DİKME
DİKME i. (Dikmek’tcn dik-me). Dikme işi: Bir sütunu (veya direği) dikme. Elbise dikme. || İnşa etme, yapma: Anıt dikme. || Sıf. Dikilmiş, düşey hale getirilmiş: Dikme direk. || Dikme fener, yere dikilen bir sırık üzerine takılan fener. (Sokaklarda kullanılan petrol lambalarına da bu ad verilir))
— Denize. Yük veya ağır cisimleri kaldırmakta kullanılan direk veya serenden meydana gelen maçuna.
— Diş. cerr. Diş etinin altına, üst çene kemiği zarının üstüne veya altına, artık diş bulunmayan bir yere takma diş tutturmak için madenî bir levha, ızgara veya oluğun yerleştirilmesi. (Çok nazik bir teknik olan bu usulden değişik sonuçlar alınmıştır; onun için öteki diş takma usullerinin imkânsız olduğu belirli bazı hallerde başvurulur.)
— İnş. üzerinde işçilerin çalıştığı iskele. || Ahşap binalarda kuşaklar arasına dik olarak yerleştirilen başlıksız direk. || Kapı veya pencerelerde, düşey kenarları meydana getiren parçalardan her biri. [| İskele dikmesi, bir iskelede, kirişleri taşıyan uzun sırıklardan her biri. || Kanat dikmesi, bir kapı veya pencere kapatıldığı zaman, kapı kanatları ya da yan çerçevelerin dikmesine bitişen veya söve, çatma üstüne dayanan dikme.
— Mat. Bir doğru veya bir düzlemle dik açı yapan doğru: Bir dikme indirmek. Bir dikme çıkmak. (Bk. ANSİKL) || Dikme ayağı. (Bk. AYAK.) || Orta dikme, bir kenarın ortasından çıkan dikme.
— Tiyatr. Dekor dikmesi, sahnede bir bütün meydana getirmek suretiyle, derinlik hissi veren dekor dayanağı ve kulisleri düzenleme sanatı.
— Zır. Bitkileri toprağa yerleştirme işi. (Bk. DİKİM.) || Dikme makinesi, körpe fideleri dikmeğe yarayan makine. (Küçük boy dikme makineleri bahçıvanlıkta kullanılır; büyük boy makinelerse birkaç sırayı birden diker ve pirinç, pamuk, tütün, yem lahanası v.b. dikiminde kullanılır.)
— ANSiKL. Mat. Uzayda bir doğrunun üzerinde alınan bir noktadan, bu doğruya mümkün bütün dikmeler çıkılırsa, bütün bu dikmeler bir düzlem meydana getirirler. Bu düzlem doğruya, üzerinde alınan noktada diktir.
Bir doğrunun bir düzleme dik olması için bu doğrunun, düzlemin tabanından geçen iki doğruya dik olması yeter. İki aykırı doğru arasındaki en kısa uzaklık, bu iki doğruya dik olan doğru parçasıdır. Uzayda alınan bir noktadan aykırı iki doğruya çizilen paralel doğrular arasındaki açı dik olursa, bu aykırı doğrulara dik doğrular (dik durumlu) denir. Düzlem analitik geometride, eğimleri m, m’ olan iki doğrunun birbirine dik olması şartı mm = — l dir. Uzayda iki doğrunun birbirine dik olması, bu doğrulara çizilen paralel vektörlerin ska-ler çarpımının sıfır olmasıyle ifade edilir. Bu iki vektör birim vektör olursa, bunların bileşenleri bu doğruların kosinüs doğrultuları olur. (LM)
DİKMEK geçi. f. (esk. türk. tikmek’ten). Bir cismi dik olarak durdurmak, bir yere saplamak veya tutturmak: Ok atan ihtiyar Bek-taş Subaşı / Bu yüksek tepeye dikti bu taşı (Yahya Kemal). |j Fide veya fidanı toprağa yerleştirmek: İşte bu asma Yahya Efendi’nin Hızırla beraber diktiği meşhur asmadır (N. Araz). || Beklemesi için bir kimseyi bir yerde görevlendirmek: Nöbetçi dikmek. || Argo. [Maşrapa, testi, kadeh, bardak v.b. için] Baş aşağı ederek içmek: Şakir kendisine uzatılan rakı dolu maşrapayı yakaladı, kaşlarını havaya kaldırarak dikti, sonra yüzünü buruşturarak avucunun içiyle ağzını sildi (Sabahattin Ali).
— çeş. DEY. Göz dikmek. (Bk. Göz.) || Gözünü dikmek. (Bk. GÖZ.) || Kulaklarını dikmek, dikkat kesilmek, dikkatle dinlemek.
— Mad. oc. Direk dikmek, ocağın zemi-
ninde açılmış bir çukur içine destek direğini yerleştirmek. (Direk vurmak da denir.) [M] DİKMEK geçi. f. (esk. türk. tikmek). Biçilmiş veya yırtılmış kumaş, deri v.b. parçaları iğne ve iplikle birbirine tutturmak: Balkona geçerek elinde dikmekle meşgul olduğu gömleği karşıdan yukarı doğru geçmekte olan sandala uzun uzun salladı (Mehmed Rauf). Çocukluğunda yemeni dikmesini öğrenmesi için bir ustanın yanma vermişler (N. Araz). Dikiş dikmek. (M)