Genel

DESTAN

DESTAN TÜRÜ VE

TÜRK DESTANLARI

DESTAN (epope):

Destanlar, bir ulusun türeyiş, savaş, kahramanlık, göç gibi büyük serüvenle- M rini; vicdanlarda derin izler “bırakan çeşitli toplumsal olaylarını anlatan büyük ■ manzumelerdir. Destanlar, tarihe, gerçeklere dayanmakla beraber doğaüstü olay­lara, mitoslara (mythos) geniş yer verir. Olay, genel olarak bir ya da birkaç kahramanın çevresinde gelişir. Toplum, o kahramanlarda kendi inanışlarını, ah­lâk anlayışlarını, duygu ve düşüncelerini, hayal gücünü, amaçlarım sembolleştirir. Bir ulusun ortak vicdanım yansıtan destanlar, bu bakımdan, o ulusu, bölünmez bir bütün durumunda tutan ulusal kültürünün başında gelen öğelerdendir.

Destanlar, eğer bir sanat dâhisinin üslûbunda yeni bir kalıba dökülerek iş- taıip sınırlanmamışsa, derlenmemişse; ağızdan ağza, yüzyılları aşıp gelirken çe­şitli değişikliklere uğrar; her çağın ve bu arada kültür ve uygarlık değişiklikte­ndin etkisinde kalır; yeni hayallerle genişler, yeni inanışlar ve yeni motifler alarak gelişir.

Destanlar, anfcak destanı meydana getirecek sosyal ortamların, destan kül­türüne elverişli inanışların var olduğu çağlarda meydana gelebiliyordu. Bu bar kundan bu tür, geçmişin malıdır.

Destanların ana nitelikleri vardır: Manzumdurlar. Ulusların yaşayışlarından, tarihinden, uygarlığından, doğaüstü inanışlarından doğar. Bir ana konuyu işler.

O ulusun estetik beğenisini yansıtır.

Destanlar genel olarak ikiye ayrılır:

L Doğal destanlar.

II. Yapma destanlar.

L Doğal Destanlar:

a) Yukarıda belirtilen büyük sosyal olaylar, halk şairlerince, anadille, man- ■ olarak işlenir. Bunların sanatçıları, zamanla unutulur ve destan, ulusun malı olur. Bu destanlar, belleklerden silinmeden, bir folklorcu tarafından î, destanın bütünü ortaya çıkar ve kaybolmaktan kurtulur. Fin’lerin bu tip destanlardandır. Elias Lönmrot (Elia Lönro, 1802 – 1884) adlı lifcAiıııi ve folklorcusu, halk arasında yaşamakta olan büyük destanm par- ı toplayıp yayımladı (1836, 1847).

Halkın belleğinde, dağmık olarak yaşamakta olan destanlar ve bunların kaynakların, yine o ulusun içinden yetişmiş büyük bir şairin dehasın- yeni bir biçim ve söyleyiş almasıyle meydana gelmiş destanlardır, n Homeros’un (İ.Ö. IX. yy.) «îlyada» ve «Odysseia»sı; îran şairi Fir- 084? – 1020), «Şehname»si bu tip destanlardandır.

Destanlar:

pir tarafından, doğal destanların kurallarına uyularak yazılan destan- ■■Mçı, bunun için, büyük tarih olaylarından; içinde yaşadığı ulusun mitolojiden yararlanır. Bu tıp destanlar, tümüyle, kişiseldir. Fran- ıln (Volter, 1694 – 1778), IV. Henri (1553 – 1610) ve onun çağım, kası «dinen «La Henriade» (La Anriyad)’ı; İtalyan şairi T

(Torkato Tas o, 1544 – 1595)’nun, I. Haçlı Seferini, Kudüs’ün kurtuluşunu anlatan «Kurtarılmış Kudüs» (Gerusalemme Liberata «Gerüsalem Ubcrata»)’sı; Ingiliz şairi Milton (1608 – 1674)’un, Hıristiyanlığın bir destanı edan «Kayıp Cennet»! bu tip destanlara örnek gösterilebilir.

TÜRK DESTANLARI:

Çok zengin bir destan kültürü olan Türklerin, çağlar boyunca yarattıkları destanlar derlenip yazıya geçmediği için, zamanla, unutulup gitmiştir. Bunların bugün elimizde, çok az metin parçalanyle konulan bulunuyor.

Türk destanları dört çevreye ayrılır:

I. Saka Destanı.

II. Kun Destanı.

III. Gök-Türk Destanı.

IV. Uygur Destanı.

I. Saka Destanı:

Saka Türklerinin iki destanı vardır:

a) Alp Er Tunga Destanı.

b) Şu Destanı.

a) Alp Er Tunga Destanı: Alp Er Tunga, İsa’dan önce VII. yy.’da yaşadığı sanılan bir Türk destan kahramanıdır. Firdevsî’nin «Şehname»sinde Afrasiyab adiyle anılan bu kahramanın, İran – Turan savaşları çevresinde doğup gelişen destanından, bugün elimizde sadece Kâşgarlı Mahmut’un «Divan-ü Lügat-it Türk» adlı sözlüğünde bulunan parçalar vardır, (bkz, Kâşgarlı Mahmut).

b) Şu Destam: Saka Türklerinin hükümdarı Şu ve komutasındaki ordunun, Makedonya Kralı Büyük İskender’le (İ.Ö. 356 – 323) yaptığı savaşın destanıdır.

II. Kun Destam: Kun Türklerinin hükümdarı olan Oğuz Kağan’ın destanıdır.

(bkz. Oğuz Kağan Destanı).

III. Gök-Türk Destam:

İki çevreye ayrılır:

a) Bozkurt Destanı.

b) Ergenekon Destanı.

a) Bozkurt Destam: Bu, bir türeyiş destanıdır. Efsaneye göre Göktürkler, bir bozkurttan türemişlerdir. Çin kaynaklarına göre Türkler, Batı Denizi kıyılarında otururken, düşmanlarının saldırısına uğrar ve yok edilirler. Bu savaştan yalnız bir erkek çocuk kurtulur. Onu da, düşmanlar, ellerini ve ayaklarım keserek, bir bataklığa atarlar. Bir dişi kurt çocuğu görür, onu besler. Düşman hükümdarı, bu çocuğun da öldürülmesi için buyruk verir. Tehlikeyi sezen kurt, onu alıp uzaklara götürür. Önü yeşillik olan bir mağarada çocuğu besler, büyütür. Zamanla ondan çocukları olur. Bozkurtlar çoğalırlar. Bozkurt’un kutsal sayılması bundandır. Bu Türkler, çadırlarının önüne kurt başlı sancak dikerek, «kurt»u unutmadıklarını, onu kendilerine totem yaptıklarını belirtirlerdi.

Diğer bir efsaneye göre, Göktürklerin hakanı Kapanpu’nun on altı kardeşinden birisinin anası kurttu ve bu oğul, doğaüstü bir güce sahipti. Yağmurlara, fırtınalara sözü geçerdi. Bir savaşta, düşmanlan, öbür kardeşlerini öldürdükleri

halde o, üstün gücüyle ölümden kurtulmuştu. Yaz ve kış tanrılarının kızlanyle evlendi. Bunlardan çocukları oldu. Bunların en büyüğünün adı «Türk» îdi.

b) Ergenekon Destanı: Göktürkler, Tatarlara, bir hile ve baskın sonucu yenilir ve yok edilirler. Yalnız, hakanları İl Han’ın oğlu Kıyan ile yeğeni Mikiiz (veya. Tokuz) sağ kalır. Bunlar, eşleriyle birlikte, eşya ve hayvan sürülerini de alarak kaçarlar. Sarp kayalıklarla çevrili; suları, av hayvanlan bol, toprağı verimli güzel bir yere sığınırlar. «Ergenekon» adım verdikleri bu yurtta dört yüz yıl kalır ve buraya sığmayacak kadar çoğalırlar. Dağlar, geçit vermediği için, bir demircinin öğüdüne uyarak, onun buluşuyle, demirden meydana gelmiş bir dağı eritirler ve yol açıp çıkarlar. Hakanları Börteçene’nin komutasında, eski düşman-lanyle savaşır, onları yenip öçlerini alırlar ve anayurtlarına yerleşirler.

IV. Uygur Destam:

İki çevreye ayrılır:

a) Türeyiş Destanı.

b) GÖç Destanı.

– a) Türeyiş Destam: Uygurlar ve Dokuz Oğuzların bir kurttan türeyişlerinin destanıdır. Çok güzel iki kızım, ancak tanrılara lâyık gören ve onlara eş olarak düşünen Kun hükümdarlarından biri, ülkesinin ıssız bir bölgesinde, onlara bir kule yaptırır. însanoğlundan uzak kalmaları için kızlarını bu kuleye kapatır. Bir gün, bir kurt gelerek kulenin çevresinde dolaşır; gece gündüz ulumaya başlar. Kendine, orada bir in yapar. Kızlardan biri, bu kurdun, beklenen tann olduğunu ya da taıfrı katından gönderildiğini sanarak kurdun inine gider, onunla yuva kurar. Ondan çocukları olur ve çoğalırlar.

b) Göç Destam: Uygur ülkesinde Hulin dağından çıkan Tuğla ve Selenge ırmakları arasmdaki bir ağaca, bir gece, gökten, kutsal bir ışık iner. Bu ağaçtan musiki sesleri duyulur. Ağacm, gittikçe şişen gövdesinden, dokuz ay, on gün sonra beş erkek çocuk doğar. Büyüyen çocukların en akıllısı olan Buğu Tigin, Uygur-lara hükümdar olur. Bir geoe, rüyasında, beyazlar giymiş, elinde asa, ak sakallı bir ihtiyar görür. Buğu Tigin’e bir yeşim taşı göstererek: «Türkler, bu Kut Dağı’m ellerinde tuttukça, dört bucağa egemen olacaklardır.» der. Türkler, bu dağı ve Yeşim Taşı’nı kutsal sayarlar. Buğu Han’ın ölümünden sonra birçok hakanlar gelip geçer. Bunlardan biri, Çinlilerle savaşa son vermek düşüncesiyle, oğlunu, bir Çin prensesiyle evlendirir. Türklerin Yeşim Taşı’na inancını bilen Çin hükümdarı, buna karşılık bu kaya parçasını ister. Türk hakanı, bunu vermekte bir sakınca görmez. Ulusal vicdanı ve Türklerin ülküsünü temsil eden bu kutsal taşın parçalanıp götürülmesi, Türk Ui için bir yıkım olur. Sular kesilir, dereler kurur, yeşillikler sararır, toprak ekin vermez olur. Kuşlar, hayvanlar, her şey «Göç! Göç!» diye bağrışır. Hakan ölür. Göç başlar. Uygurlar, Beş-Balık ülkesine gelinceye kadar «Göç!» sesleri duyulur ve burada sesler diner. Uygurlar, bu ülkeye yerleşirler.

Bu destanın daha değişik biçimleri vardır.

(Türk destanları için Ziya Gökalp’m «Türk Medeniyeti Tarihimden yararlanılmıştır.)

TÜRK DESTANLARTNDAN

OĞUZ KAĞAN DESTANI

Günlerden bir gün Ay Kağan’m gözü parladı, doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş (gibi) kızıl, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi. Bu çocuk, anasının göğsünden ilk sütü emdi ve bir daha emmedi. Çiğ et, çorba ve şarap istedi. Dile gelmeğe başlandı; kırk gün sonra büyüdü, yürüdü ve oynadı. Ayaklan öküz ayaklan gibi; beli kurt beli gibi; omuzlan samur omuzu gibi; göğsü ayı göğsü gibi idi. Vücudu baştan aşağı tüylü idi. At sürüleri güder, ata biner ve av avlardı. Günlerden ve gecelerden sonra yiğit oldu.

O çağda, orada büyük bir orman vardı; birçok dereler ve ırmaklar vardı. Buraya gelen avlar ve burada uçan kuşlar çoktu. Bu ormanın içinde büyük bir gergedan vardı. At sürülerini ve halkı yerdi. Büyük ve yaman bir canavardı. Ağır bir eziyetle halkı ezmişti. Oğuz Kağan cesur bir adamdı. Bu gergedanı avlamak istedi. Günlerden bir gün ava çıktı. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti. Bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir ağaca bağladı ve gitti. Sonra sabah oldu. Tan ağanr-ken yine geldi ve gördü ki: Gergedan geyiği almış. Sonra Oğuz Kağan bir ayı tuttu; onu altın kuşağı ile ağaca bağladı, gitti. Yine sabah oldu. Tan ağanrken yine geldi ve gördü ki; Gergedan ayıyı da almış. Bu sefer

o ağacın dibinde (kendisi) durdu. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile gergedanın başına vurdu ve onu öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, aldı gitti. Tekrar geldiği zaman gördü ki: Bir ala doğan gergedanın bağırsaklannı yemektedir. Yay ve okla ala doğana öldürdü ve başını kesti.

Yifle günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tann’ya yalvarmakta idi. Karanlık bastı. Gökten bir gök ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki: O ışığın içinde bir kız var, yalnız oturuyor. Çok güzel bir kızdı. Başında ateşli ve parlak bir ben’i vardı, Demirkazık (Kutupyıldızı) gibi idi. O kız öyle güzeldi ki, gülse, gök tanrı gülüyor; ağlasa, gök tann ağlıyor (sanılırdı). Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti; sevdi, aldı.

Günlerden ve gecelerden sonra (kızın gözleri) parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Kün admı koydular; İkincisine Ay adım koydular; üçüncüsüne Yultuz admı koydular. Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Önünde bir göl ortasında, bir ağaç göndü. Bu ağacın kovuğunda bir kız vardı, yalnız oturuyordu. Çok güzel bir kızdı. Gözü gökten daha gök idi; saçı ırmak gibi dalgalı idi; dişi inci gibi idi. Öyle güzeldi ki, eğer yeryüzünün halkı onu görse: «Eyvah! ölüyoruz!» der ve (tatlı) süt,

(acı) kımız olurdu. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti. Yüreğine ateş düştü; onu sevdi, aldı.

Günler ve gecelerden sonra (kızın gözleri) parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Kök adım koydular; İkincisine Tağ adını koydular; üçüncüsüne Tengiz adını koydular. Sonra Oğuz Kağan büyük bir doy (ziyafet) verdi. Halkı çağırınca, ahali birbirine danıştı ve geldi. Oğuz Kağan, kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü aşlar, türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler ve içtiler. Doydan sonra Oğuz Kağan, beylere ve halka yarlık verdi ve:

«Men sinlerge boldum kağan Alalmg ya dlakı kalkan Damga bizge bolsun buyan,

Kök böri bolsungıl uran;

Demür çıdalar bol orman,

Av yirde yürüsün kulan,

Dala daluy, dakı müren,

Kün duğ bolgıl, kök kurıkan.»

(Ben sizlere oldum kağan, alalım yay ile kalkan; nişan olsun bize buyan [baht, mutluluk] kurt olsun [bize] uran [savaş bağırışı]; demir kargı orman[lar gibi] olsun; av yerinde yürüsün kulan [yaban eşeği]; daha deniz, daha ırmak, güneş, bayrak; gök, çadır.)

dedi.

(Oğuz Kağan, buyruğuna baş eğenlere’ dostluk elini uzatır; baş kaldıranlardan ilkin Urum Kağan’a savaş açar. Ordu, kırk günlük bir yürüyüşten sonra Muz Tağ’m eteklerine ulaşır.)

Tan ağarınca Oğuz Kağan’m çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt çıktı. Bu kurt, Oğuz Kağana hitap etti ve: «Ey Oğuz, sen Urum üzerine yürümek istiyorsun; ey Oğuz, ben senin önünde yürümek istiyorum» dedi. Ondan sonra Oğuz Kağan, çadırını dürdürdü ve gitti. Gördü ki, askerin önünde gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt yürümektedir ve kurdun ardı sıra ordu gelmektedir. Gök tüylü ve gök yeleli bu büyük erkek kurt birkaç gün sonra durdu. Oğuz Kağan da askeri ile durdu. Burada îtil Miiren adında bir deniz vardı. Bu İtil Müren’in kenarında bir kara dağın önünde savaş başladı. Okla, kargı ile ve kılıçla vuruştular. Askerlerin »asında vuruşma çok oldu, halkın gönüllerindeki kaygı çok oldu. Boğuşma ve vuruşma öyle yaman oldu ki, îtil Müren’in suyu zencefre gibi baştan başa kıpkırmızı oldu. Oğuz Kağan yendi ve Urum Kağan kaçtı. Oğuz Kağan, Urum Kağan’m hanlığım ve halkını aldı.

(Unun Kağan’m kardeşi, Oğuz’un buyruğu altına girmeği kabul eder. Şehri, iyi koruduğu için kendisine Saklap adı verilir. Geçit vermeyen îtil Nehri’ne ulaşan ordunun buradan geçmesini sağlamak için,

ormandan ağaçlar kesip sal yapan Uluğ Ordu Beg adındaki bilgili bir ere, Oğuz, bu icadından ötürü Kıpçak; çok sevdiği atının karlı bir dağda kaybolması üzerine, dokuz günlük bir aramadan sonra, atla birlikte çıkagelen bir yiğite Karluk; yolda karşılarına çıkan, duvarları altın, pencereleri gümüş, çatısı demirden, kilitli ve anahtarsız bir evi kalıp açması için görevlendirdiği Tömürdü Kağul adındaki yiğite Ka-laç adını verir ve onları o bölgelerin beyi yapar.

Gök yeleli kurt, ordunun önündedir. Bir yerde durur. Burası Çür-çet ülkesidir. Savaş başlar. Oğuz, düşmanını yener.)

Vuruşmadan sonra Oğuz Kağan’m askerlerine, maiyetine ve halkına öyle büyük bir ganimet düştü ki, yüklemek ve götürmek için, at, katır ve öküz az geldi. Oğuz Kağan’m askeri arasında tecrübeli ve gayet becerikli bir adam vardı. Onun adı Barmaklığ Çosun Billiğ idi. Bu becerikli usta, bir araba yaptı. Arabaya cansız ganimetleri yükledi. Arabanın ön tarafına canlı ganimetleri koydu. Onlar çektiler, gittiler. Oğuz Kağan’m maiyeti ve halkı, hepsi bunu gördü ve şaşırdı. Onlar da araba yaptılar. Bunlar arabayı çekerken (durmadan): «Kanğa! Kanğa!» diye bağırıyorlardı. Onun için onlara Kanğa admı koydular. Oğuz Kağan arabaları gördü, güldü ve: «Kanğa kanğa ile cansızı canlı yürütsün; sizin adınız Kanğaluğ olsun.» dedi, gitti.

(Daha birçok yengilerden sonra, bir gün, Oğuz Kağan, Uluğ Türük adındaki ihtiyar, tecrübeli ve bilgili nazırının görüp yorumladığı bir düş üzerine, onun dileğine uyarak, üç oğlunu doğuya, diğer üçünü batıya, ava gönderir. Doğudan dönen Gün, Ay, Yıldız avlarla birlikte, buldukları altın bir yayı; batıdan dönen Gök, Dağ, Deniz, avlanyle birlikte buldukları üç gümüş oku babalarına getirirler. Oğuz, yayı üçe böler, getiren üç oğluna verir: «Yay, sîzlerin olsun; yay gibi okları göğe kadar atın.» der. Okları da, diğer üç oğluna birer birer verir: «Oklar sizin olsun. Yay, oku attı; sîzler de ok gibi olun.» der. Kendisi artık yaşlanmıştır. Ülkesini oğullarına bırakır ve büyük bir toy verir.)

«Ay oğullar, köp men aşdum,

Uruşğular köp men kördüm;

Çıda bile köp ok atdum,

Ayğır birle köp yürüdüm;

Düşmanların ığlağurdum,

Dostlaruınm men küldürdiim,

Kök dengrige men ödedim;

Senlerge bire men yurdum.»

(Ey oğullarım, ben çok aştım; çok vuruşmalar gördüm; çok kargı ve çok ok attım, atla çok yürüdüm; düşmanlan ağlattım, dostlarımı güldürdüm, ben Tann’ya [borcumu] ödedim; şimdi yurdumu size veriyorum.)

(Oğuz Kağan Destam, W. Bong ve G. R. Rahmeti, 1936)

 

Okuduğunuz metin, destanın kendisi değil, konusu; asıl destanın bir özetidir. Bu özetin tek nüshası Paris ulusal kitaplığındadır. Baş tarafları ve son sayfalan eksik olan metnin, XIII. yüzyılın sonlarına doğru yazıya geçirildiği sanılıyor. Metin, Uygur harfleıiyledir. Yazarı bilinmiyor. Özetin içinde, destanın MhnHan alınmış iki nazım parçası vardır.

Destanın kahramanı Oğuz Kağan’ın, İsa’dan 200 yıl önce yaşamış olan Mete Han olduğu sanılmaktadır. Türklerin Müslüman oluşundan sonra bu destan, değişikliğe uğrar ve Oğuz Kağan, bir Müslüman Türk kahramanı olarak görünür (Şecere-i Türkî: Ebülgazi Bahadır Han).

«Oğuz Kağan Destam», Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat ve W. Bong tarafından açıklamalı olarak Uygur harflerinden aynen yeni Türk harflerine ve ayrıca bugünkü Türkçeye çevrilmiştir.
1 — Okuduğunuz metinde Oğuz Kağan nasıl tanıtılıyor? Onda bir destan kahramanı olabilecek ne g»bi üstünlükler gördünüz?

2 — Destanda hangi olaylar gerçeklere ve tarihe dayana-
fciiir? Hangileri doğaüstüdür?

3 — Destanda eski Türk uygarlığından; o uygarlığın yaşayış ve inanışlarından ne gibi izler var?

4 — Kimlere, ne gibi çabalarından ötürü ne gibi adlar verilmiştir?

5 —• Manzum parçalan nazım biçimi, uyak düzeni ve ölçü bakımlanndaiı in celeyiniz; bu manzumeleri bugünkü halk şiirlerimizle karşılaştmnız.
1 — Yukanda okuduğunuz manzum parçalar, destanm Uygarca aslından olduğu gibi alınmış, aynca bugünkü dile çevrilişi de verilmiştir. Asıl metinde geçen:

a) Sin-ler-ge, siz-ge,

b) Boldum, bolsun, bolsun-gıl, bol, bol-gıl,

c) Kök, kün

sözcükleri, bugünkü Türkiye Türkçesinde nasıl bir değişikliğe uğramış oluyor?

2 — Metinde, bugünkü düimize göre değişik söyleyişte olan başka ne gibi sözcükler var?

3 — Adların (-i) haline metinde örnek gösteriniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir