Türkçe (Ni’met-i İslâm) kitâbında diyor ki: îki veyâ ikibuçuk yaşından küçük çocuğun, bir kadından, bir kerre, süt emmesine” (Rıdâ’) denir. Bu kadın, çocuğun süt annesi ve bu kadının zevci de, bu çocuğun süt babası olurlar. Bu çocuk, bunlar ile ve bunların neseb ve rıdâ’dan olan mahremleri ile ebedî evlenemez. Kendinin nesebden [soydan] mahremlerine bakdığı gibi, bunlara da bakabilir. Fekat, birbirlerine vâris olmazlar. Sütünü emzikden emerse de, rıdâ’ olur. Kaşık ile, ağzından, burnundan akıtılınca da, sütün sâhibi olan kadın, yine süt annesi olur. Maksad, sütün mi’deye inmesidir. İki yaşından küçük iki çocuk, aynı kadından süt emince, süt kardeşi olurlar. Birbirleri ile evlenemezler. Bir çocuk, bir kadının sütünü emince, bu sütün hâsıl olmasına sebeb olan adam, bu çocuğun süt babası olduğu gibi, bu adamın babası da, süt dedesi, anası da, süt ninesi, kardeşleri de süt amca ve süt halası olurlar. Süt annenin, bu rıdâ’dan evvel veyâ sonra, başka erkekden de, nesebden veyâ rıdâ’dan hâsıl olan çocukları ve süt babanın, başka kadınlardan hâsıl olmuş ve olacak, nesebden ve rıdâ’dan çocuklarının hepsi, bu çocuğun süt kardeşleri olurlar. Bu çocuk, bu süt kardeşlerinin hiçbiri ile evlenemez. Fekat, bunlardan herbiri, bunun nesebden kardeşi ile evlenebilirler. Bir adamın iki zevcesi olup, ikisi de, bundan çocuk getirmiş iken, birer çocuk emzirseler, emzirdikleri çocuklar, babadan süt kardeş olup, birbiri ile evlenemezler. İkisi de kız ise, bir kimse, ikisi ile birlikde evli olamaz. Rıdâ’ da (Hurmet-i müsâhere) dahî olur. Bunun için, kişiye süt oğlunun boşadığı zevcesi ile veyâ süt anaya, süt kızının zevci ile nikâhlanması ebedî harâm olur. Bir kimse, zevcesinin süt kızına da, şejıvet ile dokunsa, hürmet hâsıl olup, zevcesi boş olur. Zinâdan olan rıdâ’ da, nikâhdan olan rıdâ’ gibidir. (Süt aşağı akar, yukarı akmaz) sözü, islâmiyyete uygun değildir. Aynı memeden emmemiş olan oğlan ile kız, birbiri ile evlenebilir. Buna misâl olarak, bir kimsenin, kendi anasından emen süt kardeşinin hemşiresi ile evlenmenin câiz olduğu yukarıda bildirilmişdi. Yabancı iki kadın birbirinin çocuklarını emzirdikden sonra, bu kadınlardan biri- nın oğlu, diğerinin kızı bâsıi olsa, bunlar tek bir jnf»s&den ename* ise, ikisi birbiri ile evlenebilir Oğlan, ken^’«biiâ^liu> emen süt kardeşlerinin hemşiresini almış olur Süt anneoıa ve zevcinin, nesebden ve rıdâ’dan olan akrabâsmın hepsinin, süt çocuğunun akrabâsı olduklarını yukarıda bildkmifdik Süt çocuğun akrabâsı, süt annesinin ve zevcinin ler. Süt annenin erkek kardeşi, stil çocuğunun nesebdenhefftşîresı üe evlenebilir. Bir kimsenin, kendi anasından emen süt kardeşinin anası ile yâhud süt çocuğunun nesebden kardeşi ile evlenmesi halâl dir Hâlbuki, bir kimsenin, nesebden olan babadan kardeşin anası ile, ya’nî üvey annesi ile veyâ çocuğunun babadan karefeşı ile, ya’nî üvey çocuğu ile evlenmesi ebedî harâmdır. İki kimse arasında rıdâ’ bulunduğunu isbât etmek, İtrisinde alacağı mal olduğunu isbât etmek gibidir Ya’nî, (ikrâr) etmekle veyâ (Beyyine) ile anlaşılır. İkrâr, erkeğin (Sen benim süt kardeşimsin) diye haber vermesidir. Erkek ikrâr edfeöe, nikâhtan bozulur. Zevcesi ikrâr edince, zevcin tascBfe e&|şti lâzımdır Bir kadm, bu ikisi, benim süt çocuklanmdır deşb, ikrâr olmaz. Zevç tasdîk etmezse, evlenmeleri câiz olur B e yine, âdil olan iki erkek veyâ bir erkek ile iki kadm şâhid demekdir. İki kadının veyâ bir erkek ile bir kadıma şfiŞİİ olmaları, beyyine olmaz. Rıdâ’ bulunduğunu bâdireft:lp^|> neyi kabûl etmezlerse, mahkemede isbât edilmesi ve hâksajm karârı ile ayrılmaları lâzım olur. Kadınlar, zarûret olmadıkça, başkasının çocuğunu emzirmemelidir Emzirdiği çocuğu ezberlemeli, ismini yazmalıdır. İki kadının sütleri kanşdırılıp, bir çocuğa verilirse, ikisi de süt annesi olur. Suya ve ilâca veyâ hayvan sütüne karışdınlmca, yarıdan az ise, süt annesi olmaz. Yemek ile karışık ise, hiçbir zeman süt annesi olmaz. Kadm sütü, yoğurt, peynir yapılsa, bunu yiyen, süt çocuğu olmaz. Ağız ve burundan başka yoldan verilen süt ile, süt annesi olmaz. [Çocuğu, mama yiyecek hâle gelinciye kadar, emzirmek vâcib, bundan sonra, iki yaşma kadar müstehab, ikibuçuk yaşma kadar ise, câizdir (İbni Âbidîn)]. İki buçuk yaşından büyük çocuğu zarûret olmadan emzirmek harâmdır. Zinâdan çöcuğu olan kadını, rıdâ’ için kirâlamanın ve müslimân olmıyan kadını kirâlamanın zararı yokdür. (Zaran yokdur) denilen şeyi yapmamak dahâ iyidir. Dokuz yaşma gelmiş bekâr kızda süt hâsıl olursa, emzirdiği çocuk, süt oğlu olur. Bir kadın, üç yaşındaki oğlanı ve bir yaşındaki kızı emzirse, bu iki çocuk birbiri ile evlenebilir. Bir kimse, süt hemşiresinin kızını alamadığı gibi, süt hemşiresinin süt kızını da alamaz. Kendi anasından olan süt kardeşinin anasını almak câizdir. Anasının süt kardeşini almak câiz değildir. Oğlunun süt anasını almak câizdir. Amca kızını almak câiz olduğu gibi, amcanın süt kızını almak da câizdir. Nesebden kardeşinin süt anasını ve süt hemşiresini alabilir. Bir kimse, anasının anasını emzirmiş olan kadını alamaz. Hemşiresinin kızını emziren kadının kızını alabilir. Süt ananın hemşiresini almak câiz değildir. Oğlunun süt anasının kızını almak câizdir. Süt kardeşinin süt kızını almak câiz değildir. Birâderinin veyâ hemşiresinin süt kızını alamaz. Süt oğlunun veyâ süt kızının hemşiresini alabilir. Bir kadını, süt babasının diğer zevcesinden olan oğlu alamaz. Bir kadını, süt anasının, süt kendinden olmıyan diğer zevcinin birâderi alabilir. Anasmın veyâ hemşiresinin emzirmiş olduğu çocuğun hemşiresini ve süt hemşiresini alabilir. Kâfirin, mürtedin yemini mu’teber değildir. Ey müslimân! Oğlun dînini öğrendikden ve nemâza başladıkdan sonra, onu bir san’ata ver veyâ ticârete alışdır! San’at ve ticâret öğrenmesi için, müslimân, nemâzını kılan, edebli, ahlâklı bir usta yanma gönder! Oğlunun çok zengin olmasını değil, edebli, iyi huylu, nemâzını kılar ve harâmdan kaçar olmasını düşün ve temenni et! Dînimiz san’at ve ticâreti emr etdiği gibi, şimdi bütün dünyâ milletleri de, bu ikisine çok ehemmiyyet veriyor ve bu yolda çocuklarını çekirdekden yetfşdiriyorlar. Sen de, san’at ve ticâret hakkındaki, islâmiyyetin enirlerini oğluna öğret ki, harâma düşmesin! — 499 — K O M ŞU FASLI 158 — Ey Oğul! Komşunu gördüğün zeman, hâl ve bâtınca sor? Hasta olunca ziyaretine git. Komşunun evine gidince, izn almadan içeriye girme’ Elinden gelirse eıaa yârdım eyle» komşuların hakkı çok gamberımız «aleyhisselâm» buyurdu, kı, ( K o m ş m m a # â s j||i hakkı vardır, o di komşuluk hakkıdırEğer m ü ^ tî^ ise^ sepe ikf hakkı vardır: Biri komşu hakkı, biri de müslimân batik*)» 159 — Komşunun yiyeceği yok iken sen elindeki yemeği yiyemezsin. Zîrâ onun, senin elindeki yemekde dal$:-l®fc§a vardır Her yemek yediğin zeman, düşünmen lâzımdır ki, acabâ komşularımdan yiyecek yemeği olmıyan var mıdır? –
MAHALLE ÂDÂBI HAKKINDA FASL 160 — Zarûrî bir işin olmadıkça, toplantılar arasına girme! İçki, çalgı bulunan, kadın erkek berâber oturakta yerlere gitme ve. zevcem, çocuklarını gönderme! Ister kapaU olsun, ister açık saçık olsun kadınlara ve kızlara bakma! Bir kızı görüp de harâm olduğu için ona bakmıyanlara şehid sevâbı verilir. Mahallede yürürken pencerelere bakma! Gördüğün karfma yakm yürüme! İlk görünce senin bir şeyin olmadığını aslarsın, artık ondan sonra bir defa daha bakma! İlk « Ş » # günâh yazılmaz!. Bakmağa devâm edince veyâ tekrâr bakiaica yazılır. Hazret-i Alî «kerremallahti vecheh» buyurdu ki, ömrümde bir kerre dahî kadınlara şehvetle bakmadım. Şehvet nazarı ile kadınlara bakmak, göz zinâsıdır. Tevbe etmelidir Her yere burnunu sokma, yâ bir kazâya uğrar, yâhud! bir bühtâna düçâr olursun. ÂLİMLERLE OTURUP KALKMAK FASLI 161 — Dâima âhıret âlimleri meclisinde bulun ve onlarla sohbet et! Âlimlerin yanma vardığın zeman, onlara edeble selâm ver. Hepsinden aşağı yerde otur. Bir meselede şübheye düşersen-, Ehl-i sünnet i’tikâdmda olan âlimlere ve dindâr şahslara sor! Her âlim denen kimselere sorma! Çünki, i’tikâdı bozuk olan veyâ ilmi ile âmil olmayan birine sorarsın da, seni uçuruma yuvarlar. Öyle ise şübheye düşdüğün meseleyi ilmi Öe amel eden ve ahîâk-ı hasene ile muttasıf olaa, dünyâya hatffe — 500 — olmıyan âlimlere sor! Sözlerinden ve hareketlerinden dünyâya haris olduğu anlaşılan kimselerin ve Ehl-i sünnet mezhebinde olmıyanların sözleri ve kitâbları zehrdir, onlardan kaç! CUM’ANIN ADABI HAKKINDADIR Tenbîh: Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» efendimiz buyurdu ki, (Cum’a, fakirlerin haccidır ve mü’minlerin bayramıdır ve gök ehlinin bayramıdır ve Cennetde de bayram günüdür. Günlerin en iyisi, en şereflisi Cum’adır.) Ve bir hadîs-i şerîfde, (Cum’a günü iyiliklerin hazînesidir ve güzel şeylerin menbaıdır). Ve bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki: (Mûsâ aleyhisselâm dedi ki: Yâ Rabbî! Bana cumartesi gününü verdin, Muhammed aleyhisselâmm ümmetine hangi günü vereceksin? Onlara Cum’a gününü vereceğim, buyuruldu. İlâhî! Cum’a gününün kıymeti ve sevâbı ne kadardır diye sordu. Ey Mûsâ! Cum’a günü yapılan bir ibâdete, cumartesi günü yapılan yüzbin ibâdet sevâbı vardır, buyuruldu. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm, yâ Rabbî! Beni Muhammed aleyhisselâmm ümmetinden eyle diye düâ eyledi). Kur’ân-ı kerimde Cum’a gününü bildiren âyet-i kerîmeyi getirince, Cebrâil aleyhisselâm dedi ki, yâ Muhammed «aleyhissalâtü vesselâm»! Mûsâ aleyhisselâmm ümmeti eğer Cum’a gününün kıymetini bilselerdi buzağıya tapmakdan, yehûdî olmakdan kurtulurlardı. îsâ aleyhisselâmm ümmeti de bilselerdi hıristiyan olmakdan korunurlardı. Cum’a gününün faziletini bildiren hadîs-i şerifler (Se’âdet-i ebediyye) kitabının birinci kısm, 71. ci madde sonunda geniş olarak açıklanmışdır. Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Cum’a günü geldiği için sevinen bir mü’mine, kıyâmete kadar her gün, a kadar sevâb verilir ki, adedini Aliahü teâlâ bilir). Bir hadîs-i şerîfde, (Cum’a günü vefât eden mü’minlere şehîd sevâbı verilir ve kabr azâbmdan onu korurlar) buyuruldu. Cum’a gününün yirmi sünneti ve edebi vardır. Muhammed Resûlullahı «sallallahü aleyhi v& sellem» sevenlerin, bunları yapması lâzımdır: 1 — Cum’ayı perşembeden karşılamalıdır. Meselâ, yeni vetemiz elbiseyi hâzırlamalı, işleri bitirip Cum’ayı ibâdetle geçirmeğe gayret etmeli. Perşembe ikindiden sonra tesbîh ve istiğfar eylemeli. Cum’a gecesi ehli ile gusl abdesti almalı. Her ikisine köle âzâd etmiş gibi sevâb verilir. — 501 — 2 Çuiö’a günü cum’a nemâzı için gusl abdestralm&lıd| Bu gusl hakkında çok hadîs-i şerîf olduğundan, farz diyenler de vardır. 3 — Başı traş etmeli. Sakalın bir tutamdan fazlasMtt^e tırnaklan kesmeli ve beyaz giymeli. [Sakalım bir tutamdan kaa olması bkfat olup büyük günâh olduğu y a Âlimlerin çoğuna göte, sakal bırakmak sünnetdir. hayıı) denilen iki kıymetlihadîs kitâbuıdan biri ola» f ‘ kMbmda yazılı, hazret-i Âişenin «radıyallahü anhâ» l hadts-i şerîfde (On şey fitrattedır: Bıyık kesmek, sakatt ı mazıııaza* istinşalı, tırnak kesurtk, parmak 1 tarım yıkamak, koltuk ve kasık temizlemek, bevM&a etmek) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi, İbni Nöceym “râ me-hullahü teâlâ” (Butar-ür-rftık) kitâbmda, ve imâm-ı ZeyIâ*t “ rahime-hullahü teâlâ” (Tebylrt-iil-hakâyik) kitabında, guslün farzlarını anlatırken yazmakda ve buradaki fıtrat’ın sünnet demek olduftunu bildirmekdedir. Bu hadîs-i şşrlî, sakal bırakmanın diğer peygamberlerin de sünneti oMuğûöU, Muhammed aleyhisselâmm dîninin şi’ârı olmadıka», bunun için, (sünnet-i zevâid) olduğunu açıkça büdiriyi&r. Bu sünnetler (Ştr?afc-«M§liiJi) da da yazılıdır. Çeşidli sakal şejfctteri vardır Yehû$ sakalı, hıristiyân sakalı, ŞH sakalı, Vtühâbî sakalı, komünist sakalı ve Islâm sakalı. Yalnız îstllft sakalını bırakmak sünnetdir. Bu da, uzunluğu bir tutam öten ve yüzün her tarafında bulunan sakaldır Böyle olmıyan sakal, sünnet değil, bid’at olur. Muhammed Hadimi “rahime-hullahü teâlâ” (Berâka) kitâbmda diyor ki, (Hadîs-i şerifde (Bıyığı kısa, sakalı iKutı yapmız!) buyuruldu. Bunun için, sakalı kazımak, kesmek ve sünnet mikdârından kısa yapmak men’ olundu. Sakalı bir kabza, bir tutam uzatmak sünnetdir. Sakalı bir kabzadan kısa yapmak câiz değildir. Bir kabzadan fazlasını kesmek de sünnetdir). Bir kabza, çenede sakalın başladığı yerden dört parmak eni uzun olmak demekdir. Sünnet olan, hattâ mubâh olan şeyi sultan emr edince, bunu yapmak vâcib olur. Sultânın ve bütün müslimânların yapması, emr demekdir. Böyle yerlerde sakalı bir tutam uzatmak vâcib olur. Bir tutamdan kısa yapmak veyâ kazımak, vâcibi terk etmek olur. Tahrîmen mekrûh olur. Bunun câmi’de imâm olması câiz olmaz. Böyle olmıyan yerlerde ve dâr-ül-harbde zulm görmemek, nafakadan olmamak, yâhud emr-i ma’rûf yapabilmek, müslimânlara ve islâmiyyete hizmet edebilmek, dînini, nâmusunu koruyabilmek için sakalını kısaltmak yine câiz olmaz işe de, kazı- — 502 — mak câiz, hattâ lâzım olur, özrsüz olarak kazımak mekrûh olur. Bir tutamdan kısa sakal bırakarak, böylece sünneti yapdığma inanmak bid’at olur. Sünneti değişdirmek olur. Bid’at işlemek, adam öldürmekden dahâ büyük günâh olur. Böyle kısa olan sakalı bir tutama kadar uzatmak, vâcib olur, ibni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ”, nemâzın mekrûhlarını anlatırken diyor ki, (Bir müekked sünneti yapmak, bir mekrûh işlemeğe sebeb olursa, bu sünnet terk edilir, yapılmaz. Birşeyin yapılmasının sünnet mi, bid’at mı olduğunda şübhe edilirse, o şey terk edilir, yapılmaz). Âdete uyarak, sakal kısaltmak mekrûhdur. Kısa sakal ile sünneti ifâ etdiğine inanmak ise, bid’atdir. Her iki hâlde de, sakalını kazıması lâzım olur. 4 — Cum’a nemâzına mümkin olduğu kadar erken gitmeli. İlk müslimânlar, çok sevâb kazanmak için, Cum’a nemâzma, karanlıkda câmi’e giderlerdi. 5 — Ön safa geçmek için, cemâ’atin omuzlarından aşmamalıdır. 6 — Câmi’de nemâz kılanın önünden geçmemeli. Dıvar veyâ direk arkasından dolaşmalıdır. 7 — Erken gidip birinci safda yer almalıdır. 8 — Hatîb efendi minbere çıkdıkdan sonra hiçbir şey söylememeli, ezânı da tekrarlamamalıdır. Konuşana işâretle bile cevâb vermemelidir. Hatîb efendinin de konuşması ve hutbeden başka şeyler söylemesi harâm olduğu gibi hutbe de, fâsid olur. Hutbe bozulduğu için Cum’a nemâzı da kabûl olmaz..Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Hutbe, iki rek’at nemâz demekdir). Hutbeyi kısa kesmek sünnetdir. Uzatmak mekrûhdur. Hutbede dört halîfenin ismlerini yüksek sesle okumak Ehl-i sünnet alâmetidir, okumak istemiyenden kaçmalıdır. 9 — Nemâzdan sonra, Fâtiha, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini yedi kerre okumalıdır. 10 — İkindiye kadar câmi’de kalıp, ibâdet etmelidir. 11—Dindâr olan ve Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahimehümullahü teâlâ” kitâblarından anlatan âlimlerin dersinde bulunmalıdır. Böyle.sâlih bir hocanın dersinde bir sâat bulunmak, bin rek’ât nâfile nemâzdan efdaldir. 12 — Cum’a günü düânın kabûl olduğu vakti aramalı, bunun için hep ibâdet etmelidir. 13 — Cum’a günü çok salevât-ı şerife getirmelidir. 14 — Kur’ân-ı kerîm ve Kehf suresini okumalıdır. 15 — Az veyâ-çok sadaka’vermelidir. — 503 — — Ana-babayı veyâ bunlarla ve sâlih müsliE^ölarys ve Evhyâmn kabrierini ziyâret etmelidir Evliyânm rûhlanndan feyz atmalıda. 17-EM ve evlâdın yemeklerini bol ve tatlı yapmalıdır.; ‘ – 18 — Çok nemâz kılmalı, nemâz borcu x 0 m n . k&zâ nemâzlannı kılmalı, nemâz borcu oîmıyaniar nâfile ıjıyyett ile kılmalıdır 19 — Çam’a gönünü, hep ibâdet işleriyle geçfepçli^^ 20 — İkindiden sonra, seccMe üzerinde kadar (yâ Allah, yâ Rahman) deyip sonra, d ü â ‘e * ^ » % ii . 1 6 2 ■— Cum’a günü güzel ve yeni elbisem giy! Y |E‘İ ^ * ‘ yoksa temiz elbise giy ve başıma sarigim otururken ayakda sar1 Güzel koku sürünerek Cum’aya git ZMi güzel kokudan boşlanırlar. Güzel koku, erkekler *fto süşIŞS;, kadınların sokağa çıkarken sürünmeleri ve başlanın, koUaıtûı açmalanharâmdır Çünki kadınların koku sürmesi n açık saçık çıkmaları erkekleri cezbeder. Yalnız ev içinde süstonebiîir ve koku sürünebilirler Cum’aya giderken tesbîh ve zikf eyle’ Her adımına on sevâb yazılır 163 —: Cum’a günü mümkinse boy abdesti [gusl] alarak câmi’e git, nemâza erken git, hutbeyi işitebilecek bir yerde otuf * Hutbe okunurken, kimse ile konuşma! Sağa sola bakma iç dönme! Zîrâ. hutbe okunurken kokuşmak günâhdır ve Cüıft’ asm faziletini kaybeder. Câmi’e girince, boş yer nerede bulursan, orada otur’ Cemâ’ate zahmet vererek ileriye geçmeğe çalışma! ön saflarda yerini al! Geç gelirsen, kimseyi râhatsız etme, cemâ’ati sağa sola yanlatıp ilerlemeğe çalışma’ İleriye gitmek için kardeşlerine zahmet vereceksin. ÂLİMLER İLE OTURUP KALKMAK ÂDÂBI 164 — Ehl-i sünnet i’tikâdmda olan ve harâmlardan sakınan âlimlerin ziyâretine varınca, yanlarına otur ve sohbetlerinde bulun! İ’tikâdları, inançları bozuk ve mürâî ve din câhili olanlardan veyâ islâmiyyete uymıyanlardan sakın, yanlarına uğrama! Zîrâ [Mezhebsizler ve] mürâîler din hâinleridir. Hak teâlâ, hadîs-ı kudsîde buyurur ki, (Dostlarımı insanlar içinde giderim, onlar kimse btlmez). Şâyed bu şahsların sözleri, hareketleri ve ibâdetleri Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitâblarında yaplı olanlara uygun ise, o zeman sohbetlerine devâm eyle ve nasihatlerini ve düâlarını almağa çalış? – 5 0 4 – 165 — Dînini bilen, nemâz kılan, harâmlardan sakınan, zevcesini, kızlarını açık gezdirmiyen ve erkek, kadın birlikde toplanmayan ihtiyârlarla görüş! Onların yanlarında âdâb üzere otur, onların tecribesi fazladır. Onlardan ibret ve nasîhat almağa çalış. Onların yanında oturunca, fazla konuşma, konuşunca da hesâblı konuş. Onların din bilgisi fazla olanları, büyük bir hazînedir. Bunların kalbini kırma, düâsını almağa çalış ve yanlarından ayrılırken selâmla ayrıl, hâl ve hâtırlarım sor! İki kişi konuşurlarken sözlerine karışma. Birisi aksırıp (Elhamdülillah) derse, ona (Yerhamükellah) demek çok sevâbdır. Yolda giderken büyüklerin ve âlimlerin önünden yürüme! [(Fetâvâ-yı Hindiyye), beşinci cild, 379.cu sahîfede diyor ki, (Herkesle müdârâ ederek sohbet etmelidir. Ya’nî, hep tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır. İyi ve kötü, sünnî ve sapık herkes ile karşılaşınca, böyle olmalıdır. Fekat, kötülere ve sapıklara müdâhene etmemeli, onun sapık yolundan râzı olduğunu zan etdirmemelidir). Müdârâ, islâmiyyetin dışına çıkmadan, gönlünü almakdır. Müdâhene, birinin gönlünü alıçken, islâmiyyetin dışına çıkmak, günâha girmekdir]. HÂKİM VE DA’VÂCILAR FASLI 166 — Mahkemeye bir işin düşünce, hâkim karşısında da’vâcı ile veyâ da’vâlı ile kavga etmeğe kalkışma! Ne sorulursa o kadar cevâb ver! Şâyed şâhid olarak gidersen, hiç kimsenin te’sîri altında kalmadan ve kimseden korkmadan Allah rızâsı için doğru konuş. Zâlimlere doğru söyleyip de, müslimânm malını, canını, nâmûsunu yıkmakdan sakın! Olur olmaz bir iş için hemen mahkemeye koşma! Dâimâ uzlaşmak ve uyuşmak tarafını tercîh eyle! Hem kendin uğraşmazsın ve hem de müslimâm afv etmek sevâbım kazanırsın. Zâten sulh, hükmlerin en büyüğüdür. Herkesin şahsiyyet ve makâmına göre konuşmak lâzımdır. Bir köylü ile konuşduğun gibi, bir ilm adamı ile de aynı şeklde konuşma! Herkesin anlıyabileceği gibi konuş ve her şahsın yaşına, ilmine ve salâhiyyetine göre konuş! Konuşurken dikkatli bulun, gelişi güzel konuşma! Mahkeme ve hükümet me’murlan ile konuşmağa mecbûr kalırsan, dahâ evvel müslimânlara danış! Meşveret sünnetdir ve çok sevâb ve çok fâidelidir. Onlarla müdârâ ile ve güle güle konuş, sert söyleme ve sana geldikleri zeman, onlara yemek veyâ bir şey ikrâm et! Me’ murlarla latife etme, kendine hürmet etdir! — 505 — ARKADAŞLIK VE DOSTLUK ■: 167 — Din kardeşini ziyârete gideceğin zeman, onun müsâıd bir zemanraı öğren, kendisinden bir va’d, ya’nî bir söz â|Vvfe.-o zemanda ziyârete gitf Geç kalma! Evinegireceğjn zeman, kapı açık otel Üte, ondan izn iste ve izn ‘vircSiöSö içeriye gbr, içeri grince, ş i f â . $ds bakma, içenle’ çag& işŞi»’ ktânar vatsa ve bele kadın erkek karışık otıalıiüyot»iti p r ÖMiaâae ite oradan ayrıl! SŞ3* bir kimse yemek ikrlto ytoaş ve âdSfeı vedâte yi! Fa$â konuşma, doetun lehül mülkü ve hamdü yuhyî ve yümît ve htive hayyün lâ yemûtü biyedlhU taayr ve hüve alâ küMi şey’in kadir» okusun, M» günâhı afv olur). Dükkânını Besmele ile aç ve kapa! Yınecek bir şey aldığın zeman, açık olarak tutup eve getirme, bir şeye sar ve örtülü şeklde yiyeceğini eve götür! Eve gidince, çocukları herhangi bir şeyle sevindir! Dükkânına geç git ve erken kapa! [Diğer zemanlânnda ilmihâl öğren ve öğret!] 172 — Bir kimse ile yolda arkadaş olursan, onun yürüdüğü kadar yürü. Onunla konuşurken, sağa sola bakma! Ondan ayrılırsan erkence yanma dön, onu bekletme! Arkadaşın hakkını gözet, onu gücendirme! Nemâzlan onunla cemâ’at yaparak kıl. Ayrılırken onunla halâllaş! 173 — Bir hastanın ziyâretine gitdiğin zeman, kapıya varınca, içeri girmeğe müsâade iste! Besmele ile gir, sağ tarafına otur, içeri girince selâm ver, hâl ve hâtırını sor! Hastalığına bir ilâç biliyorsan söyle. Kelime-i şehâdet getirerek ona duyur ve âcil şifâlar dile! Hastanın yanında fazla oturma! Bir ihtiyâcı varsa yap! Ayrılırken kendisine acele sıhhat bulması için düâ eyle! — 510 — 174 — Cenâzeye yalnız gitme! Mecbûriyet hâsıl olursa, yalnız gidersin. Cenâze sahibine selâm vererek Allahü teâlâ sabr versin diyerek teselli eyle! Cenâzenin defni için yardım eyle! Cenâzeyi mevtânın sağ omuzundan başlıyarak taşı ve yürüyerek git, dahâ faziletlidir. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» cenâzeye yürüyerek gidip, binerek döndüler. Bunun sebebini sordular, cevâben, (Cenâze giderken melekler de berâber gider, onun için yürümelidir ve bir vâsıtaya binmekden hayâ” etmelidir) buyurdu. [Cenâzeyi kâfirler gibi taşımak, çelenk koymak, resmini ve mâtem işâretleri takmak günâhdır]. 175 — Âileni güzelce idâre eyle! Tatlı nasîhat ederek, Allahü teâlânın emrlerini ona öğret. Gusl abdesti almasına, nemâza devâm etmesine çok dikkat et! Her ihtiyâcını, idâresini’ halâlden te’mîn eyle! Ona harâm lokma yidirme! Onu tarlada, fabrikada çalışdırma. Onun kazandığı, onun mülkü olur. Rızâsı olmadan elinden almak, sana harâmdır. Âilene kızınca, döğüp seni boşarım gibi kelimeler kullanma ve kahbe dahî deme, ağzına ve gözüne söğme, kâfir olursun. Ona rıfk ile muâmele eyle. Onu döğme! Sopa ile hiç kimseyi döğmek câiz değildir. Evine çalgı, içki sokma! Her kadını evine kabûl edip, âilenin zihnlerini tahrîb eyleme! Ailenin sırrını başkasına açma, ondan ödünç para alma! 176 — Evine Besmele ile gir! Eğer zemanın müsâid ise, ihlâs sûresini oku! Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki: (Eve girerken ihlâs-ı şerîfi okuyan, yoksulluk görmez). Eshâbdan Süheyl «radıyallahü anh» Peygamberimizin «aleyhisselâm» bu tavsiyesi üzerine zengin olmuşdur. Eve girerken sağ ayağınla içeriye gir ve selâm ver! Evde kimse yoksa, şu şeklde selâm verebilirsin: «Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn». Bununla berâber, bir kerre (Kulhüvallâhü) sûresini ve bir kerre de (Ayetelkürsı)yi okursan evine şeytan giremez. Her neye başlarsan Besmele ile başla! îşe ve yemeğe sağ elinle başla! Yimeğe hep berâber otur. Yemekden sonra, düa ve (Kulhüvallâhü) sûresini oku! Yemekden sonra bir sâat geçmeyince su içme, vücûda iyi değildir. 177 — Yatağa yatacağın zeman Tebâreke sûresini oku! Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki: (Yatarken Tebâreke sûresini okumadan yatma! Zîrâ ölürsen kabrde sana yoldaş olûr. Her gece Tebâreke sûresini okuyan kimse, Kadr gecesini ihyâ etmiş gibi sevâÜa nâil olur). Bir ggee %,! ve alâ ı m seı$â6Q rây.y ı ▼d mÜ’minât,vel senden râzı olur. Biri lâilâhe ilîâllahü vellâhü ekber M velâ kuvvete İM İ»IW1 aliyyil azîm» de ki, AHafcii teâlâ hazretleri senden râzı okut). 1 7 8 — Şu sûreleri akşam, sabâh üçer kerre Besmele ile oku ve zevcene, çocuklarına da okut! 1) İMâs, (Kulhüvallâhü sûresi)- 2) Muavvizeteyn (yâ’nl Kul eûzü birabbinnâsi ile Kul eûzü btrabbil felak). 3) Pjtîha-i Şetîfe (ya’nî Elhamdülillah! sûresi). Bu dört sûreyi akşam, sabâh üçer kerre okuyan, malını, canını, çoluk çocuğunu, bütün belâlardan muhâfaza etmiş olur, Bunlardan başka (Kulyâeyyühelkâfirûn) sûresini akşam, sabâh okuyan kimse, kendisini şirkden korumuş olur. Akşam, sabâh bu düâyı okuyan kimse, sihr ve zâlimlerin şerrinden emîn olur. Düâ şudur: «BismHlahirrahmânirrahîm, bismiilahillezi lâ yedurru ma’ asmihî şey’ün fil erdi velâ fissemâi ve hüvessemıuralîm.» Sultân-ı enbiyâ «sallallahü aleyhi ve sellem» hazretleri buyurdu ki, (Hak teâlâ hazretlerinin üç ismi vardır ki, dilde hafif, terâzîde ise çok ağırdır. «Sübhânellahi vel hamdülillâhi ve lâ ilâhe illellahü vellahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâbillahil aliyyil azim». Bunun her bir kelimesine yüz sevâb verilir). Yatağa yatarken ve sabâhleyin yatakdan kalkınca ve her nemâzda, düâdan ve salevâtdan sonra, ıstiğfârların en büyüğü olan şu düâyı okumağı da ihmâl etme ki, günâhlar afv olur «£stağfiruDahel azîm el kerîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etâbfi ileyh.» [Dört mezhebin fıkh bilgilerinin inceliklerine vâkıf, derin âlim, Seyyid Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu — 512 — ki: Yatağına eûzü ve besmele okuyarak gir. Sağ yan üzerine kıbleye karşı yat. Sağ avucunu sağ yanağın altına döşe. Eûzü besmele ile bir âyet-el-kürsî oku. Sonra herbiri için besmele okuyarak, üç ihlâs, sonra bir fâtiha, sonra birer defa iki Kul eûzüyü oku. Sonra üç defa (Estağfirullaherazîm ellezi lâ ilâhe illâ hu) oku. Üçüncüsüne (el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh) ilâve et. Sonra on kerre (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh) oku. Onuncusuna (hil aliyyil azîm ellezi lâ ilâhe illâ hu) ilâve et! Sonra, istediğin tarafa dönerek, istediğin şeklde uyu!] 179—Hak teâlâyı çok zikr eyle ki, hakîkî kul olasın. Allahü teâlânın rızâsını kazanıp ni’metlerine vâsıl olasın. Gece yansından sonra kılınan teheccüd nemâzı, gündüz kılınan bin rek’atdan dahâ faziletlidir. İki rek’at kazâ nemâzı kılmak da, teheccüd kılmamdan dahâ efdaldir. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki, (Gece uyanınca, şu düâyı okuyan, her istediğine nâil olur. «Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh, lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr sübhanellahi velhamdüllillâhi ve lâ ilâhe illallahü vellahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm). 180 — Evinden çıkarken (Âyetelkürsî) yi oku! Zîrâ, her işinde muvaffak olur ve hayrlı işler başarırsın. Resûlullah «aleyhisselâm» buyurdu ki, (Bir kimse, evinden çıkarken Ayet-elkürsîyi okursa, Hak teâlâ, yetmiş meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar, ona düâ ile istiğfar ederler). Evine gelince de okursan, iki Âyetelkürsî arasındaki işlerin hayrlı olur ve fakirliğin önlenir. Önce sağ ayakkabını giy! Sonra sol ayak ile evden, câmi’den çık! 181 — Besmelesiz cimâ’ etme! Araya şeytan karışır. Kurban bayramı gecesinde, güneşe karşı, yıldızlara karşı, yemiş ağacı altında, çocuk yanında, kıbleye karşı ve hayz zemamnda etme ve horoz gibi çabuk etme ve uzun zeman fâsıla verme! Sonra, bevl etmeden önce, gusl abdesti alma! Aç ve susuz iken etine ve tok karnına etme ve sol yanın üzerine yatarken etme! Evlâ olan iki diz üzere İken etmekdir ve sonra hemen gusl abdesti almakdır. Evlâdın çok olursa ganîmet bil ve bereket bil! Bunlara, din bilgisi ve İslâm ahlâkı öğretirsen, dünyâya ve âhirete hayrlı olurlar. İmâm-ı Gazâlî «rahmetullahi aleyh» buyuruyor ki, (Bir kimse cünüb olsa da, gusl abdesti almadan bir nemâz vakti geçse, o kimseye ateşden gömlek giydirilecekdir). — 513 — İslâm Ahlâkı — F: 331 Hamamda çok oturma Hamamda göbeğin ile dizlerinin arasıgi açma! Buraları açmak harâmdır ve aça» da,bakan da mel’ûndur. KADINLARIN HAYZ VE NİFÂS HÂLLERİ TaıMh: îbni Âbitfih “rahime-hullahü teâlâ” (MeabeHg-vİridl») de diyor ki; Her erkek, evleneceği zeman, kadınların hayz ve hâllerini öğrenmeli, zevcesine öğretmelidir. Hasr Htüs&pjp kadıran hayz ve nifâs bilgilerim öğrenmesi farzdır. : *L (Hayz), dokuz yaşım doldurmuş sıhhatli bir kızın âdet zemanı son gününden onbeş gün geçmiş olan kadpşteş önünden çıkan kana denir. Beyazdan başka her renge nık olana hayz kam denir. Bir kız, hayz görmeğe başlapİl|l olur. Ya’nî kadm olur Kan görüldüğü andan, keâföp güne kadar olan günlerin sayısına (Âdet zemânı) denir, w zemini en çok on gündür. En az üç gündür. Şâfi’î ve Hanbelî mesdıetjlermde, en çoğu onbeş, en azı bir güajdftr, Hayz kanının durmadan hep akması lâaain d ^ d ir. tUc görülen kan kesilip, birkaç gün sonra tekrâr görülürse, aradaki üç günden az olan temizlik, sözbirliği ile hep akdi kabûl edifif . Üç gün ve dahâ çok siken temizlik, imâm-ı Muhammede g^e, hayzın onuncu gününden önce biterse, yine kan akdi kl^U eddir. Kan akdi kabûl edilen bu temizlik günlerine (EMİ temizlik) denir. Bir gün, tam yirmidört sâat demekdir. ( J M k m Ş j ı denilen bez veyâ pamuk üzerinde, aylarca, hergün kan feîŞsi göre» kız her ay on gün hay zlı, sonra yirmi gün istihâzalı kabûl edilir. Eskiden âdeti olan böyle bir kadm ise, âdetine göre hareket eder. Bir kız, üç gün kan görüp, bir gün görmese, sonra bir gün görse, iki gün görmese, bir gün daha görüp, bir gün görmese, yine bir gün görse, bu on günün hepsi hayz olur. Her ay, bir gün kan görse, bir gün görmese, böyle on gün birer gün görüp görmese, gördüğü günlerde nemâzı ve orucu terk eder Ertesi günlerde gusl abdesti alıp nemâzlannı kılar. (Mesâit-i şerhi vikâye). Üç günden, ya’nî yetmişiki sâ’atden, beş dakîka bile az olan ve yeni başlıyan için on günden çok süren ve yeni olmıyanlarda âdetden çok olup, on günü de aşan ve hâmile ve âyise [ihtiyâr] kadınlardan ve dokuz yaşından küçük kızlardan gelen kanlar, hayz olmaz. Buna (İstihâza) denir. Kadın ellibeş yaşında (Âyise) olur. Âdeti beş gün olan, güneşin yarışı doğunca kan görüp, onbirinci sabâhı, güneşin üçde ikisi doğar- — 514 — ken kan kesilse, ya’nî on günü birkaç dakîka aşmış olsa, âdet zemanı olan beş günden sonra gelenler, istihâza olur. Çünki, güneşin doğma zemanının altıda biri kadar, on günü ve on geceyi aşmışdır. On gün temâm olunca gusl edip, âdetden sonraki günlerde kılmadığı nemâzları kazâ eder. İstihâza günlerinde bulunan bir kadm, idrârını tutamıyan veyâ sıksık burnu kanayan kimse gibi, özr sâhibi olur. Nemâz kılması ve oruç tutması lâzım olur ve kan gelirken, dahî vaty câiz olur. İmâm-ı Muhammede “rahime-hullahü teâlâ” göre, bir kız, ömründe ilk olarak, bir gün kan görse, sonra sekiz gün görmese ve onuncu gün yine görse, on günün hepsi hayz olur. Fekat, birgün görse, dokuz gün görmese, onbirinci günü yine görse, hiçbiri hayz olmaz. Kan görülen iki gün istihâza olur. Çünki, onuncu günden sonra görülen kandan önceki temizlik günlerinin hayz sayılmıyacağı yukarıda bildirilmişdi. Onuncu ve onbirinci günleri kan görürse, aradaki temizlikler de hayz sayılarak, on günü hayz, onbirinci günü istihâza olur. İstihâza kanı, hastalık alâmetidir. Uzun zeman akması, tehlükeli olur. Tabîbe mürâce’at etmek lâzım olur. Kardeş kanı (sang-dragon) denilen kırmızı sakızı veyâ damla sakızı toz edip, sabâh akşam birer gram su ile yutulursa, kanı keser. Günde beş gram alınabilir. Bir kadının hayzı, çok defa her ay aynı gün sayısında olur. Burada bir ay, bir hayz başından, ikinci hayz başına kadar jgeçen zemandır. Her kadının kendi gün sayısını ve sâ’ atini (Adetini) ezberlemesi lâzımdır. Âdet çok sene değişmez. Değişirse, yeni âdetini ezberlemelidir. (Bahr) ve (Dürrülmüntekâ) da diyor ki, (Kan âdet zemânım aşıp, on günden önce kesilince, kesildikden sonra, onbeş gün ve gece içinde hiç gelmezse, aşırı geldiği günlerin hayz olacağı, sözbirliği ile bildirildi. Âdet günü değişmiş olur. Onbeş gün ve gece içinde bir kerre kan gelirse, âdetini aşmış olanlar hayz olmaz, istihâza olur. İstihâza oldukları anlaşılınca, o günlerde kılmadığı nemâzları kazâ eder). Kesildiği nemâz vaktinin sonu yaklaşıncaya kadar beklemesi müstehâb olur. Sonra gusl edip, o vaktin nemâzım kılar. Sonra vaty câiz olur. Beklerken, guslü ve nemâzı kaçırırsa, nemâz vakti çıkınca, guslsüz vaty câiz olur. — 515 — Üç gönden önce kesilince nemâz vaktinin sonu yaklaşıncaya kadar bekfer. Sonra, gusl etmeden yalnız abdest abjvo netnâzı k^lar ve önce kılmadıklarını kazâ eder. O nemâzı kıldıkdan sonra kan yine gelirse, nemâz kılmaz. Yine kesilirse, vakt sonuna doğru yalnız abdest alıp, o nemâzı kılar ve kılmadıkları varsa kazâ eder Üç gün temâm oluncıya kadar byle yapar Fekat gusl etse bile vaty halâl olmaz. Kan gelmesi iiç günü geçdi ise, âdetden önce kesilince, âdet zemanı geçinceye kadar, gusl etse bile, vaty halâl otaat. Fekat nemâz vakti sonuna kadar kan lekesi görmezse, gusl edip o nemâzı kılar. Kılmadıklarını kazâ etmez. Oruç ttitaar. Kan lekesi görmediği gün, yeni âdetinin sonu olur Fekat, fain yine başlarsa, nemâzı bırakır. Tutmuş olduğu orucu Ramezâpdan sonra kazâ eder. Kan durursa, yine nemâz vaktisin sonuna yakın gusl edip, nemâzmı kılar. Oruç tutar On güne kadar böyle devâm eder. On günden sonra, kan görse de kılar ve guskfen önce vaty halâl olur. Fekat vatydan önce gtişi abdesti almak müstehab olur Fecr doğmadan önce kan kesilse fecrin doğmasına, yalnız gusl abdesti alıp elbisesini giyecek kadar zeman olur da, Allahü ekber diyecek kadar fazla zeman kalmazsa, o günün orucunu tutar. Fekat, yatsıyı kazâ etmesi lâzim olmaz. Tekbîri söyliyecek kadar da zeman olursa, yatsıyı kazâ etmesi de lâzım olur. İftârdan önce hayz başlarsa, orucu bozulur. Ramezândan sonra kazâ eder. Nemâz içinde hayz başlarsa, nemâzı bozulur. Temizlenince farz nemâzı kazâ etmez. Nâfıleyi kazâ eder. Fecr doğdukdan sonra, uyanınca kürsüfünde kan lekesi gören, o anda hayzlı olur. Uyanınca, kürsüfünü temiz gören, yatarken hayzdan kurtulmuşdur. İkisine de yatsıyı kılmak farzdır. Çünki, nemâzın farz olması, vaktinin son dakikasında temiz olmağa bağlıdır. Vakt nemâzını kılmadan önce hayz gören, bu nemâzı kazâ etmez. İki hayz arasında en az onbeş gün temizlik bulunması lâzımdır. Onbeş veyâ dahâ çok gün ve gecede hiç kan gelmezse, önceki ve sonraki kanların başka iki hayz olacakları söz birliği ile bildirildi. Kan on günden önce kesilip, âdet zemânınm değişip değişmediği anlaşıldıkdan sonra, bu âdet zemanından sonra onbeş gün geçmeden görülen kanlar (İstihâza) olurlar, hayz olmazlar. Onbeş gün sayılırken, arada bulunan istihâzalı günler de temiz sayılırlar. Bu istihâzalı günlere (Hükmî temizlik) günleri denir. Görülüyor ki, on günlük hayz müddeti — 5 1 6 – içinde, kan görülen günler arasında bulunan temizlik günleri hayz kabûl edilmekde, on günden sonraki istihâzalı günler ise, temiz kabûl edilmekdedir. Adet zemanı belli oldukdan sonra başlıyan onbeş gün içinde, hiç kan görülmezse veyâ kan görülmeyen bir veyâ birkaç gün varsa, bu onbeş günden sonra devâm eden veyâ başlıyan kan, yeni hayzın başlangıcı olur. Onbeş gün içinde hiç temiz gün olmadan, kan her gün görülürse, âdetine göre hesâb olunur. Ya’nî, bir evvelki ay içindeki temizlik günü kadar temizlik ve âdeti kadar hayz kabûl edilir. Kan devâm etdiği müddetçe, böylece senelerce, hesâb ile hareket edilir. Bu arada bir defa kan kesilirse, tekrâr görüldüğü gün, yeni hayzm başlangıcı olur. Bir kız beş gün kan görse, sonra kırk gün hiç görmese, sonra her gün devamlı görse, bu son gördüğü, yeni hayzın başlangıcı olur. Âdet zemanı beş gün, temizliği kırk gün olan kadın olur. Yeni hayzı devâmlı olduğu için, bunun ilk beş günü hayz olur. Bundan sonra kırk gün temiz, ya’nî istihâzalı kabûl edilir. Âdet zemanım unutan kadına (Muhayyire) denir. (Nifâs) lohusa demekdir. Nifâs zemanınin azı yokdur. Kan kesildiği zeman, gusl edip nemâza başlar. Fekat, âdeti kadar gün geçmeden cimâ’ edemez. En çok zemanı kırk gündür. Kırk gün temâm olunca kan kesilmese de, gusl edip, nemâza başlar. Kırk günden sonra gelen kan, istihâza olur. Birinci çocuğunda, yirmibeş günde temizlenen kadının âdeti, yirmibeş gün olur. Bu kadının ikinci çocuğunda kan, kırkbeş gün gelse, nifâsı yirmişbeş gün sayılıp, yirmi günü istihâza olur. Yirmi günlük nemâzlannı kazâ eder. O hâlde nifâs gününü de ezberlemek lâzımdır. İkinci çocukda kan, kırk günden önce, meselâ otuz beş günde kesilirse, bunun hepsi nifâs olur ve âdeti yirmişbeş günden, otuzbeş güne değişmiş olur. Ramezânda, sahûrdan [ya’nı fecrden] sonra, hayzdan veyâ nifâsdan kesilen, o gün yimez içmez. Fekat, o günü kazâ eder. Hayz ve nifâs sahûrdan sonra başlarsa, ikindiden sonra da olsa, o gün yiyip içer. Hayz günlerinde nemâz, oruç, câmi’ içine girmek, Kur’ ân-ı kerîm okumak ve tutmak, tavâf, cimâ’ harâm olur. Oruçları kazâ eder. Nemâzlan kazâ etmez. Nemâzlan afv olur. Her nemâz vaktinde abdest alıp, seccâdesi üzerinde, o nemâzı kılacak kadar zeman oturup tesbîh okursa, en iyi kılmış olduğu bir nemâzın sevâbım kazanır. — 511 — (Cev&ere) kitâbmda buyuruyor ki, (Kadrom, hayz_başlİ®- ğıtıı kocasına bildirmesi lâzımdır. Kocası sorunca b f ^ İ gftnâfe olur.. Temiz iken» hayz başladı günâhdır. Peygamberimiz «söllallahû aleyhi ve teSfe^l» (l8i|S- /m başladığını ve bittiğini kocasından saklıya» kadrnmeTâııd») buyurdu. Hayz hâlinde de, temiz iken de kadma dübüründ*» yaklaşmak harâmdır. Büyük günâhdır). Zevce®»® ı s ç R f m â m . Puştluk, ya’nî oğlan kirletmek dahâ fclytöi fisffliâp’ d^ Btoa (livâta)4enir Uvâta yapanrçok teblükdi Aids hastalığı hâsıl olmakdadır. Enbiyâ sûresinde, livâtaya, (B||fis işı|r) buyuruyor. Kâdî-zâdenin, (BirgM^rhinde, PefgaîMİprimiz «sşllallalıü aleyhi ve sellem» (Lût kavmi gibi Svâta y a n ları, suç üsto yakalarsanız, ikisini de öidöriBiözf) buyurdu. Ba’zı âlimler, yapanı da, yapılanı da ateşde yakmalıdır dedi. 182 — Akşam, sabâh Âmentüyü okuyarak îmânım yeniden tâzele! Âmentü, îmânın altı şartını bildirmekdedir Âmentüaün ma’nâsını da ezberle ve çoluk çocuğuna da ezberlet! Çttnlri, ne zeman ölecefiöiz belli değjldir. Dâimâ fc®m©4ie¥- hid oku ve inanılması lâzım gelen altı şeyi iyi öğ^en vetasdîk ve ikrâr eyle ve onlara da öğret! Bunları bilmiyenlerin îmânıgiter. Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki, (Bir kimse bir möşliınânı islâmiyyete vsaââBf işden doğru yola teşvik ederekikâz eylerse, kıyâmet gününde Hak teâlâ hazretleri, o kimseyi peygamberlerle berâber haşreder). Tenbîh: Bir müslimânı islâmiyyete muhâlif işden vazgeçirmeğe (Nehy-i anü münker) denir. Bir müslimâna Allahü teâlânın emrini öğretmeğe ve yapdırmağa (Emr-i bii ma’rûf) denir. Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker çok sevâbdır. (Vicdanlara tecavüz etmemeli, Evliyâlar kimseye karışmazdı) diyenler var. îmâm-ı Rabbânînin mahdûm-i mükerrerin olan kayyûm-i Rabbânî, Halîfe-i ilâhî allâme-i nâ mütenâhî Muhammed Ma’sûm “kaddesallahü sırrehül azîz” 1079 [m. 1667] senesinde vefât etmişdir. Bu büyük âlim, üç cild mektûbâtımn birinci cildi yirmidokuzuncu mektûbunda böyle söyliyenlere çok güzel cevâb vermekdedir. Bu mektübun tercemesi, (SeâdeC-i ebediyye) ilmihâl kitabında mevcûddur. 183 — Ey Oğul! Hasta ziyâretinden yüzyirmiikinci maddede bahs etmişdik. Yalnız şunu da hâtırlatmak lâzımdır ki, bir hastanın üç hâli vardır: 1) Bir melek gelerek ağzının tadını alır, 2) Bir melek de kuvvetini alır, 3) Bir melek de gelip günâhlarını alır. Hasta iyi olunca, ağzının tadını alan melek, yavaş yavaş geriye verir. Kuvvetini alan melek de, geriye verir. Günâhlarını alan meleğe gelince, bu, Allahü teâlâya sorar. Bu günâhı ne yapayım? Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde buyurur ki, (Benim rahmetim gazabıma sebkat etmişdir. Binâenaleyh, hasta kulumun günâhını afv eyledim.) Hastalık, derd, keder, günâhları götürmez. Bu acılara sabr etmek, günâhları götürür. Sana iyilik yapana iyilik yap, fenâlık yapanı, zulm edeni afv eyle, onlara nasîhat et! Sapık inançlı, fenâ huylu kimselerden kaç! Onunla arkadaşlık yapma! 184 — Ey Oğul! Sultân-ı enbiyâ «sallallahü aleyhi ve sellem» Ebû Hüreyreye buyurdu ki, (Hastanın hâlini sormak için iki kilometre git, küs olan kimseleri barışdırmak için dört kilometre yürü, altı kilometre de, bir din kardeşini ziyâret etmek için git, bu kadar da, ilm adamından bir mesele öğrenmek için git). [Bir mil iki kilometredir]. 185 — Her insana elinden geldiği kadar iyilik et! Müslimânların ilm ve ibâdetlerine yardım et! En büyük yardım, onlara Ehl-i sünnet i’tikâdım, halâlları , h’arâmları, farzları öğretmek ve hâtırlatmakdır. Bunları Allah rızâsı için yap! Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki, (Allahü teâlâya Cebrâil aleyhisselâm gibi ibâdet etseniz, mü’minleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirlere ve mürtedlere, Allah için düşmanlık etmedikçe, hiç birisi kabûl olmaz.) Allahü teâlânın en çok sevdiği ibâdet, hubb-i fillâh ve buğz-i fîllâhdır. Ya’nî müslimânlan sevip, onlara yardım ve hayr düâ etmek ve dîn-i islâmı beğenmeyenlere, islâmiyyete aldırış etmeyenlere kalb ile düşmanlık ve îmâna, hidâyete kavuşmaları için düâ etmekdir. Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! Benim ile arş gölgesinde gölgelenmek istersen, her gün yüz kerre salevât-ı şerife getir! Mahşerde benim hayzımdan içmek istersen, mü’min kardeşinle üç günden Âzla dargın durma! Fekat, şerâb [veyâ diğer-alkollü içkileri] içen ve harâm yiyenler ile konuşma, kendini, onlardan çek!) – 5 1 9 – 186 — İslâm bilgilerinin [ya’nî din ve fen Mgikriıan] tahsiline çok ehemmıyyet ver1 Peygamberimiz «aleyhisselâm» bir badîs-ı şeriflerinde, (İlmi beşikden mezara taiar titteö e#- niz), diğfer bir h*fis-i şerîfde,#M.#estyj»ıss4 »gF*i#^İ|Sr.«Şp buyurdu, {Ya’nî dünyânın bir kenârmda ve kâfoierde ölsa dahî demekdir! ” İslâm bilgileri ikiye aynlmışchr Din bilgileri ve ridir. önce din, sonra fen bilgilerini Öğrenmek lâftadır ,j Rivâyet olunur ki, imâm-ı Ahmed ibni HanbeHn hullahü teâlâ” [164-242 Bağdaddadır) yanma gelip ondan nasîhaı isteyen bir kimseye şöyle nasihat etmişdir (Hak teâlâ hazretleri senin ve bütün âlemin tırlına kdjŞf dir,, Rızk için [elinden geldiği kadar çaltşdıkdan soıpij dt^&* meğe hiç lüzûm yokdur. Çünki, Hak teâlâ tarafafmi MMİjji rızklar taksim edilmişdir Hissene düşen rızkı arayıp bulurlaş. Bir sadak#*» yerine on misli ile mukabele edildikden soi|jİ, câhil olmağa hâcet yokdur. Cehennem azâbı hak oldukdBiı sböra, işlemeğe cesâfet hiç olur mu? Bütün işllr, Kök teâlânın takdiri iledir. Sen fakîr olup, başkalarının zettgtnlipöe canının sıkılmasının ne fâidesi olur7). Bunları dinleyip kabûl eden kimseye, nasîhat olarak bunlar yeter , dinlemeyenlere bunun gibi bin dürlü nasîhat eylesen fâıde vermez. Çünki nasîhatların hemen hepsi bunların içinde toplanmışdır 187 — Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu kı, (Hak teâlâ hazretleri, bir kuluna rızkı az verse, o kııi ağlayıp bağırmasa ve böylelikle fakirliğine sabreylese, Hak teâlâ hazretleri, meleklerine karşı, bu kul ile iftihar eyler ve buyurur W, ey benim meleklerim! Sizler şâhid olun, bu kulumun her bir lokmasına Cennet-i a’lâda bir köşk ve bir derece ihsân eylerim). 188 — İnsanlara dâimâ iyi muamelede bulun! Gördüğün küçük büyük her müslimâna müslimân selâmı ver! İnsanlaria iyi geçin ki, öldükden sonra seni yâd etsinler ve hayr düâ ile ansınlar. Bir kimse, bir mü’min kardeşine (Selâmüaaleykta) diyerek müslimân selâmı verse, on sevâb yazdır. (Essdâaiöaleyküm ve rahmetuUah) derse, yirmi sevâb yazılır, (Ve ateykÜc»- selâm) diye cevâb verene, on sevâb yazılır. Selâm verene, cevâb vermek farzdır, — 520 — (Merâkılfelâh) da, nemâzın müfsidlerine başlamadan diyor ki, (Başı veyâ bedeni eğerek selâm vermek mekrûhdur. Yalnız el ile selâm vermek de, eli başına kaldırarak vermek de mekrûhdur. Ağız ile ve el ile birlikde vermek mekrûh değildir. Gelen büyüğe karşı ayağa kalkmak, gelen böyle yapılmasını sevmezse, mekrûh değildir. Severse, kendisine mekrûh olur. Şerrinden korkup kalkana mekrûh olmaz. Giderken kalkmak da böyledir. Âlimin ve âdil sultanın, ananın, babanın elleri öpülür). 189 — İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytân karışır. Hadîs-i şerîfde (Acele şeytândandır. Teennî Rahmandandır.) buyuruldu. Nefsin istediği birşey hâtırma gelince, şeytân, (fırsatı kaçırma, hemen yap) der. O da, yapar. Allahü teâlâdan kalbe gelen ilhâma uyan kimse ise, o şeyi yapmakdan Allah râzı olurmu der. Sevâbmı, günâhmı olacağını düşünür. Günâh değii ise, yapar. Böyiece, teennî etmiş, ya’nî acele etmemiş olur. Yalnız beş yerde acele etmek lâzımdır: 1) Müsâfirin gelince önüne yemek getir! 2) Hasbel beşer bir günâh işleyince, hemen tevbe, istiğfar eyle! 3) Her beş vakt nemâzmı, vakt geçmeden, acele, ya’nî erken kıl! 4) Kız veyâ oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve nemâz kılmasını öğret! Bulûğa erişince, gecikdirmeden evlendir! 5) Ölen şahsın defn edilmesinde acele eyle! [Fekat bunun için, beş vakt nemâzın sonundaki, âyetel kürsî ve teşbihleri terketme!] 190 — Hiçbir günâhı işleme! Allahü teâlânın gadabı hangi günâhda olduğu belli değildir. Sevâb olan işlerin hepsini işlemeğe çalış! Zîrâ Hak teâlânın rızâsının hangi amelde olduğu belli değildir. 191 — İki günâhdan çok kork! Birisi, emrinde olan insanlara zulm etme! En büyük zulm, onların islâm bilgilerini öğrenmelerine, ibâdet yapmalarına mâni’ olmakdır. İkincisi, din yolunda hâin olma! Her günâhdan kork! Bir kimse, bir günâh işlemek istese, fekat Allahü teâlâdan korkarak ondan vazgeçse, Hak teâlâ o kimseye Cennet-i a’lâda bir köşk ihsân eder. Bir müslimân, sana zarar verirse, sen ona iyilik et! Hiçkimsenin ayblarını yüzlerine vurma! — 521 — 192—Elinden geldiği kadar yolları ve sokakları, cânn’leri ta’mir et ve düzen içinde sakla, temizliklerine dikkat eyle! 193 — Rızkının halâl olmasını istersen her işinde, her hareketinde, doğrulukdan ayrılma! İslâmiyyetin emrierini eksiksiz ve tâm olarak yap, san’atında, vazifende ve me’mflriyetinde istikâmet den ayrılma, hile ve hıyânet yollarına sapma ki, aldığın pıra, ücret ve aylık sana halâl olsun. Sabâhieyin yemeği erken yimenin dört fâidesi vardır. 1) Ağız kokusunu giderir. 2) Sonra su içilse, vücûda ziyân etmez. 3) Bir yere gidecek olursa, kamı tok olur. 4) Kimsenin lokmasında ve yemeğinde gözü kalmaz. Az yimek çokfâidelidir. Meseli, suyu az içirir, uykuyu az uyutur. Çok yimek ise, insanı tenbelleşdirir, vücûdü yorar, fazla su içirir ve mâlâya’nîye sebeb olur. [Mâlâya’nî lüzümsuz iş ve söz demekdir]. Yemek yedikden sonra, olur olmaz şeylerle delerini karışdırma! [En iyi diş temizleme vâsıtası misvâkdir]. 194 — İnsanlar arasında ma’Iesef bir hastalık hâline gelen gıybet fenâlığmdan kendini çok koru! [Gıybet, bir müslimânm gizli günâhlarını ve açık kusûrlarmı arkasından söylemek demekdir. Pervâsızca ve âşikâre yapılan günâhları ve btlii|®|gı dini bozmak, müslimârılığı değtşdirmek isteyenleri meydaaia çıkarmak gıybet değildir. Bunları müslimânlara haber veffiek lâzımdır]. Gıybet yapmakla, günâhların artdığı gibi, sevâbların mahvolur. Peygamberimiz «aleyhiselâm» buyurdu ki, (Gıybet yapmak, zinadan dahâ ağır bir günâhdır). 195 — Sakın yalan yere yemin etme! Zirâ yalan yere yemîn edenlerin nesli kesilir. [Yemîn hakkında, arabça (Fetâvâ-yi Hindlyye) ve türkçe (Seâdet-i ebediyye) kitâblarında geniş bilgi verilmiş, hangi sözlerin yemîn etmek olduğu ve hangi sözlerin yemîn olmadığı uzun bildirilmişdir.] Yalan yere sofuluk satma! Nasıl isen, öyle görün! Sende olmayan bir şeyi var gibi gösterip, kendine bühtân eyleme. Peygamberimiz «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki, (Kendini âlim gösteren câhiller, Cehenneme gideceklerdir). Bir müslimânm aybım meydâna çıkarmağa çalışma, kimsenin gizli hâllerini araşdırma! Peygamberimiz «aleyhisselâm» — 522 — buyurdu ki, (Mi’râc gecesi bir takım insanlar gördüm ki, çok fecî* ve elim bir şeklde kendi kendilerine azâb ederler. Cebrâil aleyhisselâma sordum ki, yâ Cebrâil, bunların günâhı nedir? Niçin böyle kendi kendilerine azâb ederler? Cebrâil aleyhisselâm dedi ki, bunlar başkalarının ayblannı meydana çıkaranlardır). Mûsâ aleyhisselâm Tûr-i Sînâ’da Hak teâlâya sordu ki, (Yâ Rabbî başkalarının ayblarım meydana çıkaranların cezâsı nedir?) Hak teâlâ buyurdu ki, (Tevbesiz giderlerse, yerleri Cehennemdir). İmâm-ı Gazâlî «rahmetullahi aleyhi bârî» hazretleri buyuruyor ki, günâhların büyüğü üç dânedir. Bunlardan kendini sakın! Bunlar: 1) Bahîllikdir, 2) Hased yapmakdır, 3) Riyâdır. Bahü, hasîs, cimri demekdir. Bahilik şudur ki, bir kimse bir ış için sana muhtâc olur da sen kıskanıp,o şeyi ona öğretmezsin. [Bahîllerin en fenâsı müslimânlara emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmıyanlardır. Onlara dinlerini öğretmiyenlerdir. Veyâ yanlış öğretenlerdir.]. Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurur ki, (Bahîl olanlar, her ne kadar zâhid olsalar da Cennete giremezler). Hased ise, bir kimsenin hayrlı bir işi veyâ evi, malı, mülkü, ilmi olsa, o kimseden bunların gitmesini, onda olmayıp, kendinde olmasını istemekdir. [Onda olduğu gibi kendisinde de olmasını istemek hased olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Günâh değildir]. > Sultân-ı enbiyâ «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdu ki: (Hased, ateşin odunu yidiği gibi, hasenâtı [ya’nî iyilikleri] yer). Riyâ ise, nemâz, oruç, sadaka ve yol, cami’î şerif yapdırmak gibi hayrlı amelleri, insanlar görsün de beğensinler diye yapmakdır. İşte böyle bir maksadla yapılan işlerin hepsi riyâ faslına dâhildir. Riyâ, küçük şirkdir. Tevbe etmedikçe, kat’ iyyen afv olunmaz. İlmi ile amel etmemek, amelinde salâh ve ihlâs olmamak ve din âlimlerine, ibâdet edenlere, ezâna, mübârek günlere kıymet vermemek de şakâvet alâmetidir. 196 — Ey Oğul! Şakilerin alâmeti sende bulunmasın! Bualâmetlerin evveli, zulm etmekdir. Zulm üç kısmdır: 1) Allahü teâlâya âsî olmak, 2) Zulm eden kimselere yardım etmek, 3) Kendi emri altında bulunanlara, ezâ, cefâ etmek. Onların ibâdet yapmalarına mâni’ olmak. — 523 — Bu’ ûç’fttî ışîiyenfcrifl varaca|ı yer, nifaâyet C ^ e a â e ^ ^ . TetıfeSî: Allahü teâlâya âsî olmak, iki düriüdür 1 — Allahü teâlânın emrlerini, ya’nî farzları yapm an^- dır. Farzlan, vazife kabûl etmiyenler kâfir olur. Vazîfe tâ%» tenbellıkle yapmıyanlar, ya’nl kazâ etmek, ödemek fikı&& olanlar, Hanefî mezhebinde, kâfir olmaz. Fekat en günâh olur. ‘ ‘ Ş i 2 — Hak teâlânın men’etdiğini, ya’nî harâmlan yap^p* dır. Harâmdan kaçmağı vazîfe bildiği hâlde, nefsine u$Ş|ik yapan ve sonra üzülenler kâfir olmaz. Harâm işleyen njj|iir mânîara (fâsık), âsî denir. Harâm işlemiyenlere denir. îttikânın, ya’nî harâmdan kaçmanın sevâbı,farzlan flpmanın sevâbından dahâ fazladır. Farzları yapmamanın günâhı, harâm işlemek günâhından’dahâ çokdur. Harâmların mikdârı çok değildir. Meselâ, adam öldürmek, gîbet [arkadan çekışdirmek], zinâ etmek, kadınların, kızların başlan, kotta, bacakları açık sokağa çıkmaları, hırsızlık, yalan, içki içftn$c, kumar oynamak altm. gümüş kullanmak, erkeklere de kantolara da harâmdır. Yalnız ev içinde süs için takmak kadınlara câizdir. Erkeklere yalnız gümüş yüzük câizdir. Gümüşden başkası haramdır. Altın dişe gelince, derin âlim Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, sallanan dişleri altm tel ile bağlam#, İmâm-ı Muhammede göre “rahime-hullahü teâlâ” câizdir îmâm-ı a’zam ‘radıyallahü anh” ise altm ile bağlamak câiz olmadığını ictihâd buyurmuşdur. İmâm-ı Ebû Yûsüf, bir rivâyetde imâm-ı Muhammed iledir ve ulemâ, imâmeyn kavli ile fetvâ vererek, sallanan dişi altınla bağlamağa cevâz verilmişdir. Eshâb-ı kirâmdan Arfece bin Sa’da “radıyallahü teâlâ anh” altın burun takmasına izn-i nebevî südûrunu, îmâm-ı a’zam yalnız Arfeceye mahsûsdur demişdir. Nitekim Zübeyr ve Abdürrahman “radıyallahü teâlâ anhümâ” için, ipek giymelerine izn sâdır olmuşdu ve yalnız bunlara mahsûsdur, demişdir. Fekat fetvâ, îmâm-ı Muhammed kavli iledir. Sallanan dişleri bağlayan altm teller ve protez denilen müteharrik dişler, gusl abdesti alırken çıkanlabilmekdedir. İmâmların bu ayrılığı, bağlayan telin altından olup olmamasından dır. Yoksa gusl abdesti bahsinde bütün imâmlarımız müttefîkdir Ya’nî, altm, gümüş ve başka dolgulara altlarına su geçmeyince, Hanefî mezhebinde, gusl abdesti sahîh olmaz. Ya’ — 524 — nî insan cenâbetlikden kurtulmaz. Çünki, Hanefî mezhebinin âlimleri (Ağzın içi şâir derimiz gibi vücüdün hâricidir. Bütün deriyi yıkamak farz olduğu gibi, ağzın içini ve dişleri ve diş çukurlarını yıkamak da farzdır) diyor. Bunun için, tırnaklarında oje bulunanların ve Hanefi mezhebinde olup da zarûretsiz diş dolduranların ve kaplatanların gusl abdesti sahîh olmaz. Gusl abdesti sahîh olmayanın nemâz abdestleri ve nemâzlan da sahîh olmaz. (Mecmû’a-i cedîde) adındaki fetvâ kitâbının 1329 (1911) yılındaki ikinci baskısında, Hasen Hayrullah Efendinin “rahime-hullahü teâlâ” (Diş dolgusu gusl abdestine zarar vermez) fetvâsı yazılıdır. Ba’zı kimseler bu fetvâya dayanarak, diş kaplatanların ve dolduranların gusl abdesti sahîh olur demekdedir. Hâlbuki bu fetvâ, bu kitâbın 1299 yılında yapılan birinci baskısında yokdur. İttihatçılar zemamndaki câhiller, dînini kayırmıyanlar tarafmdau uydurulmuş ve kitâba sonradan sokuşdurulmuşdur. Çünki, Hayrullah efendi 1294 de şeyhul – islâmlıkdan ayrılmışdır. Böyle uydurma fetvâlara aldanmamalıdır. (Misbâhul-felâh) da diyor ki: (Mum, sakız, katı çamur gibi birşey, vücüdün bir kısmını örtmüş veya herhangi birşey, diş kovuğunu doldurmuş bulunup da, yıkandığı zeman, altma su geçmezse, gusl tamam olmaz). (Mecmûa-i Zühdiyye) de diyor ki, (Gerek az, gerek çok, dişlerin arasında kalan yemek kırıntısı, katı hamur gibi olup da, suyu geçirmezse, gusle mâni’ dir. (Halebî) de de böyle yazılıdır). (İbni Âbidîn) “rahime-hullahü teâlâ” diyor ki: (Dişlerin arasında veyâ çukurunda kalan yemekler, katı olup altına su geçmezse, gusl abdesti câiz olmaz). Görülüyor ki, Hanefî mezhebinde guslün sahîh olması için, dişlere ve diş çukuruna suyun ulaşması lâzımdır. İnsanı birşey yapmağa zorlıyan semâvî sebebe ya’nî insanın elinde olmıyan sebebe (Zarûret) denir. İslâmiyyetin emr ve yasak etmesi ve şiddetli ağrı ve bir uzvun yâhud hayâtın telef olmak tehlükesi ve başka birşey yapamamak mecbûriyyeti hep zarûretdir. Bir farzı yapmanın veyâ bir harâmdan sakınmanın imkânsız veyâ meşakkatli, güç olmasına (Haraç) denir. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına, (Ahkâm-ı islâmiyye) denir. Ahkâm-ı islâmiyyeden bir hükm yapılacağı zeman, ya’nî bir emri yaparken veyâ bir yasak işi yapmakdan sakınırken, kendi mezhebinin âlimlerinin meşhûr olan, seçilmiş olan sözlerine uyulur. Bu sözlerine uymakda haraç olursa, seçilmemiş, za’îf sözlerine uyulur. Buna uymakda da haraç olursa, bu hükm, başka mezhebi taklîd ederek yapılır. Başka mezhebi taklîd etmekde de, haraç olursa, haraca sebeb olan şeyin hâsı! oltö|- sında zarûret bulunup bulunmadığına bakılır Zarûret de buiümirsa, o farzı terk etmesi veyâ harlan zarûret mikdârı câiz olur. Zarûret yoksa veyâ zarûret ile birkaç y^pSaݧf ve bunlardan birini yapaıağı seçmek mümkm olör ve; haile bulunanı seçerse, farzı terk etmesi veyâ haramı işlemesi cM’zoîmaz Haraca sebeb olan şeyi yapmaması lâzım oîur Kaplama, dolgu bulunan dişin altını ıslatmakdâ olduğu meydandadır. Bu haracdan kurtulmak için, hafiifî mezhebinde ikinci bir yol da yokdur. Bunun için, şâfi’î m eittr bini taklîd etmek îcâb etmekdedir. Taklîd etmek m ü m ^ oldüğu için zarûret bulunup bulunmadığını a raşd ırn j» lüzûm yokdur. Şâfi’î mezhebini taklîd mümkin olm asa», zarûret bulunması, o zeman araşdırılırdı. Bunun için, d ^ p i veyâ kaplama yapdırmak ıstiyenin, (Mezhebler, Attahtteâltta rahmetidir) hadîs-i şerifine dayanarak, Şâfi’î mezhebim taİafd etmesi lâzim olur. Bunun için de, gusl ederken ve abdest alırca ve nemâza dururken Veyâ unutulursa, nemâzdan so » ^ :M j|l| tM farz öli&ğunu bilerek, Şâfi’î mezhebini kalbinden niyyet edflir. Böyle, Şâfi’î mezhebini takiM e| l | kilisenin guslü, abdesti ve nemâzı Şâfi’î mezhebine g ^ l n p olmalı, demi, mahrem olan onsekiz kadından başka bir k a || ttüî derisine değince ve elinin içi, kendi kaba avret yer^ldeğince, tekrâr nemâz abdesti almalıdır. Çünki, Şâfi’îde buıtfai|a abdest bozulur. İmâm arkasında Fâtiha okuması da lâzımdır. Il§- tünde, böleninde, ayaklarım ve başını koyduğu yerde çok az necâset bulunmaması da lâzımdır. Alkol karışık sıvılar necs olup olmadığım öğrenmek için, 367.ci sahîfeye bakım z! Bu satırları, kaplama ve dolgusu olan Hanefîlerin gusüerinin sahîh olması için yazıyoruz. Bunlara kolaylık göstermek istiyoruz. Kaplama veyâ dolgulu dişi bulunan imâma uymayınız da demiyoruz. Zarûret olunca veyâ zarûretsiz yapılan birşeyden dolayı, kendi mezhebine göre yapılmasında haraç bulunan bir ibâdeti, başka mezhebi taklîd ederek yapmak lâzım olduğu, übni Âbidîn) de, Tahtâvînin (Merâkılfelâh şerhi) n de ve türkçe (Ni’met-i İslâm) kitâbmda ve molla Halîl Es’- ırdînin “rahime-hullahü teâlâ” (Ma’füvât) kitâbmda yazılıdır. (tiHti Âbidîn) “rahime-hullahü teâlâ” imamlığı anlatırken diyor ki, (BaŞfca mezhebdeki imâmâ uymanın sahîh olması için imâmın, uyan kimsenin mezhebinin farzlarını da yapması ve uyan kimsenin bunu bilmesi lâzımdır. Kuvvetli kavi budur. Bu farzları terk ederse, — 526 — uymak sahîh olmaz. Kendi mezhebindeki cemâ’at varken, başka mezhebdeki imâma uymak mekrûh olur. Yoksa, yalnız kılmakdan efdal olur. Ba’zı âlimler “rahime-hümullahü teâlâ” diyor ki, imâmın kendi mezhebine göre nemâzı sahîh ise, başka mezhebdekinin buna uyması sahîh olur). Tahtâvî’nin (Merâkılfelâh) hâşiyesinde de böyle yazılıdır. Kaplaması veyâ dolgusu olmıyan hanefînin, kaplaması veyâ dolgusu olan imâma uymasının sahîh olup olmaması üzerinde iki kavi vardır: Birinci kavle göre, sahîh olmamakdadır. İkinci kavle göre, imâm sâlih ise ve şâfi’î mezhebini taklîd ediyorsa, buna uyması sahîh olur. Şâfi’îyi taklîd etmediği bilinmedikçe, kaplaması, dolgusu olmıyan hanefîler de, bu imâma uymalıdır. Buna, şâfi’îyi taklîd edip etmediğini sormak, tecessüs etmek câiz değildir. Hanefî imâmın, kaplama veyâ dolgusu olmasa da, şâfi’î mezhebine de uymasının müstehab olduğu,(Dürrülmuhtâr) da ve (Merâkılfelâh) da yazılıdır. Haraç olduğu zeman, za’îf olan kavi ile amel etmenin evlâ olduğu yukarıda bildirilmişdi. (Hadîka) da, fitne bahsinde de yazılıdır. Mezheblere kıymet vermiyen, dört mezhebden birine uymıyan kimsenin (Bid’at sâhibi) bir sapık veyâ mürted olduğu anlaşılır. Her ikisinin de nemâzları sahîh olmadığı için, ikisine de uymak sahîh olmaz. İbâdetlerini bilerek ve fıkh kitâblarına uygun olarak yapmak isteyen genç müslimân kardeşlerimizin çeşidli süâlleri ile karşılaşıyoruz. Mu’teber fıkh kitâblarından çıkardığımız cevâblan kendilerine bildirerek, hayrlı düâlarını alıyor, bu temiz, kalblerden çıkan düâlan, dünyâ ve âhiret se’âdetimiz için biricik sebeb biliyoruz. Süâllerin çoğu, sapık ve mezhebsiz din adamlarının yazdıkları din kitâblanndaki yazılar üzerinde olmakdadır. Câhil kimselerin din adamı olarak ortaya çıkıp, kendi kısa aklları ve düşünceleri ile yazdıkları din kitâblan da bunlar arasındadır. Karşılaşdığımız bir süâlden anladığımıza göre vâızın biri, kaplama diş meselesini ele almış, bu konuda İlmî tedkîkler yapdığını söyliyerek, elde etdiği vesikaları şöyle sıralamış: 1 — (Gusl edecek kimsenin ağzındaki dişler kaplatılmışveyâ doldurulmuşsa, hükm bunun üzerine intikâl eder. Bunların yıkanması ile gusl temâm olur. Yara ve sargı üzerine, mesh câiz olup, hükm bunların üzerine intikal etmekle, sâdece üzerlerinin mesh edilmesinin kâfi gelmesine benzemekdedir. Yaranın .üzerindeki sargıyı söküp altını yıkamak mecbûriyyeti olmadığı gibidir) demiş. – Bu yazı, buhtkm temâmen yanlışdır. uydurmadır Bunun doğrusu fıkh kitâblarmda, niiH^ifNS: Midinde şöyledir (Yiara, kınk, çak*, şişik, ve|â buralara konan M a veyâ sarılmış altındaki deriyi yıkamak farzdır. Soğuk su verirse, sıcak, su ile yıkar. Bu da «arar verirsev^ o a ‘,tt^ # ..^ ® etfer Etrâfındaki sapam deriyi yıkar. Etrâfii»:^ L S ^ . | ^ » zafer verirse, etrâfitiı da mesh eda*. Bu ‘da zarar o zeman sargı üzerine mesh etmek câiz olur. Ya’nî, ancffiî zemân, hükm sargı üzerine intikal eder. Hükm sargı üze^e intikal edince, sargr üzerini mesh eder. Sağlam İp i» ü z e n deki sargılann ve aradaki sargısız olan sağlam deri feısmlairi^ı ç ö p üzerine mesh eder. Böyle yapmak, adîdir. Sargıyı çözmek, çıkarmak,, yara iyi oldukdan so«j*a Uçp, yaraya veyâ etri&tta zarar verirse, ya’nî yaran» fcıamfer d p , akmasına, yararım artmasına veyâ dayanamıyaeak kadir a|p,, sızı hasûlüne sebeb olursa yâhud tekrâr b ^ ^ n ş » ||% b a y a c a k kimse bıüşytttazsa, sargıyı çözmez, ed|r- Ayak çatlağına konan merhem [veyaraüzerinekohulpı ffiifer, kollodyum gj$İ şeyler ve yara üzerinde hWl lÖft kabuk] de sargı gibidirler. Bunlan kaldırmakda zarar ohplfS» üzerleri yıkanır. Yıkamak zarar verirse mesh edilir. Mesh de zarar verirse, terk edilir. Sargı, merhem, yaranın iyi olmasından sonra düşerlerse, üzerlerine yapılmış olan mesh bâtıl oUft. Yatia üzerini yıkamak lâzım olur). Görülüyor ki, dişdeki dolgunun, kaplamanın üzerlerini yıkamak, sargı üzerine mesh etmek gibi değildir. Çünki, sargı ve benzerleri, yara üzerine zarûret ile konulmuşdur. Başka mezhebi taklîd de mümkin değildir. Ağrı yapan dişi çıkarmağı, protez yapdırmağı ise, kendisi istememiş, dolgu veyâ k ap la» yapılmasını istemiş, dolgu veyâ kaplama yapılmasında, zarûret olmamışdır Zarûret olmadan yapılan şeyi zarûret ile yapılan şeye benzetmek doğru değildir. 2 — (Abdestde yü zü yıkamak farz olduğu hâlde, sakalı sık olan kimsenin, sakalının üzerini yıkamasının kâfi geldiği ve sakalının diplerini yıkamak mecbûriyyeti olmadığı gibi, kaplanmış dişin altım yıkamak icâb etmez) imiş. Bu sözü de, fıkh kitâblannm beyanlarını yanlış anladığım gösteriyor. Bakınız (Mecma’ul-enhür) de ne diyor: (Sahîh olan rivâyete göre, abdestde sakalın üzerini yıkamak farzdır Çünki, vechi yıkamak emr olundu. Sakalı sık olanda, yüzün – 5 2 8 – derisi vech olmakdan çıkmışdır. Vech karşıdaki insan bakınca, insanın yüzünden gördüğü yer demekdir. Sakalı sık olanın, derisi değil, bu deri üzerindeki sakal görünür. Bunun için, abdest alırken, deri üzerini değil, sakal üzerini yıkamak farzdır). (Dürrülmünteka) da diyor ki, (tmâm-ı a’zamdan gelen zâhir rivâyete göre, yüz hizâsmda olan sık sakalın üzerini yıkamak farzdır. Fetvâ da böyledir. Çeneden sarkan sakalı yıkamak ve mesh etmek farz değildir. Yüzü üç kerre yıkadıkdan sonra parmaklan, aşağıdan yukarı doğru sokarak, sarkan sakalı hilallamak sünnetdir. Seyrek sakalın altındaki görünen deriyi yıkamak farzdır. Yukandaki söz sâhibinin bu sakat kıyâsına göre, abdest alırken sık olan sakalın yalnız üzerini yıkamak kâfî olduğu için, guslde de, sakalın yalnız üzerini yıkamak kâfi olup, sakal diplerini ve sık sakal altındaki deriyi yıkamak lazım oîmıyacakdır. Halbuki, hakikat böyle değildir. Guslde sık sakalın da altındaki derinin yıkanmasının farz olduğu fıkh kitâblarında açıkça yazılıdır. Meselâ, (Merâkılfelâh) da ve bunun türkçe tercemesi olan (Ni’met-i İslâm) da, guslü anlatırken diyor ki, (sakalı sık olsa da, sakalın aralannı ve altındaki deriyi yıkamak farzdır). Guslde sakalı yıkamak, abdestde sakaİı yıkamağa benzetilemeyince, guslde dişleri yıkamak, abdestde sakalı yıkamağa nasıl benzetilebilir? Yukandaki söz, söz sâhibinin ilmî değil, hissî konuşduğunu gösteriyor. Bu sapık mantığına uyarak, guslde sakalının altını yıkamamış ise, hem kendisinin, hem de buna inanan müslimânların gusl abdestleri ve nemâzlan sahîh olmamışdır. Hepsinin nemâzlannı kazâ etmeleri lâzım olur. 3 — (Diş de vücûddan bir uzvdur. Bu uzvun telef olmaması için, zarûrete binâen dişi doldurtmak ve kaplatmak câizdir) demiş. Sanki başkaları, çürük dişi doldurtmak ve kaplatmak câiz değildir diyormuş gibi, böyle söylemiş. Evet biz de, çürük dişi doldurtmak ve kaplatmak câizdir diyoruz. Fekat, Hanefi mezhebi âlimlerinin fıkh kitâblannda bildirdiklerine uymak da lâzım olduğunu ve bunun kolay yolunu kitâblardan bularak açıklıyoruz. 4 — (tmâm-ı Muhammede göre, sallanan dişleri altm tel ile bağlatmak, düşen ve çıkarılan diş yerine altın diş takmak câizdir. Fetvâ da böyledir. Dişleri altın ile kaplamada imâm-ı Muhammedin ictihâdı ile amel edilebilir) demiş. Vesîka denilen bu söz, hakîkaten sâhibinin şâyân-ı i’timâd — 529 — İslâm Ahlâkı-F: 34 ^ m vesikasıdır Sorarız b» sözün a-t Muhaaımedin “r^üroe-huJîahü teâlâ” düşen ve r iatâbda! İmâm-ı Muhammed ‘irahuBe-hutalıû te^â”, de tekı$r yerine konan dişi altm td ite de dur depişcfe (Tatsrtteiyye) fetvâsında, dişi düşen, is “ ~” metle göre dtmdan diş kor demesi, imâm-ı Muhammedüî altsa ş basamak câiz oîur dediği içindir Bu fetvâda bdtâribuu d^Jfcajplama ve dolgu deldir, Tel ile yamiKfalârifrfe»» İm m^cdadır. Sökülüp çıkarılan dişin yerine altm veyâ başkaı deden konulmuş protez denilen suni müteharrik diş guskie çıkanlabilmekdedir. Altına su sızacağı için . bik lüzûm yokdur Bu yüce imâmın söylemediği s6ztt, söyİ demek bir din adamma yakışır mı? Söylenmemiş bir söze uyarak amel edilir demek, havanda hava dövmek gibi olmaz nal? 5 — (Kaplama ve dolgusu olanların abdestde ve guslde Şâfi’î mezhebini taklîd etmelerine lüzûm yokdur. Zîrâ ımâm-ı Muhammedin cevâzı vardır) demiş. Kaplama ve dolgusu olanın Hanefî mezhebinde guşMi şahtı olmadığı için, abdestde ve guslde (Şâfi’î mezhebiı Bde niyyet etmesi) lâzımdır diyoruz. Çünki, Hanefî mezhebi İliklen, Zarûret olsa da, olmasa da, farza mâni’ olan şeyi yapa» jöpae, başka mezhebe uyarak, bu farzı terk edebilir) demişlerdir. Su fetvânın muhtâr olduğu, İbni Âbidînde, nemâz vaktleri sonunda yazılıdır. Buna uyarak, birçok işin yapılmasına izn vermişlerdir.. Bu fetvâ, Hanefî mezhebinde olanların diş kaplatmalarına ve dol* durtmalarına da izn vermekdedir. îmâm-ı Muhammed “rahimehullahü teâlâ” , diş kaplatanların gusl abdestleri sahîh olur demedi. Sallanan dişleri gümüş tel ile bağlamak câiz olduğu gibi, altm tel ile de bağlamak câiz olur dedi Çünki, bağlanan diş ağzı yıkarken çıkarılabilir. Altına su sızacağı için çıkarmağa lüzûm da olmaz, tmâm-ı Muhammed, kaplama dişi olanın gusl abdesti câiz olur dedi demek, bu yüce imâma iftirâ olur ve müslimânları aldatmak olur. 6 — Kaplama ve dolgusu olanların gusl abdesti alırken (Şâfi’î mezhebine uyuyorum) diye niyyet etmelerine lüzûm olmadığını isbât edebilmek için Peygamberimizin «sallallahü aleyhi ve sellem» (Kolaylaştırınız, zorluk çıkarmayınız!) hadls-i şerifini ileri sürmek, şaşılacak birşeydir. Bu hadîs-i şerîf, câiz olsa da, olmasa da kolayınıza gelen şeyleri yapınız demek çtepldir* Bir mesele üzerinde çeşidli ictihâdiar varsa veyâmublh olan birşeyi yapmakda çeşidli yollar bildirilmiş ise, bunlar — 530 — arasından kolayını seçiniz demekdir. Ya’nî islâmiyyetin izn verdiği kolaylıkları yapınız demekdir. Bu hadîs:i şerîfî, Abdülganî Nablûsî “rahime-hullahü teâlâ” , (Hadîka) kitâbınm ikiyüziki [202] ve [207], ci sahîfelerinde ve Muhammed Hâdimî “rahimehullahü teâlâ” , (Berîka) kitâbmın yüzseksen [180]. ci sahîfesinde açıklamışlardır. Münafıklar ve mezhebsizler, bu hadîs-i şerîfi ileri sürerek, islâmiyyetin dışına taşmakda, müslimânları aldatmak için tuzak olarak kullanmakdadırlar. 7 — (Diş doldurtmak için son zemanlarda Mûsâ Kâzım efendi de fetvâ vermişdir) sözü, vesîka olamaz. Fetvânın fıkh kitâblarından alınmış olması ve alınmış olduğu kitâbdaki mehaz olan yazının fetvâ altında bildirilmesi lâzımdır. Mûsâ Kâzım efendi böyle yapmamış, kendi mantığı ve düşüncesi ile birçok yanlış fetvâlar vermişdir. Meşrûtiyyetin ilânından sonra, ittihadcıların iş başına getirdikleri câhil, hattâ mason din adamları böyie bozuk fetvâlar vermekden çekinmemişlerdir. Müslimânın uyanık olması, masonların ve mezhebsizlerin, münâfıkların ve bid’at sâhiblerinin, bölücülerin güler yüzlerine ve tatlı sözlerine aldanmaması, onların yazılarına değil, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” kitâblarına uyması ve bu kitâblara uyan hakîki din adamlarına tâbi’ olması lâzımdır. 8 — îmâm-ı Ahmed Rabbânî hazretlerinin (Mektûbât) kitâbmın üçüncü cild yirmiikinci mektûbunun sonunda yazılı (Müslimânları sıkışdırmak, onları incitmek harâmdır. Şâfi’î âlimleri, kendi mezheblerinde yapılması güçleşen şeylerin Hanefî mezhebine göre yapılmasına fetvâ vermiş, müslimânların işini kolaylaşdırmışlardır) sözleri, (Şâfi’î mezhebini taklîd etdirmek, müslimânlara güçlük çıkarmakdır) diyenlerin haklı olduğunu göstermek şöyle dursun, bu yazıyı dikkat ile okuyan kimse, diş kaplatmak ve doldurtmak için Şâfi’î mezhebine göre gusl etmeğe niyyet etmenin lâzım olduğunu ve böyle yapmanın müslimânlara kolaylık olduğunu iyi anlar. 9 — (Kaplama ve dolgusu olanlarm bu meselede Şâfi’î mezhebine geçmelerine fetvâ verenler olduğunu ve bu mevzû’ da yazılar neşr etdiklerini müşâhede ediyoruz) sözü de iftirâdır. Biz hiçbir kitâbımızda, diş kaplatanın ve dolduranın Hanefî mezhebinden çıkarak, Şâfi’î mezhebine geçmesi lâzım olduğunu bildirmedik. Bunların yalnız gusl ve abdest ve nemâz için niyyet ederken, veyâ unutursa, nemâzdan sonra hâtırladığı zeman, (Şâfi’î mezhebini taklîd etmeğe) niyyet etmeleri lâzım geldiğini yazdık. Bu ise, Hanefî mezhebinden çıkarak Şâfi’i – 5 3 1 – raeitabine ^şşackdeğildir Diş kaplatmak veyâ dotdort I%ıpf!mezlieAiîKiegîffilün sattı olmasma mâm’ olayor. nt<szîîsbînde ise mâm’ olmuyor. Hanefi mezhebinde kiSpÖtt, diş kaplatınca veyâ doldurunca gusle, ab röİMZfe niyyet ederken, Şâfi’î mezhebine göre & y a nif|el lâzım olduğunu, imâm-ı Rabbânî biri niayukandaki mektûbu gösterdiği gibi, fıkh kitâbları <H-| makdadır. Meselâ, (Merâkılfelâh) hâşiyesinde, ne vaktlerini anlatırken diyor ki, (Zarûreft olmasa da* başka j h S taklîd edilir. Fekat o mezhebin şartlara# yerine – lâzımdır. Çünki, hükm-i müleffak, sözbirliği ie bâtıldır. 1 için, imâm arkasında fâtiha okuması ve yan kadının cildine dokununca abdestini tazelemesi nşelşiltden sakınması lâzımdır). (DŞnrfltaılllfi % n i vaktlerinin sonunda diyor ki, (Zarûret oldufu zeman ‘ m İpeb taklîd edilir. Fİkat, o mezhebin şartlarını y e ı^ l i p ittik de lâzımdır Mezhebleri telfîk etmenin bâtıl okluğu söz birliği ile bildirildi). İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ’ ı (Zarûret yok iken de, hattâ, amelden sonra da 1 \ diyor. (Fetâyeî-liSHMyye) de 113. sahîfede diyor ki, (la t buyurdu ki, ser*! bir ihtiyâcı gidermek için başka taklîd edflîr). Abdülganî Nablüsî “rahime-hullahü teâlâ^’, (USlisat-tit-tahkîk) kitâbmda diyor ki, (Şeyh Abdtlrrahman İn»İ|- dî ‘‘rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki, Hanefî mezhebinde c # kimse, zarûret olduğu zeman, diğer üç mezhebden birini taŞİŞ eder. Fekat, o mezhebin o işdeki şartlarına uyması lâzımdır. Zarûret olmadan da taklîd etmesi câiz olur diyen İlimler çokdur). Fıkh âlimlerinin “rahime-hümullahü teâlâ” yukarıdaki beyânlarından anlaşılıyor ki, zarûret ile veyâ zarûret olmadan farzın yapılmasına mâni’ olursa, veyâ harâm işlemeğe sebeb olursa ve bunu önlemekde haraç bulunursa, insan, kendi mezhebinin bildirdiği kolaylıklardan istifâde ederek o farzı yapar. Mezhebin kolaylıkları ile ete o farz yapılamazsa, o işin farz olmadığı başka bir mezhebe uyarak o ibâdet yapılır. O iş, dört mezhebde de farz ise veyâ başka mezhebin şartlarına uymak mümkin olmazsa, o şey zarûret ile yapılmış ise, ibâdetdeki o farzı yapmak sâkıt olur. Ya’nî yapılmaması câiz olur. Fekat, zarûret ile yapılmamış ise veyâ zarûret ile, haraç bulunan ve haraç bulunmıyan birkaç şey yapılabilip, insan bu şeylerden dilediğini yapmakda serbest olup, haraç bulunanı yaparsa, yine başka mezhebi taklîd eder. Taklîd etmesine imkân olmazsa, o farzın yapılması sâkıt olmaz. Haraç bulunmıyan şeyi yaparak o ibâdeti ifâ — 532 — etmesi lâzım olur. Zarûret olmayıp, yalnız haraç bulunmasında da böyledir. Haraç bulunan şeyi yapmamak lâzım olur. Diş çürilmeğe başlayınca, şiddetli ağrı yapar. Buna mâni’ olmak zarûret olur. Bunun için de, kaplama, dolgu yapmak veyâ protez yapmak lâzımdır. Protez yapmak, sıhhat için dahâ iyidir. Bugün Amerikalılar, çürümeğe başlıyan dişi hemen çıkarıp, yerine protez veyâ yanm yâhud bütün damaklı dişler yapıyorlar. Ya’nî sun’î diş takıyorlar. Sun’î dişler, ağzı yıkarken çıkarılabiliyor. Altlan yıkanıyor. Bunun için, gusl abdestinin sahîh olmasına mâni’ değildirler. K aplam a ve dolgu ve protez yapılan yerlerde, kaplama ve dolgu zarûret olmakdan çıkmakda, yalnız haraç kalmakdadır. Protez yapdırmak istemeyip, kaplama ve dolgu yapdıranlann gusl abdesti alırken Şâfi’î mezhebini taklîd etmeleri lâzımdır. Şâfi’î mezhebini taklîd mümkin olmasaydı, kaplama ve dolgu yapdırmamalan, ağrı yapan dişi çıkarmaları, protez yapdırmalan lâzım olurdu. Haraç olduğu zeman, başka mezhebi taklîd etmek mezheb değişdirmek demek değildir. Şâfi’î mezhebini taklîd eden bir Hanefî, Hanefî mezhebinden çıkmış değildir. Meselâ, derisinden kan çıkınca da abdest almakda ve vitr nemâzını vâcib olarak kılmakdadır. Gusl abdesti için taklîd edilince, yalnız guslde, abdestde ve nemâzda şâfi’î mezhebini taklîd etmekdedir. Şâfi’î mezhebinin bir şartını, zaruret yok iken yapmazsa, bu ibâdetleri sahîh olmaz, iki mezhebi zarûretsiz karışdırmış, (Telfîk) etmiş olur. Guslü ve nemâzı iki mezhebe göre de sahîh olmaz. Tenbîh: Dişlerinde kaplama veyâ dolgusu olduğu için şâfi’î mezhebini taklîd edenin nemâzlarmın şâfi’î mezhebine de uygun olması lâzım olduğundan, nemâzm şâfi’î mezhebine göre farzlarını bilmek lâzımdır. Aşağıdaki yazılar, (El-fıkh-ü alelmezâhib-iil-erbe’a) kitâbmdan terceme edildi: Nemâz, İslâm dîninin temellerinden en mühimmidir. Allahü teâlâ, kendisine ibâdet ve ni’metlerine şükr etmek istiyenlere nemâz kılmalarını emr etmişdir. Her gün, beş vaktde, nemâz kılmağı farz etmişdir. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, kullarına hergün beş kerre nemâz kılmalarını emr etdi. Bu emri, birinci vazîfe bilerek yapanı Cennete sokacağını sözverdi) buyuruldu. Nemâzm şâmm yüksekliğini bildiren ve nemâz kılmağa teşvîk eden, çok hadîs-i şerîf vardır. Bu emre ehemmiyyet vermiyene ve nemâz kılmakda tenbellik edene çok acı azâblar yapılacağı bildirilmişdir. Nemâz kılmak, kalbleri temizler. Günâhların afv edilmelerine sebeb olur. Fekat, kulluk vazifesi olduğunu düşünmeden, şehvetlerini, dünyâ çıkarlarını düşünerek kılman nemâz, şartlanna uygun olup, sahîh olsa bile, dünyâda ve İ^ etd e.lliaeş: olmaz* Nemftz k ib r it* ÂBfefö’ biyökîügfnü, O’nun emrini yapmağı di|ünmJfc:İ Aâcak, böyle kiuıan nemâz, kalbi temizler. İnsanı yapmakdan korur. Allahü teâlâ, insanm kalbine bakar.’ nüşüne, hareketlerine bakmaz. Ya’nî temiz niyyö ile, korfaasu ile yâpüatı iyilikleri kahtf eder niyyeti düzeltmek, sonra farzlarına, lâzımdır. Bedeni, rûhu ile birlikde olarak neojİ® Nemâz kılarken, Allahü teâlânın, kendisini duklarım işitdiğini, düşündüklerini biİdi^ni unuteaınaısaj* Hergün, her nemâzda, böyle düşünen kul, hâlık*» O’nun sevdiği bîf velî olur. Böyle kuldan, id n » ^ j£ K ç # |^ mez Herkese iyilik yapar. Vatamna, milletine ffîdeliolur Nemâz, lugatda, iyilik istemek, birinin iyiliği için dİâ etmek demekdir. îslâmiyyetde nemâz, emr edilen harekeleri yaparak, emr edilen şeyleri okumakdır. Nemâza (İfütâhtekMri) ile başlanır. Selâm vermekle biter. Hanefî mezhebinde, dört dürlü nemâz vardır. Farz-ı olan, farz-ı kifâye olan, vâcib olan ve nâfıle olan nemâzlar Sünnetlerin hepsine nâfile nemiz denir. Şâfi’î mezhebinde, nemâzm şartlan iki kısmdın Vüefjb şartlan ve sıhhatinin şartlan. Nemâzm vücûbünün şartları, şl®’ îde altıdır: Bu altı şart kimde varsa, onun nemâz kılması lâzımdır: Müslimân olmak, nemâzm emr olduğunu işitmek, âkil ve bftiig olmak. Hayzdan ve nifasdan temiz olmak, işitir ve $ r $ t olmak. Nemâzm sahîh olması için, şâfi’î mezhebinde yedi şaift vardır: Hadesten tahâret [Ya’nî, abdest almak ve gusl etmek|, necâsetden tahâret [Ya’nî bedenin, elbisenin ve nemâz kıtagra yerin temiz olması], setr-i avret [Ya’nî, avret yerini örtmelj istikbâl-i kıble, Aemâz vaktinin geldiğini bilmek, nemâzm fasrz? larını, müfsidlerini [Ya’nî, nemâzı bozan şeyleri] bilmek ve müfsidlerden sakmmakdır. [Şâfi’î mezhebinde abdestin farzları altıdır: Birincili, yüzü yıkamağa başlarken niyyet etmekdir. Elleri, ağzı, yüzü yıkarken yapılan niyyet sahîh olmaz, ikinci farz, yüzü yıkamakdır. Şâfi’îde çenenin altını ve sarkan sakalı yıkamak da farzdır. Seyrek olup, altındaki deri görünen sakalı tatiHI ederek, altındaki deriyi ıslatmak da farzdır. Sık sakalın tahlöi sünnetdir. Üçüncü farz, kolları, dirsekleri ile birükde yıkam adır. Tırnak altındaki kirleri temizleyip, altlarındaki deriyi ıslatmak lâzımdır. Dördüncü farz, başın, az olsa da, bir kısmım — 534 — V mesh etmekdir. El ile mesh şart değildir. Bir kısmına su serpmekle de olur. Sarkan saçı mesh, sahih olmaz. Beşind farz, ayaklan, hanefîde olduğu gibi yıkamakdır. Altıncı farz, yukarda bildirilen dört uzvu, sırayı bozmadan yıkamakdır. Sırayı bozunca, abdest sahih olmaz. Sıra ile yıkamak, hanbelîde de farzdır. Mâlikîde ve hanefîde ise, sünnetdir.] Bevl, mezî ve vedîden biri çıkınca, dört mezhebde de abdest bozulur. Nikâhları ebedî harâm olan 18 kişiden başka ihtiyâr erkek, ihtiyâr kadın dahî derileri birbirlerine dokununca, biri ölü olsa dahî şâfi’îde ikisinin de abdesti bozulur. Mesti açık olarak giyip, sonra bağ veyâ başka şeyle kapamalc, dört mezhebde de ‘caizdir. Örtdükden sonra hiç delik, yırtık bulunmaması şâfi’îde şartdır. [Şâfi’î mezhebinde guslün farzı ikidir: Birincisi, niyyet etmekdir. İkincisi, bütün bedeni yıkamakdır. İlk yıkamağa başlarken niyyet etmek lâzımdır. Dahâ önce edilirse, gusl sahîh olmaz. Kadının da, örgülü saçı çözüp, arasını ıslatması farzdır. Sünnet derisinin altını yıkamak farz olduğu için, şâfi’îde sünnet olmak vâcibdir]. Şâfi’îde, leşin bütün a’zâsı, kemiği, derisi, kılı, kanadı, yünü necsdir. Hanefîde, kemiği, tırnağı, gagası, pençesi, boynuzu, kılı temizdir. Şâfi’îde, köpeğin her yeri necsdir. Her çeşid kan ve sarı su kıyh ya’nî cerâhat necsdir. Renksiz su, ter temizdir. Hanefîde renksiz su, hastalıkla akarsa, necsdir. Kabarcıklardan çıkan su, hastalıkla olmadığı için, tâhirdir. İnsanın ve eti yinmiyen hayvanların hattâ süt emen sabinin pislikleri, idrârlan ve kusmuklan her mezhebde necsdir. Merkeb ve katır böyledir. Hanefîde, bunlardan kuşların necâsetleri, hafifdir. Şâfi’îde, eti yinen hayvanların pislikleri, bevlleri de necsdir. Hanefîde ise, hafife olup havada pisliyen, eti yinen kuşlarınki tâhirdir. Şâfi’îde, insanın ve hayvanların menîsi tâhirdir. Diğer üç mezhebde, menî, mezî ve vedî necsdir. Mezî, zevk zemanında çıkan, renksiz sıvıdır. Vedî, idrârdan sonra gelen beyâz sıvıdır. Mi’deden gelmiyen kusmuklar, iki mezhebde de temizdir. Hınzırdan başka, eti yinmiyen hayvanların sütleri, hanefîde tâhirdir. Diğer üç mezhebde necsdir. Necâset ateş ile yakılınca, külü ve dumanı ve zeman ile toprak olunca, hanefîde tâhir olur. Diğer üç mezhebde tâhir olmaz. Üzümden, hurmadan ve herşeyden elde edilen serhoş edici mâyı’lerin [sıvıların] hepsi dört mezhebde de necsdir. [Biramri. ve ispirtonun kâba necâset oldukları, buradan anlaşıltnakdadir. Çünki, — 535 — hanefMen başka, öç mezhebde, necâsetlerin her çeşıdikabaAr Hafif » # p ^ y o te h ı4 .; ve, guslde kullanılmış; olan (Mâ-ı .q£İ(trf§ denilen üç mezhebde, yahu* tâhirdir •…… değildir Ya’öî temizdir. Fekat’ temizleyici değildir hem tiferîiör, Hea’de mutahhirJ§ {SÖzâiiJ|*’ ‘ ‘ ‘ / M r . kılanın, oesisetî teoıMero^||pF2 :.:^ ^ farz değil sünnetdir dediler. Unutarak veyâ te ıw ^ ^ * e l® âciz olalak kdmiflâ nemâz», iki k®$e’ göre deifthîh j j j j j ğ r , set bulunduğunu bilmiyerek veyâ biip de eh^inıiy^j^erg® * rek kılmış ke, birinci kavle göı% ItaBiâzı m$Sl otâjjp î*wS kavle göre sahîhdir. Diğer üç m«âM)de, ten&zfemıiİp&û’z&rHanefîde, kedi ve fâre idriyıaın elbiseden, tetgjzlenıııiesinde, haraç [meşakkat] ve zarûfiŞolduğu bildiriler d » feztfŞi da afv-olûı«ds..Ile!âM|isn kalkıp, elbî si*|»-‘l%ifkdı|ı leke afv edildi. l|f-yıkayanın, üstfi nsrjtettt’ait’ $ u ve neçlset kanşi^ş sokak çamtiru ve I tın, elbişenfiı veyâ bedenin dörtde birinden az kıs ması afv edildi. Hecâsetlerin bir mâyı’a karışması: veyâ galîaa olmalarına ve mikdârlarına bakılmaz. Mâyı’ hemm ıtees olur. Şâfi’îde, görülmiyecek kadar az necâset ve necâşetden ateş tesiri île çıkan buhânn azı ve ateşli ısıtmadan ç ık a n i|$ « i$ ^ edilraişdir Taş ile tahâreüenincç fcajan necâcet eseri*;şfmâ^(ftâ mâni’ olmaz. Sokakda, necâset karışık çamurun: eJbis«^e, bedene sıçraması, meyvede ve peynirde hâsıl olan kuracağızlar, peynir yapılan kuzu mi’desindekı madde, ilâdan vekokutefı islâh İçin, içlerine konulan necs caâyı’ler afv edilmişdir. Sinek tersleri [pislikleri], havzdaki balık pisliği, uyuyanın ağzından gelen san su, abdest alman havzlarda az fâre tersi, hecs ya|â üstüne konan yakıya bulaşan, çocuğun ağzından memeye bulaşan necâset, akıcı kanı olmıyan hayvanın öldüğü su, veşm [ve şınnga iğnesi] yerinden çıkan kana karışan ilâç, burundah, kulakdan, gözden çıkan kanın az mikdârı, kabarcık, çıban veyâ yaradan çıkan kanın, kendi sıkıp çıkarmamış ise ve uzva yayılmamış ise, elbiseye bulaşan fazla mikdârı da, kendi çıkarmış ise az mikdârı ve hacamat, iğne yerinden çıkan çok mikdârı, şâfi’îde afv edilmişlerdir. [Şâfî’l mezhebine göre, özr sâhibi olanın, her nemâz vakti girince, önce istincâ etmesi, sonra akıntıyı durdurmak için, — 536 — pamuk koyması veyâ bez ile sarması, sonra hemen abdest alıp, nemâz kılması lâzımdır. Nemâz kılarken, akıntı pamukdan dışarı taşarsa, nemâzı fâsid olmaz. Abdest alırken, (nemâz kılmak için abdest almağa) niyyet etmesi lâzımdır. Nemâz vakti çıkınca, yeniden istincâ ve abdest almak lâzım olur. Şâfi’îde, dokuz yaşından küçük kızdan gelen ve büyük olanlarda 24 sâatdan az ve onbeş günden çok devâm eden kana, (İstihâza) kanı denir]. Hanefi mezhebinde, iftitâh tekbîrini, vakt çıkmadan alırsa, o nemâz vaktinde kılınmış olur. Nemâzın hepsi, vakt çıkmadan temâm olmazsa, küçük günâh olur. Şâfi’îde, bir rek’atin hepsi vakt içinde olmazsa, o nemâz edâ olmaz, kazâ olur. Şâfi’î mezhebinde de, beş vakt nemâzı, vaktlerinin evvelinde kılmak efdaldir. Kadının sarkan saçları, şâfi’îde de avretdir. Avretini açarsa, nemâzı hemen bozulur. İnce kumaş altındaki cildin rengi belli olursa, nemâz bâtıl olur. Örtü cilde yapışıp, uzvun şekli belli olursa, bâtıl olmaz. Çıplak olan, örtü bulmak ümmîdi varsa, vaktin sonuna kadar beklemesi vâcib olur. Nemâz dışında da, avret mahallini, kendinden ve başkasından örtmek farzdır. Zarûret olunca, zarûret mikdârı açılır. Müslimân kadının, yabancı erkekler ve kâfir, mürted ve fâsık kadmlar yanında örtünmeleri farzdır. [Üç mezhebde, yalnız yüzlerinin ve ellerinin, hanefîde ise ayaklarının da avret olmadığı (Mîzân-ül-kübrâ) da yazılıdır]. Hanbelîde, kâfir kadınlarına da örtünmez. Şâfi’îde, küçük çocuğun avret yeri, terbiye edenden başkasına harâmdır. Erkeğin dizi, hanefîde avretdir. Diğer üç mezhebde, değildir. Mekkede olanın, nemâzmı Kâ’ benin binasına karşı kılması farzdır. Mekkeden uzakda olan için de şâfi’îde böyledir.Zan-nıgâlibi Kâ’beye karşı olmalıdır. Kıble ciheti, âdil olan bir müslimâna sorarak, câmi’ mihrablarına, güneşe, yıldızlara, pusulaya bakarak anlaşılır. Bunlarla anlıyamazsa, ictihâd eder, araşdırır. İctihâd ile bulamazsa, nemâz kılanlara tâbi’ olur. Şâfiide nemâzın içinde olan farzlar onüçdür. Beşi ağız ile, sekizi beden ile yapılır. Ağız ile olanlar, iftitâh tekbîri, her rek’atde fâtiha okumak, son rek’atda teşehhüd okumak, salevât okumak, birinci selâmı söylemekdir. Beden ile yapılanlar: Niyyet, kıyâm, rükü’, kavmede dik durmak, iki secde, celsede oturmak, son rek’atde teşehhüd mikdârı oturmak, bunları sırası ile yapmakdır. Şâfi’îde niyyet ederken, nemâzm farz olduğuna, nemâzın şeklini, ya’nî oturmağı, rükü’ unu, secdelerini, selâm vermesini düşünmek, hangi nemâzı kılacağını niyyet etmek lâzımdır Niyyet, iftitâh tekbîrini lerken yapılır Edâ veyâ kazâ olduğunu niyyet etinefc dtpldir Bu ikisini birbiri yerine düşünürse, nfjtoâzı a ^ p d||<z.. Rek’at adedi de köyledir. Sünnetlerin de cinsisi, fişi* d^ş evvel veyâ sonraolduklarmı niyyet lâzımdır. Yalnız k | | | | n ^ ^ z ı arasında hâsıl olan cemâ’ate uyabilir Nemâza b& ||p ken, tekbîr getirmek, dört mezhebde de farzdır Hanelm, tekbir olarak, (Allahti ekber) demek vâcibdir. Diğer üç hebde farzdır. İftitâh tekbirinin sahîh olması için, şâfi’y onbeş şart vardır: Arabî olmak, farz nemâza ayakda riffjp etmek, Allahü ekber demek, (ber) derken uzatmamak, {HR şeddeli okumamak, iki kelimenin arasında veyâ fince harfi okumamak, iki kelime arasında durmamak, Aflğİğğİ’ ekler veyâ Allahul’azîm ekber demek câizdir. Kendi işiteclk kadar sesli okumak, Nemâz vakti girmiş olmak, Kıbleye karşı söylemek, imâmdan sonra söylemek, Kırâeti okuması sab|h olan yerde söylemek lâzımdır. Sünnet ve nâfile nemâzlan ayakda kılmak farz değ|i||e. H&öefidç fâtiha okumak vâcibdir Diğer üç mezhebde fatâra ŞfPılde, imâm arkasında, cemâ’atin fâtiha okumaları faraggl Şâfi’îde nemâzm sünnetlerinden birisi, imânım ve yalnız İaşe nın, sabâh, akşam ve yatsı nemâzlannda, fâtihayı ve zam-mı sûreyi yüksek sesle okumakdır Yabancı erkek yanında olmadıkı zeman, kadm da yüksek sesle okur. Cemâ’at, kendi işpcek kadar, sessiz okur İmâm yüksek sesle okuduğu zeman, ceöıâ’at, imâm üe birlikde ve yanındaki işitecek kadar yüklek sesle Âmin der. Sessiz okuduğu zeman, kendi okuyunca İmâmın, yüksek sesle okuduğu nemâzlarda, fâtihayı okudnkdan sonra, cemâ’atin de fâtihayı okuyacakları vakt k^pşr suşup veyâ sessiz birşey okuyup, bundan sonra, zam-mı m § c okunmağa başlaması sünnetdir. [Buradan anlaşılıyor ki, imfm yüksek sesle fâtiha okurken cemâ’at okumayıp, imâmı dinerler. İmâm ile birlikde Âmîn dedikden sonra, fâtiha okurlar] İmâm fâtihayı bitirdikden sonra uyan, fâtihayı okumaz. Üç mezhebde, kendi işitecek kadar sesli okumak farzdır. Mâlikîde farz değil, müstehabdır. Eli üzerine secde, üç mezhebde sahîh debidir. Hanefîde mekrûhdur. Secdede, kalça başdan ve sırtdan aşağıda kaimıyacak kadar yükseğe secde câizdir. Haadpe ise, secde yerinin, dizlerin konduğu yerden yarim zrâ’ [yirmibeş santimetre] yüksek olması câizdir. Fekat, mekrûhdiir Câmi’de boş yer yoksa, önündekinîn arkasına secde edilebilir. Fekat, öndekinin aynı nemâp kılmakda olması ve y e r e secde – S U – etmesi lâzımdır. Mâlikîde ve şâfi’îde nemâzın vâcibleri yokdur. Hanbelîde ve şâfi’îde, nemâzın sünneti, müstehabı demekdir. Bunları terk edene, bir cezâ yapılmaz. Yalnız, sevâbından mahrûm olur. Sesli okunan nemâzlarda, fâtihadan sonra, yüksek sesle Âmîn denir. Ayakda eller, göbek üstünde, biraz solda bağlanır. Ayakda, fâtihadan sonra, bir sûre okumak, hanefîde vâcib, diğer üç mezhebde sünnetdir. Şâfi’îde, her rek’atda E’ uzüyü okumak sünnetdir ve Fâtihadan evvel Besmele okumak farzdır. Okumazsa, nemâzı sahîh olmaz. Zamm-ı sûreleri rükü’ da temâmlamak, dört mezhebde de mekrûhdur. Fâtihayı temâmlamak ise, hanefîde mekrûhdur. Diğer üç mezhebde, nemâzı ifsâd eder. Zihni meşgûl etmiyen canlı resmi nerde bulunursa bulunsun, şâfi’îde, nemâzı mekrûh yapmaz. Aynı imâma uyan kadın, erkeğin yanında veyâ önünde ise, üç mezhebde, ikisinin de nemâzı bozulmaz. Hanefîde ise, iki yanında ve arkasında kılan erkeklerin nemâzları bâtıl olur. Fekat, nemâzda iken imâma uyan kadına, imâm veyâ cemâ’atden biri, geri çekilmesi için eli ile işâret eder, o da çekilmezse veyâ imâm, kadınlara imâm olmağa niyyet etmemiş ise, kadının nemâzı fâsid olur, erkeğin olmaz. Bir hizâda, bir rükn mikdârı durmamış ise, veyâ biri, bir adam boyundan fazla yüksekde kılıyorsa yâhud aralarında dikili baston, direk veyâ bir adam duracak kadar boşluk varsa, ikisinin de bozulmaz. Aynı imâma uymamış iseler de, bozulmaz ise de, kadın için tahrîmen mekrûh olur. Abdesti, guslü, teyemmümü, mest veyâ cebîre üzerine meshi bozacak birşey, selâm vermeden önce hâsıl olursa, üç mezhebde nemâz bozulur. Son teşehhüdü okumağı bitirmeden önce olursa, hanefîde de bozulur. Beş vakt nemâzdan sonra, hemen bir âyetelkürsî ve doksandokuz tesbîh ve bir tevhîd okumak müstehabdır. Farzdan veyâ son sünnetden sonra okunurlar. Şâfi’îde birincisi, hanefîde İkincisi efdaldır. Sonra, düâ edilir. 197 — Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Her kimde bu üç şey bulunmazsa, ehl-i Cennetdir: 1) Kibr, 2) Hased, 3) Hıyânet. Her musibete ve belâya sabr etmek, şikâyet etmemek lâzımdır. Zîrâ, sabh bulunmıyan insanların dinleri kolaylıkla helâk olur. Derd ve belâ çekenlere sevâb olmaz. Derd ve belâlara sabr edenlere, bunlan Allahü teâlâdan bilip, Ona yalvaranlara sevâb vardır. 198 — Her kim dünyâda azîz, âhıretde büyük olmasını — 539 — – * t i • – isterse, kendisinde şu üç huy bulumun: 1) Mahlûkatdan hiçbir şey beklememek, 2) MüsHmânkrı [ve zimmî kâfirleri, ölmüş iseler de] gıybet etmemek, 3) Başkasının hakkı olan bir şeyi almamak Aft&hü teâlâ üç şeyi çok sever 1) Cömertlik, 2 ) Körkmadığı kimsenin yanında doğruyu söylemek, 3) Oizli yerlerde de Allahü teâlâdan korkmak. Allahü teâlâ, Tur-i Sinâda, Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki, (Bir Mmseye, Hak teâlâdan kork deseler, o kimse de Allahdan korkmağı, bana mı öğretiyorsun sen AHab’daâ; kork derse, en feaâ İman odur), 199 — Kimsenin günâhını başına kakma? Müslim!» olsun, kâfir olsun, bir kimsenin hakkını alıp da tevbe etmeyip onunla halâüaşmazsan, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve setletn” sana la’net eder. Ana-babanın meşrû’ olan emrlerine âsî olanlar da mel’ûndur Allahü teâlânın rızâsının gayrine, ı(B8sii|l f^Hica kimseye diyerek kurban kesenler de bu la’net halkasıöâ bildirler. Kızına zinâ etdiren, çıplak gezdiren, evlâdlarma £jjjİj& nr, harâmları ögretmiyen babalar ve analar ve Allahü teâlidöı başkasına ibâdet ve secde edenler de mel’undurlar. [Abdülganî Nablüsî “rahime-hullahü teâlâ” (Had&a) da, d ile yapılan günâhları anlatırken diyor ki, (zor ile gasb edilçnve rüşvet olarak alman, çalman mallara ve kendinde emânet fi||n mallan ticâretde kullanarak elde edilen kâra ve Dâr-ül-haftıe ya’nî kâfir memleketlerine gidenin [tüccârın, seyyahın], kâfirlerden, rızâlan olmadan aldığı mala, (MâN habîs) denir. Bitteri kullanması harâm olur. Sahihlerine geri verilmeleri, sâhîKteri bilinmiyorsa, fakirlere sadaka verilmeleri lâzım olur. Başkasının mülkünü, ondan iznsiz kullanmak harâmdır). Müslimân, Dârülharbdekı kâfirlerin bile mallanna, canlanna, ırzlanna dokunmaz. Nakl vâsıtalarının ücretlerini öder. Kimseye hiyânet etmez]. Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki, (Bir kimse, birine su verse ve o da, ona karşı bir tesnennâ etse, eğüse, AMaha ortak koşmak olur). Yine buyurdu ki, (El kaldırarak setten vermek ye AUahdan başkasına yemkı eylemek de şirkdir). Mesdâ babanmeam için dememelidir. [Yukandaki hadîs-i şerîfde, d kaldırarak selâm vçrm ^n şirk olduğu bildirildi. Hanefî mezhebinin büyük âlimleri yaSaî ictihâd makâmma yükselmiş olan âlimler buna benziyen te w – i şerifleri karşılaşdırmışlar, hanefî mezhebinin üsûl ve kavâ’id-i — 540 — I mezhebiyyesine göre incelemişler. Uzakda olana, yalnız el kaldırarak selâm vermenin mekrûh olduğunu, söz ile ve el ile birlikde selâm yermenin kerâhetsiz câiz olduğunu anlamışlardır. Bunun gibi, İbni Âbidînde nemâzın mekrûhları sonunda yazılı hadîs-i ^ şerîfde, (Nemâzlarınızı ayakkabı ile kılınız. Yehûdîlere benzemeyiniz!) buyuruldu. Hâlbuki, fıkh âlimleri, ayakları örtülü kılmanın sünnet, ayaklan açık olarak kılmanın mekrûh olduğunu bildirdiler. Yine bunlar gibi, (Hadîka)mn ikinci cildi, beşyüzseksenbirinci sahîfesinde, (Saçını, sakalını siyaha boyayanlar, Cennet kokusunu bulamazlar) hadîs-i şerifini bildirdikden sonra, âlimlerin hepsi, siyaha boyamak mekrûhdur dedi. Câiz diyenler de oldu. (Mebsût) da höyle yazılıdır. Hazret-i Osman ve hazret-i Hüseyn ve Ukbe bin Âmir ve İbni Şîrîn ve Ebû Bürde ve başkaları “rahime-hümullahü teâlâ” siyâha boyarlardı diyor. (Hadîka), ikinci cild, beşyüzseksenikinci sahîfede diyor ki, (Saç, sakal boyamakda, bulunduğu yerdekilerin âdetlerine uyulur. Bulunduğu şehrin âdetine uymamak, şöhret olur. Tahrîmen mekrûh olur). (Mişkât) daki hadîs-i şerîfde, (Müşriklere muhâlefet edip, sakalınızı uzatınız!) buyuruldu. Hâlbuki, Hâdimî “rahime-hullahü teâlâ” (Berîka) nın binikiyüzyirmidokuzuncu sahîfesinde, (Sakalı kazımak sünnete muhâlefet olur. Emr-i vücûbî olsaydı, harâm olurdu. Sakalı bir kabza [bir tutam] uzatmak sünnetdir. Bundan kısa yapmak ve kazımak câiz değildir.-Ba’zı kimseler, sakalını kazıyanın veyâ kısaltanm imâm olması câiz olamaz. Yalnız kıldığı nemâz da mekrûh olur. Bu kimse mel’ûndur, diyorlar. Bu sözlerini (Tahâvî) den aldıklarını bildiriyorlar. Böyle sözler doğru değildir) diyor. Ehl-i Kitaba [ya’nî yehûdîlere, hıristiyanlara] ve müşriklere, muhanneslere [ya’nî kötü oğlana] benzemek şiddetle men’ olunmakdadır. Tahtâvînin, (Merâkılfelâh) hâşiyesi yüzseksenbeşinci sahîfesinde, (Ehl-i kitâba benzemenin dereceleri vardır. Yimek, içmek gibi âdet olan zararsız şeylerde benzemek câizdir. Kötü, zararlı şeylerde teşebbüh kasd ederek benzemek harâmdır. Teşebbüh kasd etmezse câiz olur) diyor. Kâfirlerin dinlerine mahsûs olup, kâfirlik alâmeti olan şeylerde, kasd olmadan da benzemek küfr olur. Fâideli dünyâ işlerinde benzemek câiz, hattâ sevâb olur. 200 — Hiç kimseye la’net eyleme. Zîrâ, la’net eylediğinadam la’nete müstehak değil ise, yapdığm la’net sana döner. Hayvânâta dahî la’net eyleme! Zîrâ, melekler, sana la’net ederler. Nemâzı terk edene, yüzüne karşıda, arkasından da la’net edilir. Zîrâ farz olan nemâzı özrsüz terk eden, dört kitâbda da — 541 — mel’ûndur Elinde» geldiği her zeman emr-i ma’rûf eyie, ya’nî islâmiyyeööemrterioi söyle, fenâ şeylerden men’ et! Peygamberimiz “a^yÖsselâm” buyurdu kİ: (Ahiâk-ı zeastare [ya’mfenâahlâk) olaa dört şeyâe» vazgeç, onlardan çok safeım 1)Çek msl töptaysp, yimemsk, 2) Hsç ölmiyecekmiş gibi dünyâya sanimak, 3) Sahil olmak [ya’nî cimri olmak}, 4) Haris olmak.) İnsanda hayft otaak, îmân nişanıdır. Haylsızhk, küfct cibdir. Hayâ, evvelâ Allahü teâlâya karşı olur 20J — Herhangi bir işini, bahil, ya’nı hasis kimselep; danışma! Çünki, seni sonra insanlar arasında rezîl ve ıtijn&T eyler. Sâlih kimse ile meşveret et! SABİ FASLI 202 — Üç şeye sabr edersen, büyük derece kazanırsın: 1) Herhangi bir belâya sabr etmenin üçyüz sevâbı M âya devi araaıaj^diâ etmek, sabr sevâbrösutdkEpİ’ 2 ) İslim bügüeriniöğrenirken zahmet çekmeğe v e ib i^ – leri şartlarına uygun yapmağa sabr etmeğe, CenMtde altiyİZ ddreee verilir. 3) Günâh işlememek için sabr etmek. Nefsin arzûlarma sabr etmenin yediyüz derecesi var4sr; Musibet içinde alıp-verdiğı her nefesi için ayrı bir derece ve husûsî bir sevâb dır. Milin, evlâdın gitmesi büyük rm a ^ t olup, bunlara sabr edenleri, Allahü teâlâ, terâzî başına getirmeğe hayâ ederim buyuruyor. 203 — Ölümden korkma! Ve ölümü isteme! Peygamberimiz «aleyhisselâm» buyurdu ki: (Ölümü hatırlayınız ve m ederek deyin ki: Yâ Rabbî hakkımda ölmek hayrlı ise, beni öldflr, çok yaşamak hayrlı ise beni yaşat!) 204 — Cenâzelerde hizmet etmekde bulun! Allah rızâsı için cenâzenin mezârına bir kürek toprak atıver! O atdlftn toprak, kıyâmetde terâzîne konacakdır. V ü c û d u m t a t l ı d ı r b a n a , h a r â b o l m a k n e m ü ş k ü l d ü r . Ç ü r ü y ü p a y a k a l t ı n d a , t ü r â b o l m a k n e m ü ş k ü l d ü r . T u t m a z o l u r s e m i z e l l e r , k o p a r n a z l ı t e m i z d i l l e r , M e v k ı ‘ l e r , m a l l a r , m a k a m l a r , b e r b â d o l m a k n e m ü ş k ü l d ü r *