wiki

DEVLET

DEVLET; Alm. Staat (m); Macht (f), Fr. Etat
(m),puissance (f), tng. State, pover. Bir ülkede, bir
hükümete ve ortak kânunlara bağlı olarak yaşayan
bir milletin veya milletler topluluğunun meydana
getirdiği siyâsî varlık. Genel ve klasik bir ifâdeyle,
belli bir toprak üzerinde müstakil bir teşkilât
kurmuş insan topluluğuna devlet denir.
Bu târiften de anlaşılacağı gibi devlet, ferdî, tabiî
ve siyâsî unsurdan meydana gelir. Bu unsurlar
sırayla “nüfus, ülke ve hâkimiyet”tir. Nüfus, devletin,
birinci gerçek unsurudur. Halkı olmayan bir
devlet düşünülemez. Bir devletin var olması için
nüfusun az veya çok olmasının önemi yoktur. Nüfusu
yüz milyonlan geçen devletler olduğu gibi birkaç
yüz binlik devletler de vardır. Ancak nüfusun
çeşitli sebeplerle ve zamanla yok olması hâlinde
devlet de ya yıkılır veya o bölgedeki insanların yerine
başkaları geçerek devâm eder. Fakat bu durumda
ortaya çıkan devlet eski devlet değil, yeni
bir devlettir. Çünkü devletin birinci gerçek unsuru
olan nüfus değişmiştir.
Devletin ikinci gerçek unsuru ülkedir. Bir devletin
var olması için yalnız nüfus yeterli olmayıp, bu
nüfûsun yeryüzünün belli bir bölgesinde, yerleşmiş
olması da lâzımdır. Ülke toprağının küçük veya
büyük olması, toplu, yâhud ayn parçalardan meydana
gelmesi de önemli değildir. Önemli olan ülkenin
belli ve sâbit olmasıdır. Çünkü belli ve sâbit
bir ülke olmadıkça devlet hâkimiyetini tam olarak
kullanamaz. Zîrâ bunun yeri ve sının belli değildir.
Devletin üçüncü gerçek unsuru hâkimiyettir.
İnsan toplulukları düzenli ve istikrârlı bir teşkilât
kurmadıkça ve teşkilât o nüfusu belli sınırlar içinde
bağımsız olarak idâre etmeye başlamayıncadevletin varlığından söz edilemez. Bu bakımdan bir
devletin var olması için nüfus ve ülkenin var olması
yanında hâkimiyet de şarttır. Hâkimiyet bir
toplumun kendisini bizzât idâre etmesi, emredici
kurallar, yâni kânunlar koyması ve bunların gerek
kendi içinde ve gerekse dışarıya karşı tatbikini
sağlamasıdır. Fakat günümüzde kurulmuş ve yaygın
bir şekilde bulunan muhtelif milletler arası
teşekküller devletlerin hâkimiyet haklarını sınırlamışlardır.
Devletlerin bu tip kuruluşlara katılıp
katılmamaları kendi isteklerine bağlı olduğu için,
hâkimiyet hakkının kısıtlanmasına kendisi rızâ
gösteriyor demektir.
Bu üç unsurun tabiî bir sonucu olarak “devletin
şahsiyeti” ortaya çıkmaktadır. Bu özelliğiyle
devlet tıpkı bir şahıs gibi borç ilişkilerinde bulunur.
Şahsiyet unsuru devamlı olduğu için yapılan
kânunlar, taahhüd edilen borçlar ve akdedilen antlaşmalar,
bunları imzâ edenlerin ölümünden sonra
da değişmedikçe devâm ederler.
İlkçağlardan beri kullanılmış olan “polis, civitas,
imperium, statüm” gibi kelimeler hep devlet
kavramını ifâde etmiştir. Eski Türklerde “il” deyimi,
bugünkü modem “devlet” anlayışını karşılayan
bir sözdü. Göktürk ve Uygur çağlarında “il”
kelimesi devlet mânâsına kullanılıyordu. Çincedeki
“kuo” sözü devlet demek olup, bunun Türkçe karşılığının
“il” olduğu eski Türk ve Çin kaynaklarından
da anlaşılmaktadır. Gene eski Türklerde
“halk ve toprak” devleti meydana getiren iki önemli
unsurdur. Üçüncü unsur ise “kağanlık” idi. Devlet
idâresi yerine “il tutmak” tabiri kullanılırdı.
Eski Türkler, devletin kendilerine tanrı tarafından
verildiğine inanırlar, zaman zaman tanrıya “il
veren tanrı” şeklinde hitâp ederlerdi.
Devlet anlayışı, devletin kaynağı ve vasıfları
konusundaki görüşler çağlar boyunca değişmiştir.
Ayrı ideolojilere göre farklı devlet anlayışları belirmiştir.
Aristoteles’ten günümüze kadar hemen
bütün filozoflar devlet kavramı ile ilgilenmişlerdir.
Hıristiyanlıkta kendi prensipleri açısından
devlet konusuyla meşgul olmuştur. İslâmiyetin
devlet hakkında vaz ettiği (koyduğu) esaslar,
Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asr-ı saâdetten
beri kurulmuş olan İslâm devletlerinin icrââtlarından
anlaşılabilir.
Devletin siyâsî olarak açıklanmasını ilk defa
filozof Hegel ve Pufendorf ele almıştır. Özellikle
16 ve 17. yüzyıllarda Avrupa’da hâkim olan bozulmuş
kilise ve papazlara dayalı dînî kudrete karşı
siyâsî otoriteyi güçlendirme çabalan devletin bugünkü
mânâsıyla ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Böylece dînî kurallara uygun (teokratik) devlet
anlayışı, yerini siyâsî devlet anlayışına bıraktı.
Bu arada marksist anlayış siyâsî örgütlenmeyi ifâde
eden devlet anlayışına karşı çıkarak devletiegemen sınıfın imtiyazlarını koruyan bir hukukî biçim
olarak nitelendirdi ve sınıfsız bir toplumda
devlete gerek olmayacağı görüşünü öne sürdü.
Ancak, marksizmin uygulandığı ülkelerde bu düşüncenin
tam tersi olarak işçi sınıfı adına küçük bir
grubun bütün devlete hâkim olduğu ve kendi hak
ve imtiyazlarını korumak, artırmak, devâm ettirmek
için her türlü baskı ve şiddete baş vurduğu görüldü.
Organik yapı bakımından devletler, “basit devletler”
ve “bileşik devletler” olmak üzere ikiye
ayrılır. Birinciler iyiden iyiye merkezleşmiş olan
ve bölünmez bir bütün meydana getiren devletlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti böyle bir devlettir.
İkinciler ortak bir hükümetin yönetiminde birleşmiş
bulunur ve türlü türlü olur. Bâzı çeşitleri târihe
mâl olmuş bulunan bu tür devletlerin bugün
önde gelen misâlleri ABD ve İsviçre’dir. Bunlar,
herbiri bağımsız farz edilen devletlerin geniş ölçüde
adem-i merkeziyet ilkesine göre yönetilmek
ve özellikle savunma ve dış temsil ortaklığı kurmak
yoluyla meydana getirdikleri birliklerdir.
Devletler çeşitli şekillerde doğar; fetihler,
paylaşmalar, monarşi ile idâre edilen devletlerin
evlenme veya mîrâs yoluyla birleşmeleri, bir yabancı
devletin boyunduruğundan kurtulma, bir
sömürgenin bağımsızlığa kavuşması gibi. Yeni bir
devletin hukûkî bakımdan var olabilmesi için tanınması,
yâni öteki devletlerin meydana getirdiği
milletlerarası topluluğu kabul etmesi gerekir.
Bugün dünyada genel olarak devletlerin hâkimiyet
ve bağımsızlık, eşitlik ve kendilerini temsil
ettirme haklarına sâhib oldukları kabul edilmektedir.
Fakat devletlerin bâzı vazîfeleri de vardır
ve bunların uygulanmaması kendine karşı
beynelmilel müeyyidelerin tatbîkine yol açabilir.
Devletin varlığının sona ermesi çeşitli sebeplerden
ileri gelir. Toplum bağlarının çözülmesi,
devletin çeşitli öğelerinin kendi istekleriyle veya
zorla ayrılması, bir devleti başka bir devletin kendi
bünyesine katması vs. gibi. Devletlerin ortadan
kalkmasıyla hâkimiyetin devri, borçlar, antlaşmalar,
kânunların yürürlüğü ve uyrukluk gibi
birçok problemler ortaya çıkar.
Devletler arasındaki eşitlik ilkesi 1815’ten beri
büyük devletlerin kendilerine hak tanıdıkları
imtiyazlar yüzünden devamlı olarak bozulmuş ve
bozulmaktadır. Milletler Cemiyeti Konseyinde bu
devletler her zaman üye sandalyesinde oturmuşlardı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde
de aynı imtiyâz bugün ABD’ye, Fransa’ya, İngiltere’ye,
Çin’e, Rusya’ya tanınmaktadır.
Devlet idâresi şekilleri:
Monarşi: Siyâsî otoritenin bir tek kişi ve onun
temsilcileri tarafından kullanıldığı rejim.Aristokrasi: İktidârın asiller veya zenginler
gibi belli bir sınıfın eline geçmesi.
Oligarşi: İktidârın az sayıdaki bir azınlık tarafın
keyfî idâre şekli.
Demokrasi: Hâkimiyetin halktan kaynaklandığı
idâre biçimi.
Teokrasi: Semâvî dinlerden birinin hükümlerine
dayalı olarak idâre edilen devlet şekli.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir