DOLGUN

DOLGUN

DOLGUN

DOLGUN

DOLGUN sıf. (dolmaktan dol-gun). İçi doldurulmuş, şişkin: Bir gün, zengin bir tanıdığı ona hayli dolgun bir zarf uzatmış¬tı (N. Araz). || Balık etinde, zayıf olma¬yan: Pembe beyaz, çıplak kolları neredey¬se insanın boynuna dolanacak kadar tatlı gülüşlü, dolgun bir kadın (S.F. Abasıyanık). jj [Dudak, yüz, kol, v.b. için] Etli, tom¬bul: Dolgun ve güzel kollarına hakikaten anlayan bir gözle bakmıştı (A.H. Tanpınar).
|| [Para için] Fazla, çok: Her Paris’ten ge¬len gibi o da dolgun bir maaşla İzmir’e gitmiş (Ömer Seyfeddin).
— DEY. Etine dolgun, şişmanca, tombulca: Kızıl saçlı, etine dolgun, endamı yerinde bir kadın görüyorum (R.H. Karay).
+ Dolgunca sıf. Şişmanca, tombulca: Dolgunca vücudu, pembemsi yüzü, dağınık, kıvırcık saçları vardı (Ş.S. Aydemir).
+ Dolgunluk i. Dolgun olma hali.
— DEY. Kulak dolgunluğu, bir kelime veya sözü birçok defa duymaktan dolayı mey¬dana gelen alışkanlık.
— Kadın-doğum. Meme dolgunluğu. Do¬ğumdan sonra meme bezlerinde süt toplan¬masından dolayı memelerin irileşip gergin¬leşmesi. (ML)

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*