DOLMAK
DOLMAK geçz. f. (esk. türk. tolmak, gir¬mek). Dolu hale gelmek; Kova su ile dol¬du. || Bir şeyin içine birikerek boşluğu or¬tadan kaldırmak; Kovaya su doldu. || Bir şeyle baştan başa kaplanmak: Ağam sen gideli yedi yıl oldu / Dikliğin ağaçlar meyva- lar doldu (Halk türküsü). || Kalabalıklaş¬mak: Meclis odasının içi, dışı dolmuştu (Ömer Seyfeddin). Tabiî tramvay tekrar doldu… (Burhan Felek). || [Süre için] Ta-mamlanmak: Hizmet siirem dolduktan son¬ra buradan gideceğim, demek ki tayin et¬tiği zaman henüz dolmamış (R.H. Karay). || Bir duygu ile baştan başa kaplanmak: Baş¬ladı sonsuz güzellikler / Dehşetle doldu gönlüm (F. H. Dağlarca). || Mec. Sab¬rı kalmamak, dayanamayacak hale gelmek: O yanık defteri artık kapa, zira doldum (M.Â. Ersoy). ,
— ÇEŞ. DEY. Çilesi dolmak. (Bk. ÇİLE.) || Dolup taşmak, başka bir şey veya kimse alamayacak kadar kalabalıklaşmak: Onun ders saatlerinde Kara Medrese dolup taş¬mağa başlamış, adam almaz olmuştu (N. Araz). || Gözleri dolmak, ağlayacak ha¬le gelmek: Dedelerimin bu mezarlıklarda hâlâ vakar ile dikilen kavuklu taşlarına ba¬karken gözlerim dolar (R.N. Güntekin). || Kulağı dolmak, çok duyarak öğrenmek.
+ Doluşmak ortaklş. f. Biraraya top¬lanmak.
+ Dopdolu sıf. Tamamen dolmuş: Göz¬leri dopdoluydu, saçları darmadağın (F.N. Çamlıbel). [M]