Eğitime Adanmış Bir Ömür ‘Muallim Cevdet Bey’
Hayatını talebe yetiştirmekle geçiren Muallim Cevdet’in dünyasında en önemli şeylerden biri kitapsa diğeri öğrencileriydi. Öğrencilerini tam bir dini ve milli şuurla yetiştirmek ister, bunun için bıkmadan usanmadan çalışırdı. Talebeleriyle yaptığı geziler meşhurdur. Öğrencilerini bir gün Yedikule’ye, bir gün Beylerbeyi’ne, bir gün Rumeli Hisarına, Topkapı Sarayına götürür, çocuklarla yol yürümekten usanmaz, sorularına cevap vermekten bıkmazdı. Bu şekilde manevi evlatlarına tarih şuurunu aşılamaya, onların Osmanlı eserleriyle ülfet ve ünsiyet tazelemelerine gayret ederdi.
Robert Kolejinde öğretmenlik yaptığı sırada Türk ve Müslüman öğrencilerin kiliseye götürülerek onlara dini ayinlerin ve duaların öğretilmesine karşı çıkmış ve buna engel olmuştur. Talebelerine dini ve ahlaki dersler vererek onları Türk-İslam münevveri olarak yetiştirmeye çalışmıştır.
Büyük Kitap Kurdu
Muallim Cevdet büyük bir kitap aşığıydı. Yemez içmez, varını yoğunu kitaba yatırırdı. Bilhassa nadir bulunan yazma eserler büyük ilgisini çeker, bunları satın almaya çalışırdı. Eğer istediği bir kitabı almaya gücü yetmezse kederlenir, gözüne uyku girmezdi. Onun bütün dünyası kitaptı. Muallim Cevdet’in talebelerinden Malik Aksel “İstanbul’un Ortası” adlı eserinde hocasının bu özelliğini şöyle anlatıyor:
“Yemez içmez, elindekini kitaba verir, aldıklarını başından sonuna kadar okur, onlara kurşun kalemle notlar tutardı. Hatta bir kitabın kenarında şöyle bir yazısı vardır: ‘İstanbul Muallim Mektebine verdiğim birçok kitaplar kaybolmuştur. Sekiz defa taşınan bir mektepte kitap kalır mı?’
“En büyük sıkıntısı 15 binden fazla el yazması, taş basması ve minyatürlü eserlere yer bulmaktır. Kitaptan başka bir şeye para verdiği yoktu. Kışın sırtında aba bir pelerin, elinde bir şemsiye ile ilkin odasına gider, kitaplara dalar, onların kenarlarına bir şeyler yazar ki, bunlar da ayrı bir kitap sayılacak değerdedir.
“Bir ara bu hoca, elbiseli olarak pelerinle yerde yatmayı adet edindi. Bunun sebebi neden sonra anlaşıldı. Askere alınırsa yerde yatmaya alışsın diye imiş. Fakat yine de kitaptan para ayırıp bir battaniye almayı çok görüyordu. O zamanın şöhretli zenginleri ise ne çılgınlıklar yapmıyorlardı! Miloviç’in yatağına banknotlar mı döşemiyorlardı? Bunların adları dillerde dolaşırken bu fakir muallim, yiyeceğinden keserek kitaplar topluyor, İstanbul Şehir Kütüphanesi’ni kuruyor, bunu millete bağışlıyor, kendisi de açlıktan verem olarak, canından çok sevdiği kitaplarından ayrılmıyordu. Bu hoca kitaplarından sonra sevdiği talebeleri için de ne fedakârlıklara katlanmazdı. Ders programını bir tarafa iter, kendisi dilediği gibi çocukları gezdirir, her yer onun için dershane sayılırdı.”
Muallim Cevdet öldüğü sırada el yazması dâhil, çeşitli dillerde 10.000 cildin üzerinde kitabı vardı. Bu zengin koleksiyonunu büyük bir kadirşinaslık göstererek
Muallimliği ve öğretme aşkından dolayı “muallim” lakabıyla tanındı. Yemez içmez, varını yoğunu kitaba yatırırdı. Binlerce öğrenci yetiştirmiş, birçok kitap ve makaleler yazmış, ardında on bin cildin üzerinde
kitap bırakmıştı…
Bir ilim ve kültür abidesi. Ömrünü kitaplara vakfeden ayaklı bir kütüphane. Tarihine ve milli değerlere sahip çıkan bir vatan sevdalısı. Kıymetli talebeler yetiştiren bir hoca. Pek çok değerli kitaba imza atmış bir yazar. Türk arşivciliğinin temellerini atmış bir hamiyetperver.
Muallim Mehmed Cevdet 1883’te Bolu’da doğmuştur. Babası Evkaf Memuru Mehmed Said Efendi’dir. Aslen Rumelili olan aile, 93 Harbi’nden sonra Bolu ya göçmüş, Cevdet burada doğmuştur. İlk ve ortaokulu Bolu’da, liseyi ise vilayet merkezi Kastamonu’da tamamlamıştır. Daha sonra İstanbul’a giden Cevdet, Darülmuallimîn-i Âliye’nin (Erkek Öğretmen Okulu) Edebiyat bölümünü birincilikle bitirmiş, bir müddet de İstanbul Hukuk Mektebi’ne devam etmiştir. Aynı yıllarda Bayezid Camii’ndeki Arapça derslerini takip etmiş, kendi gayretiyle Farsça, Fransızca ve Almanca da öğrenmiştir.
Daruşşafaka, Robert Koleji ve Şemsülmekâtip gibi özel okullarda öğretmenlik yapan “Bolulu Mehmed Cevdet Bey”, bu yıllardan itibaren “Muallim Cevdet” olarak tanınmaya başladı. Bakü İslam Cemiyet-i Hayriyesi’nin daveti üzerine 1907’de Bakü’ye gidip 13 ay orada kalmış ve Füyûzat adlı öğretmen okulunu kurmuştur. Bu okulun programını bizzat yaptığı gibi gerekli olan dini ve milli neşriyatın temini için bir de matbaa tesis ettirmiştir. Bakü’de bulunduğu sırada Rusça ve Latinceyi de öğrenen Cevdet, burada pedagoji ve tarih araştırmaları yapmış, Ağaoğlu Ahmed’in gazetesinde yazılar yazmış, konferanslar vermiştir. Fakat Rus hükümetinin şüphelenmesi üzerine İstanbul’a dönmek zorunda kalmış, açtırdığı okul da kapatılmıştır.
Avrupa’ya giderek Cenevre’de pedagoji tahsil etmiş, İstanbul’a geldikten sonra (1931 (0ازأا’e kadar sürecek olan öğretmenlik hayatına tekrar başlamıştır. Darulmuallimîn’de pedagoji, Robert Kolejinde Türk dili ve tarihi, İstanbul Erkek Lisesinde din dersleri öğretmenliği (1925), Lrenköy Kız Lisesi’nde Farsça, İstanbul Erkek Muallim Mektebi ve Gelenbevi Ortaokulunda tarih ve coğrafya öğretmenliği yapmıştır. Sebepsiz sık sık ğörev değişikliği sağlığının bozulmasına yol açmış, Cevdet üzüntüsünden hastalanarak iki yıl görevine devam edememiştir. 1932’de Başbakanlık
Osmanlı Arşivi Tarihi Evrakı Tısnif Heyeti Reisliğine getirilmiş, üç yıl yürüttüğü görevinden 1935’te hastalığı sebebiyle ayrılmak zorunda kalmıştır, üç ay sonra ise İstanbul Kütüphaneleri TasnifHeyeti Reisliğine getirilen Muallim Cevdet, bu görevini ancak üç ay yürütebilmiş, elli iki yaşında iken vefat etmiştir (Aralık 1935). Kabri İstanbul’da Edirnekapı mezarlığındadır.
Hiç Evlenmemişti!
Muallim Cevdet hiç evlenmemiştir. Bütün ömrünü mesleğine, kazancını kitaplarına vermiştir. Doğu ve Batı kültürlerine aşina olan ve her hali ile medeni bir şarklı olan Cevdet, birçok fikir adamının eserlerini incelemiş ve onlardan istifade etmiştir. Dolayısıyla kendilerinden istifade ettiği kalem erbabını daima hayırla yâd etmiştir. Özellikle Ali Emiri Efendiye büyük sevgi duymaktadır.
İkdam Gazetesi sahibi Ahmet Cevdet Bey’in öz mahsulü olduğunu ve ondan daima faydalandığını yazar. En çok ufkunu ve fikrini açan zatlar olarak Kamusü’l-A’lâm’ı ile Şemseddin Sami’yi, Kırk Ambar ve Dağarcık mecmuaları, Beşâir, Müdafaa ve Nizâ-ı İlm ü Din gibi eserleri ile Ahmed Midhat Efendiyi, Osmanlı Müellifleri adlı eseri ile Bursalı Mehmed Tahir Bey’؛ saydıktan sonra bilhassa Süheyl ünver’in çalışmalarının kendisini çok etkilediğini belirtir, Türk ulemasının hiçbirinin onun kadar başarılı olamadığını söyler.
“Fatiha’dan Unutmayız!”
Muallim Cevdet’in yakın arkadaşı sahaf Raif Yelkenei onun son günlerini şöyle anlatmaktadır:
“Cevdet Bey son günlerinde Gülhane Hastanesi’ne kaldırılmıştı. (…) Çıktım, hatırını sordum. Bana şu tavsiyede bulundu: ‘Sizinle konuşmak isterim. Fakat dilim ağırlaştı. Sözleri dura dura söyleyeceğim. Lütfen beni dinlemek için sabırlı olunuz.’ Ben de peki dedim. Bana hastanenin durumunu ve kendi halini anlattı. Hastalığının anlaşılamadığını söyledi ve nihayet ‘Şu yalancı dünyada birkaç gün daha misafir olarak belki kalabileceğim’ dedi ve ilave etti:
‘Ağabeyim, ben ölüme mahkûmum. Mutlaka öleceğim. Bunun için doktor olmak gerekmez. Bir adam ki, midesi hiçbir şeyi kabul etmezse, suyu güçlükle içerse nasıl yaşayabilir? Cenab-ı Hakk’m bir kanunu var, o kanun bozulmaz. Meğer mucize veya keramet ile bozula.’ Bunun üzerine teselli için ‘Cevdet’im açıklamaya hacet yoksa da size manevi tıbba tevessül etmeği tavsiye ederim’ dedim. Cevap olarak ‘Ben ona her zaman tevessül ediyorum. Şimdiye kadar yaşayışım hep onun sayesindedir. Ağabeyim, ben itikat sahibiyim. Allahımı, Peygamberimi severim. Ben bütün İslam büyüklerini severim.’ dedi.
İstanbul Belediye Kütüphanesine (bugün Taksim Atatürk Kitaplığı) vakfetmiştir. Bu kolel«؛yoı ^ adı geçen kütüphanenin en zengin bölümlerinden birini oluşturmaktadır.
Muallim Cevdet ve Osmanlı Arşivi
Tarih 1931. Cahil bir komisyonun ve gafil bir defterdarın ön ayak olmasıyla İstanbul Defterdarlığı Hazine Dairesindeki 400 sandık kadar evrakın Bulgaristan’a satılmasına karar verilir. Aynı yılın Mayıs ayında plan uygulamaya konmuş, 400 sandık evrak, balyalar haline getirilerek Sirkeciye götürülmüş, oradan da trene yüklenerek Bulgaristan’a sevk edilmiştir. Tam iki yüz balya… Tarih kokan, kültür kokan, biz kokan iki yüz balya, okkası on kuruş on paradan Bulgarlara satılır.
Muallim Cevdet bu vahim hadiseyi arkadaşı, İstanbul Belediye mektupçusu Osman Erg؛n’؛n odasında öğrenmiş ve derhal harekete geçmiştir. Cevdet’in bu hadiseyi öğrenmesini Osman Ergin şöyle anlatmaktadır:
“Cevdet’i bu felaketten ve cinayetten haberdar ettim. İhtimal vermedi ve inanmadı. Gazeteyi ve oradaki resimleri gösterelim. Bu defo da yerinde oturamadı. Yıldırımla vurulmuşa döndü. Bir müddet hüngür hüngür ağlamaya başladı. Azıcık >’atı؛؛ınca biraz daha izahat istedi, verdim. Derhal yerinden kalktı. Sultanahmet meydanına doğru gitti. Yarım saat sonra elinde bir kucak vesika olduğu halde geldi. Ve ‘bunları beşer kuruşa (^>cukl؛ırın elinden ؛ildim, tarih¡ evrak bu hale getirilir mi’ dedi. Hâlâ ağlıyordu. Kendisini teskin ve teşelli etmeğe çalıştım, ne mümkün!..”
Muallim Cevdet, zamanın Başbakanı ismet İnönü’ye, Türk
Tarih Cemiyetine ve Bulgaristan Tüırk Cemiyetine mektuplar yazarak satışı durdurmak istedi. Özellikle ismet ?aşa’ya yazdığı uzunca mektubunda bu hadiseye el koymasını rica etti. Muallim Cevdet’in hükümet nezdinde gösterdiği bu üstün gayretten sonra kısmi bir netice alınmış, iki yüz balya evraktan elli bir çuvalı kurtarılabilmişti. Cevdet’in bu büyük azmi, kararlılığı ve medeni cesareti resmi evrakların korunmasını emreden bir nizamnamenin hazırlanmasına sebep olmuştur (1934).
Cevdet Tasnifi
Osmanlı Arşivi’nde tasnif, yani arşiv malzemelerinin şınıflandırılması, defter ve belge olmak üzere ikiye ayrılır. Belge tasniflerinde Ali Emiri, ibnülemin ve Muallim Cevdet tasnifleri mühim bir yer tutar.
931ل yılında meydana gelen yukarıda bahsettiğimiz bu utanç verici hadiseden sonra 8 Ekim 932ل tarihli İcra Vekilleri Heyeti kararı ile Muallim Cevdet’in yeni bir heyeti oluşturulmuştur.
Kilisli Muallim Rıfat, emekli bazı devlet memurları ve tarih meraklısı bazı kimseler de bu heyette yer almıştır. Muallim Cevdet 1935’te hastalığı sebebi ile istifa ederek ayrıldığı halde tasnif 7توا tarihine kadar sürmüş ve tasnife “Cevdet Tasnifi” adı verilmiştir.
Bu tasnif on yedi ana bölüm altında, ١ ١. 960’1322/M. 1553-1904 tarihleri arasındaki kayıtları ihtiva eden 216.572 adet belgeden oluşmaktadır. Latin harfleriyle yazılmış otuz dört ciltlik katalogu mevcuttur
Cevdet, birçok fikir adamının eserlerini incelemiş ve onlardan istifade etmiştir. Dolayısıyla kendilerinden istifade ettiği kalem erbabım daima hayırla yâd etmiştir. Özellikle Ali Emiri Efendi’ye büyük sevgi
duymaktadır…
“Fakat her on dakikada bir parça su istiyordu.Ben de veriyordum. Bir yudum kadar alıyor, ağzında dolaştırıyor, sonra yoruluyordu. Bir saat kadar oturdum. İki üç kere kalkmak istedim, bırakmadı. ‘Otur otur, bu son görüşmemizdir؛’ dedi. Gözlerinden yaş geldi, teselli ettim. ‘Tesellinize teşekkür ederim, fakat vakit çok yakın’ dedi.
“Son defa müsaade isteyip kalktığım zaman ayak üzerinde durdum. ‘Nasıl kardeş, bir emriniz var mı? Yapılacak bir hizmet var mı?’ dedim. ‘Estağfırullah ricam var’ dedi. ‘Nedir, buyrun’ dedim. Cevabında ‘Fatiha’dan unutmayınız’ dedi. ‘Ah Cevdet, bunlar hep açlık, halsizlik, asap bozukluğudur’ dedim. İçini çekti ‘Öyle olsuri dedi. Ayrıldım. Cenab-ı Hak ona rahmetini esirgemesin, yeri cennet köşkü olsun!”
Eserleri
Zamanımızda Usul’i inşa ve Muhabere (و92ا/ل4آا), Şark ilyada’sı Şehname (1928), Askerî Din Dersleri (1928), M. Sauton’dan çevrilen “Spor Ruhu” adlı esere yazdığı “Türklerde Spor” başlıklı ek (1928),إ’ااآاأ Battuta Seyahatnamesindeki Ahilik teşkilatı bölümüne ek olarak yazdığı Arapça zeyl (Zeyl Alâ Fasli’lAhıyyeti’l- Fit^ni’^Türkiyye fî-Kitâbi’r-Rihleti li’ibni Battüta) (1932), Müderris Ahmed Naim (1935), Tarihi Sözlük (Ancak altı forması basılabildi), Mektep ve Medrese (makalelerinin bir bölümünün 1978’de kitaplaştırılmasından oluşmuştur.)
Pasteur’e Nişan ve Para Yardımı Yapıldıultan İkinci Abdülhamid’in (1876-1909) padişahlığı, Avrupa’da modem tıbbın gelişiminin hız kazandığı ve büyük buluşların olduğu döneme rastlar. Sultan Abdülhamid dıştan gelen tehlikeler ve iç siyasetteki karışıklıklar neticesinde yıkıma doğru giden Osmanlı Devleti’ni ayakta tutmak için önemli kararlar alırken Batı’daki gelişmeleri de yakından takip etmiş, milliyetine bakmayarak ilmî çalışmalar yapan ve insanlığa faydalı buluşlara imza atanlara çeşitli yardımlarda bulunmuştur.
Devrin meşhur isimlerinden Parisli kimyager Louis Pasteur de Abdülhamid Han’ın yardımlarına mazhar olmuş bir bilim insanıdır. Pasteur, 1885 yılında Fransa’da kendi mütevazı laboratuvarmda yaptığı çalışmalar sonucu kuduz hastalığını tedavi yöntemini bulmuştur.
Bu keşif, insan hayatını doğrudan etkileyen buluşların en önemlilerinden birisidir. Pasteur bulduğu aşıyı uygulamak ve yaygınlaştırabilmek maksadıyla kuracağı enstitü için bütün devlet başkanlanna mektup yazıp yardım talebinde bulunmuştur. Arşiv belgelerine baktığımızda Sultan İkinci Abdülhamid’in bu gelişmeyi yakından takip ettiğini görüyoruz.
Şöyle ki; Osmanlı Paris elçiliği, sarayın isteği ile yaptığı araştırmaların آتءصهااآار،ة, Pasteur’e herhangi bir devletin yardım göndermediği, nişan dahi yollamadığı bilgisine ulaşıyor. Hatta Pasteur’ün kuduz hastalığı için bulmuş olduğu bu aşının henüz bir tecrübeden ibaret olduğu ve kesin bir neticesi olmadığından dolayı Avrupa «١٦ otoriteleri tarafından kabul edilmediği ifade ediliyor.
Buna rağmen, Sultan Abdülhamid Pasteur’ü yalnız bırakmamış, insanlık için yapmış olduğu bu keşfe mükâfat olarak en yüksek devlet liyakat madalyası olan 1. dereceden Mecidi nişanı ihsan etmiş ve açacağı müesseşe ،c،n de 10 bin frank (800 lira) para yardımında bulunmuştur.
Paris’e Heyet Gönderildi
Osmanlı’nın Pasteur’ e ilgisi bununla da kalmamış, bulduğu aşı usulünü görmek için 1886’da Dr. Zoeros
Erzincan Askeri Hastanesinde ameliyattan evvel çekilmiş bir fotoğraf (allta)
Dr. Cemil Topuzlu (sağda küçük resim)
Dr. Besim Omer Paşa