EMNİYET KEMERİ
mniyet kemerine bir kazayı önleyebilecek yetenekte bir araçtan çok, kaza halinde uğranabilecek yaralanma ve ölüm tehlikelerini sınırlayan bir araç gözüyle bakılmalıdır.
Kemer, bir çarpma halinde, taşıtta bulunan kimselerin, başlarını taşıtın üçyüzünde herhangi bir yere vurmalarını önlediği gibi, olayların yüzde otuzunda meydana gelen ve ölümlerin yarıdan fazlasına sebep olan dışarı fırlatılmaları da önler.
Bu bakımdan çarpma halinde arabanın içinde kalmak genellikle daha iyidir.
Emniyet kemerleri üç şekilde :
— Karın kemeri,
— Omuz kemeri,
— Birleşik “üç nokta” tipinde yapılmaktadır.
Bunlardan ilk iki tipi bilieştiren üçüncü kemerin, yani “üç nokta”nın içlerinde en iyisi olduğu anlaşılmaktadır.
Emniyet kemerinin, çarpma halinde başın aşırı ve sert bir hareketinden meydana gelecek sonuçları önlemek üzere, koltuğa ekli kapitone bir destekle tamamlanması gerekir.
Bu biçimde tamamlanan bir emniyet kemeri, kazalarda etkili bir koruma aracı olmaktadır.
İsveç’te 28.000 kaza üzerinde yürütülen bilimsel bir incelemeden elde edilen sonuçlara göre :
1. Şoför ve yolcunun kemerini bağlaması halinde, 100 km. (saatte) nin altındaki hızlarda HİÇ BİR ÖLDÜRÜCÜ YARALANMA KAYDEDİLMEMİŞTİR.
2. Buna karşılık, kemerini bağlamayan şoför ve yolcularda, 30 km.’nin üstündeki hızlarda oluşan çarpmalarda, ÖLDÜRÜCÜ OLAYLAR görülmüştür.
Bir İsveç incelemesi, emniyet kemeri takmanın ÖLÜM TEHLİKESİNDE % 50 BİR AZALMA SAĞLADIĞINI açıkça göstermektedir.
Başka incelemeler (özellikle Birleşik Amerika Devletlerindeki Cornell Üniversitesinde çarpışmalara karışan 70.000 taşıt üzerinde) de yapılmış olup, sonuçlar hep birbirine benzemektedir. Avustralya’dan (Buradaki Victoria Devletlerinde emniyet kemeri takılması 1970 yılında zorunlu kılınmıştır) gelen istatistiklerde de durumun farksız olduğu görülmektedir. Emniyet kemeri kullanılmasını zorunlu kılan yasanın çıkışını izleyen yıl içinde, adı geçen ülkede ölümlü trafik kazalarında % 23 bir düşme olmuştur.
İlgili makamların kanısına göre bu gün Avustralya, dünya ülkeleri arasında en çok emniyet kemeri kullanılan bir yerdir. Avustralya’nın nüfusu en yüksek devleti olan New South Vales’de, arabanın ön kanepesinde iken kemer takmamak, otomatik olarak cezaya yol açar. Bugüne kadar çocuklar için hiç bir etkili bağlantı düzeni bulunamamıştır. Bunlar için emniyet kemeri, boyları yetişkinlerinkine yaklaşıncaya kadar yararlı olmamaktadır.
O halde yapılacak şey 0 : 14 yaş arasındaki çocukları, sistemli olarak TAŞITIN ARKASINA oturtmaktır. Hiç bir durumda, KÜÇÜK ÇOCUKLAR ÖNDE OTURAN YOLCUNUN DİZİ ÜSTÜNDE YOLCULUK ETMEMELİDİRLER.
18 aylıktan ufak çocuklar, arka kanapeye sıkıca tutturulan bir beşikte yolculuk etmelidir. Fakat arka pencere önündeki düzlüğe konmamalıdır, arabanın sert bir duruşu bunları bir mermi gibi ileri “fırlatır”. Bu küçük çocuklar, aynı şekilde, ön ve arka kanapeler arasına sıkıca bağlanan bir hamakta da taşınabilirler.
Emniyet kemerlerinin, yurdumuzda da 22 Ekim 1973 tarihinden sonra imal edilen otomobillerde bulundurulması zorunlu kılınmıştır. Ancak, aracın kullanılmasıyla ilgili yasal bir yaptırım (müeyyide) bulunmadığı gibi yararlarını ilgililere duyuran ve tanıtan yayımlar da hemen
Bir İsveç güvenlik afişi, bebeklikten okul çağına kadar çeşitli yaşlarda çocukların nasıl oturtulması gerektiğini göstermektedir.
hemen yok gibidir. Bu konuda Türkçe olarak bizim görebildiğimiz sadece Karayolları Genel Müdürlüğü Trafik Fen Heyeti Müdürlüğünce yayımlanan 32 no.lu bir Eğitim Kartıdır.
Trafik güvenliğinin herkesten önce kendimizde başlaması gerektiğini sayın okuyucularımıza hatırlatarak sözlerimize Bil Copland’ın Reader’s Digest dergisinde çıkan “EMNİYET KEMERLERİ TEKERLEKLİ KOLTUKLAR KADAR BAĞLAYICI VE SIKICI DEĞİLDİR.” özdeyişiyle bitiriyoruz.
Not : Memleketimizin trafik ortamında karşılaştığınız ya da saptadığınız olağanüstü durum ve davranışları, yazı, fotoğraf, karikatür, fıkra … v.b. halinde bize gönderirseniz, bunlardan öteki okuyuculara duyurulmasında yarar görülenler, dergimizde sıra ile ve gönderenin adıyla yayımlanacaktır.
Okuyucularımıza trafik ortamını genel çizgileriyle ve yurt çapında tanıma olanağını verecek olan bu yardımlarından ötürü şimdiden teşekkür ederiz.
Siz insan beyni üzerinde çalıştınız ve onun bir takım sırlarını keşfettiniz Bize beynin ne olduğu hakkında birşey söyler misiniz ?
— Kafatasının içinde adeta bir galaksi (yıldızlar kümesi) vardır, orada milyarlarca sinir hücresi bulunur : nöron’lar. Bu sayısız sinir hücreleri birbirleriyle binlerce bağlantı yapar. Bu bağlantıların sayısı 56 X 10“ kadardır. Astronomik bir sayıya ulaşan bu bağlantılar çok çeşitli işler yapılmasını sağlar. Deha sahibi insanlar bile beyinlerinin bütün olanaklarını kullanmış değillerdir.
örneğin bir insan bir yabancı dil öğrenmeye başlayınca beyinde o zamana kadar kullanılmamış sinir hücreleri göreve çağrılır. Beyinde her zaman göreve çağrılmayı bekleyen yedek sinir hücreleri bulunur. Atrofik (körelmiş) beyin hücreleri iyileşemez, fakat beynimiz olaylara hazırlıklıdır, kaybolan hücrelerin yerine yeni hücre takımlarını göreve çağırır.
Örneğin, Pastör keşiflerini yaptığı sırada beyninin yalnız ca bir yarımküresi çalışabiliyordu.
— O halde çok kimsenin sandığı gibi çok fazla bilgi taşıyanlarda “beyin sulanması” diye bir tehlike yoktur.
— İnsan beyni olanaklarına sınır tanınmamış tek organdır Örneğin kolu daha kuvvetlendirmek olanağı vardır, fakat kas gücü sınırlıdır. Yürek de böyledir, yaptığı işi belli bir ölçüye kadar arttırabilir. Bunlara karşın beynin çalışmasında bir sınır yoktur.
Elimizdeki işi bir yana bıraktığımız zaman bu işten “sorumlu” olan beyin hücreleri basit bir dinlenme durumuna geçmez. Bugün için açıkla-namıyan bir olay başlar : Düşünceler bu sırada “olgunlaşmalarını tamamlar”, insan ne kadar çok şeye karşı ilgi duvarsa beyin de bundan o derece yararlanır, çünkü beynin daha büyük bir bölümü göreve çağrılır ki bu da beyin çalışmasının daha artması demektir.
Benim üstünde en çok çalıştığım bilimsel konu kelimelerin beyin kodlarının şifresini çözmektir. Fakat boş zaman bulduğumda beyin hastalıklarının genel mekanizmaları üstünde de çalışıyorum, işin içinde olmıyan biri benim konularımın monoton olduğunu sanabilir, fakat aslında benim konularım bir genel pratisyen veya
bir beyin cerrahınının konuları kadar değişkendir.
— Sinirlerin görevleri (nörofizyoloji) ile ilgili başlıca problemler hangileridir ?
— Örneğin ruhsal faaliyetin üstün kalitesi konusu. Kelimelerin beyin şifrelerinin çözülmesi: Bize söylenen sözleri kavrayışımız ve daha sonra biz düşünür ve konuşurken beynimizde bu kavramların değişmesi. Sovyetler Birliği uzmanları bu konu üstündeki çalışmalarda dünyada birinci gelmektedir.
Beyindeki kelime şifreleri ile ilgili bilgiler beyindeki ruhsal olayların çok ince mekanizmaları ile ilgili çalışmalarda önemli bir adımdır. Bu bilgiler yalnız klinikçileri değil filozof ve sosyolog’ları da ilgilendirir. Bugün bu bilgilerin uygulanmasının nereye varacağını söylemek olanağı yok gibidir : ses bilimi (akustik), sibernetik, iş fizyoloji’si …
Bir diğer sorun : beyin hastalıklarında müşterek olan şeylerin tanınması. Bu bilgi elde olmadan etkili,bir tedavi yapılması olanağı yoktur. Enstitümüz “hastalık durumunun stabili-te’si” teorisini ileri sürdü, inanıyoruz ki hastalıklar beyinde bazı değişiklikler yapıyor, bu değişmeler hastanın hayatta kalmasını sağlamakta, fakat doktorları zor duruma sokmaktadır.
— Meslek hayatınızda özel önem taşıyan bir hasta hatırlıyor musunuz ?
— Evet, birgün genç bir kadın hasta geldi. Bakışları anlamını kaybetmişti ve umutsuzluk doluydu. Sarsılarak yürüyor ve elleri titriyordu. Hasta iyileşmez cinsden bir hastayı andırıyordu. Fakat bir kaç yıl sonra bu kadın bir nöropatoloji (beyin hastalıkları) toplantısında diğer doktorlara gösterildi. Eski hasta kendinden emin, hayat ve sağlıkla dolu olarak salona girdiğinde bir alkış koptu.
Bu iyileşme beynin derin dokularının elektrikle uyarılması sayesinde başarılmıştı. Beynin derinliklerinin elektrikle uyarılması tamamen yeni bir tedavi şeklidir, bu tedaviyi bu üstün duruma getirebilmek için yıllarca uğraştık. Zayıf akımlar etkisiyle beyinde yepyeni bir durum yaratılır : yenileşen beyinde büyük yedek güçler bulunmaktadır.
SPOUTNIK’den Çeviren: Dr. Selçuk ALSAN