SUNUŞ
1902-1904 yılları arasında Bulgaristan Emareti Komiserliği yapan Ali Ferruh Bey, bölgedeki Müslüman ahalinin çeşitli meseleleri ile meşgul olmuş, pek çok konuda ayrıntılı raporlar düzenleyerek Yıldız Sarayı’na göndermiştir. Komiserliğe tayin edildiği sırada kendisine gönderilen bir iradede Bulgaristan’da özellikle Sofya’daki vakıfların eski ve yeni durumu, bu konudaki çalışmalar ve vaktiyle alınmış olan kararlar hakkında bir rapor sunması istenmiştir. Ali Ferruh Bey de bu konuda etraflı bir çalışma yaparak vakıflar, Müslüman ahalinin durumu ve Sofya’daki vakıfların 1902’deki vaziyeti hakkında rapor arz etmiştir. Rapor, yazıldığı devrin vakıf eserleri ve bu eserlere bakışı yansıtan önemli bir belgedir. Bu kitapçıkta, raporun değerlendirmesine ve yerimizin darlığı sebebiyle raporun envanterinin bir kısmına yer veriyoruz. Envanterin tamamına Prof. Dr. Mehmet îpşirli’nin Belleten’deki (Cilt: LIII, Ağustos-Aralık 1989, Sayı: 207-208) makalesinden ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden (BOA, Y.EE. 136/24) ulaşılabilir.
Osmanlılar, Rumeli’de ilk fethettikleri yerlerden biri olan Bulgaristan’da âdil bir idare kurmuşlar, yerli halkı pek çok ağır vergi ve angaryalardan kurtararak rahata kavuşturmuşlardır. Ayrıca burada birçok sosyal, kültürel ve dinî tesisler meydana getirerek kısa bir süre sonra bu toprakları Anadolu’daki şehirlerden farksız bir hüviyete kavuşturmuşlardır. 14. asırda Osmanlı topraklarına katılan Bulgaristan’da huzur ve sükunet asırlarca fasılasız devam etmiştir.
18. asır sonlarında Fransız İhtilaliyle gelişen ve 19. asırda bütün şiddeti ile devam eden bağımsızlık hareketlerinden, en çok etkilenen Osmanlı Devleti olmuş, asırlarca süren huzur ve sükunet bozularak Balkanlar’da Türk-İslâm varlığını temsil eden dinî-kültürel eserlere karşı tahribata girişilmiştir. Bu tahribatın özellikle 19. asrın son çeyreğinde en büyük olduğu bölgelerden birisi de Bulgaristan’dır. Osmanlı idaresi, bu sırada muhtariyet (özerklik) kazanan Bulgaristan’daki Türk-İslâm eserleri tahribatını önlemek için çeşitli yollara başvurmuştur. Bu arada Türk’Bulgar heyetlerinden müteşekkil karma komisyonlar kurularak, özellikle vakıfların durumu, maruz kaldığı tahribatın bizzat mahallinde tespiti için çalışmalar yapmıştır. Esasen 1878 Berlin Andaşması’nda Bulgaristan’daki vakıflar ve Müslüman ahali ile ilgili çeşitli maddeler bulunmakta idi. Bu maddeler gereğince müşterek komisyonlar toplandığı ancak çoğu kere müspet bir karara varamadan dağıldığı bilinmektedir.
Ali Ferruh Beyin komiserliği ve sunduğu rapoalar
Ali Ferruh Bey, Rumeli Beylerbeyi payelilerinden Kudüs-i Şerif mutasarrıfı Reşad Paşa’mn oğludur. 5 Haziran 1865’te İstanbul’da doğmuştur. Mülkiye’yi bitirdikten sonra Paris Elçilik katipliğinde vazifelendirilmiş bu arada Paris’te Siyasi İlimler Fakültesine devam etmiştir. Vaşington elçiliğinin ardından Bulgaristan komiserliğine tayin edilmiştir. Ali Ferruh Bey 1902’de Bulgaristan Emareti komiserliğine tayin edilmiş, bu görevi 1904’te ölümüne kadar devam etmiştir. Bu süre zarfında Müslüman ahalinin çeşitli meseleleri ile meşgul olmuş, pek çok konuda teferruatlı raporlar düzenleyerek merkeze göndermiştir. Komiserliğe tayin edildiği sırada kendisine gönderilen bir iradede Bulgaristan’da özellikle Sofya’daki vakıfların eski ve yeni durumu, bu konudaki çalışmalar ve vaktiyle varılmış olan kararlar hakkında bir rapor istenmiş, Ali Ferruh Bey de bu konuda etraflı bir çalışma yaparak vakıflar, Müslüman ahali ve Sofya’daki vakıfların 1902’deki vaziyeti hakkmdaki raporunu arz etmiştir. Ali Ferruh Bey, 17 Ağustos 1902 tarihli raporunda başlıca aşağıdaki hususlara temas etmiştir: 1881-82 tarihlerinde, Berlin Antlaşması’nın hükümlerine göre toplanan komisyonlar akdettikleri toplantılarda vakıflar ve devlet arazileri üzerinde inceleme yaparak Bulgaristan’daki evkafı beş kısma ayırmış ve bunların her biri hakkında bilgiler vermiştir:
1. Camiler, mescitler, medreseler, imaretler, tekkeler Müslümanlara mahsus hayır kurumlandır. Çeşmeler, köprüler, kaldırımlar vs. ise Müslim-gayrimüslim herkese hizmet veren yapılar olup bütün bunlar birinci grup evkafı teşkil etmektedir. Cami, medrese ve imaret gibi eserler “hayrat” ismiyle; kaldırım, çeşme, köprü gibi eserler ise “müberrât” ismiyle bilinmektedir. Bundan sonraki dört sınıf vakıflar ise, esas itibariyle birinci grupta zikredilen evkafı ayakta tutmak ve devamını sağlamak için yapılmış olan vakıflardır.
2. Evler, hanlar, hamamlar ve “icâre-i vadeli” vakıflar
3. İcareteynli vakıflar
4. Mukataalı vakıflar
5. Vakıf arazi
a) Mazbut vakıf arazi
b) Gayrimazbut vakıf arazi
Komisyonlardaki Bulgar üyeler ve Bulgar Komiseri Osmanlı Devleti’nin bu beş sınıf vakıf üzerindeki her türlü hukukî hakkını kabule bir türlü yanaşmak istememiştir. Burada önemli bir husus Türk komiseri ve komisyon üyelerinin “bazı metruk camilerin alâmetleri kaldırıldıktan sonra enkaz ve arsalarının satılması şeklindeki teklifleri çok yanlış bir adım olmuş, vakıfların haksız tecavüzlere uğramasına zemin hazırlamıştır. Belki buradaki maksat tamamıyla gayrimüslim ahali ile meskun yerlerdeki mabetleri zararsızca bertaraf etmek idi fakat tamamen farklı bir uygulamaya girişilerek pek çok lüzumlu ve zarurî eserin tahribine ve satışına sebebiyet vermiştir.
Sofya’daki durum
1878’de Bulgaristan’ın muhtar bir prenslik haline gelmesinden sonra, Bulgar idaresindeki Sofya Belediyesi, Bulgar adlî makamlarının da yardımıyla sokakların genişletilmesi, bazen de eserlerin harabe oldukları iddiasıyla Türkİslam vakıflarını yavaş yavaş tahribe ve zabta başlamıştır.
Bu gayri hukukî tutum diğer şehirlerde de uygulanmıştır. Bu tahribat öylesine süratli ve pervasız olmuştur ki mesela Sofya şehrindeki 44 camiden sadece biri Müslümanların elinde kalmış, geri kalanı insafsızca zaptedilmiştir. Dinî binalara tahsis edilmiş olan yüzlerce han, hamam, dükkân, ev vs.’den sadece bir kaçı Müslümanların elinde bırakılmış, pek çok mektep, tekke, kaplıca zaptedilmiştir.
Türk komiserliği bu haksız ve gayri İnsanî davranış karşısında hayli direnme göstermişse de netice hasıl olmamış ve saldırılar devam etmiştir. Asırlarca süregelen dostluk ve Türkler tarafından Bulgarlara yapılan iyi muamele ve hizmetin mukabili maalesef hıyanet olmuştur. Bu hadiselerin cereyanı sırasındaki yürekler acısı durum ise, Bulgar makamlarının, bu nevi tecavüz ve gaspları yaparken çoğu kere bir Müslüman cemaatinden veya bir vakıf mütevellisinden, cüz’i bir menfaat veya birbirlerine karşı duydukları kırgınlık ve kinin eseri olarak yardım görmesi, destek elde etmesidir. Müslümanların böylece kendi din kardeşini ve ırkdaşmı ele vermesidir.
Ali Ferruh Bey raporunda emaret dahilindeki İslam vakıflarının aslî durumları ve bunun zamanla uğradığı tahribat ve asrın başındaki durumunun “Hârâbat” adıyla düzenlenen büyük bir defterde yazılıp saltanat makamına takdim edileceğini bildirmiş, Sofya şehrine ait kısmın hazırlanarak hemen takdim olunduğunu arz ederek raporunu tamamlamıştır.
17 Ağustos 1902 Sadrazamlık makamına
Suret:
Başkitâbet-i Celîleye
Evkaf Nezaret-i Celîlesine
Makanvı sâmî-i hazret-i meşihat- penâhîye arıza
Fî 4 Ağustos sene 1318.
Ali Ferruh Bey
Muhterem Sadrazamım, Sizin de bildiğiniz üzre Bulgaristan Emareti’nin kurulması esnasında padişahımızın hükümdarlık haklarının korunması maksadıyla Berlin Anlaşması’mn 12. maddesinde, “Emaret dışında ikamet edecek olan müslim ve gayrimüslim emlak sahipleri, emlak ve akarlarını başkasına işlettirerek veya üçüncü kişinin nezaretinde bulundurarak koruyabilirler. Osmanlı ve Bulgar memurlarından oluşan karma bir komisyon, devlet ve vakıf mallarının Osmanlıya bırakılması, işletilmesi veya kullanılması gibi bütün konularda ve bir de bu konuların kapsayacağı işleri iki sene içinde yapmaya memurdur.” denilmiş ve Ferik Nihad Paşa ile Şûrayı Devlet azâsmdan Fâzıl Bey, Osmanlı tarafından bu hususta komiser tayin edilmiştir. Bu iki zat Sofya’ya giderek Emaret tarafından tayin edilen Bulgar memurlarla beraber komisyon oluşturmuşlardır. Görüşmelerin hulasası şöyledir:
Bulgaristan’daki Müslümanlar için muhafazası icap eden binaların adedi tayin edilerek lüzumu olmadığı beyan edilen cami-i şeriflerin Osmanlı hesabına akaretleriyle beraber satılması ve camilerin alâmetlerinin söküldükten sonra enkaz ve arsalarının satılması mümkündür. Kamuya ait çeşme ve köprü gibi emlakin dahi memleket içinde asıl maksatlarına hizmette aslî şekilleriyle korunması lazımdır.
Cami-i şerifler vesair vakıf müesseselerine gelir getiren emlak meşruta olduğundan, bunların satılması için senelik gelirlerinin kırk misline denk bir meblağın emlak sahipleri tarafından ödettirilmesi gerekir. Çünkü bu para ait bulunduğu vakıf tarafından tamamen alınınca vakıf, vakıflıktan düşerek mülke dönüşür.
Mukataalı evkaf dahi senelik gelirlerinin otuz misline denk bir meblağ mukabilinde satılabilir. Vakıf arazilerine gelince, komiserler Bulgaristan’ın bu arazileri ya vakfa teslim etmesini yahut vakfın düşmesi için on iki senelik gelirini toptan ödemesini teklif etmişlerdir. Bulgar komiserleri ise Emaret’in, mirasçısı bulunmayan mallar üzerindeki hakkından ve genel hukuk kaidelerinden bahsetmişler, kullanılmamasına karar verilen camiler ile diğer binaların Bulgar hükümeti resmî emlakine katılması gerektiğini iddia etmişlerdir.
Osmanlı hükümeti komiserleri bu iddiayı çürütmek için sözkonusu vakıf müesseselerinin vârisleri bulunduğunu, bunların hukukunun mazbut ve aşikar olduğunu, bunun haricinde vakıfların zaten şer’î olarak sürekli genel bir vârisi bulunduğundan, hiçbir vakit vakıflığm düşemeyeceğini ve serdedilen iddianın kabul olmayacağını beyan etmişlerdir.
Bulgar komiserleri ise bu konuyu Bulgaristan dışında ve Osmanlı ülkesinin başka taraflarında bulunan emlâkle sınırlamışlardır. Mezkûr komisyon birinci defa olmak üzere Nisan 1880 tarihinde Sofya’da toplanmış ve belirlenen protokol gereğince evvelemirde devlet malları meselesinin tetkik ve müzâkeresine çalışmıştır.
Müzâkereler bir buçuk sene devam ettiği ve bu müddet zarfında elli altı evkaf hakkında aşağıdaki açıklamayı yapmışlardır. Evkaf beş kısma ayrılır: Birincisi camileri, medreseleri, imaret ve tekkeleri ve ehLi İslama mahsûs diğer hayır müesseselerini ve çeşme, köprü, kaldırım gibi ayrım gözetmeksizin herkesin istifadesine sunulan hayır eserleridir.
Cami, medrese, imaret vesaire “hayrat” ismiyle ve kaldırım, çeşme vesaire de “müberrât” ismiyle anılır.Diğer dört kısım evkaf ise geliri yukarda zikredilen müesseselerin muhafazasına sarf olunduktan sonra fazlası vakıfları kuranların evlâdına âit ve mahsûs gayrimenkul emlaki kapsar. Evler, hanlar, hamamlar, ay ve seneyle kiraya verilen diğer akarlar işbu dört kısmın birincisini; iki kiralı vakıf İkincisini; mukata’alı vakıflar üçüncüsünü ve vakfedilmiş araziler dahi dördüncüsünü teşkil eder. Vakfedilmiş araziler mazbut ve gayr-ı mazbut şeklinde ayrılmış olup mazbut vakıf doğrudan doğruya Osmanlı Hükümeti tarafından idare edilerek evkaf cihetine belirli bir meblağ verilir. Gayr-ı mazbut vakıflarsa bizzat mütevelliler tarafından idare edilir.
Devleti Aliyye komiserleri bu izahatı verdikten sonra beş sınıf evkaf hakkında şu teklifleri yapmışlardır.
Şöyle ki:
Aldığı karar gereğince komisyon tatil olup müzakereyi tehir etmiş ve artık bir daha toplanmamıştır.İşte evkaf komisyonunun 83 celse zarfındaki müzakere hülasası bundan ibaret olup Bulgar komiserleri Osmanlı’nm sözkonusu emlak üzerindeki açık hukukunu kabulden sürekli ve ısrarlı şekilde kaçınmıştır. Ancak komiserlerimizin yukarda beyan edilen “Camilerin alametleri söküldükten sonra enkaz ve arsalarının saülması” yolundaki teklifleri cami-i şerifler ve diğer binalar hakkında reva görülmüş olan saldırılara kapı açmıştır.
Sadrazamlık makamına komiserlik ile Bulgarisran Emareti arasında cereyan etmiş olan görüşme neticesi olarak bir de İslam vakıflannm şu anki feci halini arz edeyim:
Sofya belediye idaresi adliyenin yardımı ile sokakların genişletilmesi ve kısmen de vakıf eserlerinin haraba yüz tuttuğunu bahane ederek parça parça İslam vakıflannı zapt ve tahrip etmiştir. Bu eşkıyalık Bulgaristan emareti dahilindeki bütün beldelerde vuku bulmuştur. O derece ki yalnız Sofya şehrinin sahip olduğu 44 cami’i şeriften bugün yalnız biri Müslümanlarda kalabilmiştir. Diğerleriyse tahrip edilmiştir. İslam mabetlerine vakfedilmiş olan medrese, han, hamam ve dükkanlardan da ancak 3 dükkan yağmadan kurtulabilmiştir. Bunlar haricinde 8 mektep, 12 tekke ve 5 kaplıca da gasp edilmiştir.
Komiserlik bu tecavüzleri protesto ederek neticede Emaret’in mesul olacağını defalarca beyan ettiyse de uyarılar Bulgaristan hükümetince zerre kadar dikkate alınmamış ve yağmaya devam edilmiştir.
Ezcümle Sofya’da Cündî Bey ve Karaşahin cârni-i şeriflerinin yıktırılması hakkında Emaret Dışişleri Müdürlüğü tarafından komiserliğimize gönderilmiş olan evrak arasında benim de gördüğüm 3 Temmuz 1883 tarihli yazışmanın cevabında:
“Sözkonusu camiler ile arsaların prenslik tarafından müzayede ile satıldığı ve mamafih komisyon müzakereyi tamamlar tamamlamaz muhasebesi görülerek fiyatı ait olanlara teslim edileceği” beyan edilmişse de bu yıkım, müzayede ve satışların ardı arkası kesilmediği için komiserlik sürekli neticesiz kalan taleplerinde devam etmiştir. Hususiyle komiserlik tarafından 24 Temmuz 1889 tarihiyle Emaret Dışişleri Müdüriyeti’ne gönderilen bir kıta notada Sofya belediye idaresinin Sofya’da birçok vakıf binasını yıktırmakta olduğu gibi Emaret memurları tarafından Bulgaristan ve Doğu Rumeli’nin birçok noktalarında dahi bu gibi meşru olmayan işlerin yapıldığı belirtilmiştir. Karma komisyon vakıf malları hakkında henüz hiçbir karar almamış olduğu için Emaretin sözkonusu emlaki yıkması veya satması gibi bir hak ve salahiyeti yoktur. Bundan başka Bâbıâlî ile Emaret arasında ve hükümetin nezâreti altında kalarak bu vakıfların, kuranlar tarafından tayin edilmiş olan güzel maksatlara hizmette devam etmeleri gerekir.
Fakat Bulgarlar, her iki cemaatten birisi mevcudiyetini kaybettiği takdirde boşalan emlakin Emaret’e intikal edeceğini iddia ile icareteyn ve mukataalı evkaf hakkında Devlet-i Aliyye komiserlerinin tekliflerini reddettmişler, sonra vakıf arazilerine sözü getirerek vakıfların bir öşür hakkına dayanmasına, bununsa bir vergi olup zaten hükümdarlık haklarına ait olan verginin de hükümete ait olmasından dolayı ihsan buyurulmuş olan padişah yardımı ile Emaret’in bir mecburiyet ve mükellefiyet kabul etmeyeceğini beyân eylemişlerdir.
Vazifesinde ve bilhassa evkaf işlerinde fevkalade gayret sergilemiş olduğu komiserlik evrakından anlaşılan Nihad Paşa, Bulgar komiserlerinin bu iddialarını dahi iptal etmek üzere cevaben, sözkonusu yardımların Osmanlı padişahları tarafından zaman-ı mazide ve padişahların yardımları ve himayesiyle kurulduğundan yeni ortaya çıkan Bulgaristan prensliğinin onları değiştirmeye asla ve kat’a hakkı olmadığını belirtmiştir. Bir hükümetin hükümdarlık haklarını kullanması esnasında bugünkü halini almış olan akit ve teminat, ona muhalefet eden bir hükümet için dahi mecburi olduğu, milletlerarası hukuk kuralları gereğinden bulunduğu gibi genel hukuk kurallarına uygun olarak hüsnüniyet ve padişah yardımları ile asırlardan beri tasarruf altında bulunan mallar üzerinde bir şahsın ya da müessesenin kayıdı olan hukuku her türlü taarruzdan masun olduğu ortadadır.
Bu şekilde ortaya konan bunca kati deliller ve açık ifadelere rağmen Bulgar komiserleri garip ve akıldışı iddialarında inat edince Devlet-i Aliyye komiserleri Bâbıâlî’den yeni talimat istemiştir. 20 Şubat 1885 tarihinde Bulgarlar tecavüzlerini Emaret ve eyâlet dahilindeki evkafın hemen hepsine uzatarak kıymetleri bugün milyonlara bâlig olan İslam mülklerini gasp ve tarumar etmişlerdir.
Bu tecavüzler yanlız evkaf-ı İslamiye hakkında reva görülmüş olanlar olup yoksa Müslümanların mal, can ve ırzlarına vuku bulmuş olan vahşice saldırılar bu saydıklarıma dahil değildir. Zira bu kaybın kıymetini takdir ve tahmin etmek insan aklı ve vicdanını aşan bir keyfiyettir. Bu hesabın görülmesi inşallah padişahımızın güçlü müdahalesi sayesinde ahirete kalmaz.
İşte Osmanlılarm asırlardan beri Hıristiyan cemaati ve özellikle Bulgarlar hakkında sergilediği ve hâlâ devam eden yardım ve merhametin teşekkürü (!) bu suretle müşâhade edilmektedir. Bulgar hükümeti ve Hıristiyan ahalisinin fıtraten sahip oldukları nankörlük, taassup ve yağmaları aşikâr olmakla beraber İslam vakıflarının parça parça şu dayanılmaz hale gelmesinde Müslüman ahalinin kabahat ve sorumluluğu da pek büyüktür. Bunu yüreğim sızlayarak yazmak mecburiyetindeyim.
Filhakika birçok vakıf görevlileri idarelerine verilmiş olan İslam vakıflarını kendi malları gibi şeriat ve kanun hilafına milleti kandırarak Bulgarların da yardımıyla satmışlardır. Bulgarlar yukarda bahsettiğimiz cinayetleri ancak vakıf görevlileri ve Müslümanlardan bazılarının iştirak ve yardımları sayesinde yapmayı başarmışlardır.
Zaten komiserliğin Emaret nezdinde öteden beri icra eylediği tebligatın ve protokollerin sonuçsuz kalması, işlerin içinde hemen daima bir vakıf görevlisinin, bir Müslüman kurumun veya bir Müslümanın bulunmasıyla ve bunların iştirak veya susmalarıyla yahut görünür/görünmez menfaatleriyle Bulgarların kuvvetlenmesi neticesinde olmaktadır. Gerçi bu nokta benim tarafımdan da tecrübe edilmişse de tespitlerimde mübalağa ve hata etmiş olmamak ve kamuoyunu aydınlatmak üzere durumu gerek Sobraniye Müslümanlanndan ve gerek eşrâf-ı memleket ve ahâlîden bir kat daha soruşturdum. Hepsi Müslüman ahali arasında var olan fesat ve nifaktan dolayı menfaat ve garaz için evkaf ve Müslüman mallarına yapılan tecavüzlerde Müslümanların dahi mesul bulunduklarını tasdik ettiklerini hayret ederek arz ederim.
Hülasa Berlin Anlaşması’nm on ikinci bendince teşekkül etmiş olan karma komisyonun müzakere neticeleri ve komiserliğin, Emaret’in dışişleriyle yaptığı g^üşmeler sonuçlarına göre, bu konuda bir karar verilinceye kadar Bulgaristan Hükümeti’nin Müslüman vakıflarını korumak ve kollamakla mükellef bulunduğu beyan edilmiştir. Hal böyleyken Bulgar Dışişleri Bakanlığı 9 Eemmuz 1889 tarihli cevabında; Sofya’da ve diğer beldelerde bulunan vakıf mallarından bazılarının, çevre düzenlemesi, yeni caddeler açılması ve eski sokakların genişletilmesi sırasında yıkıldığını ve hükümetin bu istimlâk tedbirlerinin yalnız vakıf mülkleri için değil kilise ve mezarlıklar, yerli ve ecnebi mülk sahipleri için de geçerli olduğunu, bunun da komiserlikçe aynen bilindiğini ve hatta İstanbul, Bursa ve İzmir gibi şehir belediyelerinin dahi bazı sebeplerle birçok türbe, minare ve tekkeleri yıkmaya teşebbüs ettiklerini yazmıştır.
Bulgar Dışişleri Bakanlığı’nm bu cevabına karşı 29 temmuz 1889 tarihli notada komiserlik Osmanlı Devleti’nm diğer noktalarında vakıf mallarının bazısının yıkılmış olması, Emaret’in mazeretini isbata yeterli olamaz demiştir. Çünkü Osmanlı memurları vakıf menfaatinin korunmasına itina ve gayret etmektedirler. Binaenaleyh bu gibi emlakin yıkımına başlamadan evvel Bulgaristan hükümeti, Babıali’ye durumu arz etmeli, istifade edenler ve mütevellilerle müzakere ve işbirliği yapmalıdır.
Bu yazışmanın bir sureti komiserlik tarafından Osmanlı Dışişleri’ne takdim edilmiş, Evkaf Nazırlığıyla yapılan yazışma sonunda gelen cevapta, vakıf malları gelirlerinin ait ve tahsis edildikleri müesseselerin ihtiyacına sarf edilmesi ve sözkonusu müessese mevcut olmadığı takdirde Müslüman muhacirlerin iskan edildikleri köylerde yaptırılan cami ve diğer müesseselerine harcanmak üzere Evkaf Bakanlığı’na gönderilmesi beyan edilmiştir.” denilerek bu karâr Emaret’e tebliğ edilmiş ise de yine bir semere elde edilememiştir. Durum bundan ibaret olmakla keyfiyet arz edilmiştir. Bu maruzatım ilk kurulduğundan beri Emaret dahilinde bulunan İslam vakıflarının önemli bir tarihçesidir. Emaret ve eyalet dahilindeki İslâm vakıflarının adetleriyle beraber aslî ve şimdiki durumlarını beyan etmek için hazırlamakta olduğum “Harabât” isimli büyük defter inşallah yakında tamamlanacak ve size sunacağım. Sofya şehri vakıflarına ait defter bittiği için bu raporun sonunda size sunuyorum. Cennetmekân Sultan Mahmud Han’ın vezirlerinden ve sadâret kaymakamlarından olup Yeniçerilerin kötü niyetle toplandıkları mekanı yıkarak yerine Melekgirmez câmi-i şerifini bina eden büyük amcam Rüştü Paşa Sofya’da medfun. Sofya’ya tayin edildiğim zaman amcamın türbesini tamir ve ruhunu şad etmeyi düşünmüştüm. Sofya’ya geldiğimde amcamın türbesinin de diğer Müslüman mezarlarıyla beraber hak ile yeksan olduğunu, yerinin bile tayin edilemeyecek hale geldiğini farkettim. Bulgar ve Hıristiyan zulmünden bunca mezarlık, türbe ile beraber Müslüman ervahının da hissesine düşeni aldığı anlaşılıyor.
Fakat komiserlik ve komiser bendeleri bu hadiseler ve elim zayiatlardan müteessir olsak bile asla umudumuzu kaybetmiş değiliz. Tüm bu şartlar altında vazifemizi bihakkın yapmaya gayret ediyoruz, efendim.
17 Ağustos 1902
Bulgaristan Komiseri
Ali Ferruh
BULGARİSTAN KOMİSERİ ALİ FERRUH BEY
Ali Ferruh Bey, Rumeli Beylerbeyliği pâyelilerinden Kudüs Mutasarrıfı Reşad Paşa’nm oğludur. 10 Muharrem 1282’de (5 Haziran 1865) İstanbul’da doğdu. Sıbyan ve Rüşdiye mekteplerini bitirdi. Daha sonra medreseye devam ederek Arapça öğrendi. Beyrut Fransız Üniversitesi’ne girerek Fransızca öğrendi, ayrıca Mekteb-i Mülkiye’yi bitirerek diploma aldı. 1880 de henüz on altı yaşındayken 35 kuruş maaşla Kozan sancağı tahrirat kalemine tayin olunup aynı sene içinde istifa etti. Daha sonra bir süre Adana vilayeti mektubcu kaleminde bulundu. 1886 da Bâbıâlî tercüme odasına devama başladı. 1888’de Paris sefareti üçüncü katipliğine tayin olundu. Katipliği sırasında Paris sefaretinden gönderilen bir raporda ahlâkının mükemmelliğinden, görevdeki yetenek ve başarısından övgü ile bahsedilmiştir. Londra sefareti ikinci katipliği (1892), Bükreş ve Londra sefareti başkatipliğinde bulundu (1893). 1895’te Petersburg sefareti müsteşarlığına, 1898’de Vaşington sefaretine, 1902’de Bulgaristan Komiserliği ne tayin edildi. Teferruatlı raporlar hazırlayarak Babıali’ye gönderen Ali Ferruh Bey 93 Harbi’nden sonra özerk statüye kavuşan Bulgaristan’daki İslam vakıfları üzerine özellikle eğildi. Bölge hakkında hazırladığı rapor bugün de önemini korumaktadır. Ali Ferruh Bey, 20 Ekim 1904’te (10 Şaban 1322) Sofya’da vefat etti. Cenazesi İstanbul’a getirilerek Kadıköy’de Mahmud Baba Türbesi’nde babasının yanına defnedildi. Rutbe-i bâlâ, Murassa Osmanî ve Mecidî nişanlan sahibi idi. Diplomatik hizmetleri yanında şair ve yazar olarak devrinin tanınmış simalarından olan Ali Ferruh Bey’in manzum ve mensur eserleri arasında Mebadi-i Hikmet-i Ahlak, Devlet, Huşenk, Laklakiyyât-ı Edebiyye, Kerbelâ, Üssıı’l-Esas, Şâyân, Teşhir-i Ebâtıl sayılabilir.