Genel

ÇALKALAMAK

ÇALKAMAK geçi, f. (çal-ı-k-a-la-mak veya (çal-ı-k-a-mak). İçinde sıvı bulunan bir şeyi sallamak: Kah-ve fincanını çalkamak. II Sıvı şeyleri sal-layarak karıştırmak: öksürük şurubunu çal-kalayarak içmek. II Bir şeyi temizlemek için sudan geçirmek veya içinde su olduğu halde hızla sallamak: Hacı Kalfa bir yan-dan nargilelerini çalkalıyor (R.N. Günte-kin). II Ağız içinde suyu veya herhangi bir sıvıyı hareket ettirmek, gargara yapmak: Ağzını uzun uzun çalkalamış, büyük gürül-tülerle genzini temizlemişti (K. Tahir). Rakı ile ağzımı çalkaladım (Ömer Seyfeddin). II Bir o yana bir bu yana sallamak, yalpa verdirmek: Hava bozuktu, deniz gemiyi saat-lerce çalkalamıştı. II Vücudun bir yerini sürekli hareket ettirmek, oynatmak: Zeybek oyunu oynar gibi kıçlarını çalkalayıp, omuz-larını titreterek… (K. Tahir). II Mide bu-landırmak. ‘¡ا [Kuluçkaya yatan tavuk için] Yumurtaları oynatarak veya çevirerek üs-tüne oturmak. II Sağlığına dokunmak.
٠ Çalkalama veya çalkama i. Çalkala-mak eylemi.
— Foto. Bk. ANSİKL.
— Tekst. Çalkalama makinesi, boyahane veya beyazlatma atelyelerinde, üzerinde faz-la boya kalan kumaşların durulanması ve çalkalanması için kullanılan özel makine.
— ANSİKL. Foto. Renkli fotoğrafçılıkta yü-zeylerin banyo ile iyice temas etmesi gerek-lidir. Bunu sağlamak için gaz kabarcıklarının yer değiştirmesinden faydalanılır. Oksitlenen banyolarda azot Allanılır. T؛spit veya yıka-ma banyosunda ise, sıkıştırılmış hava, aynı işi görür. Gaz, özel şekilde hazırlanmış bir elekten kısa aralıklarla banyo eriyiği içine gönderilir. Bunu sağlayan, elektrikle kont-rol edilen bir gaz musluğudur. Bu yön-tem, mekanik yollarla iyi sonuç vermeyen
Foto. Giraudon (LAROUSSE)
ÇAL
bu işleme, uygun bir çözüm yolu getir-iniştir.
٠ Çalkalanış veya çalkanış i. Çalka-lanmak .eylemi-
٠ Çalkalanma i. Sallanarak karıştırılma.
— Fiz. Bir sıvının kütlesi içinde, gidip-gelme şeklindeki yer değiştirme hareketi.
ا| Fiziksel bir büyüklüğün ortalama bir de-ğer çevresinde değişimi.
— Hint mit. Süt denizinin çalkalanması. Bk. ANSİKL.
— Mekan. Bir kablonun, tutturulmuş oldu-ğu noktalar arasında iki yana doğru çok hızlı bir salınım hareketi yapması. Bu çal-kalanma hareketi, kablo yardımıyle idare edilen parçaların çalışmasını bozabilecek anî ve tehlikeli sarsıntılara yol açar.
— Tıp. Dölüt çalkalanması, dölyolundan parmakla muayenede dölyatağı çeperine bas-tırıldığı zaman dölütün amnios sıvısı için-de kıpırdamasına sebep olan halif sarsıntı-lar.
— ANSİKL. Hint. mit. Süt denizinin çalka-lanması, ?urâna Vişnu’larda ve destanî ١١١٤■ tinler olan Mahâbârata ile Râmâyana’da ge-çen. Tanrılar yemeğinin yapılışınt anla-tan efsane. (Tanrılar ve cinler ölümsüzlük iksirini yeniden bulabilmek için birleştiler ve süt denizini çalkaladılar. Kaplumbağa kılığma giren tanrı Vişnu tarafından des-teklenen kozmik Mandara dağı tokmak, yılan Vasuki de ip oldu. Suların arasından apsaraslar, kutsal at Ueeaihçravas؛ fil Aira-vata ve dünyayı yıkmasını önlemek için tanrı Siva tarafından yutulan bir zehir ve nihayet tanrıların yemeği çıktı.)
٠ Çalkalanmak veya ça!kanmak edilg. ve dönüşl. ء. Çalkalamak işine konu olmak: Bir bardak su gibi çalkandı (F.N. Çamlıbel). II Sudan geçirilerek veya içinde su oldu-ğu halde sallanarak yıkanmak: Yenilecek şeylerin […] gömleklerle bir arada çal-kalandığı olur (Y.K. Karaosmanoğlu). را Bir şeyi sürekli sallayarak oynatmak: Sabır-sizlik ve isyan içinde çalkalanan iki kadın bacağı vardı (A.H. Tanpınar). II [Deniz için] Dalgalanmak: Dalgalardan köpüren, çalkalanan bir umman (F.N. Çamlıbel). II [Gemi için] Bir o yana bir bu yana sal-lanmak, yalpalamak: Bahr-i ummanda he-nüz çalkalanıyormuş tekne (M.ق Ersoy). را [Haber, dedikodu v.b.] Dillerde dolaşmak: Piyano havadisi bir müddet gazetelerde ve halkın ağzında çalkalandıktan sonra (H.R. Gürpınar) II €oşkun hale gelmek: Bütün اء>, artık neşe içinde çalkalanıyordu (Vâ-Nû). II Sallanarak yürümek: Biçarenin ne çalkan-madan yürüyecek, ne de yutkunmadan söy-leyecek hali kalmış (H.R. Gürpınar). II [Yu-murta için] Bozulmak, cılk olmak.
٠ Çalka!atmak veya çalkatmak ettrg. f. Çalkalamak işini yaptırmak. (ML) ÇALKANTI i. (çalkalamak’ian çalka-n-tı). Çalkalamak eylemi ve bu eylemin sonucu: Oynatmak istedi. Fakat bir iki çalkantı-dan sonra yere düştü (H.R. Gürpınar). II [Deniz, göl v.b. için] Dalgalanma: Çalkan-tısında dalgası bilmez nedir sayı / Mil-yonca dalga sürmede milyonca dalgayı (Yahya Kemal). II Mec. Coşma, kaynaşma: Neşesini ve göniil çalkantısını belli edeme-yen bir huyu vardı (R.H. Karay). )1 Bir düzenin dengesini bozabilecek nitelikteki sarsılma olayı: o günlerin karışıklıkların-dan, çalkantılarından sonra… (K. Tahir). II Halk dili. Elekte çalkalanıp ayrılan çer-çop.
— ?atol. Toplu bir sıvı üzerine yapılan baskının yayılıp geçişi: Cerahatli maddenin varlığını belli eden olaya ilk defa çalkantı adını verenin Dionıs olduğu zannedilmek-tedir (Billot). Bk. ANSİKL.
— Zır. Tanelerin kalburlanması sonucunda ortaya çıkan çerçöp.
— ANSİKL. ?atol. Çalkantı, bölgeye aynı anda dokunan ve basınçları karşılıklı birbi-rin؛؛ aktaran iki parmak tarafından hisse-dilir. Asitlerde, yumurtalık kistlerinde, kist hidatiklerde, abselerde ve dokuların içinde toplanan her çeşit sıvılarda duyulur. Kıy-metli bir teşhis aracıdır.
٠ Çalkantılı sıf. Dalgalı: Hafif ءرأ çal-kantılı körfezde (A.H. Tanpınar).
Foto. Roubier, Duburc (LAROU88E)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir