Yaralı iken Bir Şehidin Son Hitabe-i Merdanesi
Hazırlandım Ulu Rabbim huzûruna gelmeye
Senin hakkın için girdim bu al kanlı gömleğe
Pek susadım şehîdlere va’d ettiğin şerbete
Lâyık isem izzetinden istediğim hürmete
Rahmetine dileklerim, söyleyecek sözüm var
Çok sevdiğim milletimde, devletimde gözüm var
Bu ricâyı eden rûhu senin nûrun yarattı
O nûr bana rehber oldu, hak ve adli arattı
Ben öleyim ırzım, ırkım; al sancağım yaşasın
Ferdim, şahsım; millet şâhım, şâh ocağım yaşasın
Duygum, fikrim, hür vicdânım, istiklâlim yaşasın
Bir dünyâlık târihimle istikbâlim yaşasın.
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için
Marmara’ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı” Dedirir-
Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşına da,
Avustralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâûna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlük-ı asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil.
Kustu Mehmedcigin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir. mülkü harâb.
Öteden saikalar parçalıyor âfâkı
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâki;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el,ayak
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal‘a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
****
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boguyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a‘sâra gömülsen taşacaksın…
Heyhat, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmed Akif
KARDEŞİME
O kadar yandı mı bağrın, ey çocuk?
Ecelin sunduğu şarabı içtin!
Sırayı, saygıyı unuttun çabuk.
Sebep ne, ağandan ileri geçtin?
***
Yirmi üç baharı kavuran ateş
Güllerin kalbini dağlasa çok mu?
Bir damla şebneme susadı güneş.
Sümbüller sararsa hakları yok mu?
***
Yurduna son damla kanıttı verdin,
Ah, cömert kardeşim, sana pek yazık!
El fıtra verdi, sen canını verdin.
Ne acı bir Şeker Bayramı yaptık!
***
Yâd eller dağıttı halka gül şuyu.
Yok sana gözyaşı dökecek anan!
Kardeşim, üzülme, müsterih uyu,
Ne mutlu, gülüyor zavallı vatan!
***
Bir çile ipekten yumuşak sînen
Serhaddi tuttu sarp Balkanlar gibi;
Kaşından daha çok bıyığın yokken
Dövüştün yeleli arslanlar gibi!…
***
Ne beyaz bir mermer, ne biraz yaldız;
Nerede yaptığın o altın destan?
Sürekli alkıştan utanan adsız,
Koca şehnamene konmamış imzan!
***
Ne kadar aradım senin kabrini,
Yok diye boynunu büktü her çiçek.
Yanıldım, kardeşim, bağışla beni,
Sen arzdan semâya naklettin, gerçek!..
İdrîs Sabîh
ORDUYA SELAM
Ey gözleri cesâretler
Kalbi öçler saçan asker!
Senin göğsün hâkânların
Tahtlarına kanat gerdi;
Tekbîr sesin düşmanların
Toplarına cevap verdi.
***
Selâm sana şânlı ordu;
Sen kurtardın, azîz yurdu!…
***
Arıburnu,Seddülbahir
Bize birer Plevne’dir Burda sana yedi gökten:
“Zafer” diye sesler geldi; Kanlısırt’ta ufka değen
Kemiklerden tâk yükseldi.
***
Selâm sana şanlı ordu;
Sen kurtardın, azîz yurdu!…
***
Bundan sonra Gelibolu Bize yeni bir hac yolu
Her İslâm’ın bu yüce yer
Bir ikinci Kâbe’sidir;
Her tepede kanlı siper
Sahabeler türbesidir.
***
Selâm sana şânlı ordu;
Sen kurtardın, azîz yurdu!…
***
Bugün için hep beldeler
Bayram gibi şenlikteler.
İşte güzel İstanbul’un
Güller açmış bahâr gibi
Sûriye’nle Anadolu’un
Gelin olmuş kızlar gibi.
***
Selâm sana şânlı ordu;
Sen kurtardın, azîz yurdu!.
***
Senin burdan Çin’e kadar
Her mihrâbda duâcın var.
Hind’in peri bâkirleri
İlâhini çağırıyor
Karabağ’m şâirleri
Zaferini haykırıyor.
***
Selâm sana şânlı ordu;
Sen kurtardın, azîz yurdu!..
***
Bak Kayser’in, Şarlman’m
Yurtlarında senin şânın.
Sanki karakuş bakışlı
Süleymanlar devrindesin.
Rüzgâr sesli, sel akışlı
Ataların yerindesin.
***
Selâm sana şânlı ordu;
Sen kurtardın, azîz yurdu!..
***
Senin rûhun bu toprakta
Mûcizeler yaratmakta.
Dün horlanan devletine
Bir zümrüt taç veren sensin:
Yaslar giyen milletine
Altın devri söyleyensin.
***
Selâm sana şânlı ordu;
Sen kurtardın, azîz yurdu!..
***
Bugün arzın yüz yerinde,
Gözler ufkun üzerinde.
Senin yanık, al bayrağın
Ehramlara yollar açsın;
“İdil” gibi on ırmağın
Sularına yâkut saçsın.
***
Selâm sana şânlı ordu;
Sen kurtardın, azîz yurdu!..
***
Bizim nemiz varsa senin
Bu günleri gösterenin.
Bil ki yurtta her kadının
Son evlâdı sana fedâ
Büyük, küçük her çatının
Son hayâtı sana fedâ!…
***
Selâm sana şânlı ordu;
Sen kurtardın, azîz yurdu!..
Mehmed Emîn