-za’nın elini de mezardan çıkmış buldular. Hâl sâhibi biri;
“Kurda değdiği için, Şeyh Hamza’nın mübârek elinin yıkanması lâzımdır.” dedi. Elini yıkadılar. El, hemen içeri çekildi. O günden beri Akşemseddîn’in babası, Kurtboğan lakabı ile meşhûr oldu.
Akşemseddîn, babasının vefâtından sonra tahsiline devâm ederek, sarf, nahiv, mantık, meânî, belâ-gat ilm-i usûl-i fıkıh, akâid, hikmet ojoıdu. Zekâ ve istî-dâdının yardımıyla kısa sürede ilimleri ikmâl eyleyip tıp ilmini dahi tahsil ettik-
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 167
«İr ■ î ~
Akşemseddîn hazretlerinin İstanbul fethedilince ortadan kay-bulup 3 gün boyunca ibadet ettiği Fatih Hırka-i Şerif Câmii altındaki yere dikilen anıt ve aynı yerde’ yâpılm Akşemueddin camii
ten Isonra Osrr
re sesi ne Burada günün rinde ders ver manlarca nefsi si ile meşgul varmfı takva üzeı likte bu lâk sâl”
arıcık med-müdbrris oldu, belli saatle-r artan zailin terbiye-tplurdu. De-hakla bir-iınurdu. Yüksek ah-ibî idî. Ondaki bu ve bilenler
hâllejri görenler kendisi ıe zamanın büyük
velîsi H lerine
âcı Bayr itmesini
am hazret-tavsiye et-
tiler. Bu tavsiyelere uyan ve tasavvuf yolunda yükselmek isteyen Akşemseddîn hazretleri müderrislik görevini bırakarak, Ankara’ya geldi. Rastladığı bir kimseye Hacı Bayram-ı Velî’yi nerede bulabileceğini sordu.
O da karşı sokakta yanında iki talebesiyle gezen bir zâtı göstererek;
. “İşte şu gördüğün, dükkan dükkan gezerek para toplayan kişi Hacı Bay-ram’dır.” dedi.
Akşemseddîn hazretlerinin yüzü buruştu kalbi sıkıntıyla doldu. Demek meşhur velî Hacı Bayram dükkan dükkan para topluyor, buralara kadar kendimi boşuna yormuşum diyerek oradan uzaklaştı ve meşhur velî Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerine talebe olmak gâyesiyle Haleb’e doğru yola çıktı. Günlerce yol alan Akşemseddîn Haleb’e bir konak mesafeye geldiğinde bir hana indi. Sabah, elleri yüzünde; korku, şaşkınlık ve dehşet içe-
orta aııaılalu (ktzey-güney) evliyaları 168
akşemseddîn
risinde uyandı. Hâlâ gördü- tedikçe Hacı Bayram zinciri ğü rüyânın etkisi altınday- çekiyordu. Tam boğulmak dı. Sabah namazını edâ üzere iken uyanmıştı. Rüyâ eden Akşemseddîn izi üze- tâbiri gerektirmeyecek karine, Haleb yerine tekrar dar açıktı. Akşemseddîn geri Ankara istikâmetine hızla Hacı Bayram’a gelir-döndü. Oysa Haleb’e bir ken; “Ne yaptım ben” diye-saat kalmıştı. Onu geri rek kendi kendine söylenî-döndüren, Akşemseddîn yordu. Ankara’ya gelip, Ha-hazretleri ile ilgili bir rüyâ Cı Bayram-ı Velî’nin dergâ-idi ve hep bu düşün tesiri hına ulaşınca, onun talebe-ile yürüyordu. teriyle tarlada çalıştığını Rüyâsında boynuna ta- öğrendi. Hemen oraya koş-kılan bir zincir Hacı Bay- tu, fakat Hâcı Bayram hiç il-ram’ın elindeydi. Akşem- tifat etmedi. Akşemseddîn, seddîn, Haleb’e gitmek is- diğer talebeler gibi tarlada
Göynük Gâzi Süleyman Paşa Camii. Akşemseddîn hazretlerinin de türbesi bu caminin bahçesindedir. /
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 169
ak^ernseddfn
çalıştı Akşerr bakrric zırlana ne tak
Yeme ıseddi ıdı. Ha n yem sim e
türdii onlara rak, ru yıksın
onune meye ram-ıı suna c se, ka nıma alıp sc ra;
“di konan başlad ı/elî, oı layans Ibimize diy ıfrasına
sâfiri di. Ak: sevindi i fan m
bel
Ha retleri tale imli he siniî t te bü\ Bir de bir kaş şey y.
orta an
erııtı < Akşi bir de îfsine; iyen
k valcti gelince, n’in yüzüne çı Bayram, ha-eği talebeleri-tti, artığını da ;anağına dök-mseddîn, bir kendine baka-“Sen buna lâ-ek, köpeklerin yemekten ye-ı. Hacı Bayının bu tevâzu-m aya rak; “Kö-gircJin, gel ya-şrelc gönlünü oturttu. Son-
hcirle Döyle ?emse ve k îdisin
zorla gelen mi-ağırlarlar.” de-ddîn buna çok îndini onun îr-3 verdi.
:ı Bayram-ı Velî haz-Akşemseddîn’i diğer erinden daha zor nlara tâbi tuttu. Nef-erbiye ve ıslah etmeklik sıkıntılar çektirdi, ifâsında yedi günde ık sirkeden başka bir îdirmeidi. Ancak Ak-
şemseddîn bütün bunlardan memnun ve hattâ kendisi daha fazlasına tâlipti. Nitekim nefsinin istediği şeyleri yapmamakta şeyhinin kendisine buyurduğu tâlim ve terbiyedeki şiddet derecesini kendi isteğiyle artırdığı zaman Hacı Bayram hazretleri ona:
“Yâ Köse nice riyâzet eylersin, nefsin isteklerinden sakınırsın, âkıbet nûr olursun. Vefât ettikten sonra seni kabrinde bulamazlar!” dedi.
Böylece Akşemseddîn hazretleri kısa zamanda tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram hazretlerinden icâ-zetini, diplomasını aldı.
Onun kısa sürede icâzet alması bâzılarına zor geldi. Hacı Bayram-ı Velî’ye;
“Diğer dervişlere kırk yıldır hilâfet vermedin, az müddet içinde Akşeyh’e hilâfet verdin. Hikmeti nedir?” diye sordular. Hacı Bayram-ı Velî de;
adolu (kuıze r güney) evliyaları 170
akşemseddfn
“Bu zeyrek, uyanık ve akıllı bir kösedir. Her ne görüp duydu ise hemen inandı. Sonra hikmetini yine kendisi anladı. Fakat yanımda kırk yıldan beri hizmet eden bu talebeler, hemen gördüklerinin ve duyduklarının aslını ve hikmetini sorarlar. Ona hilâfet verilişinin sebebi budur.” cevâbını verdi.
Akşemseddîn hazretleri, hocası Hacı Bayram-ı Ve-
lî’nin ileride bir büyük fethin mânevî fâtihliği müjdesine de nâil oldu.
Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin tahsil ve terbiyesiyle irşâd makâmına yükselen Akşemseddîn hazretleri önce Beypazarı’na yerleşti. Orada bir mescid, bir değirmen yaptırdı. Halkın etrâfına toplanması üzerine İskilip’te Evlek’e oradan da Göynük’e gelip mekân tuttu. Birgün bir kişi gelip,
NE SEN GÖRÜRSÜN NE DE BEN
Osmanlı Sultânı İkinci Murâd Han, Hacı Bayram-ı Ve-IFyi son derece severdi. Fırsat buldukça, sık sık ziyâretine giderdi. Bir defâsında, dört yaşındaki oğlu Şehzâde Meh-med ile berâber Hacı Bayram’a gelip, elini öptüler. Sultan Murâd Han, sohbet sırasında Hacı Bayram’a;
“Efendim, İstanbul’u alıp, kâfir diyârını İslâm’ın nûru ile nûrlandırarak, çan çınlamalan yerine ezân seslerinin yükselmesini arzu ederim. Bu hususta duâlarınızı beklerim.” dedi. Hâcı Bayram-ı Velî;
“Allahü teâlâ, ömrünüzü ve devletinizi ziyâde etsin. Yalnız, İstanbul’un alındığını sen ve ben göremeyiz.” dedi, sonra da, şehzâde Mehmed jle Akşemseddîn’i göstererek;
“Ama şu çocukla bizim köse görürler.” buyurdu.
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 171
akşe
mseddiıra
Akşemseddîn Haz* ‘ilerinin yaşadığı Göynük ilçesi
Akşemseddîn’i; bir mikdâr mülk bağışladı Âkşemsed-dîn ha; ne gel “Niçin diye sc
i o /erin uzerı-nce, tek issüm etti, tebessi ti ettiniz?” rdular. ( da;
“Otuz sene kadar önce seyâhat ederken, yolum buraya düşmüştü. Görünce gönlüm buraya meyletmişti. Gönlümden geçen bu arzu, otuz yıl sonra gerçekleş-
orta am-dolu (İni* -güney) evliyaları 172
akşemseddîn
ti. Onu hatırladım ve tebessüm ettim.” cevâbını verdi.
Hacı Bayram hazretleri Ankara’da fenâ âleminden bekâ âlemine göç etmek üzere iken; son sözleri:
“Benim namazımı Akşemseddîn kıldırsın ve ce-nâzemi yıkasın. Bu haberimi ona iletirsiniz!” oldu ve vefât etti.
O sırada Akşemseddîn orada değildi ve nerede bulunduğunu kimse bilmiyordu. Talebeler ile Hacı Bayram-ı Velî’nin yakınları, merak ve hayret içinde kaldılar. Bâzı kimseler;
“Hacı Bayram-ı Velî’nin bu sözü, ölüm hâlinde söylenen sözlerdendir. Buna pek îtibâr edilmez.” dediler. Kararsız ve üzüntülü bir halde yollara bakarlardı. O esnâda; “Akşemseddîn geliyor!” diye bir ses işitildi. Halk Akşemseddîn’i karşıladı ve olup biteni haber verdi. O da vasiyet üzerine yıkayıp namazı kıldırdıktan sonra, Hacı Bayram-ı Ve-
lî’yi defn etti. İşler bitince, Hacı Bayram-ı Velî’nin doksan bin akçe borcu olduğunu öğrendi ve otuz bin akçesini ödemeyi vâdetti. Kalanını da Hacı Bayram-ı Velî’nin yakınları ile dostları ödediler. Akşemseddîn, üzerine aldığı otuz bin akçenin yirmi dokuz binini ödedi ve geriye bin akçe kaldı. Alacaklı, Akşemsed-dîn’e gelerek hepsini istedi. “Birkaç gün müsâade et.” dediyse de, faydası olmadı. Sert ve küstah bir şekilde bir dakika bile bekleyeme-yeceğini bildirdi. Bu söz üzerine fevkalâde müteessir olan Akşemseddîn hazretleri alacaklıyı içeri çağırdı. Evin önünde bir bahçe vardı. Ona;
“Bahçeye gir, alacağın bin akçeyi al. Fazlasını alma!” dedi.
1 O kimse, bundan sonraki durumunu şöyle anlatıyor:
“Bahçeye girdim. Bahçenin içinde yassı yapraklı
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 173
akşemseddîn
bir ot vardı. Her yapr, ğın üzerinde bir akçe varc . O otta o kadar çok ya rak vardı kir sayısını ancak ı ,1la-hü teâlâ bilir. Onun ya| ak-
larından bin ak Fakat yaprakl
:çe toplaı ım. anın üz rin-
den bir akçenin eksilir* iniş olduğuhu gördüm. Be içenin içi de akçe ile ciclu du. Bu hâli görünce, hay îtte
kaldım, D akçeyi
şarıl çıkıp, c bin Akşemsöcld ı’in
önüne koydum. “Bu < içe
leri size bağı dim, yâlvc ledim. Fak^tŞ çeyi kabul Akşern hocasının getirdikten Göynüğ’e
?ladi!irı.” de-
vas s
rdırn ve özı îyhı, p bi etmedi.” seddîn hjszr yetini y<
di-
ak-
:leri
ine
oma 1:< aar
geldi. Bujrâü ı da
bir meşcicf ve değilime ı inşâ eyledi. Bir yandan < pullarının, diğer taraflaı da kendisine inti$âb edip gönül veren talebeler ni tâlim ve terbiyeleriyle’ jc aşıyordu.
Tıb ilmindi de; İte dini yetiştirmen Akşenhse Idîn hazretleri çeşitli Iha-ita ıkla-
oria an&dolu (ki
ra, hangi otlardan hazırlanan ilaçların iyi geleceğini bilirdi. Bu husustaki ilmi dillere destan idi. Bulaşıcı hastalıklar üzerinde de çalışmalar yaptı. Çünkü o devirde salgın hastalıklar binlerce insanın ölümüne sebeb oluyordu. Akşemseddîn hazretleri, etkileri bakımından kansere benzeyen seretân denilen bir hastalıkla da uğraşmıştı. Tıptaki şöhreti o dereceye vardı ki birkaç defa Edirne sarayına çağrıldı.
Talebelerinden Şeyh Mısırlıoğlu Abdurrahîm anlatıyor:
“Hocam Akşemseddîn ile Edirne’ye gitmiştik. Sultan Murâd Hanın kazaskeri Süleymân Çelebi hasta idi. Bizi saraya dâvet ettiler. Sultanın tabibleri Süleymân Çelebi’nin etrafında ona ilâç veriyorlardı. Hocam tabiblere bunun hastalığı nedir? diye sordu. Onlar;
“Şu hastalıktır.” diye cevap verdiler. Hocam;
ızef..ğjüiiw ) evliyaları 174
akşemseddtn
“Buna Sersam ilâcı yapmak lâzımdır.” buyurdu. Tabibler;
“Bunun hastalığı o değildir amma sen yine o ilâcı ver.” deyip gittiler. Ben çok üzülmüştüm. Zîrâ hocamın hastalığa tam vâkıf olamadığını zannetmiştim. Hocam divitle kalem istedi, reçetesini yazdı. İlaçlarını hazırladı ve Süleymân Çe-lebi’ye verdi. Aradan kısa bir zaman geçince, Süleymân Çelebi’de sıhhat alâmetleri belirdi ve iyi oldu.”
Yine Fâtih Sultan Meh-med Han’ın kızı Gevherhan Sultan hastalanmıştı. Tabibler tedâvide âciz kalıp özür dilediler. Sonunda Ak-şemseddîn hazretlerine mürâcaat edildi. Onun yazdığı ilâç Allahü teâlânın izni ile iyi geldi.
İkinci Murâd Hanın vefâ-tı ile Osmanlı tahtına çıkan genç pâdişâh Sultan Meh-med, İstanbul’un fethi hazırlıklarını tamamladıktan sonra şehre doğru hareket
ederken, Allah adamlarının da ordusunda bulunmasını istedi. Bu dâvet üzerine Ak-şemseddîn, Akbıyık Sultan, Molla Fenârî, Molla Gürânî, Şeyh Sinân gibi meşhûr âlim ve velîler, talebeleriyle birlikte orduya katıldılar. Yine orduya katılan Aydınoğ-lu, Karamanoğlu, İsfendiya-roğlu kuvvetleri gibi gönüllü birlikler, İstanbul’un fethinin, bütün Türk-İslâm âle-mince mukaddes bir gâye kabûl edildiğini dile getirdiler. Bilhassa talebeleriyle birlikte orduya katılan Ak-şemseddîn hazretleri ve diğer âlim ve evliyâ zâtlar, askerlere ayrı bir şevk ve azim
Akşemseddin Camii
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 175
akşemseddîn
veriyorlardı. Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul önlerinde ordugâhını kurduktan sorira, düşmana önce İslâmî tebliğ etti. İslâmiyet’in emrij olan hususları bildirdi. Fc|kat, BizanslIlardan red cevabı alınca, şehri kuşatmaya başladı. Kuşatmanın uzanması ve bir netice elde edilememesi bâzı devlet adamlarını ümitsizliğe düşürdü. Bunlar şehrin alınamayacağını, üstelik bir Haçlı ordusunun Bizans’ın im-
Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fethedip şehre Topka-
pı’dan girdiği din hazretleri
sırada Akşemsed-de yanında idi.
dâdına koşacağını sanıyorlardı. Bütün bu olumsuz propagandalara karşı orduda pâdişâhı ve askeri fethe karşı gayrete getiren bir din büyüğü vardı; Akşemseddîn. O, şeyhi Hacı Bayram-ı Velî’nin; “İstanbul’un fethini şu çocukla bizim köse görürler!” sözünü biliyor ve tahakkuk edeceğine kalpten inanıyordu.
Muhâsaranın devâm ettiği bir sırada Avrupa’dan asker ve erzak getiren gemiler, Osmanlı donanmasının müdahalesine rağmen şehre girmeye muvaffak oldu. Kâfirler görülmemiş şenlikler yaparken, Müslümanlar üzüntülü idi. Pâdişâha gelen bâzı devlet adamları;
“Bir sofunun (Akşemseddîn) sözüyle bu kadar asker kırdırdın ve bütün hazîneyi tükettin. İşte Frengistan’dan kâfire yardım geldi. Fethetmek ümidi kalmadı.” dediler.
Bunun üzerine Sultan Mehmed Han, veziri Veli-
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 176
akşemseddfn
yüddîn Ahmed Paşayı Ak-şemseddîn’e göndererek;
“Şeyhe sor, kal’a feth olmak ve düşmana zafer bulmak ümidi var mıdır?” dedi. Buna Akşemseddîn hazretleri şöyle cevap verdi:
“Ümmet-i Muham-med’den bu kadar müslü-man ve gâziler bîr kâfir kâ-lesine doğru hücum ederse, inşâallahü teâiâ feth olur.”
Sultan Mehmed Han, umûmî cevapla yetinmeyip, Veliyüddîn Ahmed Paşayı tekrar Akşemseddîn’e gönderip;
“Vaktini tâyin etsin.” dedi. Akşemseddîn murakabeye daldı. Başını eğip, Allahü teâlâya yalvardı. Mübârek yüzü terledi. Sonra başını kaldırarak;
“İşbu senenin Cemâzi-yelevvel ayının yirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle filan taraftan yürüsünler. O gün feth ola. Kos-tantiniyye’nin içi ezan sesiyle dola!” dedi. Ayrıca genç
pâdişâha bir mektup gönderdi. Mektubunda;
“Kul tedbir alır, Allahü teâlâ takdir eder kaziyesi, delili sâbittir. Hüküm Allahü teâlânındır. Velâkin kul, elinden geldiği kadar gayret göstermekte kusur etmemelidir. Resûlullah’ın ve Eshâbının sünneti budur.” diyordu.
Böylece Akşemseddîn hazretleri bir taraftan İstanbul’un fethi hakkında yeni müjdeler veriyor, diğer yandan da ne şekilde davranıl-ması hususunda pâdişâha tavsiyelerde bulunuyordu.
Nihâyet Akşemseddîn hazretlerinin tâyin eylediği gün ve saat doldu. Sultan Mehmed Han ordunun başına geçerken, hocası Ak-şemseddîn’den okumak için bir duâ istirham etti. Bunun üzerine Akşemseddîn;
“Yâ Fakih Ahmed!” diyerek himmet taleb eyle!.. Onu vesile kılarak Allahü teâlâya tazarru ve niyâz eyle.” buyurdu. Sonra çadırı-
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 177
akşemseddîn
na giren Akşemseddîn hazretleri yanına hiç kimseyi koymamalarını istedi ve kapılarını iyice kapattırdı.
Yeniçeriler, azablar] dalkılıçlar, serd^ngeçtiler, akıncılar, gönüllüler, erenler, ev-liyâlar Sultan Mehmed Hanın buyrupuyla İstanbul üzerine akıyorlardı. Mehmed Han bu sırada hocası Akşemseddîn’in yanında olmasını aızuladı ve Ipaber gönderdi. Gelmeyince Ak-şemseddîn in bulunduğu çadıra gitti. Çadırın her tarafı iyice kapatılmıştı. Fâtih Sultan Me hmed Han çadıra yaklaşıp, hançerini çıkardı. Hançerle çadırdan biraz keserek, içerisinin görülebileceği kadar bir delik açtı. İçe-
ri bakıncci, seddîn ha toprak üzeri panmış, düşmüş, ak
hocası Akşem-zretlerîni kuru nde secdece ka-başından sarığı saçı ve akı saka-
lı nûr gibi parlıyor gördü. Ak saçını ve ak sakalını toprağa sürüp, saçını sakalını toprak içinde bırakmıştı. Bu hâli ile İstanbul’un fethinin gerçek-
orta anadolu
leşmesi için Allahü teâlâya yalvarıp duâ ediyor, gözyaşı döküyordu. Fâtih Sultan Mehmed Han, hocası Akşemseddîn’in Allahü teâlâya yalvarıp, duâ etmekte olduğu bu yüksek hâlini görünce, doğruca yerine döndü. Kaleye bakınca surlara tırmanan İslâm askerinin yanında ve önünde ak abalı bir topluluğun da hisara girmekte olduğunu gördü. Az sonra fethin askeri de surları geçip şehre girdi. Böylece İstanbul’un fethi ve Peygamber efendimizin büyük mûcizesi gerçekleşti.
Akşemseddîn, fetih ordusu İstanbul’a girdikten sonra, İslâmiyet’in harp ile ilgili hukûkunun gözetilmesini genç pâdişâha tekrar hatırlattı. Buna uygun hareket edilmesini bildirdi.
İstanbul sabah sekiz sıralarında fethedilmişti. Fâtih Sultan Mehmed ise şehre öğle saatlerinde Topka-pı’dan girdi. Beyaz bir at üzerinde idi. Muhteşem bir alayla ve alkışlar içinde iler-
(kuzey-güney) evliyaları 178
akşemseddîn
Ayasofya, camiye çevrildiğinde ilk hutbe Akşemseddîn hazretleri tarafından okundu
leyerek, Ayasofya’ya doğru yol aldı. Zulümden ve haksızlıktan bıkmış olan Bizans halkı yeni bir bekleyişin içinde idi. Fâtih geçtiği sokakları, caddeleri, evleri dikkatle gözden geçiriyordu. Yanında ileri gelen kumandanlarıyla vezirlerinden başka, Molla Gürânî, Molla Hüsrev, Akşemseddîn ve Akbıyık Sultan gibi âlimler ve velîler topluluğu da bulunuyordu. Yerli halk yolları doldurmuştu. Fâtih Sultan
Mehmed çok genç olduğu için, herkes Akşemseddîn’i pâdişâh sanıyordu. Ona, demet demet çiçek veriyorlardı. Akşemseddîn’in, genç pâdişâhı göstererek;
“Sultan Mehmed ben değilim, odur.” sözüne karşılık;
Sultan Mehmed de;
“jGidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmed benim, ama o benîm hocam-dır. Şehrin mânevî fâtihî-dir.” diyordu.
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 179
akşemseddîn
*3SmS
-»-i 1
MUj (mW***
Ş*-„M
^*,|l^jg <*di^>itj|>ıii^Str4! ^4^NİEİr^l^t
^ mí *4k¡MpíjíiSÑ#
WjH»«Wjl¡wiíp¡i ***’
Akşemseddîn ’in hazretlerinin Maddeiü’l-ftayat adili sayfası
Fâtih Han isti
Sultan
nbul’a
sonra, hpoası A dîn üç gi^rı gözden kaybol-
eserinin ilk
Mehmed
girdikten
kşemsed-
du. Bîıtüıjı aram men bulgruadıiar sonra, Eclirnekap nnda vîrâns bir y detle nıeşg jI olar
lara rağ-Üç gün yakınla-erde ibâ-ak buldu-
re, onun ismine
lar. O zamandan bferi bu ye-izâfeten lahallesi an Meh-üçüncü gidip,
“Akşemseddîn” denildi. Fâtih Sult med Han| fethin günü /Aya; ofya’y
orayı câmiye çevirdi. Aya-sofya’yı câmiye çevirmesi, BizanslIlar ile yapılan bir anlaşmaya bağlanmıştı. Burada ilk hutbeyi, Akşemseddîn okudu. Okmeyda-m’nda bir zafer alayı tertiplenmişti. Orada Akşemseddîn de vardı. Akşemseddîn gâzîlere bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında;
“Ey gâzîler, bilin, âgâh olun ki; cümleniz hakkında, âhir zaman Peygamberi ol Server-i kâinât; “Onlar ne güzel askerdir.” buyurmuştur. İnşâallah cümlemiz affedilmiş oluruz. Fakat gazâ malını isrâf etmeyip, İstanbul içinde hayr-ü-ha-senâta sarf ve pâdişâhımıza itâat ve muhabbet ediniz.” diye nasihatte bulundu. Sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hanın başına iki çatal ablak sorguç takıp;
“Pâdişâhım, bütün Âl-i Osman’ın âb-ı rûyu oldun. Hemen mücâhid-i fî sebîlil-lah ol!..” diyerek, Gülbank-i Muhammedi çekti.
orta anadolu [kuzey-güney) evliyaları 180
akşemseddîn
Akşemseddîn hazretlerine; “İstanbul’un fethedileceği zamânı nasıl bildin?” diye sorulunca, şöyle cevap verdi;
“Kardeşim Hızır ile, ilm-i ledünniyye üzere İstanbul’un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün, Hızır’ın, yanında evli-yâdan bir cemâatle hisara girdiğini gördüm. Kale fet-holunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur hâlde gördüm.”
Fâtih Sultan Mehmed Han, fetihden sonra hocası Akşemseddîn’e, son taarruzun başladığı sırada; “Yâ Fakîh Ahmed” diyerek Fa-kîh Ahmed’den himmet ta-leb etmesini söylediğini hatırlatarak;
“Fakîh Ahmed kimdir ki; tazarru ve niyâz eyledim? Himmetini istedim? Allahü teâlâyı tazarru etmiş olsa idim evlâ değil mi idi?” diyerek, sebebini sordu. Hocası Akşemseddîn bu suâle;
Akşemseddin’in hazretlerinin İstanbul kuşatması sırasında Fâtih Sultan Mehmed Han’a yazdığı mektup
“0 sırada Fakîh Ahmed, kutb, sâhib-i tasarruf idi.” cevâbını vererek, Allahü te-âlânın yardımını, onun vâsıtasıyla ve onun bereketi ile gönderdiğini ve onun da himmet ettiğini söylemiştir. Akşemseddîn hazretlerinin “Fakîh Ahmed” dşdiği kendisi idi. Fakat te-vâzuunun çokluğundan şöhretten kaçıp, kendisini
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 181
akşemseddîn
gizleyerek böyle konuş- kabridir.” buyurdu. Sonra, muş, gâyet ârifâne bir tavır ■ kaldıkları yere döndüler, takınmış olduğu rivayet Fâtih Sultan Mehmed Han, edilmiştir. Akşemseddîn’in söylediğidir gece Fâtih Sultan ne inandıysa da, hiç şüphe-Mehmed Han, Akşemsed- si kalmasın istiyordu. O ge-dîn hazretlerinin ziyâretine ce silâhdârına; gitti. Fâtih, sohbet s,ırasın- “Gidin, Akşemseddîn’in da bir ara Akşemseddîn’e; diktiği çınar dallarının orta-f’Hocam! Eshâb-ı kirâ- sına şu mührümü gömün m in büyüklerinden, mih- ve o dalları yirmişer adım mandâr-ı Resûlullah olan güney tarafına çekin.” de-Ebu Eyyûb-i Ensârî’nin mü- di. Sabah olunca Sultan Fâ-bprek kabrinin İstanbul sur- tih, Akşemseddîn’den, hazla rina yakın bir yerde oldu- ret-i Hâlid’in kabrinin yerini ğunu târih kitaplarından tekrar tâyin etmesini ricâ okudum. Yerinin bulunma- .etti, tekrar gittiler. Akşem-sı ve bilinmesini bilhassa seddîn silahdarın diktiği ricâ ederim.” dedi. O za- dalların dikildiği yere bakman Akşemseddîn hemen; madan doğruca gidip eski “Şu karşı yakadaki tepe- yerde durdu ve; nin eteğinde bir nûr görü- “Dalların yeri değiştiril-yorum. Orada olmalıdır.’ miş, hazret-i Hâlid burada-cevâbını verdi. Derhâl pâ[ dır.” dedi ve sonra silâhdâr dişâhla oraya gittiler. Ak[ ağasına hitâben; şemseddîn hazretleri, ora- “Sultân hazretlerinin daki bir çınardan iki dal a * mührünü çıkarın ve kendi-dı. Birini bir tarafa, diğerdi sjne teslim edin.” dedi. Ak-az öteye dikti ve; şemseddîn hazretleri, si-“Bu iki dal arası, IViilrı- lâhdâr ağanın gizlice göm-mandâr-ı Resûlullah’ n düğü pâdişâh yüzüğünün
‘■noeır-ffiiner! evliyaları 182
akşemseddîn
de orada olduğunu kerametiyle anlamıştı.
Bunun üzerine Fâtih, Akşemseddîn’e;
“Kalbimde hiç şüphe kalmadı. Ama tam inanmam için bir alâmet daha gösterir misiniz?” dediğinde, Akşemseddîn:
“Kabrin baş tarafından bir metre kazılınca, üzerinde; “Bu Hâlid bin Zeyd’in kabridir.” yazılı bir taş vardır.” dedi. Kazdılar, Akşemseddîn’in dediği gibi çıktı. Bu hâli gören Sultan Fâtih’in vücûdunu bir titreme aldı. Bu hâl geçince Fâtih; “Zamâmmda Akşemseddîn gibi bir zâtın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul’un alınmasından duyduğum sevinçten az değildir.” diye şükr etti.
Fâtih Sultan Mehmed Han, Ebû Eyyûb Ensârî’nin kabr-i şerifinin üzerine bir türbe ve Akşemseddîn ile talebelerine mahsus odalar, bir de câmi-i şerîf yap-
tırdı. Akşemseddîn’den orada oturmalarını ricâ etti. Fakat o, bu teklifi kabûl etmeyerek, memleketi olan Göynük’e döndü.
Akşemseddîn hazretleri Göynük’e geldikten sonra yine talebe yetiştirmeye ve insanları irşâda başladı. Sultan Fâtih’le ilgisini kes-meyip zaman zaman Edirne’ye ve İstanbul’a geldi ve pâdişâhı ziyâret etti. Gönderdiği mektûblarla ikaz ve tavsiyelerde bulundu. Bir mektubunda Fâtih’e şöyle nasihat etmektedir:
“Bir dünyevî râhat ve cismânî lezzete, bir de uhre-vî rahat ve rûhânî lezzete dayanan iki türlü hayat tarzı vardır. Birincisi İkinciye bakarak değersiz ve geçicidir. Şu halde ona iltifat etme. Esâsen peygamberlere, velîlere, halîfelere rahat değil, cefâlar ve müşkiller lâyıktır. Sen de onların yolundasın. Nasibinden elem değil zevk duy… Sen herhangi bir insan gibi değilsin, memleketin durumu, senin durumu-
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 183
akşemseddîn
na bağlıdır. Bedende görünen her şey ruhun eseri olduğu gibi, memlekette meydana gelen şeyler de Fâtih’in eseri olacaktır. Çünkü bedene oranla ruh ne ise, memlekete oranla sultanlar da aynı şeydir.”
Akşemseddîn Göynük’te 1459 (H.863) yılına kadar yaşadı. Pâdişâhın kendisine gönderdiği bütün ihsan ve hediyeleri hayır işlerinde kullanmak üzere vakıflar kurdurdu. Bir taraftan da oğullarının terbiyesi ile meşgul oldu.
Birgün küçük oğlu Hamdi Çelebi ile meşgûl olurken;
“Bu küçük oğlum yetim, zelîl kalır; yoksa bu zahmeti, mihneti çok dünyâdan göçerdim.” deyince, hanımı;
“A efendi! Göçerdim dersin yine göçmezsin.” dedi.
Bunun üzerine Şeyh hemen:
“Göçeyim.” deyip, mescide girdi. Evlâdını top-
ladı. Vasiyetnâmesini yazdı. Helâllaştı, vedâ eyledi. Yâsîn sûresi okunurken sünnet üzere yatıp rûhunu teslim eyledi. Göynük’teki târihî Süleymân Paşa Câ-miinin bahçesine defn edildi. Daha sonra oğullarının kabri ile berâber bir türbe içine alındı.
Akşemseddîn, birçok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında zâhirî ve bâtınî ilimleri çok iyi bilen yedi oğlu da vardı. Oğulları şunlardır: Muhammed Sadul-lah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nûrullah, Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah, Muhammed Nûr-ul-Hudâ ve
İstanbul’un manevi fetihi Ak-şemseddin hazretlerinin kabri
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 185
akşemseddîn
Muhammed Harrtdullah. Meşhur halîfeleri işe: Muhammed Fazlullah Hariza-tü’ş-Şâmî Mısırlıo()1u, Ab-dürrahîm Karahisârî, Mus-lihuddîn İskilibî ve İbrâhim Tennûrî’dir.
Akşemseddîn hazretleri sohbetlerinde ve vaazlarında buyururdu ki:
“Her işe Besmele ile başla. Temiz ol, dâim iyiliği âdet edin. Tembel olma, namaza önem ver. Nîmete şükr, belâya sabr et. Dünyânın mutluluğuna mağrûr olma. Kimseye kızma, eziyet ve cefâ etme. Ömrün uzun olsun istersen, kimsenin nimetine hased etme. Kimseyi kötüleyip, atıp tutma.
BİZİM TATTIĞIMIZI TADARSAN
İstanbul’un fethinden sonra, Fâtih Sultan Mehmed Han, hocasını ziyârete gitmişti. Sohbet esnâsında;
“Muhterem hocam! Elhamdülillah büyük yardımlarınızla İstanbul’u fethettik. Artık beni talebeliğe, dervişliğe kabul buyurmanızı istirham ediyorum.” dedi. Akşemseddîn hazretleri;
“Sultânım, sen bizim
attığımız lezzeti tadacak olur-
san, saltanâtı bırakırsın. Devlet işlerini tam yapamazsın. Dîn-i İslâmî yayma işi yarıtn kalır. Müslümanların rahat ve huzûr içinde yaşıpbilmelferi için, devletin ayakta kalması şarttır. Talebelikle pâdişâhlığın bir arada yürütülmesi çok güçtür. Seni talebeliğe kabûl edersem, düzen bozulabilir, halkımız perişân olabilir. Bunun vebâli büyüktür. Allahü teâlânın gazâbına mâruz kalabiliriz.” diyerek, teklifini reddetti. Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed Han, hocasına iki bin altın hediye etmek istemiş ise de, bunu da kabûl etmedi. !
t I iir
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 186
akşemseddîn
Senden üstün kimsenin önünden yürüme. Dişin ile tırnağını kesme. Ayakta pantolon giymekten sakın. Misvâkı başkasıyla berâber kullanmak uygun olmaz. Çok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur. Akıllı isen yalnız yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti tilâvet kıl, Kur’ân-ı kerîm oku. Dâimâ Allahü teâlâyı zikret. Kendini başkalarına medhetme. Nâmahreme bakma, harama bakmak gaflet verir. Kimsenin kalbini kırıp, virân eyleme. Düşen şeyi alıp temizleyerek yersen, fakirlikten kurtulursun. Edebli, mütevâzı ve cö-merd ol. Tırnağınla dişini kurcalama. Elbiseni, üzerinde dikmekten sakın. Cünüp kimse ile yemek yemek gam verir. Yalnız bir evde yatmaktan sakın. Çıplak yatmak fakirliğe sebeb olur.”
“Velî, insanlardan gelen sıkıntılara katlanıp, tahammül eden kimsedir. Sıkıntıları göğüsler, belâlar yüzünden şikâyetçi olmaz ve
“Nasihatnâme-i Akşemseddîn” isimli el yazması eseri
adâvet beslemez, düşmanlık tavrı takınmaz. O, toprak gibidir. Toprağa her türlü kötü şey atılır. Fakat topraktan hep güzel şeyler biter.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: “O insanlar sandılar mı ki, (sâdece) îmân ettik demeleriyle bırakılacaklar da imtihana çekilmeyecekler.” (Ankebût sûresi: 2) îmân, taklîd ile, babadan ve dededen görerek, sırf îmân ettim demekle olmaz. Böyle taklid ile inanan kimseler, imtihân olunması bakımından belâ ve musibetlere düçâr olmazlar. Belâ ve musibetler, Allah dostlarının muhabbet ve sevgisini artırır. Ni-
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 187
akşemseddîn
«. i
Her yıl mayıs ayının son pazar günü Göynük’te yapılan Afcşem-seddin Hazretlerini anma günlerinde etli pilavlar fakir-ful:araya dağıtılır. j
; j
tekim altın İçin ateş r e kadar kızgın olursa, altını o derece saf ve hâlis yapar. Bu sebebfe kişi manevî mertebesinin yüksekliğine göre büyük veya küçük belâ ve musibetlere uğrar. Nitekim Resûlullah efendi-
dîs-i
şerifle bu-
miz bir hâı yurdu ki:
“Kişi, dînindeki sebâtı-na göre belâya Jintihâna) mübtelâ olur. Afiyet, kıymetini bilmeyen ki imse için derd gibidir. Belâ, Vcadrini bilen için devâ gibidir.” Belânın, injsanm R.ibbine
dönmesini saçlayar tıların kadrini bilen gerçekter
orla anado
sıkın-Hakkı sevenlerdendir.
u (ku:
eey-gjü
Taklid ile sevenler değillerdir. Çünkü taklid ile sevmek, belanın, imtihânın faydasını giderir. Sevilenin hareketi, gerçek muhabbeti bozmaz. Nitekim Mûsâ aleyhisselâm, Fir’avn’ın sarayında Âsiye Hâtûn tarafından büyütülürken, Âsiye Hâtûn onu gerçekten seviyordu. Fir’avn ise, Âsiye Hatunu taklid ederek seviyordu. Âsiye Hâtûn gerçekten sevdiği için, onun hareketlerinden incinmiyordu. Mûsâ aleyhisselâm Fir’avn’ın sakalını tutup çekince, Fir’avn’ın sevgisi gerçek sevgi olmadığı için, hemen rahatsız oldu.
“Kişinin kadrinin ve kıymetinin varlığı, mihnetlere, belâ ve musibetlere sıkıntılara sabretmesiyle ortaya çıkar. Bu mihnet, dünyâlı-ğın olmaması veya eksilmesi, elden çıkması ile olur. Sabredenlerin, sabırdaki sebatları sebebiyle iyilikleri; yâni sabır, tevekkül, kanâat ve hilm, yumuşaklık gibi güzel hasletleri artar.
ney) evliyaları 188
aslahaddin efendi
Böylece olgunlaşan insanın kalb aynasındaki kirler, cevherin hâlis hâle getirilmesi gibi temizlenir. Belâ günlerinde, belâ geldiğinde Eyyûb aleyhisselâmın kulluğu iyi bir kulluktur.
“Kulluk beş kısımdır: Birincisi ten kulluğudur. Bu, Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasak ettiği şeylerden sakınmaktır. İkincisi; nefs kulluğudur. Bu kulluk, nefsi terbiye etmek, ıslâh etmek, mücâhede ve nefsin istemediği şeyleri yapmak, riyâzet çekip nefsin istediği şeyleri yapmamaktır. Üçüncüsü; Gönül kulluğudur. Bu ise, dünyâdan ve dünyâda bulunan şeylerden yüz çevirip, âhirete yönelmektir. Âhirete yarar iş yapmaktır. Dördüncüsü; sır kulluğudur. Bu, her şeyi bırakıp, tamâmen Allahü te-âlâya dönüp, O’nun rızâsını kazanmaktır. Beşincisi; can kulluğu. Bu kulluk, müşâ-hedeye ermek için kendini Allah yoluna vermekle olur…”
“Mânevî huzûra ermek ve bu yolda ilerlemek için dört şey lâzımdır. 1. Az yemek, 2. Az uyumak, 3. Halka az karışmak, 4. Allahü teâlâyı çok zikretmek.”
aslahaddin efendi; Horasan Alperenlerinden. Asıl adı Seyyid Ebu Bekr’dir. 18 bin kişi ile Anadolu’ya gelmiş ve Bolu ku-
Aslahaddin Efendinin kabri
1) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.9, s.271
2) Fâtih’in Hocası Akşemseddın, Hayâtı ve Eserleri
4) Câmiıı Kerâmât-il Evliya; c.l, s.164
5) Nefehât-ül-Ürıs; s.684
5) Osrmnlı Müellifleri; c.l, s.12
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.l, s.251
7) Şakâyık-ı Nûmâniyye Tercümesi; s.240
8) Rehber Ansiklopedisi; c.l, s.158
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s .983
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 189
baba hıdır
şatmasında İkinci His ır’da şehid düşmüştür. Kâzeruni dervişlerinden oldulııı tahmin edilmektedir, f leşi 1967 yılında yenidı n inşa edilmiştir. Daha çcf: hasta kadın ve çocuklar zl/aret etmektedir.
I
baba hıdır; f la/c san erenlerinden. Hayatı hakkında bilgi yoktur. j([l62′ (h. 1031) tarihinden fnce ya-
şamıştır. Mengen adıyla anılan köyd
jçesınde id ir.
dâvûd-i halvetî; OsmanlIlar zamânında Mudurnu’da yetişen evliyadan. Ali Bey adında bir zâtın oğlu olup, “Uzun Dâvûd” ve “Dâvûd-i Mudurnî” diye tanınırdı. Doğum târihi belli değildir.
Halvetî şeyhlerinden Seyyid Yahyâ-i Şirvânî’nin yüksek talebelerinden Şeyh Habîb’in sohbetlerine devam edip, tasavvufun yüksek mârifetlerine kavuştu. Meczûb bir zât idi.
Baba Hıdır’ın Mengen ik, asinde kendi adıyla anılan köyde bulunan cami ve türbesi
orta anadolu (kuze|f c uıı ey) evliyaları 190
dâvûd-i halveti
Dâvûd-i Halveti külliyesi
Allahü teâlânın sevgisinden kendinden geçmiş haldeydi.
İsfendiyâroğlu Kızıl Ah-med adında bir zât, Şeyh Dâvûd’a bir mektup yazarak, tasavvuf talebeleri arasında pek mâlum, başkalarına ise mestur (gizli) olan “Devâir-İ hamse”den bahseden bir eser yazmasını ri-câ etmişti. Şeyh Dâvûd da, onun ricâsını kabul edip, devâir-i sülûktan yedi dâireyi açıklayan Gülşen-i Tev-hîd adında bir kitap yazıp gönderdi. Bu eser, Arabca
ve Türkçe şiirlerle, tasavvufta cezbe, Allahü teâlâ-nın, sevdiği bir kulu kendisine çekmesi ve sülük, Allahü teâlânın sevgisine uğraşarak kavuşma hâllerini anlatmaktadır. Tasavvuf ehli arasında çok okunmuş ve uyulmuştur. Tasavvuftaki yüksek hakikatleri anlatan kıymetli bir eserdir. Ayrıca halîfelerinden “Kâşifî” mahlaslı bir şâirin, Şihristâ-nî’nin Milel ve Nihâi kitabı tarzında, Tehzîb-ül-Akâid ve Müfîdet-ül-Fevâid isminde bir eseri de mevcuttur. Dâvûd-i Halvetî, 1507 (H.
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 191
dâvûd-i hall
etií
Davud-i Halveti
913) senesi nu’da vefât et Dâvûd-i f lerinin dost şöyle anlatır daşlarımla K na seyahate lurnuz susuz I:
Doğduğunu zülüp konuş Dâvûd’a göt tulmam için âyet-i kerîmi süme geniş çöz. Böyl duâ etti. Hl#ı şeyler okıit, de annemi ç diye seslerle
orta anadolu (k
n ¡I ı’i’i; ;/
dcı 1 IV udu r-
İviü ! I azret-ırıri’Î liiıı biri
“l:î ıliı h arka-aiT iirı Jiyârı-Ikır ılın: Ik. Yo-irbffikura uğ-
radı. Susuzluk ve sıcak hava hâlimi perişân etmiş, helâk olayazmıştım. Bu hâlde iken, karşıdan bir kalabalık topluluk göründü. Onlarda su bulabilirim ümidi ile sevinmiştim. Yakınımıza geldiklerinde gördüm ki, meczûb bir derviş, zikrederek, Allah, Allah diyerek yürüyordu ve elinde su dolu bir ibrik taşıyordu. Bana doğru bakınca, elindeki ibriği havaya fırlattı. Havadan yere düştüğünde,
o ânda harâretim geçiverdi. Bu zâtın kim olduğunu
INI ıı idi i
¡mı ı idi jıııı i ipi1’ t’I
DİLİ ÇÖZÜLDÜ
iniyye kitabının sâhibi şöyle anlatır: }lûğ yaşına girinceye kadar dilim çö-tım. Bİrgün babam beni alıp, Şeyh jenim bu hastalıktan bir an önce kur-nesini ricâ etti. Tâhâ sûresi 25-28. meâlen; “Ey Rabbim! Benim göğ-şimi kolaylaştır. Dilimden düğümü nü iyi anlasınlar!” buyrulduğu gibi trek ağızlarından, benim ağzıma birlemen çözüldü. Evimize döndüğüm-“Anacığım, artık ben konuşuyorum.”
eeı ■ ı i ‘i ey) evliyaları 192
debbağ dede
araştırınca, kâfilerim reisinin Şeyh Dâvûd ve meczubun da, talebelerinden Şeyh Süleymân adında bir kimse olduğunu anladım. Hemen Şeyh’e koştum. Onun bu açık kerâmetini görünce, büyüklüğünü anlayıp ona talebe oldum.”
1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.374
2) Şakâyik-ı Nu’mâniyye; c.l, s.415
3) Sicilli Osmânî; c.2, s.324
4) Tâc-üt-Tevârih; c.2, s .597
5) Osmanlı Müellifleri; c.l, s.69
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.374
debbağ dede (tabak dede); Göynük velilerinden. Hayatı hakkında bilgi yoktur. Deri tabakladığı için bu isimle tanındı. Asıl ismi bilinmiyor. Halk arasında anlatıldığına göre Debbağ Dede sabah namazlarını Mekke’de kılardı. Bir sene Göynük’den bir grup müs-lüman hac için Mekke’ye gider. İbadetlerini yapıp dönecekleri sırada biri kaybolur. Diğer hacılar döner
orta an;
Göynük’te bulunan kabri
O kalır. Çaresizlik içinde kıvranırken Arabın biri yanına yaklaşır. Derdini sorar. Göynüklü de başına geleni anlatır. Arab merak etmemesini kendi yöresinden bir zatın her sabah namaz için Mekke’ye geldiğini, onunla dönebileceğini söyler. Namazdan sonra ona sıkı sarıl, ne derse desin sakın bırakma der. Adam de-nileni yapar. Debbağ Dede bakarki kurtuluş yok. Adama gözlerini yum, ben aç demeden açma, bunu da kimseye anlatma der. Bir anda Göynük yakınlarına gelirler. Bir süre sonra adam X3öynük’e gelir ve Debbağ Dede’yi tanır. Bunun üzerine Debbağ Dede vademiz dolmuştur deyip vefat eder.
>lu (kuzey-güney) evliyaları 193
fahreddirı rumi
fahreddiın rumi;; Bolu volilerinden. Zeyniye tarike ti mensuplarından olup, a lı Zeynüddin Ebu Bekr bin Muharnmed Safi dir. Asıl adılın Yahya Fakih oldufıu mahlas olarak F-‘ahreddih Runjıi diye kullandığı la kaynaklarda geçmektedir.
Sultan Birinci Bay© id deviri ulema ve şeyhler n-derjdir. Horasan’ın Rey ş« h-rinde doğmuş, tahsilini o a-da i ikmal ettikten sonra Kojıyâ’ya gelm oracân Edirne’ye sonra Konya ya gelmiş, Müşteı JI-ül JWı-kam adını verdiği kitabını yazmıştır. İbadetini süre örmek ve Öğrenci itiştirr ıek için o zaman ileri bir eğitim ve kültür merke; i olan Mudurnu’ya yerleşmiştir. G ün-lerini hem bilimsel çalış’na-
Bahçesinde metfun bulunduğu Kanini Sultan Sükıyman Cumii
oka îinatlolu (kua ısy-aüney) evliyaları 194
Fahreddin Rumi’nin kabri
lar yaparak, hem de ibadetle geçirirdi. Gece ve gündüz okunacak duaları toplayıp gerekli gördüğü ek ve güzel açıklamalarla bunlardan bir eser meydana getirdi. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Orhan Gazi’nin Şeyh Fahred-din’i ziyarete gittiğini ve şeyhe vezir olmasını teklif ettiğini, şeyhin ise vezirliği kabul etmeyerek. Müridle-rinden Mevlan Hayreddin’i tavsiye ettiğini bu suretle Kara Halil’in vezir olduğunu yazmaktadır. Ancak bu rivayetin tarihen mümkün olamayacağını da belirtmektedir. Fahreddin-i Rumi, Mudurnu’da vefat etmiştir. Mezarı, bugün Kanuni Sultan Süleyman Camii bahçesinde bulunmaktadır.
Ed-Deavat-ül me’sure fi amel-il yevm vei-leyl,
filibeli hacı hafız tevfik efendi
Müştemilrül- ahkam, Fera* id-ül- leali adlı eserleri vardır. Oğlu İbni Fahreddin diye tanınmakta olup, Esrar-ı Muhammediyye adlı bir eseri vardır.
1- Mu’cem-ül Müellifin 8/55
2- Şakayık tercümesi 69
3- Osmanlı Müellifleri 1/95
filibeli hacı hafız tevfik efendi; Bolu velilerinden. m.1796 yılında doğdu ilk öğrenimini Filibe’de
yaptıktan sonra İstanbul’a gelerek 28 yaşında iken Fatih Medresesi’nden icazet alarak mezun oldu. İlk görevini İstanbul’da Eyüp sultanda aldı. Bir süre burada çalıştıktan sonra tekrar doğum yeri olan Filibe’ye döndü. Filibe şehrinde 50 sene kadar imamlık yaptı. Lâkin savaş çıkınca tekrar İstanbul’a döndü ve görev istedi. Zamanın Şeyhülis-lam’ı tarafından bir göreve tayin edileceği sırada Mu-
Icazet alarak mezun olduğu Fatih Medresesi
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 195
durnulu (badıfteVîfik efendi Şeyhülislama başvurup rica ile Rilibpli hacı Tevfik efendiyi Mudurnu’ya getirdi. Filibeli Hacı diye anılan Tevfik E|enpİ Mudurnu Yıldırım Bâyezıd camiinde 50 yıl imamlık yaptı. Aynı zamanda mecrese ve camide kurslar halinde desler veren Filibeli Hoca n n çevre ilçelerden çok say ıda öğrencisi vardı. Filibeli Hacı Tevfik Efendi: Nakşif;
■alız tevfik efendi
bağlıydı. Hayatının 85 senesini namaz kıldırmak ve Kur’an-ı kerim okumakla geçiren Filibeli Hoca’nın keramet sahibi olup, Milli mücadele yıllarında halkı teşvik ederek hizmette bulunmuştur. 133 yaşında iken 26.2.1929 tarihinde vefat etti. Sağlığında iken kendisi gibi ulema ehlinden olan ve Mudurnu’nun en yüksek bir tepesinde yatmakta olan Şeyh-ül İmran’ın yanma gö-
iffi IH.;1 ‘f –
Stiı yıl imamlık yaptığı Mudurnu Yıldırım Bâyezid Camii
olfta ausıdoSM (kuzey-güney) evliyaları 196
geredeli abdullah efendi
Şeyh-ÛI Ümrân tepesinde yer alan kabri
mülmeyi vasiyet ettiğinden bugün Şeyh-ül Ümran Tepesi diye anılmakta, olan yere gömüldü.
geredeli abdullah
•fendi; Anadolu velîlerinden. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On dokuzuncu asrın sonlarında yişamıştır. Tasavvufta Mus-(tfl Sâfî Efendinin derslerim* ve sohbetlerinde kemâl« erdi. Hocasının vefâ-IM«n »onra yerine irşad in-l#r« doğru yolu göster-inlnlma vazifesi yaptı, ita SAfi Efendi için bir MkıbnAnm yazan Halil Mim Ffuıuli, Geredeli Elondiden de ■İlp ŞÜyio yazmıştır:
Sâfî Efendinin bir halîfesi de Gerede kasabasından Abdullah Efendidir. Sâfî Efendinin sohbetlerinde kemâle erip, akranını geçmiştir. Bu zâtın medrese tahsîli de yok idi. Fakat tasavvufta kazandığı kemâl derecesiyle hangi ilimden bahs açılsa, o hususta bilgi verir, sorulan suâlleri cevaplandırırdı. Zamânının meşhûr müderrislerinden Çankırılı Muhammed Ağa bir gün Abdullah Efendi ile İlmî mevzûlara dalmıştı. Hangi ilimden, mevzudan ve usûlden ne öğrenmiş ve ne biliyorsa, Abdullah Efendi ona hepsinden bahisler açıp izahlar yaptı. Sorduğu suâlleri birkaç cevapla gâyet İlmî bir şekilde cevaplandırdı. Bu işin kerâmetle olduğunu anlayan müderris, derhal ona intisâb edip, talebesi olmuştu. Abdullah Efendiye intisabından sonra dâima; “Bizim ilmimiz birkaç cevaptık imiş.” derdi.
arta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 197
gerileli a dutlalı elendi
Mı|
ar
t nd fesi run rinii[ etti: ” Âbdp nizdir:
staf a!
on gı Abdullal
M
mu tiştiıe
ümrn’ Iperlıe c):la İpe <Îlir.î i liin bağla V jm ar
nın;
■ıy
İlkli)
«bel
ö
n$ ı
M!
cer /at İs
ben1
başk.
rniai
□s!
a
de
Lrti!
aginp /amnc
Bündai Iah Efs Kend ■■nmil,, liiere dir. Fa riyckl 1 nasi! ¡u vas lebest ndi. Hsi efätind iddefir: lälind ari|lerin tu binden itisäb c ustafa ladiet ei1″ e de A ve Yi isma
ifî Eferidi vefâ-i önce ¡bu halî-Efendiyi huzû-lütün talebele-şöyle vasiyet
sonra idi sizi si ârif, etişmi İlm-i 3t ilm-i r. Sizin sem, o eti üze na înti: tâ Sâfı ın îtib;
lebelfe
un Efcii
yü yâ:
-esine
talebe kası kc ziyâd tti.
Sâfı E
i çok ıdullaH
îuf Ef] câzet
inden di de t almış aklaşn
nad&Süi :,[(iız&y*d
işte bu
h
kâmil,
|> ve ye-zâhirde bâtında yanınızda öyle-rine bü-sâb edip Efendiden altı kalaba-olmaya silmedi. î kimse
:endinin
talebesi
Efendi-
sndiden
verme-
Şeyh asavvuf-hilâfet ııştı. An-
cak hocalarının emri gereği onun da Abdullah Efendiye teslim olması gerekiyordu. Şeyh Osman Efendi hocası Mustafa Sâfı Efendinin vefatından sonra bir müddet Abdullah Efendiye teslim olmadı. Bir defâsında ikisi birlikte hocaları Mustafa Sâfî Efendinin kabrini ziyâ-ret için türbesine gittiler. Zi-yâret sırasında hocaları Mustafa Sâfî Efendi onlara görünüp, Şeyh Osman Efendinin elinden tutarak Abdullah Efendiye teslim etti ve; “Bunun kusuruna bakma.” diyerek iltifât gösterdi. Bu hâdiseden sonra Osman Efendi de talebesi oldu. Abdullah Efendinin vefâtından sonra yerine Şeyh Halil Rahmi geçti. Şeyh Osman Efendi ona in-tisâb etti ve bu zâtın halîfesi oldu. Hocası tarafından İzmit’te insanlara yol gösterme ile vazifelendirildi.
Abdullah Efendi, Sâfî Efendinin yerine insanlara rehberlik için irşâd makâ-mına geçince, kendisine ta-
jrıey) evliyaları 198
geredeij abdullah efendi
savvufda yüksek bir derece olan kutbiyyet makâmı ihsan edildi. Abdullah Efendinin çok kerâmetleri görülmüştür. Dînin emirlerine uymakta son derece gayretliydi. Bir gün abdest alırken başını kaplama mest ettiğini gören ibrâhim Hilmi Efendi dörtte birini de meshetseydiniz, câiz olurdu diye söyleyince; “Ben ömrüm boyunca böyle başımın tamâmını meshetmi-şimdir.” diye cevap verdi.
Bütün ibâdetlerinde takvâ üzere idi. Daha önce Gere-
Süleyman Camii
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 199
de’de, medfûn Şeyh Hacı Halil Efendinin sohbetlerine devâm ederdi. Tasavvufta yüksek derecelere ulaşmış ¡di. Bu derecede iken hocası Hacı Halil Efendi vefât edince, istiğrak hâlinde kendinden geçmiş bir vaziyette kaldı. Daha sonra Bolu’ya gidip, Hacı Mustafa Safî Efendiye hâlini anla-tlP, onun talebesi oldu. Onu talebeliğe kabûl edip, tasavvufta erbeîn denilen ve kırk gün bir yerde kalmak olan çile yaptırmak için onu bir odaya koydu.
t
»re; [eli ab
ıbdullah Efeıhdi er
nce,
ilen
önceki kayboldu. Tâsavvufa
idu. irefc |
îi bc
»eş rme «ybi
ık >; )erg )<§zıl;,#ı
j kci
İn; ‘ i an :s
■ak !■ tuz
rlVV.
ıieyı:
dulla
paşlam Bu hâli (ece gt şladı. ün ge si sebe ttiği ıkıp htaki farkı
ndüz Böyle ?ti. B biyle kefnâati kaçma
arından vazgeıpirmek
Erbeîn, on ra ç almaya
dokuzuncu f yolunda y<
başla’ je halsıl olan ü te llî-ü a te arla iâfi kloşu uru rine biz a le g’ hâlin
h efendi
ş tal
ne şa^ıp, üzü-ağlama-C(! otuz u çileye hallerini ne vara-istedi. talebelerden na varıp onu
ç ıta a
pellî-i Ijâl zu rnaya t Efendi 5, hâlin
i ve hâsıl olan |nu anlattı. Bunun üze-
ISâfî E
lamı hiîm soyar, hem
ydiririz
de kalşaydır
jnadolu
jeînegi- lik etmekte zahmet çeker-hallejri tamâ- din, dervişlere vâkıf olamazdın. Şimdi elhamdülil-£be gibi lah tertib üzere zuhûr etti.”
diyerek onu tesellî etti. Sonra birkaç halvet daha yaptırdı. Tasavvufta yetiştirip kemâle erdirdikten sonra, ona hilâfet verdi. İnsanlara rehberlik etmesi için vazifelendirdi.
Abdullah Efendi, hâlini o derece gizler ve tevâzu ile hareket ederdi. Görenler sanki sıradan biri, tasavvuftan hiç yol kat etmemiştir zannederdi. Kendisi bu hususta hiçbir şey söylemezdi. Halbuki keşf ve kerâmet sâhibi olup, çok talebe yetiştirdi. Dünyâya ve dünyâ malına karşı hiçbir meyli yoktu. Fakat talebelerinin hallerini görüp, anlamak ve onları yetiştirmek için onlarla yakından alâkadâr olurdu. Abdullah adında bir çocuk, daha küçük yaşta Mustafa Sâfî Efendiye talebe olmuştu. Onun vefâtın-. Önceki dan sonra da Abdullah rehber- Efendiye talebe oldu ve on
tamamla on-iders râz
diyettiler, gınü ta-n ilerle-ı^an b r talebe-haller gibi ön-pellî-i ¿fal, sonra te-ıfât ve daha sorıra hır edip, aşladı. -lemen nin huzuruna
endi;
dedi
kuzey
gi ney) evliyaları 200
geredeli abdullah efendi
sekiz yaşında tasavvufta hallere kavuştu. Keşfi açıldı. Hangi kabrin yanına varsa, o kabirde yatanın hâlini görürdü. Hattâ çok defâ vefât eden evliyâ ile görüşüp konuşurdu. Bir müşkülü veya soracağı bir husus olursa, ya Peygamber efendimizi görüp O’ndan sorar, yâhut da Sâ-fî Efendiyi görüp müşkülünü hallederdi. Hattâ Peygamber efendimiz ona, hocası Sâfî Efendinin çok büyük bir velî olduğunu beyân buyurmuşlardır.
Hocası Abdullah Efendinin vefâtından sonra talebesi Abdullah Bey yerine rehberlik makâmma geçen Halil Rahmi Efendiye pekçok talebe getirmiş, saâdete kavuşmalarına vesîle olmuştur. Halil Rahmi Efendinin de çok kerâ-meti görülmüş, tasavvuftaki kemâlâtı, Peygamber efendimiz tarafından işâ-ret buyrulmuştur. Tasav-vufda ilerlemek için çok çalışmıştır.
Dünyâ ile hiç alâkası yok gibi bir halde ve fenâ derecesinde idi. Ancak dünyâ işlerinden bir mesele sorulsa soranları hayrette bırakan cevaplar vererek müşkülleri hallederdi. 1853 senesinde yapılan Rusya seferine katıldı. Bu seferde cihâd etti. Silistre muhâsa-rasmda bulundu. Muhâsa-ra sırasında Deliorman’da kayboldu. Bir daha kimse görmedi. Şehîd olduğu anlaşıldı. Bu sefere çıkarken, İbrahim Hilmî, İbrâhim Mu-hammed Bey ve Abdullah Bey onu uğurlamışlardı. Bolu yakınındaki bir köye kadar uğurladıklarında bu köyde gecelediler. O gece Peygamber efendimizi görmüş. Peygamber efendimiz silahlı bir halde görünüp; “Oğlum niçin üzülürsün biz de seninle berâber gidiyoruz.” buyurarak teselli ettiklerini yolda anlattı. Abdullah Efendinin böyle kıymetli talebeleri çoktu.
Abdullah Efendi bir gün Gerede’den Bolu’ya gider-
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 201
jereıl illi
abdullah efendi
cen;
Fe yet
usandı srnroi Hattâ keski r dedi.: Efendi ra on da ve îâ h i re Dİduğ: Halil i l.irîp >onra ıl rşâd i durnu Câmii berlik: di bir ti, Solı II eri d
rı
lim
:>iı
‘û in iırı İki
¡¡iti
Y<
iş] i ın|ı
erir
en
ve hı
cıe
s,
jırı ‘< îti’ i ti: VI
:ıtı
îdindi »âfir ie’ye dedi. | er va jiin i :amar iedi. I
ı
âv;e ke ma
“Y
yul yerime bir halî-irseydim, şu dün-gider idim. Zîrâ ti. Zâhirî ve bâtınî tan işler vardır, e iki tarafı da kılıç verdiler.” kü hocası Sâfî vefâtından son-tbiyyet makâmı şti. Bu sebeple apmakla vazifeli er vardı. Yerine i Efendiyi yetiş-îlâle erdirdikten pi memleketinde zîfelendirdi. Mu-Şultan Süleymân insanlara reh-Abdullah Efen-3olu’yu teşrif et-/le nice ölü kalp-ilkten sonra, bir uhammed Bey zâtın evinde mini; “Yarın Gere-:mem gerekiyor.” t edildiğiniz yer-rem edin birkaç kalın dedikleri arın gideceğim.” t es i gün mecbûren
bir binek tedârik ettiler. Sabah vakti yola çıktı. Talebelerinden çoğunun haberi olmadı. Birkaç talebesi Kuruçeşme denilen yere kadar uğurladılar ve orada vedâlaştılar. Uğurlayan bu talebelerine; “Her ne zaman benim hasta olduğumu işitirseniz, ihmâl etmeyip geliniz” dedi. Böylece vefâtına işâret etmiş olmasıyla uğurlamak için orada bulunan talebeleri ağlaşmaya başladılar. Bunun üzerine; “Ben sizi herkesten çok severim, bu burada anlaşılmaz, yarın anlarsınız.” diyerek bâzı işâret-ler yerdi. Sonra da oradan ayrılıp gitti.
Abdullah Efendi ayrıldıktan sonra gözden kay-boluncaya kadar talebeleri arkasından bakıştılar. Gerede’ye vardıktan sonra ertesi gün hastalandı. Talebesi İbrâhim Hilmi Beyi Bo-lu’dan çağırmalarını emretti. Bâzıları haber gönderdik diyerek, haber gönderilmesine mâni oldularsa da,
»ifa ani Mu (kuzey-güney) evliyaları 202
geredeli abdullah efendi
arada bir İbrâhim Bey geldi mi diye sorunca, telaş olmaması için haber göndermediklerini söylediler. Mutlaka gelmesini arzu ediyorsanız haber gönderelim dediklerinde; “Eyvah şu andan sonra haber göndermekle yetişemez. Ne söylediysem, onu yerine getirmeniz gerekirdi.” diyerek haberi göndermeyen kimseye gücendi. Haberi göndermeyen kimse, dâ-imâ yanında olduğu halde bir mâni sebebiyle vefâtı sırasında ve cenâze namazında bulunamadı. Gerede’deki dergâhında bu|u-nan odasına defnedildi. İbrâhim Efendi, ancak vefâtı-nın ertesi günü haber alıp gelebildi. Kabrini ziyâret edip üzerine bir türbe sanduka ve örtü yaptırdı. Abdullah Efendinin vefâtın-dan sonra yerine halîfesi Halil Rahmi Efendi irşâd makâmına geçti ve talebeleri ona intisâb etti.
Halil Efendi uzun ömrü müddetince hocası Abdul-
lah Efendinin ve onun hocası Mustafa Sâfî Efendinin yolunu devâm ettirdi. Pek-çok insanı irşâd edip sa-âdete kavuşmalarına vesîle oldu. Geredeli Abdullah Efendinin halîfesi Halil Rahmi Efendidir. Bu zâtın da beş halîfesi vardır: 1) Mudurnu’da postnişin Şeyh İbrâhim Efendi. 2) Bolu’da Şeyh Zuhurî Dergâhının mürşidi Şeyh Mu-hammed Efendi. Hilâfetinden üç sene sonra vefât edip, Şeyh Zuhûrî Dergâhının yanında defnedilmiş ve kabri üzerine türbe yapılmıştır. 3) Şeyh Hâfız Osman, İzmit Sancağında Yeni Câmide mürşidlik yapmıştır. 4) Şeyh Hâfız İsmâil Efendi, Erikli kazâsında Ak-
Mudurnu’da bulunan türbesi
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 203
geredeli ü #h hacı halil efendi
taş denileü gâhında m tır. 5) Miıi Bey. Merıâ| İbrâıhim II kardeşidir. I dîn Tokâı 1 dergâhı oh inde mini Bu zâtlar İP’ 11 dinin solumuşlar ve I sek derea lardır. Hali den de k:| Ayrıca pek< ta Mustafa tasıyla hilaf lere kavu;« ı
1) Menâhb-t S ki Kiilı 11 Kıstnı, Vc
geredeli halil efem I
lerinden. 1 Çankırılı yi Efendi’derı 36 yıl irşad i mıştır. II.Mla dişini İstanl miş, o da ie:
orta anadoluı t
¡r (Cüdâ) der-erlik yapmış-nmed Zühdü ınâmeyi yazan mi Efendinin u’da Hayred-hazretlerinin ¡mâret Câmi-1 k yapmıştır.
sfa Sâfî Efendinde bulun-avvufta yük-hî kavuşmuş-
I ıhmi Efendi-
I almışlardır zât tasavvuf-r Efendi vâsı-3 lâyık derece-ardın
î >i Mılstafa Sâft,Mil-ı Ali’Emîrî (Şeriyye)
îyh hacı
S halveti şeyh-: ‘d^ doğdu.
şi Mustafa İt fei almıştır ¡il anhında kal-ıd Han ken-T j davet etil etfniştir. Pa-
Bahçesinde medfun bulunduğu Şehriler Camii
dişah sohbetinden çok memnun kalmıştır. İrtibatları devam etmiştir. Talebelerinden biri de Hacı Abdullah Efendidir. 1843’de vefat etmiştir. Kitabesini Padişah’ın yazdığı rivayet edilir. Türbesi Gerede Selviler Mahallesinde Aşağı Tekke Mevkiinde Selviler Camii yanındadır. Türbeyi Gazi Osman Paşa yaptırmıştır. Türbede ayrıca Şeyh Mustafa Efendinin de sandukası vardır.
hayreddin tokadi;
Şa’ban-ı Veli’nin hocası Halveti büyüklerinden. Amasya’da doğmuştur. İlk tahsilinden sonra Amasya ve Tokat bölgelerinde bulunan Çelebi Halife hazretlerine intisap etmiştir. Çelebi
sj/-güney) evliyaları 204
hayreddin tokadi
Halife hazretleri onu irşad vazifesiyle Bolu’ya göndermiştir. Tokadi hazretleri Bo-lu’da yüzlerce insana tasavvuf terbiyesi verdi. En meşhuru Şeyh Şa’ban-ı Velidir. İstanbul’da tahsilini tamamladıktan sonra manevi rehber arıyordu. Bo-lu’da Hayreddin Tokadi adında bir mürşid olduğunu duymuştu. Kendisinin adeta ona karşı sevkedil-mekte olduğunu hissediyordu. Bir gece rüyasında memleketine, sılaya gitmesi hitabını görüp işitti. Bunun üzerine Kastamonu’ya
dönmeye karar vardi. Sılasına giderken yol üzerinde bulunan Bolu’daki Hayreddin Tokadi’ye uğrayıp onu ziyaret etmeyi düşünüyordu. Bir iki arkadaşıyla birlikte İstanbul’dan yaya olarak yola çıktılar. Müze kayıtlarına bakılırsa Hayreddin To-kadi’nin yanına varmaları 1519 yılındadır.
Bolu’ya, Tokadi’nin yanına bir akşam üstü ulaştılar. Tekkenin yakınındaki handa konaklamayı düşünüyorlardı. Yatsı vakti idi. Arkadaşları hem yatsı namazını kılmak hem de tek-
Şeyh Şa’ban-ı Veli’nin hocası olan Hayreddin Tokadi’nin kabri
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 205
mehmed talui efendi
kedeki zikri dinlemek için tekkeye gitmeyi teklif et-miiilerdi. Şeyh Şa’ban-ı Ve-li’rıin arzusu, şeyhi ile sabahleyin görüşmekti. Sonunda o da arkadaşlarına uyarak birlikte zikir halkasına katıldılar. Kalbindeki parlak ilahi ışıkla o hale geldi ki oralardan ayrılmak içir kendinde derman bulamadı. Arkadaşlarını kalacakları hana gönderdi. Gönül sıkıntılarını Hayreddin Tokadi’ye anlatıp bütün var! ğı ile ona bağlanmıştı. Biat ederek maddi manevi her şeyini Tokadi’ye teslim etmiş, dünya halini ve arkadaşlarını terk etmişti.
Şeyh Şarban-ı Veli Hay-reddin Tokadi’nin yanında on iki yıl kaldı. Bu süre zarfında şeyhinin hizmetinde bulundu. Bir çok mertebeler aştı. Hilafetle Kastamonu’ya gönderildiği tarih 1530-1531’dîr.
Hayreddin Tokadi hazretle i Bolu’da vefat etti. Kabri oradadır. Her yıl anma ihtifalleri yapılmaktadır.
mehmed talui efendi;
Mudurnu velilerinden. 1689’da Mudurnu’da doğdu. İstanbul’da Halveti şeyhi Nasuhi Efendi ve oğlu Ali Efendi’nin yanında yetişti. 1742’de Halveti tekkesine şeyh oldu. Ömrünün son yıllarında yeniden Mudurnu’ya döndü ve 1757’de Mudurnu’da vefat etti. Mezarı ve merkadi, Mudurnu’daki Sultan Süleyman Camii (Yeni cami) bahçesindeki türbe içindedir.
muhammed muhyiddin haki; Es’ad Erbili’nin halifelerinden. 1881’de Bolu’da doğdu. Babası Muharrem Efendi, annesi Aişe Hanımdır. Çocukluğu Rufailik ortamında geçti. İlk önce Hacı Abdullah Efendinin Halifesi Muhammed Haki’ye intisap etti. Sonra Erbilli Es’ad Efendiye gitmiştir. Süluku-nu Erbilli Es’ad Efendiden tamamlamıştır. Muhammed Haki Efendi ile birlikte Erbilli Es’ad Efendiye yaptıkları bir ziyaret sırasında
orta îvıuadohı (kuzey-gilney) evliyaları 206
sâff âmidî bolevî
Menemen olayı patlak vermiş, Erbilli Es’ad Efendi ile birlikte yakalanarak İstiklal Mahkemesine sevk edilmiş, önce idama mahkum edilmiş sonra 10 sene hapis cezası almıştır. Cumhuriyetin onuncu yılında aftan yararlanarak tahliye edilmiştir. Daha önce talebeleri ile katıldığı Balkan Savaşında bacağından yaralanmıştır. 1976 yılına kadar Bolu’da insanlara faydalı olmuş ve bu tarihte vefat etmiştir. Kabri Bolu’dadır.
Ömer sikkini efendi (bıçakçı Ömer efendi);
Hacı Bayram-ı Velinin halifelerinden. Bıçakçılık yaparak geçimini temin ederdi.
Ömer Sikkini Efendi’nin Göynük’te bulunan türbesi
Hayatı ile ilgili fazla bilgi yoktur. Melamiliğin Bayra-miyye kolunun kurucusu kabul edilir. Hakkında daha sonra yazılan ve Akşem-seddin hazretlerini küçük düşürücü şeylerin aslı yoktur. Göynük’e yerleşmiş ve orada hicri 880 senesinde vefat etmiştir.
sâff âmidî bolevî; Anadolu’da yetişen ve Anadolu’yu aydınlatan evliyânın meşhurlarından. İsmi Mustafa bin Sâlih’tir. Babası Di-yârbekir ulemâsından ve Diyârbekir müftîsi Hacı Sâ-lih Efendidir. 1846 (H.1263) senesinde vefât etti. Türbesi, Bolu’da Aktaş Dergâhın-dadır.
Tahsiline Diyârbekir’de başladı. Dokuz yaşında Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Babasından sarf, nahiv öğ-rendj. Diğer medrese kitaplarından Şerh-ül-Akâid’e kadar okudu. Sonra, babasının izni ile, İstanbul’a gidip tahsilini orada devâm ettirdi. Akşehirli Hacı Ömer
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 207
siiff ini ¡idî bolevl
Ele ıclidln ders aldı. 1807 >e nesim te tahsilini tamam-l’a/ip ici.zet, diploma aldı, iisranoırda müderrislik ‘/epr ak üzere kalmaya kala- /ermişken, bir gece rü-
I ‘âsiinola devrin meşhur ev-
i yiı: ı Çerkeşli Hacı Mustafa Irfor ıdiiyi ¡gördü. Ona; “Evlâ-lım Mıııistafa Sâfî Efendi! ‘ah r ¡linini tamamlayıp
ii;â7.ot alim. Tasavvuf ilmi-ı’i : ğ’enip, ilm-i ledünne
II s ı ş Tiajk için Çerkeş’e gel (!b bu ilmi tahsil eyle. Çün-Mi h r in İstanbul’da kalmana i :i ı foktur.” buyurdu. E u ı ır ürerine Mustafa Sâ-f lif ür dîrlin kalbinde İlâhî t ir 11 ¡hi:bbet, aşk peydâ : dı.ı İstanbul’da durmaya
ıh?,ıh Tuılu kalmadı. Çer-m ş = çil nek için yola çıktı. >evn /oi ınca, Hacı Musta-«ı Eİfindirain huzûruna gitti. : iri öpüp, talebesi olmayı >’»ı ît iğini bildirince önce
11 s eğine iltifat edilmedi, jırnrt:¡¡i olarak huzurlarının «yrıklı. Ancak üç gün rıj£htai! misâfir kaldı, ı nr< o 7atın kabûl buyur-
ması için Derviş Haşan vâsıtasıyla arz edip yalvardıy-sa da, Çerkeşli Mustafa Efendi;
“O, bir âlim kimsedir. Benim zâhir ilminde onun kadar kuvvetim yok. Bu sebeple talebeliğe kabul edemem.” dedi. Bu haber kendisine ulaşınca, kalbinde aşk-ı İlâhî hâsıl oldu. Bu sırada kalbinde meydana gelen coşkunluğa tahammül edemeyip, hemen huzûruna gitti. Mübârek ellerini öptükten sonra ilm-i zâhiri kalmadığını, aşk-ı İlâhînin gönlünü yaktığını ve onun işâretiyle talebe olmaya geldiğini arz ve beyân ederek yalvardı. Tekrar kabûl etmesini istirhâm eyledi. Bunun üzerine onu talebeliğe kabûl etti.
Hocası Çerkeşli Mustafa Efendi talebeleriyle sohbet ettiği sırada Sâfî Efendiye dikkatle bakar ve; “İşte bu zât benden sonra yolumuzu (tarikatımızı) o dereceye ulaştırır ki kimsenin inkâra mecâli, gücü kuvveti kal-
ışı a t a Mu {kuzey-güney) evliyaları 208
sâff âmidî bolevt
maz. Hakîkat ilmiyle âlemi doldurur.” buyururdu. Üç sene müddetle sohbetlerine devâm edip, tasavvufta yetişti. Hilâfet vereceği sıralarda hocasından izin alıp memleketini ziyarete gitti. Hocasının izin vermesi üzerine Diyarbekir’e gittiği sırada hocası Çerkeşli Mustafa Efendi vefât etti. Vefât edeceğinde Mustafa Sâfî Efendinin tasavvufta kemâle erdiğini belirtip, onu kendine halîfe tâyin ettiğini vasiyet etti. Diyârbe-kir’den dönünce, kendisinin hocası tarafından halîfe
tâyin edildiği önce gizlenip söylenmedi. O ise dergâhta hocasının yerine geçen Şeyh Hacı Halil Efendinin sohbetlerine devâm etmeye başladı. Üç sene daha tasavvuf yolunda azimle çalıştı. Bir gün Şeyh Hacı Halil Efendinin sohbet ve zikir meclisine Mustafa Sâfî Efendinin talebeleri de dâhil olmuştu. Bu sırada Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin rûhâniyeti gözüküp Geredeli Hacı Halil Efendiye, Mustafa Sâfî Efendinin üç sene öncesinden Çerkeşli Aziz’den yolunu ta-
Türbesinin bulunduğu Bolu Aktaş Dergâhı
orta anadolu (kuzey-güney) evliyaları 209
Bolu Evliyaları
11
Ara