Cadı Rüzgârı

Cadı Rüzgârı

DOĞANIN ESRARENGİZ VE EN YIKICI KUVVETİ ılda beş on kez Amerika’da Los Angeles teknesinde (havzasında) güneş duman ve sis (smog) olmayan bir gök yüzünden geçer, sıcaklık aşağı yukarı 38°C yi bulur ve dağ yamaçlarında kalan son nemi de emip götürür. Denizden gelmekte olan esinti artık esmez olur ve onun yerine kuzey doğudan tekneye doğru hareket eden hava geçer. Bunu hisseden insanlar derhal ihtiyatlı olmağa başlarlar. Zira sahne «Cadı Rüzgârı» için hazırlanmıştır ve o burada garip, önceden tahmin edilemeyen ve çoğun sonu ölümle biten dramını oynamağa başlar. Bu cadı rüzgârı tek vuruşta 252 petrol delme tesisini yerle bir etmişti. Bir defasında da Los Angeles üzerine 14 milyar kilo toz yağdırmıştı. Gemiler demirlerini tarayarak alabura olmuşlar veya kıyıdaki kayalara çarparak parçalanmışlardı. Öyle kuvvetli hava akınları oluşuyordu ki, plâ-nörler bunların etkisiyle 15 -16.000 metre yüksekliğe çıkıyorlardı. O, havaya karşı fazla hassas olan insanlar üzerinde de müthiş etkiler gösteriyordu. Onlar sanki önceden algılanmadıkları bir felâket karşısında olduklarını hissediyorlardı. Deri gerginleşiyordu. Eski vuruklar yeniden sızlamağa başlıyordu, fakat rüzgârın asıl etkisi çok daha yıkıcıydı, o şehri dünyanın en kritik yangın tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyordu. Kaliforniya’da meteorologlar ona, bir dağ geçidinden korkunç, sesler çıkararak geçtikten sonra Santa Ana adını verirler. Aynı çeşit rüzgârları birçok yerlerde bulmak kabildir. Oregon Eyâletinin doğu rüzgârı vardır. Rocky dağlarının doğu kısımlarında, VVyoming’de vc Montana’da onu «ohinook» atlıyla tanırlar. Venl d’Espagne Güney Fransa’yı kasıp kavurur, Cantes-btıry kuzey batı rüzg&n ila Yeni Zelanda-yı, /ondu dıı korkunçluğunu Arjantin’de nosierlr. HOtiin hu ve yöresel adlar taşı yıııı dalııı 20 lınykıı çeyldlııiıı bilimsel ııı tak adı Föhn’dür. Bu, bir dağı geçeı sıcak, kuru ve sert bir hal alan harı halinde bir hava kitlesidir. Her yerde bu cadı rüzgârı kaprisli «süpürge sapı» kullanır. Bir Föhn b; bir kaç saat bazan da bir kaç hafta rebilir. Bir gelişinde dağ yamaçlarını caklar, Öteki gelişinde ise, yeri hav;ı bombardıman etmeden önce saatte kilometre hızla dağın tepesinin iistiiı geçer. Bir defasında Avusturya’da I bruck şehrinde saatte 128 kilometre I 3,5 tonluk iki tramvay vagonunu rayl: dan çıkarmış, bir üçüncüsünü de taklak .etmişti. Hızı o kadar çabuk dı mektedir ki çok defa ölçü âletleri o şiddetini ölçerlerken kırılıp parçalam tadırlar. Her iki tarafta iki kilometre uzakl hava tertemiz olmasına rağmen bunl arasında toprak ve çöp göze görünnn 30-40 metre yüksekliğinde «duvaı oluştururlar. Rüzgârın en esrarengiz etkilerindeı ride AvrupalIların «Föhn hastalığı» dı leri şeydir. Onun kurbanları tipik ol; aksi, dengesi bozuk sinirli olurlar, if sizlik, çöküntü ve düşüncelerini topl mamak gibi bir sinir durumu içine şerler. Avusturya, Almanya ve tsviçr antiföhn hapları vardır. Geçen yıl Mü in Balneoloji (kaplıcalarla tedavi) ve .matoleji (iklimle tedavi) Enstitüleri ne karşı çok hassas olan 5.000 kişi iizı de araştırmalar yapmıştır. Bunlarıı 30’u föhn’li hava sırasında karşılaştı! korkularını gidermek için ilâç alına! dılar. Fühn’ün bu kötü etkisi bir elsane lini almış ve ineklerin az Kalilor ııiyamıı ilk günlerinde olayın olduğu sııu larda lolın esliği takdirde avukatlar davalarını gördükleri suçlular için hafifletici sebepler islerlerdi. Araştırma bu halk efsanesini doğruladı. MUnih’deki bir fabrika hava koşullarıyla viziteye çıkan hastaların sayısı arasında iki yıl süreyle yapılan incelemelerde, rüzgârlı havalar da vak’aların arttığı saptanmıştır, cerrahi müdahale % 16 öteki tıbbı yardımlara ihtiyaç da % 20 artmıştır. Batı Almanya’da Bad Tölz’de yapılan bir inceleme de ruhsal depresyon’dan şikâyet edenlerin sayısı föhn zamanlarında çoğalıyordu ve intiharlarda normale oranla biraz daha fazlalaşıyordu. Çoğu zaman rüzgârla ilgili olan rahatsızlıklar önceden kendilerini gösteriyorlardı. îsrail bilim adamları bazı kimselerde baş ağrıları, solunum güçlükleri ve daha başka rahatsızlıkları, meteoroloji ölçü aygıtlarının orada Hamsin adını alan bu Akdeniz fölı-nünün oluşmasını saptamalarından daha on saat önce fark ediyorlardı. Bu nasıl izah edilebilirdi ? İsrail’in İlayla Teknoloji Enstitüsünden Dr. Nal-lıan Robinson bunun atmosferdeki elektrik dengesinin değişmesinden, pozitifden fazla negatif yük taşıyan atomların veya atom gruplarının oranındaki bir artıştan ileri geldiğini tahmin etmektedir. Bu parçacıklara iyon denir. Firçok yetkili bilim adamlarına göre, Dr. Robinson böyle diyor, negatif iyonlar insana iyi gelmekte pozitif iyonlar gelmemektedir. Örneğin Rus Araştırıcıları astma negatif yüklü havada tedaviye cevap vermektedir. Berke-ley’de yapılan denemeler influenza ile bulaşmış fareler pozitif iyonların yoğunluğunda daha çabuk ölmektedirler. Dr. Rehinsen iyon sayıcı aygıtlar kullanmak suretiyle Hamsin’in gelişinden 10 12 saat önce pozitif iyonlarda farkedile-bilir derecede bir artış saptanmıştırki, aynı zamanda bu hastalan da önceden uyarmaktadır. Onun bundan çıkardığı sonuca göre, rüzgârın sıcaklığı, nemi veya hızı, diğer pozitif yüklerin fazlalığı bu cadı rüzgârının insanları hasta etmesine sebep olmaktadır. İtfaiyeciler özellikle böyle bir rüzgârdan çok ıstırap çekmektedirler. Bu onların fazlasıyla havada.ı hassas olmalarından değil, onların rüzgârı izleyen kötü (Iıı Ilımları çok iyi bilmelerinden ileıi gri inektedir. Olurun adındaki İsviçre şehri yanmıştı. Birleşik Devletlerde 1933 yılın da Orcgon’da doğu rüzgârı büyük Tilla mouk yangınının yayılmasına 311.000 akı orman yanmasına sebep olmuştu. Los Angeles teknesinde 1900 den bu yana Santa Ana’nın 60 değişik yangının çıkmasında ilişkisi olmuştu. Bir iki yıl önce Santa Barbara yakınlarında binlerce akr orman yanmış, dört itfaiyecide vazife başında yanarak ölmüşlerdi. Santa Ana yangınlarının birbirini izlemesindeki tuhaflık rüzgârın büyücü kuvvetinin önceden tahmin edilebilmesidir. Meteoroloji bakımından yüksek bir basınç alanı Pasifik veya Kanada’dan içeriye doğru Nevada – Idaho – Utah düzlüğüne yayılır; aynı anda Güney Kaliforniya kıyılarının ötesindeki basınç daha düşüktür. Dengeyi kurma yolundaki bitmez tükenmez çabasında doğa yüksekten aldjgı havayı alçağı «doldurmak» için kullanır, böylece Santa Barbara’dan Meksika’ya kadar uzanan teknenin içinden geçen kuzeydoğu rüzgârını yaratır. Genellikle Santa Ana’nın gazabı sonbahar ve kışın patlak verir, buradaki bitkiler kuraklığı yağlı bir madde salgılamak suretiyle atlatırlar, fakat böylece de tutuşma kabiliyetlerini arttırırlar. Kasırga halindeki hızıyla rüzgâr ise bir dakika içinde dönümlerce arazide alevlerin birden yerden fışkırmasına sebep olur. Hiç bir yerde bu kadar engebeli bir arazi, bu kadar kıymetli bahçe ve binaları bir araya toplamamıştır. 1961 de meydana gelen yangın 436 modern binayı kül yapmıştır. 1970 de cadı rüzgârı Los Angeles teknesinin bir kısmında saatte 115 kilometre hıza kadar çıkmıştır, havadaki nem % 2 ye kadar düşmüş, sıcaklık 18°C ye kadar yükselmiştir. İlk yangın emaresi Malibu İstasyonunun yakınındaki çöp yığınlarından çıkmış ve bir otomobil sürücüsü tarafından görülmüştür. Çok geçmeden Los Angeles’in kuzeyindeki kanyonlarda meydana gelen alevler bir kaynakçının hamlacından çıkan kıvılcımlar gibi etrafa yayılıyordu. Yanan çatılardan kopan tahta latalar 800 metre kadar uzaklara uçup gidiyordu. Binlerce yeni tutuşma noktaları vardı ve yanan alanın çevresi 200 kilometreyi geçiyordu. San Die-go’da binlerce insan evsiz, barksız kalmışlardı. İtfaiyeye ait bir uçağın pilotu ölçtüğü hava hızının saatte 110 km. oldugıı mı ve şiddetli rüzgârın uçağını geriye zor ludlğını söylüyordu, 84 kilometre kadar sıvalı dii hulul .ısılı ılunıyoı, etrafa kul vi’ kııııım saçarak ıııs.ına •l’oıııpci’ ııiıı sun günlerini» lıutırlalıvordu. Rüzgâr dııruncaya kadar seki/ gün geçli, ondürt kişi ölmüştü. Los Angeles itfaiyesinin 300 personelinden üçte biri yaralandı. 795 ev kül oldu, içlerinde ev- in vaıılı Yanan emlAkııı bedeli 100 ı yon doları geçmişti, Cadı rüzgârı kurbanı olarak 500.000 dönüm aı.ı/i taı iniyle çıplak kalmış ve üzerinde ne dal ne de yeşil bir leke-bulunmayan s suz tepelere eklenmişti. RLADISRS Ollil.ST TAM BİR GÜVENLİK İÇİNDE YAPMAK oğum yapacak olan kadınlar şu sıkıntılı sorudan kendilerini kurtaıa-mamaktadırlar: «Benden veya eşimden çocuğumuza kalıtsal bir hastalık geçmi-veceğine nasıl emin olabilirim ?» Bundan hiçbir zaman % 100 emin olamazsınız. Hepimiz hücrelerimizdeki kromozomlarda bulunan 30.000 gen’den birisi üzerinde bilinen 1.800 kalıtsal hastalıktan birinin sessiz işaretini taşıyor olabiliriz. Fakat bu kalıtsal hastalıkların hemen hepsinin çocuğa geçebilmesi hem annenin, hem de babanın hastalığın portör’ü (taşıyıcısı) olması şartına bağlıdır. Hatta o zaman bile her dört çocuktan ancak biri hastalığa tutulacaktır. Bazı iskelet kusurlarında, sağır – dilsizlikte, vücut veya ruhta çöküntüye sebep olan birçok hastalıklarda durum böyledir. Bu kalıtsal hastalıkların sıklık derecesi bilinmektedir: Meselâ sağır-dilsizlikte her 3.500 çocuktan biri, muco – viscidosis’-de (bronşların salgıladığı sıvının çok koyu oluşu ve ölüm tehlikesi yaratışı) her 2.500 çocuktan biri, fenilketpnüri’de (besinde bulunan bir maddenin vücutta normal yakılamayışına bağlı bir zekâ geriliği) her 10.000 çocuktan biri hastalığa tutulmaktadır. Bir çiftin dünyaya kalıtsal hastalığı olan bir bebek getirip getirmeyeceği öıı-ıı den söylenebilir mi t Eğer söz konusu kalıtsal lıa,stalık erkeğin veya kadının ailesinde henüz meydana çıkmamışsa sov leııeıııe/ MADELEINE FHANC Ailede bir veya birkaç vak’a biliniy sa bir dereceye kadar söylenebilir. Bir adamı misal alalım —adı Pieı olsun—, bu adamın sağır-dilsiz bir kek kardeşi var diyelim. Bu adam evleı çocuk yapmaktan kaçınmalı mıdır? I genetik (kalıtım bilim) uzmanı (ki şiıı üniversitesi olan şehirlerin hemen I hastahanesinde kalıtsal hastalıklar iç danışma merkezleri bulunmaktadır) o şunu söyleyecektir : — ilk çocuğunuzun sağır-dilsiz ılı ması ihtimali ailesinde sağır-dilsiz olu yanlara göre 20 kat artmış bulunuyo 3.600 de bir yerine 180 de bir şans. Bir gün Pierre amcasının, teyzesin dayısının veya halasının kızı ile evleı diyelim : şimdi tehlike 20 kat değil I kat artmıştır (3.600 de bir yerine 24 bir) Biraz daha ileri gidelim : Çocukl: birbiri ile evlenen iki kardeşin annesi babası da kardeş çocukları olsun (4 I yükanne ve/veya büyükbabanın payla* mış olması durumu) o zaman risk 12 bire yükselecektir (bütün evlilerde göı lenin 300 katı). Eğer Pierre henüz evlenmemişse j kın akraba ile evlenmekten kaçınmalı ıı dır ? Evet, eğer bilgelik aşka üstün ge bilirse. Bu artık ona kalmış birşeydir. Ş rasını iyi bilmek gerekir ki yakın akral lar arasındaki evlenmeler çocukların l< lıtsal bir hastalıkla doğması ihtimali art Iıı maktadır; ailemizde kalıtsal lıasi lık yok diyenlerde hile kalıtsal biı lı. Diyelim ki bir çocuğu oldu. Hu ilk çocuk normalse ikinci doğacak çocuk için tehlike birinci çocuk için hesap edilenin aynı olacaktır. Kalıtım Bilim Alanında : Eğer Pierre’in ilk çocuğu sağır-dilsiz doğsaydı bu olay hem Pierre’in hem de «fiilin sağır – dilsizlik portör’ü olduğunu ispatlamış olacaktı. Bu çiftin doğacak diğer çocukları için sağır-dilsiz olma şansı nedir ? Kalıtım bilim sağır-dilsizlik gibi kal 11 sililiği zayıf (resesif) hastalıklarda doğan her 4 çocuktan ancak bir tanesinin hastalık belirtisi göstereceğini bildiriyor. O halde ağır bir kalıtsal hastalık ve-va sakatlığı olan bir çocuk doğurdu ise-niz diğer çocuklarım da öyle olacak diye hiç üzülmeyin. Sizin veya eşinizin ailesinden bir kişi sakatlık veya zekâ geriliği gösteriyorsa bunun mutlaka kalıtsal olması gerekmez. Bu her iki durumda da mutlaka bir kalıtım bilim uzmanı (genetikçi) ile görüşmelisiniz. Çok muhtemelen o size korkularınızda haklı olduğunuzu değil, endişe edecek hiçbirşev olmadığını söyleyecektir. Doğuştan beri varolan (konjenital) pekçok hastalık veya sakatlık vardır ki, kalıtsal değildir; bu gibi hastalıklar yumurtanın döllenme sırasında veya döllenmeden hemen önce bir kaza geçirmesine bağlı olabileceği gibi annenin gebeliği sılasında ateşli hastalık geçirmesine, anne karnındaki dölüt’ün (ferus) yeteri kadar oksijen alamayışına (beyin kan dolaşımının aksaması), doğum sırasındaki zorlanmalara da bağlı olabilir. Mongolizm (mongol’e benzer bir yüz ve zekâ geriliği ile beraber görülen bir çocuk hastalığı) işte böyle bir hastalıktır. Tabii ki mongolizm kromozom anormalliğine bağlı bir hastalıktır. Fakat % 97,5 vak’ada bu anormallik yumurtanın «başarısız» bir şekilde döllenmesinden ileri gelmektedir. Mongolizm vak’alarınm ancak % 2,5 unda eşlerin biri veya diğeri hastalığı öbür doğacak çocuklara da geçil inektedir. Hangi mongolizm vak’aları-uııı bu “o 2,5 hık gıuba düştüğünü genetikçiler kaıyotip muayenesi ile söyleyebilirler (çocuğun ve ebeveyninin kromozomla ıınııı mikıoskop .illimin incelenmesi), li’li İni bebek doğuran annelerin içini ıa hatlutıııak la imkân dahiline girdi (ölüme kadar varan ilerleyicisi kas dejenerasyon ’u). Miyopati hastalığı hemofili gibi seks’e bağlı olarak kalıtsal olabileceği gibi (hastalık yalnız erkeklerde görülür, kadınlar kendileri hasta olmadan hastalığı çocuklarına geçirirler) döllenme sırasında kendiliğinden meydana gelen bir kromozom değişikliğine de (mütasyon’a) bağlı olabilir. Son zamanlara kadar miyopati’nin kalıtsal şeklinin kalıtsal olmayan şeklinden nasıl ayırdedileceği bilinmiyordu. Paris’teki Necker hastahanesinden Dr. Demos keşfettiği bir test sayesinde mi-yopati’li bir çocuk doğuran annelere şunu söyliyebilmektedir: «Siz bu hastalığa sebep olan gen’i taşımıyorsunuz, bundan sonraki çocuklarınız normal olacaktır.» Dr. Demos miyopati’nin kalıtsal olduğu ailelerde hangi kızların hastalık gen’ini taşıdığım, hangi kızların ise böyle bir gen taşımadığını, yani hastalığı çocuklarına iletmiyeceklerini de kesinlikle söyleyebilmektedir. Böylelikle genetiğin bu çok yeni alanında küçük adımlarla ilerlenmektedir. Amerikan doktorları ise üç senedir Fransız doktorlarının çoğunun henüz uygulamak yiğitliğini göstermediği yeni bir metod denemekteler : bebek daha anııe kamında dölyatağı içinde iken bunun anormal bir bebek olup olmadığını anlamak. Gebeliğin altıncı ayı başlarından itibaren doğacak bebeğin mongolizm hastalığı gösterip göstermiyeceği °/o 90 bir kesinlikle söylenebilmektedir. Buna benzer bir kesinlikle zekâ geriliğine veya sakatlığa sebep olan diğer bazı durumlarda (kromozom anormalliği, enzim eksikliği gibi) tanı tam doğumdan önce yapılabilmektedir. Bunun için kullanılan metod ERKEN AMNİOSENTEZ metodudur (amniocentese precoce) : uzun bir iğne yardımı ile dölüt’ün (fetus) içinde yüzdüğü sıvıdan (amnios suyu) birkaç cm3 alınır. Bu sıvıda dölüt’den dökülmüş hücreler vardır. Bu hücrelerin mikroskop altında incelenmesi ve laboratuvar’da çoğaltılarak kimyasal analiz’e tabi tutulması mongollzm’in ve hepsi ile çok ender 12 kudur ıliğcı hastalığın tanısını sağlar.

Ne var kı Fransa’da kantinini İK’ilü/ böyle l)iı sebepten çocuk düşünülmesine izin vermemektedir.

Bıı metod’la tanınabilen hastalıkların çok az oluşu, metud’un pahalı oluşu (bir inceleme için 2.100 lira), metod’un yabana atılmayacak tehlikelerle dolu oluşu sebebi ile amniosentez’in her gebe kadında uygulanması düşünülemez.

Doğumu Halk Hastanelerinde mi,

Özel Klinikde mi Yapmalı ?

A.B.D.’de uzmanlar 40 yaşın üzerindeki bütün gebe kadınlarda mongolizm’in tanısı bakımından erken amniosentez yapılmasını uygun görmektedirler. Yaş ilerledikçe mongolizm’li çocuk doğurma ihtimali artmaktadır : 20 yaşından küçük kadınlarda 2.300 doğumda bir, 35 – 40 yaş arası kadınlarda 290 da bir, 40-44 yaş arası 100 de bir ve 45 yaşın üstünde 46 da bir doğumda mongolizm görülmektedir.

Fransa’da her sene 40 yaşın üstünde

20.000 kadın, 35 yaşın üstünde 70.000 kadın doğum yapmaktadır. Bunlara amniosentez uygulanabilmesi için gerekli hazırlıkları bir düşünün.

Paris’li genetikçi Andre Boue daha alçak gönüllü davranarak Fransa’da senede 600 amniosentez yapılmasının yeteceğini söylüyor. Amniosentez ile tanınabilecek bir kusuru olan bir bebek doğurmuş kadınların ikinci gebeliğinde aynı kusuru olan bir bebek doğurma ihtimali en az % 25-30 kadar ise amniosentez uygulanmalıdır.

Şunu iyi bilmelisiniz : doğum klinikleri doğumu yaptırma ve yeni doğana gerekli bakımı sağlama bakımından birbirlerine eşit değildir. Bu bir skandal ise de ne yazık ki gerçektir : doğum yaptıran personelin beceriksizliği, bilgisizliği, savsaklanması, yeter sayıda olmayışı, kullanılan gereçlerin yetersiz oluşu birçok doğum trajedisine sebep olmaktadır.

Doğumu bir halk hastanesinde mi, özel bir doğum kliniğinde mi yapmalı ?

Kesin bir cevap verilemez, özel klinikler arasında en iyilerine de en kötülerine de rastlamak mümkün olduğu gibi her tuısluneııin doğum servisi de aynı ölçüde kusursuz değildir.

Özellikle dogııın yapacağınız yeri közü ııü/e hoş gözüktüğü, koııloılu olduğu, yük
ıııeviııi/ 11iı (lopum servisi görünüş bakılın ak değerlendi! ileme/

Bakın l’rol. Jcaıı Berıuııd son /an lanla yayınlanan «Tıbbın büyüklüğü kötülük cğinimlcri» adlı kitabında yazıyor ?

«Birkaç senedir devam eden dikk bir inceleme sırasında, halk hastanel nin doğum servislerinde doğan bebek le özel kliniklerde doğan bebekler, be; lerinin geleceği bakımından karşılaş! dı. Bu incelemenin sonucu çok kesin Özel kliniklerde doğan bebeklerde doğ sırasındaki zorlanmalara bağlı sara, I zekâ geriliği çok, çok daha sık gözü yordu. Tabii, özel kliniklerin büyük av tajları vardır: Her odada özel telefon lavabo, masalar üzerinde çiçekler, ha’ yı her istenen saatte görmeye gelebiln gibi. Fakat bu gibi özel kliniklerde, ğum yapacak olanın devamlı tıp kontı altında bulundurulması çok kere yeter dir. Halk hastahanelerinde doğumu ı, usta bir doktor veya ebe hemşire ya| rır. Özel kliniklerde ise doğumu yaptı cak olan kişi kliniğe zamanında yeti mezse doğumu klinik personeli yaptırır bunlar çok kere bilgisizdir.»

Şimdi de bir Paris hastahanesiı genç ebe hemşiresi Jacqueline M. i d leyelim :

«Artık eskiden yaptığım gibi bilme ğim bir özel klinikte doğum nöbeti alın hatırımdan geçmiyor. Başıma geleni tekrar yaşamak istemem.

Bir akşam saat 19 sularında bir b liyödeki küçük bir doğum kliniğinde bet tutmaya gittim, tki katlı, 14 yata güzel bir villa. Odalar kusursuz. Akş; yemeği saati idi. Gülümseyen bir kız mek tepsilerini dağıtıyor. Yemekler ne Bir saat sonra herkes gitti : o güzel l ahçı, santraldaki bayan, kliniğin direk rü. Bana doğumu yaptıracak doktorun lefon numarasını bıraktılar. Tâ Paris 14. ilçede oturuyormuş. Ancak güç bir < ğum olursa onu çağıracak, yoksa doğur kendim yaptıracaktım.

Villayı şöyle bir dolaştım. Ameliyat lonu yok. Hiçbir faboratuvar yok, Yı doğan bebeği ısıtmak için elektrikli ıs cı masa yok. Bebeğin soluk borusun birikmiş sıvıları emmek için gerekli ış lı lüp (laringoskop) yok Bebeklerin lıık borularındaki sıvılar eski usulle

Gece 2 de doğurmak üzere olan bir kadın geldi. Muayene ettim ve dehşet içinde kaldım : Bebek dışarı çıkmak üzereydi ve başı ile değil, alt kısmı ile geliyordu. 10 da bir ihtimalle bebeğin alt kısmı dışarı çıktıktan sonra başı içerde takılıp kalacaktı. O zaman çocuğun doğması imkânsız hale gelir. Hastahanede böyle bir vak’ayı derhal ameliyat salonuna alırlar, anestezist çağrılır, nöbetçi doktor uyandırılıp, gerekli görürse nöbetçi doktor hastahanenin doğum servisi şefine telefon eder. Birkaç dakika içinde hemşireler dahil bütün ekip «alt kısmı ile gelen bebeği olağanüstü gayretlerle çekip çıkarma» manevrasına veya gerekirse sezaryen’e hazır olur.

Neyseki o gün bende delice şans vardı. Bebek başı içerde takılmayacak şekilde geldi, tutup çıkarıverdim. Fakat bu kadına şunları söylemeden edemedim : «Gelecek sefer doğum yapmak için buraya gelmeyiniz sakın, çocuğunuz ölü doğabilir.»

Bir süre sonra buna benzer bir klinik’-te 20 yaşında bir öğrenci ellerimde öldü : doğumdan sonra kanamanın duralayışından. Klinik’te tek şişe kan yoktu.»

21 Şubat 1972 de çıkartılan bir kararname ile özel doğum kliniklerinin durumu bir dereceye kadar düzeltildi: klinik’te mutlaka bulunması gerekli aygıt-laır bütün incelikleri ile belirtildi; ayrıca bu gibi özel kliniklerin günde 24 saat devamlı olarak bilgili tıp personeli bulundurmaları da şart koşuldu. Fakat kararname yalnızca yatak sayısı 25’in üstünde olan özel doğum klinik’lerini ve yatak sayısı 15’in üstünde olan özel hastahane doğum servislerini kapsamına almaktadır. Oysa 1968 sayımına göre Fransa’da bulunan 988 özel doğum kliniğinden yarışma yakın bir kısmında 15’den az yatak bulunuyor.

İdeal Bir Doğum Kliniği Nasıl Olur ?

Tabii özel doğum kliniklerinin hepsi böyle değil, aralarında örnek olabilecekleri de var. Paris’in güneyinde bir banliyöde kadın – doğum uzmanı Dr. Andr«S ile eşi çocuk hastalıkları uzmanı Dr. Andrıi L. böyle ideal bir doğum kliniği işletmektedirler. Paris’in büyük kıulııı doğum |>ru-
şunları söyledi : «öınek bir klinik, I ıı zor doğumları bile bizim kadar iyi yaptırabiliyorlar. Bu klinik’de yeni doğan ç’> cukların ölme oranı, dünyada bu oranın en düşük olduğu îsveç’den bile daha düşüktür.»

Bir öğleden sonra bu kliniği görmeye gittim. Küçük bir sokakta iki katlı beyaz bir bina. 36 yataklı. Odalarda 1 – 3 yatak var. Zamanından önce doğmuş bebekler (prematüre’ler) veya çok yoğun bir bakım isteyen bebekler için özel bir bölüm bulunuyor, burada 6 prematüre cihazı (kuvöz) var. Bebeklere 0, verme aygıtları, bebeklerin incecik damarlarına serum verme takımları, 24 saat klinik’te kalan ve bu konularda uzmanlaşmış bir hemşire. Daha ötede mikroplu bir hastalığı olduğundan şüphe edilen bebekler için ayırma (izolasyon) odacıkları, ağrısız doğum yapma derslerine gelen anneler için bir salon, kliniğe doğum yapmaya gelen annelerin hergün toplandıkları bir salon (doğum üzerine film gösterilmesi, ebe hemşirelerle veya doktorlardan biri ile görüşmeler, doğumdan 1,5 ay sonra başlıyacakları çocuk yapmayı önleme me-todlannı öğrenmek, isteyenler için tek başına doktor’la görüşme imkânı). Birinci katta radyografi odası, ameliyathane, ikinci bir ameliyathane (doğum sırasında anne ve çocuğun kalp elektrik dalgalarını devamlı kontrol için elektronik aygıtlar, anne ve çocuğun reanimasyon’u için gerekli herşey). Nihayet iki doğum odası.

Evlilikten İtibaren Hazırlanmak Gerekli :

Bir çocuk doğurmak 10 da 9 ihtimalle çok basit ve güzel bir maceradır. Fakat 10 da bir tehlike ihtimalini de. zayıf bir ihtimal olmasına rağmen, bir düşününüz. Anne-çocuk koruma uzmanı Dr. Hazeman şöyle diyor; «Bir çocuğun geleceği gebeliğin ve hatta evliliğin başlangıcından itibaren belirlenmeye başlar. Bir çocuk doğurmak uzaya bir füze atma* gibidir. Hiç kimse uzaya körü körüne bir füze atmayı düşünmez, önemli olan füzenin daha önceden tasarlanan yörüngeye oturması için gerekli herşeyi inceden inceye ayarlamaktır.»

u.CTvnı s roıııı rous ıimı Çevireli lir SELÇUK M.SAN

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*