Genel

EPOKSİ REÇİNELERİ, FENOL-FORMALDEHİT REÇİNESİ, KAZEİN REÇİNESİ, POLİETİLEN, POLİSTİREN, POLİÜRETAN, ÜRE-FORMALDEHİT REÇİNESİ, Vİ-NİL REÇİNELERİ PLATEA

EPOKSİ REÇİNELERİ, FENOL-FORMALDEHİT REÇİNESİ, KAZEİN REÇİNESİ, POLİETİLEN, POLİSTİREN, POLİÜRETAN, ÜRE-FORMALDEHİT REÇİNESİ, Vİ-NİL REÇİNELERİ

EPOKSİ REÇİNELERİ

EPOKSİ REÇİNELERİ

PLATEA SAVAŞI, Pers Savaşları sırasında Yunanlılar ile Persler arasında meydana gelen savaş (İ.Ö. 479). Termopil Savaşı’ndan sonra Atina’ya giren Persler, kenti yağmaladıktan sonra Tesalya’ya çekildiler. Pers Kumandanı Mardonios, Atina’nın barış önerilerini kabul etmemesi üzerine yeniden kente girdi. AtinalIlar, Sparta’dan yardım istediler. Spartlılar Kral Pausanias komutasında bir orduyla Atina’nın yardımına geldiler. Persler, Atina’yı boşaltarak Pletea kenti dolaylarına ordugâh kurdular. Sparta ve Atina birleşik ordusu da bu yöreye yerleşti. Savaşta çarpışan taraf Persler ile Spartalılar oldu. Pers Kumandanı Mordonios savaş alanında öldü. Savaş sonunda Persler tüm Yunanistan’ı boşaltmak zorunda kaldılar. Savaşın Yunanıların başarısıyla sona ermesi üzerine, Yunanlılar Zeus için bir sunak yaptılar. Ayrıca Pausanias üç ayaklı altın bir kazanı Del-fi Apollonu’na armağan etti. Kazan, üç ayağından başka, birbirine sarılı üç yılanı simgeleyen bir sütun tarafından destekleniyordu. Bugün bu sütun İstanbul’da Sultanahmet Mey-dam’nda bulunmaktadır (Burmalı Sütun).

PLATİN, periyodik cetvelin VIII grubunda yer alan gümüş beyazı renkte metal element. Doğada en az bulunan elementlerdendir. Ticari önem taşıyan platin yatakları SSCB ve Kanada’da bulunur. Kimyaca ak-
tif değildir. Asit ve gazlardan etkilenmez, altınsuyunda çözünür. Tepkimeye girmemesi, sünek ve dövül-gen oluşu, ergime noktasının yüksekliği ve ısıtıldığında camla aynı miktarda genleşmesi gibi özelliklerinden ötürü laboratuvar gereçlerinde ve elektriksel kontaklarda son deröce elverişli bir malzemedir. Kendisi yumuşak olmakla birlikte iridyumla sert bir alaşım verdiğinden uluslararası uzunluk ve kütle standartları yapımında; toz platin, katalizör olarak, sanayide sülfürikasit ve birçok organik bileşiğin üretiminde kullanılır. Klor ve oksijenle bileşikler oluşturur. Kuyumculukta da kullanılan bir metaldir.

PLATİN, elektronik ateşleme düzeneği olmayan benzinli motorlarda, ateşleme birinci devresinde yer alan devre kesici eleman. Distribütör içinde bulunur ve distribütör miline bağlı bir kamın dönüşüyle uçları birbirine değer ya da açılır. Devreyi her açıp kapattığında indüksiyon bobininde 20 bin volt dolayında bir gerilimin doğmasına yol açar. Devre kesici uçları, platinle kaplanmış metal kontaklardır. Islanınca görevini yerine getiremediği için motor çalışmaz. Ayrıca zamanla bu uçlar yıpranıp oksitlenir, kararır. Buna pratikte “platin meme yaptı” denir. Zımparalanarak giderilse de bu “tedavi” geçicidir.

PLATON (İ.Ö. 427,? – 347 Atina), Yunanlı filozof. Soylu bir ailenin oğluydu. Asıl adı Aristoles’tir. Sonradan kendisine “geniş omuzlu” anlamına gelen Platon adı verilmiş ve bu takma ad Araplar tarafından Eflatun biçimine sokulmuştur. Politikaya atılmak amacıyla iyi bir öğrenim gördü. Yirmi yaşında Sokrates’i tanıyınca kendini felsefeye verdi. Sok-rates’in öldürüldüğü 399 yılına dek, sekiz yıl boyunca onun öğrencisi oldu. Ardından Sokrates’in öğrencisi Euklides’in yaşamakta olduğu Me-gara’ya gitti. Daha sonra Güney İtalya’ya geçti. Zorba hükümdar I. Dionisios’un kayınbiraderi tarafından Siraküza’ya (Sicilya) çağrılan Platon, 390-389 yıllarını orada geçirdi. Atina’ya dönerek “Akademi” adını verdiği bir okul kurdu (387). Dokuz
yüzyıl ayakta kalan Akademi, başta Aristoteles olmak üzere birçok filozof ve devlet adamı yetiştirdi. Platon da, Sicilya’ya yaptığı iki yolculuk dışında, ölünceye dek orada öğretmenlik yaptı ve “diyalog” biçiminde sunduğu bilimsel çalışmalarını sürdürdü. Platon, Batı metafiziğinin öncüsü ve Avrupa’nın ilk büyük idealist filozofudur. İnsandan bağımsız, değişmeyen ve yetkin bir gerçekliğin varlığını kanıtlamaya çalışmıştır. Yapıtlarındaki felsefenin ağırlık noktasını “İdea’lar” kuramı oluşturur. Bu kurama göre, bu dünyada rastladığımız her şey, idea denilen yetkin ilk biçimin eksik, yani yetkin olmayan bir kopyasıdır. Gerçek bilgi ‘ değişmeyen ideaların bilgisidir. Platon’a göre,’ idealar dünyasının kopyası olan bir “gölgeler” dünyasında yaşayan insanoğlu, bilimsel bilgi aracılığıyla bu gölgeler dünyasının zincirlerinden kurtularak idealar dünyasını tanıyabilir ve ona yaklaşabilir. Platon’un yapıtları esas olarak üç bölüme ayrılabilir: 1. yaratıcılık dönemi: a) Sokrates’in ölümünü anlatan ve onu yücelten diyaloglar: “Apologie” (Sokrates’in Savunması); “Kriton”; b) “Erdem Diyalogları” olarak adlandırılan diyaloglar: “Lakhes”, “Gorgias”, “Lisis”, “Euthiph-ron”, “Protagoras”. Platon, bunlarda, sofistlerin bilgiyi evrensel bir bilgi olarak kabul eden görüşlerini eleştirerek, bireylerin toplumsal etkinliklerinin anlamını şraştırır. Bütün

bu diyalogların temel yasası, söyleşiyi yöneten Sokrates’in, karşıtlarını diyalog sırasında çıkmaza sokmasında yatar. “Nomoi” (Yasalar) adlı yapıtın dışında diyaloglarda sorulan hep Sokrates sorar. “Simposion” (Şölen) ve “Phaidon”. Platon’un 2. yaratıcılık dönemini başlatan yapıtlardır. Aşk ve güzellik kavramlarını ele alan “Şölen”, genellikle onun edebi başyapıtı olarak kabul edilir. “Phaidon” ise ruhun ölümsüzlüğü konusunu işler. “Politia”da (Devlet) ana tema, adalet kavramıdır. Platon bundan hareket ederek, filozofların yönetici ya da yöneticilerin filozof olduğu bir “ideal devlet” modeli kurar. Platon’un 3. yaratıcılık dönemi, öğretisini geliştirmeyi sürdürdüğü yaşlılık dönemi ürünlerini kapsar. “Phaidros’ta, Aşk Tanrısı Eros ve aşkın gücü (aşk yoluyla “idea”lar dünyasına ulaşmak) tartışmanın odak noktasını oluşturur. Theaitetos”, bilginin ne olduğunu araştırır, “Parmenides”, idealar öğretisini eleştirel bir yaklaşımla inceler. “Sofist” sofistlerin tanımlamasını yapar. “Politikos” (Devlet Adamı), politikacının ya da devlet adamının nitelikleri üzerinde durur. Platon, en son yapıtlarından biri olan ”Philebos“ta zevk ve bilgiyi karşılaştırarak, “iyilik” ideasının bunların karışımından doğacağı sonucuna varır. En son ve en kapsamlı yapıtı olan “Yasalar”da yine bir “İdeal devlet” taslağı geliştirir.

PLAUTUS, Titus Maccius (İ.Ö. 250 ?, Sarsina-184 Roma), Latin ko: medi şairi. Yoksul bir ailedendi. Genç yaşta Roma’ya gitti. Tiyatrolarda çalıştı. Biriktirdiği parayla ticarete atıldıysa da iflas etti. Bunun üzerine bir değirmende işçilik yapmaya başladı. Yunanlı komedi yazarlarından çeviri ve uyarlamalar yaptı. Birçok komedi yazdı. Plautus, İ.Ö. 336’larda Yunanistan’da oluşan Yeni Komedi akımının başlıca temsilcileri olan Menandros, Philemon, Diphilos ve Demophilos’u kendine örnek aldı. Onların komedilerinin içeriklerini Roma koşullarına uyarladı. Oyunlarında ilk kez şarkı kullanarak, komediyi şarkılı oyuna dönüştürdü. Bu teknik seyirci tara-

1728
fından çok tutuldu ve şarkıların flüt eşliğinde söylenmesiyle modern müzikli komediye çok benzeyen yeni bir biçim oluştu. İnsan yaşamının temel ilişkilerini sergileyen oyunlarında kişilerin gülünç ve aksak yönlerini yansıtmıştır. Başlıca komedileri “Amphitryo”, “Aulularia” (Çömlek), “Menaechmi” (İkizler), “Rudens” (Urgan) ve “Asinaria“dır (Eşekler Komedisi). Plautus, Latin edebiyatında komedi türünün en başarılı örneklerini yaratmıştır.

PLAZMA, kan ve lenfin sıvı kısmı. Kanın yaklaşık yarısını oluşturur. Kan plazması, içinde erimiş halde tuz, protein ve pıhtılaşma maddeleri taşıyan sudan meydana gelmiştir. Dokuların beslenmesi, pıhtılaşma, hastalıklara karşı direncin sağlanması gibi görevlere katılır. Besinlerin karaciğere ve karaciğerden vücudun diğer kısımlarına, atılacak maddelerin böbreklere taşınması gibi görevleri de tek başına gerçekleştirir. Pıhtılaşma maddelerinden arıtılmış kana “serum” adı verilir.

PLAZMA, bir deşarj tüpündeki gazda olduğu gibi, hemen hemen eşit sayıda elektron ve pozitif iyon içeren iyonlaşmış gaz. Çok yüksek sıcaklıkta bulunan ve içinde termonükleer tepkime meydana gelebilen ileri derecede iyonlaşmış madde de plazmadır, örneğin Güneş ve yıldızlarda madde bu durumdadır. Plazmadaki atomlar hemen hemen tümüyle iyonlaşmış olup madde, elektronlarla atom çekirdeklerinden oluşur. Bu nedenle plazma, maddenin (katı, sıvı ve gaz halinden sonra) dördüncü hali olarak tarif edilir. -* FÜZYON REAKTÖRÜ

PLEB ya da PLEP, Eski Roma’da halkın aşağı sınıfına verilen ad. Roma’ vatandaşlarının üstün sınıfını oluşturan patricelerden daha dar haklara sahiptiler. Ticaret yapabilir, mal-mülk edinebilir, ancak patriciler-le evlenemez, silah taşıyamaz, dolayısıyla orduya da katılamazlardı. Ayrıca seçme ve seçilme hakları da yoktu. Büyük bir olasılıkla fethedilen topraklardan gelen halkın torunları, çeşitli yabancılar vb.den oluşmuş Kirişık bir topluluktular. Pleb-
ler ve patriciler arasındaki eşitsizlik zamanla şiddetli çatışmalara dönüştü. Bu mücadele İ.Ö. 300’lerde pleb-lerin politik ve sosyal haklarını genişleterek patricilerle eşit duruma gelmesiyle sonuçlandı. Patriciler ancak çok sınırlı bazı devlet ve din görevlerini kendilerine saklayabildiler. Buna karşılık plebler de ticaretle zenginleşerek bir servet aristokrasisi kurdular. Bununla birlikte kırsal kesimden Roma’ya göçen plebler ve özgürlüğüne kavuşan köleler, pleblerin aşağı tabakalarını ve kent orta sınıfını beslemeye devam ettiler.

PLEBİSİT, bir sorun üzerinde yurttaşların “evet” ya da “hayır” biçiminde iradelerini belirtmeleri amacıyla yapılan oylama. Temsili demokrasiye karşı, doğrudan demokrasiyi destekleyenlerin savundukları bir yöntem olan plebisit, çeşitli ülkelerde az çok farklı anlamlar taşır. Örneğin Fransa’da belli kişiler için halkın eğilimini saptama amacı taşıyan oylama anlamına gelir. Buna karşılık İsviçre’de herhangi bir konuda hükümetçe alınan kararın halkoyuna sunulması anlamında kullanılır. Bu tür plebisit referandumla eşanlamlıdır. Plebisit ilk kez Fransız Devrimi döneminde uygulandı. 1920’lerden önce ulusların hangi devlete bağlanacağının saptanması amacıyla da sık sık plebisite başvuruldu. Daha sonra faşist rejimlerde liderler, aldıkları kararları, dolayısıyla kendilerini halka onaylatmak için zaman zaman plebisitler yaptılar.

PLEHANOV, Georgiy Valentino-

viç (1856 Gudalovka-1918 Trijoki/ Finlandiya), Rus sosyalist. Eski bir subayın oğluydu. Petersburg Madencilik Enstitüsü’nde okudu. Na-rodniklere katıldı ve Marksizmin Rusya’daki ilk propagandacılarından biri oldu. K. Marx ve F. En-gels’in birçok yapıtını Rusça’ya çevirdi. 1883 yılında, Cenevre’de sürgündeyken Akselrod ve Zasuliç’in de katıldığı “Osvobojdeniye Truda” (Emeğin Kurtuluşu) adlı bir Marksist grup oluşturdu. Popülist (halkçı) harekete karşı çıktı. Marx’in ekonomik ve toplumsal alanlardaki fikir

leri üzerinde incelemeler yaptı. Le-I nin ve Martov ile birlikte Iskra’yı çıkardı. Brüksel Kongresi’nden (II. Kongre) sonra Menşeviklere katıldı. 1917 Şubat Devrimi’nden sonra Rusya’ya geri döndü. Ülke sanayileşme sürecini tamamlamadan, sosyalistlerin iktidarı almalarına karşı çıktı, geçici hükümeti destekledi Plehanov, sosyal varlıkla sosyal bilinç arasındaki grift ilişkileri inceledi, fikir mücadelesinde sosyal psikolojinin oynadığı role dikkati çekti. Aynı zamanda Marksist estetiğin ve Marksist sanat eleştirisinin kurucularından biri olan Plehanov; sanatın kaynağı ve özellikleri üzerine çalışmalar yaptı. Sanatı, sosyal yaşamın yansımasının özel bir biçimi olarak f, yorumladı. Sanatın özünün gerçeklik olduğunu savundu. Plehanov, dilin kaynağı ve gelişmesi, dinin sosyal yaşamdaki rolü ve sosyal bilincin diğer biçimleri arasındaki yeri konularında da özgün fikirler ortaya attı. Başlıca yapıtları; “Ayrılıklarımız” (1884), “Sosyalizm ve İşçi Sınıfı; Monist Tarih Anlayışının Gelişmesi Üzerine Bir Çalışma” (1895), “Halkçılığın Temelleri” (1896), “Sanat ve Sosyalizm”.

PLEİADES -* PLEYADLAR

PLEVNE (Bulgarca: Pleven), Kuzey Bulgaristan’da, Sofya’nın 135 km. kuzeydoğusunda kent. Aynı adı taşıyan yönetim bölgesinin merkezidir. Tarım ve hayvan ürünleri ticareti yapılır; dokuma, makine, çimento ve seramik endüstrileri kurulmuştur. 1877’de Gazi Osman Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu bu kenti Ruslara karşı 143 gün süren bir savaşla savunmuştur. Nüfusu 120.000.

PLEVNE SAVAŞLARI, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşları sırasında (Doksanüç Harbi) Plevne kenti merkez olmak üzere Osmanlı kuvvetleriyle Çarlık Rusyası kuvvetleri arasında meydana gelen savaşlar (8 Temmuz 1877 – 10 Aralık 1877). 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşları başladığı sıralarda Osman Paşa, Vi-din ve Rahova bölgesinin savunmasından sorumlu bulunuyordu. Çarlık ordularının Tuna’yı güneye doğru geçmesi üzerine Osman Paşa,
Tuna kıyılarıyla Balkan Yarımadası ve Bulgaristan içlerine doğru uzanan yollar üzerinde önemli bir kavşak noktası olan Plevne’yi tahkim etmiş, savunulur bir duruma getirmişti. Osman Paşa, 5 Temmuz 1877’de Plevne’ye girdi. Çarlık ordusu da Plevn.e’yi ele geçirmek için ilk kez 8 Temmuz 1877’de harekete geçti, ancak Rus ordularının bu ilk teşebbüsü başarılı olamadı. İkinci teşebbüs 17-18 Temmuz 1877’de oldu, yine bir başarı elde edilemedi. Bu iki başarısızlık üzerine; Plevne’yi kuşatan Rus ordularına bu kez Romanya kuvvetleri de katıldı. Bu birleşik orduyla Osman Paşa’nın kuvvetleri arasında 26-29 Ağustos, 7-13 Eylül tarihlerinde meydana gelen çarpışmalarda, Osman Paşa’nın kuvvetleri başarılı oldu. Ancak ekim ayından başlayarak Osman Paşa’ nın birlikleri hiçbir yerden asker, silah ve yiyecek yardımı alamaz oldu. Son yardım getiren grup Plevne’ye 7 Ekim 1877’de geldi, bu tarihten sonra Plevne’nin her tarafla bağlantısı kesildi. Süleyman Paşa’nın Plevne’ye yardım gönderme girişimleri hiçbir sonuç vermedi. Osman Paşa, emrindeki komutanların fikrini alarak Plevne’den çıkmaya karar verdi. Çıkış hareketi 9 Aralık 1877’de başladı ve başlangıçta ba-
şarılı da oldu. Ancak 10 Aralık 1877’de Osman Paşa yaralanınca, Osman Paşa ve emrindeki kuvvetler teslim olmak zorunda kaldılar.

PLEYADLAR, gökte yedi yıldıza çevrilen yedi kız kardeş. Yunanlıların “Pleyades” dedikleri bu yedi yıldızlı burç, Yedi Kandilli Süreyya, yani Ülker burcudur. Pleyadlar, Atlas ile Pleione’nin kızlarıydı. Bu kızların 4’ü Zeus, 2’si Poseidon, biri de Ares ile evlendi. Bir efsaneye göre bu kızlar, kendilerini görüp âşık olan Orion’dan kaçarken güvercin oldular. Tanrı Zeus hallerine acıdı, ve onları yıldıza çevirdi. Bir başka efsaneye göreyse Zeus, babaları Atlas’a gökkubeyi yükleyince üzüntülerinden yıldız oldular.

PLİNİUS, Büyük (23 Novum Comum, bugün Coma/İtalya – 79 Pompei/ İtalya), Romalı yazar. Latince tam adı Gaius Plinius Secundus’tur. Çocuk yaşta Roma’ya geldi 47’den 57’ye kadar Almanya’daki Roma birliklerinde çalıştı. İspanya valiliğine tayin edildi. Plinius durmak bilmez çalışma düzeni içinde dilbilgisinden askerliğe kadar çeşitli konuları içeren birçok yapıt ortaya koydu. Bugün bu yapıtlardan bir tek “Natura-lis Historia” (Doğa Bilgisi, 77) kalmıştır. 37 ciltten oluşan bu dev ya-
Plevne Savaşı nda Turk topçularının savunması

ici binden fazla yapıtın özeti niteldedir. Plinius 79 yılında Vezüv nardağı’nın patlaması sırasında sena donanması amiraliydi, gemi-Syie halkı kurtarmak isterken bo-farak öldü.

JNİUS, Küçük (61 ya da 62 No-pı Comum/İtalya-144’e doğru,

, Latin yazarı. Latince tam adı Gai-t Plinius Caecilius Secundus’tur. içük yaşta öksüz kaldı ve amcası iyük Plinius tarafından yetiştirildi, ininmiş bir avukat olarak konsülle-î dek, yüksek kademeli çeşitli gö-vlerde bulundu. 112 yılında Bitin-l’ya (Bursa yöresi) vali olarak arKlı. 97-109 yılları arasında, 9 ki-p olarak yayımladığı “Mektuplar”, önemini anlatan önemli belgeler-|r. Bu 247 mektuptan, valilik dönelinde imparatora yazdıklarında, Hı-Btiyanlara karşı hoşgörülü davranılasım önerdi. Bu yapıta eklediği Q. kitap, 90-113 arasında İmpara-»r Trajanus’a yazdığı mektupları apsar. Ayrıca, ünlü bir konuşmacı lan Plinius’un söylevlerinden günümüze kalanı, kendisini konsüllüğe tayan İmparator Trajanus’un önünle yaptığı konuşmayı içeren “Pa-legyricum Trajani”dir (Trajanus’a !>vgü).

H.UTARKHOS (46’ya doğru Hiron-ia-125’e doğru Hironya), Yunan yalan ve tarihçisi. Atina’da dil, felsefe fe matematik öğrenimi gördü. İtal-fa, Mısır, Anadolu ve Yunanis-an’da dolaştı. Sonra doğduğu ken-e döndü. Milletvekili seçildi ve Delfi Tapmağı’na Apollon keşişi oldu. Çeşitli konulardaki yapıtları iki ana baş-»k altında toplanmıştır: “Bioi Paralel-oi’ (Koşut Yaşamlar) ve “Ethika” [Ahlak). Platon’un yapıtlarındaki gibi karşılıklı konuşmalar biçiminde kaleme alınmış olan “Ethika”da ahlak, din, eğitim, siyaset, edebiyat i/e tarih konuları işlenmiştir. Plutark-hos, ruhun ölümsüzlüğüne inanır; ahlak anlayışında acıma, sağduyu, alçakgönüllülük en önemli yeri tutar ve bunlar başta gelen erdemlerdir. Kişilikleri anlatmakta ve beliklemekte ustadır; tarihsel gerçek kadar, ruhsal ve toplumsal durumlara da önem verir. Seçmeci bir düşünür
Edgar Allan Poe

olarak önemli bir yeri olan Plutark-hos, Rönesans döneminde tekrar ele alındı. Erasmus, Machiavelli, Montesquieu gibi düşünürleri etkiledi.

PLÜTON, Yeraltı Tanrısı Hades’in adlarından biri. Daha sonra verilen bu ad, tanrının korkunç yanından çok, insancıl yanını belirtir. Satürn ile Rea’nın oğludur. Bir yeraltı tanrısı olarak toprağın bereketine hükmederdi.
PLUTONYUM
simgesi Pu
atom sayısı 94
atom ağırlığı 239,05
yoğunluğu 19,84
değerlikleri + 3, +4,. +5, +6
ergime noktası 639,5°C
yarılanma süresi 24.400 yıl
bulan G. T. Seaborg,
Mc. Miilan (1941)

PLUTONYUM, periyodik cetvelin aktinitler serisinde yer alan element. Uranyum ötesi elementlerin en önemlisidir. Nükleer reaktörlerde ve .atom bombasında yakıt olarak kullanılır. Kimyasal bakımdan uranyuma benzer. Nükleer reaktörlerde uranyum-238’in nötronlarla bombardımanı sonucunda pluton-yum-239 oluşur. Uranyum-235 gibi nükleer fisyona uğrar. II. Dünya Savaşı’nda Nagasaki’ye atılan atom bombası plütonyumdan yapılmıştı.

PLÜTON, 1930’da keşfedilen Güneş’ten en uzakta bulunan gezegen. Büyüklük bakımından Merkür’den sonra gelir. Güneş’in çevresinde dönüşü 248,4 yıl, dönüş hızı saniyede 4,8 km.dir. Çapının 5.000 km. olduğu hesaplanmıştır. Üzerinde hayat yoktur. 1930’da Ameri-. ka’da Arizona’daki Lowell Gözleme-
vi’ndeki çok kuvvetli teleskopla çok silik ve hafif yeşilimsi bir ışık veren Plüton görüldü. 1978’de uzaydan yapılan gözlemlerle Plüton’un küçük bir uydusu olduğu, atmosferinde metan bulunduğu anlaşıldı. İç yapısının Dünya’ya benzediği, yani merkezinde katı bir çekirdek bulunduğu tahmin edilmektedir. 1989 yılında Güneş’e en çok sokulduğu zaman Güneş ile Plüton arasındaki mesafenin 4.450.000.000 km. olacağı, 2113 yılında Güneş’e en uzak noktada bulunduğu zaman ise bu mesafenin 7.350.000.000 km.ye ulaşacağı hesaplanmıştır. Yüzündeki kesin sıcaklık bilinmemekle birlikte, Güneş’e çok uzak olduğundan, çok soğuk bir gezegen olduğu tahmin edilmektedir.

PO, Kuzey İtalya’da, Alpler ile Ape-ninler arasında kendi adını taşıyan ovanın ana akarsuyu. Viso Dağı’n-dan doğar, genellikle doğu yönünde akarak Piemonte ve Lombardi-ya’dan geçer ve birkaç ağızla ve hızla ilerleyen bir delta üzerinde Ad-riya Denizi’nin kuzeybatısına dökülür.

PODGORNİ, Nikolay Viktoroviç

(1903 Ukrayna-1983 Moskova), Sovyet devlet adamı. Kiev İşçi Üniversi-tesi’ni bitirdi. 1930 yılında Komünist Parti’ye girdi. 1931-1939 yılları arasında çeşitli fabrikalarda mühendis olarak çalıştı. 1939 yılında Ukrayna besin sanayii halk komiseri yardımcısı oldu. II. Dünya Savaşı boyunca Moskova Besin Sanayii Teknoloji Enstitüsü yöneticiliği görevini yürüttü. 1957 yılında SBKP Ukrayna bölgesi birinci sekreterliğini üstlendi. 1963 yılında SBKP Merkez Komitesi’nde yer aldı. 1965’te Yüksek Sovyet Prezidyumu başkanlığına (devlet başkanlığı) seçildi. 1965 ve 1972 yıllarında Türkiye’ye resmi ziyaretler yaptı. 1974 yılında yeniden devlet başkanlığına seçilen Podgorni, 1977’de bu görevinden ayrıldı.

POE, Edgar Allan (1809 Boston-1849 Baltimore), Amerikalı şair ve öykü yazarı. İngiliz asıllı ve tiyatro oyuncusu bir ana-babanın oğludur. Kendisinin doğumundan sonra ba-
bası onları bir şındayken anrı olan John Ali: okuttu. Londr< bir öğrenim gö tesi’nde bir yıl ki ve kumar bc babasıyla aras çarak (1827) ‘Tamerlane’1 (1 yan ilk kitabını ra Baltimore’d taşındı ve gaz meye başladı, öykü yarışmas nan Müsvedde cilik ödülü ald; olay ona edeb çok yararlı dos nın son on ik Philadelphia’di ve genellikle içinde geçirdi, ölmesinden sc yamadı ve içk büyük bir bölı mak için gazetı runda kaldıkta ölen Poe, yine lige sahip bir y mıştır. Sahip o çüde öykülerit coşumculuğun yer simgeciliği Ses ve melod lamdan önce c pişmanlık, mei ve dehşet, şiir dır. Poe’nun < üzerinde doğrı uyandırmaya y şet öyküleridir, den biri sayılar use of Usher” | şiirsel ve ruhbil le yüklüdür. ” ‘The Masque c zil Ölümün Ma öykülerinde ok yaşayanların p zursuz ölüler Poe, ‘The Murı gue” (Morgue ‘The Mystrey c rie Roget’nin E ined Letter” (Ç öyküleriyle de öncülerindendi

bası onları bırakıp gitti. Poe iki yaşındayken annesi ölünce, bir tüccar olan John Allan onu evine aldı ve okuttu. Londra ve Richmond’da iyi bir öğrenim gördü. Virginia Üniversitesi’ nde bir yıl okuduktan sonra, içki ve kumar borçları yüzünden üvey babasıyla arası açıldı. Boston’a ka* çarak (1827) takma bir ad altında ’Tamerlane” (Timur), başlığını taşıyan ilk kitabını yayımlattı. Daha sonra Baltimore’daki teyzesinin yanına taşındı ve gazetelere yazı göndermeye başladı. Bir gazetenin açtığı öykü yarışmasında “Bir Şişede Bulunan Müsvedde” adlı öyküsüyle birincilik ödülü aldı. Ününü başlatan bu olay ona edebiyat çevrelerinde birçok yararlı dost kazandırdı. Yaşamının son on iki yılını New York ve Philadelphia’da gazetecilik yaparak ve genellikle büyük bir yoksulluk içinde geçirdi. Karısının genç yaşta ölmesinden sonra kendini toparla-yamadı ve içkiye verdi. Yaşamının büyük bir bölümünde para kazanmak için gazetelere yazı yazmak zorunda kaldıktan sonra genç yaşta ölen Poe, yine de şaşırtıcı bir çeşitliliğe sahip bir yapıt bırakmayı başarmıştır. Sahip olduğu ünü, büyük ölçüde öykülerine borçludur. Şiirde, coşumculuğun izinde giden, yer yer simgeciliğe yaklaşan bir şairdir. Ses ve melodi, birçok şiirinde anlamdan önce gelir. Hayal, çöküntü, pişmanlık, melankoli, ölüm sıkıntısı ve dehşet, şiirinin başlıca temalarıdır. Poe’nun en iyi öyküleri, okur üzerinde doğrudan ve belirli bir etki uyandırmaya yönelik korku ve dehşet öyküleridir. En başarılı öykülerinden biri sayılan ‘The Fall of the House of Usher” (Usher’lerin Çöküşü), şiirsel ve ruhbilimsel bir simgesellikle yüklüdür. “Berenice”, “Morelia”, ’The Masque of the Red Death” (Kızıl Ölümün Maskesi) ve “Ligeia” adlı öykülerinde olduğu gibi, bunda da, yaşayanların peşini bırakmayan huzursuz ölüler tema’sı ağır basar Poe, ‘The Murders in the Rue Morgue” (Morgue Sokağı Cinayeti), ‘The Mystrey of Marie Rôget” (Marie Roget’nin Esrarı) ve ‘The Purloined Letter” (Çalınmış Mektup) gibi öyküleriyle de dedektif öyküsünün öncülerindendir. Onun en tanınmış
yapıtlarından biri de, hazine aramayı konu alan ‘The Gold Bug” (Altın Böcek) adlı öyküsüdür. Poe, şiiriyle ve kuramsal yazılarıyla modern Avrupa edebiyatını, özellikle Fransız simgecilerini derinden etkilemiştir.

POİNCARE, Henri (1854 Nancy-1912 Paris), Fransız matematik bilgini, Ecole Polytechnique^ birincilikle girdi (1873). Maden mühendisi oldu (1877). Caen Fen Fakültesi’nde (1879), Sorbonne’da (1881) ve Ecole Polytechnique’de (1883) analiz dersleri verdi. Yüzyılın en büyük dehalarından olan Henri Poincaré, matematik analizi, analitik mekanik, gök mekaniği ve matematik fiziğiyle uğraştı. 1905’te, Maxwell denklemlerinin, klasik Newton mekaniğinden farklı bir kurama yol açması gerektiğine işaret ederek, aynı yıl Einstein tarafından bağımsız biçimde sergilenen görelilik kuramının bir yanını öngörmüş oldu. Otomorfik fonksiyonları geliştirmesi ve Fuchs fonksiyonlarını ortaya koyması, matematik alanındaki en önemli çalışmaları sayılır. Başlıca yapıtları: “La Science et l’Hypothèse” (Bilim ve Hipotez, 1902), “Le Valeur de la Science” (Bilimin Değeri, 1906) ve “Science et Méthode”dur (Bilim ve Yöntem, 1909).

POİNCARE, Raymond (1860 Bar-le-Duc-1934 Paris), Fransız devlet adamı. Henri Poincaré’nin yeğenidir. Hukuk ve siyasal bilimler öğrenimi gördü. Milletvekilliği, senatörlük yaptı ve çeşitli bakanlıklarda görev aldı'(1893-1906). Başbakanlık (1912) ve cumhurbaşkanlığı (1913-1920) yaptı. Almanya’ya karşı kurulan Üçlü İttifak’ın sağlamlaştırılması için çalıştı. 1922-1924 ve 1926-1929 yılları arasında ikinci ve üçüncü kez başbakanlık yaptı. Tutucu bir milliyetçiydi. 1923’te Ruhr bölgesinin istila edilmesi emrini verdi. Mali buhran sırasında halkın ve parlamentonun desteğini alarak, mali siyasetini uyguladı ve Fransız parasının değerini korudu (1928). Aynı zamanda iyi bir yazar ve güçlü bir hatipti. Anılarını “Au Service de la France” (F-ransa’nın Hizmetinde, 1926-1933) adı altında topladı.
POISSON, Denis (1781 Pithivi-ers-1840 Paris), Fransız matematikçisi. 19 yaşında Ecole Polytechnique’i bitirerek burada öğretmenliğe başladı. 1806’da profesör oldu. 1837’de Yüksek Meclis üyeliğine atandı. Aynı üniversitenin krallık konseyine çağrıldı ve Fransız okullarında matematik derslerini programlamakla görevlendirildi. Esneklik (e-lastisite) konusuna önemli katkılarda bulundu. Potansiyel kuramında Poisson integrali ve Poisson denklemi, olasılıkta ve istatistikte de Poisson dağılımı ve Poisson büyük sayılar yasası onun adıyla anılır. En çok bilinen kitabı ‘Traité de Mécanique” tir (Mekanik Elkitabı, 1811).

POİSŞON ORANI, uçlarından çekilen bir çubukta meydana gelen enine birim uzamanın, boyuna birim uzamaya oranı (simgesi ß). Çubuğun hacminde önemli bir değişme olmazsa, bu oran 0,5’tir. Ancak pratikte genellikle daha azdır. Poisson oranı yapım (inşaat ve makine) hesaplarında önemli bir rol oynar.

POLANSKİ, Roman (1933 Paris), Polonya asıllı Fransız sinema yönet-, meni ve oyuncusu. 1936 yılında Po-; lonya Yahudisi olan ailesiyle birlikte Polonya’ya döndü. Çocukluğu II. Dünya Savaşı’nın yarattığı dehşet ortamı içinde geçti. Sekiz yaşındayken ailesi toplama kamplarına götürüldü. Annesi Auschwitz toplama kampında öldü. Alman işgali sırasında Krakov’dan kaçarak kırsal kesimdeki Katolik ailelerin yanında saklandı. Savaşın sonlarına doğru kente geri döndü. Çeşitl.i işlerde çalıştı. Bu dönemde sinemaya karşı ilgisi gelişmeye başladı. Savaş bittiğinde babasıyla bir araya geldi. On dört yaşında tiyatroda sahneye çıkmaya; başladı. Daha sonra Lodz Sinema Okulu’nda öğrenim gördü (1954-
1731

1959). Bu dönemde aralarında Ahd-rej Wajda’nm ilk filmleri de olmak üzere birçok filmde rol aldı ve kısa belgesel filmler çekti. 1959’da çektiği “Dwaj ludzie z szafa” (İki Kişi ve Bir Gardrop) adlı on beş dakikalık kısa filmiyle beş uluslararası ödül kazandı. Okulu bitirdikten sonra Fransa’ya giderek iki yıl Paris’te kaldı. Burada “Grost et le maigre” (Şişman İle Sıska, 1961) adlı filmini gerçekleştirdi ve büyük ilgi gördü. Aynı yıl Polonya’ya dönerek sinema tarihinin ve Polonya’nın en önemli filmlerinden biri olan “Noz w Wodzei”yi (Sudaki Bıçak, 1962) çekti. Daha sonra bir süre İngiltere’de çalıştı. Burada yaptığı filmlerde insanlar arasındaki ilişkileri bir karabasan ve fanteziler atmosferi içinde sergiledi. 1968’den sonra ABD’ye giderek çalışmalarını burada sürdürdü. “Rosemary’s Baby” (Rosemary’nin Bebeği, 1968) adlı filmiyle ticari yönden büyük bir başarı kazandı. Bu arada 1968’de.evlendiği karısı Sharon Tate, Manşon çetesi tarafından korkunç bir biçimde öldürüldü. Bu olayın etkisiyle bir süre sinemadan uzak kaldı. 1971’de İngiltere’de çektiği “Macbethle (Kanlı Saltanat) sinemaya geri döndü. Roman Polanski daha çok insanların korkularını, şiddet ve alışılmadık cinsel davranışlarla kaynaştırarak sinemaya yansıtmıştır. Başlıca filmleri: “Noz w Wod-zei” (Sudaki Bıçak, 1962), “Repulsion” (Tiksinti, 1965), “Dance of the Wampires” (Vampirlerin Dansı, 1967), “Rosemary’s Baby” (Rosemary’nin Bebeği, 1968), “Macbeth” (Kanlı Saltanat, 1971), “What?” (Ne?, 1972), “Chinatown” (Çin Mahallesi, 1974), “Le locataire” (Kiracı, 1976), “Tess” (Tess, 1979), “Pirates” (Korsanlar, 1983), “Frantic” (1988).

POLARİSKOP, polarma olayını incelemeye yarayan alet. Polarılmış ışığın geçtiği bir polargı (polarizör) ile bu İşığın incelenecek saydam bir numuneden geçtikten sonra üzerine « üşürüldüğü döner bir analizle-yenden (analizör) oluşur. Basit bir polariskop (Biot polariskopu) yansıtmayla polarmaya dayanır ve iki eğik cam levhadan oluşur. Bunlar-
dan biri ışığı polarmaya, döndürüle-bilen öteki levha da analizlemeye yarar. Bazen analizleyen olarak Ni-col prizması ya da polaroid, bazen de hem polargı hem de analizleyen olarak Nicol prizması kullanılır. Bazı maddeler (örneğin şeker) polarma düzlemini çevirebilir. Bu özellikten yararlanılarak örneğin bir polaris-kopla, şekerin saflığı ya da bir çözeltideki şeker miktarı belirlenebilir.

POLARMA
POLARİZASYON

MA,
POLARMA, ışık dalgasının enine titreşimlerinin yönü ve özelliklerinin belli kayıtlamalara uğraması, polarizasyon. Normal olarak ışık polarılmış değildir. Belli bir yönde ilerlerken, buna dik bir doğrultuda ve düzensiz titreşimler yapar. Polarılmış ışıkta ise bu titreşimler belli bir düzenlilik gösterir. Örneğin ışığın (camdan) yansıması ya da bir dizi cam levhadan geçmesi, turmalin ve Polaroid gibi maddelerde ya da Nicol prizmasında çift kırılmaya uğraması sonucunda düzlemsel olarak polarılmış ışık oluşur ve bu ışıkta bütün titreşimler aynı düzlemde bulunur. Polaroid filtreler ışığın belli bir düzlemdeki bileşenlerini emer. Böyle iki filtre, çaprazına kullanıldığında hiç ışık geçirmez. Parlatılmış bir cam yüzeyden, n kırılma indisi olmak üzere, tan~1 (n) gibi bir açıyla (normal cam için 57°) yansıyan ışık, titreşimler yüzeye paralel olacak biçimde polarılır. Düzlemsel olarak polarılmış ışık parlak bir metal yüzeyden yansıdığında eliptik olarak polarılmış ışık, çift kırıcılık özelliği gösteren kristallerden geçtiğinde de dairesel olarak polarılmış ışık meydana gelir ve herhangi bir noktadaki elektrik vektörü birinde bir elips, öbüründe de bir daire çizer. Çevremizdeki ışık gözümüze çoğunlukla bir yerlerden yansıyıp geldiği için kısmen polarılmış ışıktır. Görmeyle ilintili birçok alet ve araç polarma dikkate alınarak yapılır. Örneğin güneş gözlükleri, yatay yüzeylerden yansıyan polarılmış ışığı emerek göz kamaşmasını azaltır. Benzer filtrelerle karayollarında sürücü-
ler güvenli biçimde seyreder. Pola-riskoplarla organik kimyada önemli ölçümler yapılır.

POLAROİD, optik eksenleri birbirine paralel olacak biçimde konumlanmış son derece küçük (ültramik-roskopik) polarıcı kristaller içeren ince saydam film. Polarmanın bileşenlerinden biri bu filmde soğurulurken öteki, küçük bir kayıpla geçirilir. Po-laroidin eksenini uygun bir doğrultuya getirmekle, örneğin, yansıma sonucu oluşan polarılmış ışığın gözü kamaştırması önlenebilir. Polaroidi 1932’de E. H. Land buldu. Land’ın geliştirdiği bu yapay polargı, ince, saydam bir plastik madde üzerine oturtulmuş mikroskopik herapatit (kinin sülfatın asetik asitte çözündürülüp üzerine iyotlu alkol ilave edilmesiyle hazırlanan yeşil bir tuz) kristallerinden oluşuyordu. Daha sonra değişik polaroidler geliştirildi ve polaroid yaygın bir kullanım alanı buldu.

POLAROİD FOTOĞRAF MAKİNESİ, E. H. Land tarafından 1947’de bulunan ve çektikten sonra 10 saniyede siyah-beyaz, 60 saniyede de renkli fotoğraf verebilen makine. Normal fotoğraf makineleri gibidir, ancak kullandığı film özeldir. Bu film potizif kâğıttan, negatif film ve özel kimyasal maddelerden oluşur. Işık negatifi etkiledikten sonra kart, makineden çıkarken negatif pozitife bastırılır ve bu sırada aralarına bir yastık içindeki kimyasal maddeler saçılır. Böylece gerçekte ışığa duyarlı olmayan kâğıtta difüzyon yoluyla pozitif görüntü meydana gelir.

POLATKAN, Haşan (1915 Eskişe-hir-1961 İstanbul), siyaset adamı. Eskişehir’de lise öğrenimi gördükten sonra Mülkiye’ye devam etti. Ziraat Bankası ve Maliye Bakanlığı’n-da müfettişlik yaptı. 1946 yılında DP adına Eskişehir’den milletvekili seçildi I. Menderes kabinesi döneminde çalışma ve maliye bakanlıkları yaptı. II. ve III. Menderes kabinesi dönemlerinde de maliye bakanlığı görevini sürdürdü. 1955 yılında bu görevden ayrıldıysa da, 1956’da yeniden maliye bakanı oldu. 1960 yılına kadar bu görevde kaldı. 27 Mayıs’
tan sonra sek Adal cezasına 1961 gür getirildi.

POLATLI

bu ilçeni topraklar lar kapla yı, batısıı suk Çayı Sakarya’ melini tar Üretme ( luk buğd vancılık > gelişmişi kişehir ki de buluı bulunan, yükte (Pc latılan ki çeşitli ka ortaya çil kımdan Yüzölçür 99.965, (1990).

POLCA

pa dil ai Slav dalı çoğunluç yeti’nde, ve Fransi tonyalı t< Yazı dilin ca’nın ta Polca (1: nuna ya dar), On yüzyılın ı (18. yüz fen eski dan kalr yeni harf ak ken îaşlıca (Küçük »e Mazc fa lehçe mie lehç

»OLEMI

ma. Bell jok kişi; İe yürüt ut düşi
KUTUPLAN-
1732

lan sonra Yassıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından ölüm cezasına çarptırıldı. Karar 15 Eylül 1961 günü İmralı Adası’nda yerine getirildi.

POLATLI, Ankara iline bağlı ilçe ve bu ilçenin merkezi olan kent. ¡İçe topraklarının ortasını engebeli alanlar kaplar. Kuzeyinden Ankara Çayı batısından Sakarya geçer. Porsuk Çayı da ilçe toprakları içinde Sakarya’ya karışır. Ekonomisinin temelini tarım oluşturur. Polatlı Devlet Üretme Çiftliği’nde iyi cins tohum-k* buğday ve arpa yetiştirilir. Hayvancılık ve hayvan ürünleri üretimi geiişmiştir. ¡İçe merkezi Ankara-Es-loşehir kara ve demiryolları üzerinde bulunur. Kasabanın yakınında bulunan, eskiçağlardan kalma hö-Iyükte (Polatlı Höyüğü) 1949’da baş-[btılan kazı çalışmaları sonucunda »çeşitli katlarda çok önemli bulgular lortaya çıkarılmıştır. Polatlı askeri bakamdan da önemli bir merkezdir, ifüzölçümü 3.789 km.2, ilçe nüfusu ■99.965, merkez nüfusu 60.158 ■1990).

■POLCA ya da LEHÇE, Hint-Avru-Ipa dil ailesinin Baltık-Slav kolunun ■Bav dalından bir dil. Bugün büyük ■çoğunluğu Polonya Halk Cumhuri-Keti’nde, geri kalanı ABD, Brezilya Ke Fransa’da yaşayan 33 milyon Po-knyalı tarafından konuşulmaktadır. ■Tazı dilinin oluşmasından sonra Pol-pa’nın tarihi üç döneme ayrılır: Eski ■Folca (12. yüzyıldan 15. yüzyılın so-puna ya da 16. yüzyılın başına kapar). Orta Polca (16. yüzyıldan 18. fczyılın ortasına kadar). Yeni Polca ■18. yüzyıldan günümüze kadar). ■En eski yazılı belgeleri 12. yüzyılları kalmadır. Latin asıllı alfabeye eni harfler ve harf birleşimleri yapa-ak kendi yazımlarını belirlediler, laşlıca lehçeleri şunlardır: Krakovv Küçük Polonya) lehçeleri, Silezya e Mazovya lehçesi, Büyük Polon-a lehçesi, Chelmno-Koçiewie-War-me lehçesi, Kaşub lehçesi.

OLEMİK, kalem kavgası, tartışsa. Belli bir konuda iki ya da daha ok kişi arasında dergi ve gazeteler-e yürütülen tartışma. Birbirine kar-t düşünceleri karşılıklı savunma
anlamındaki tartışmadan ayrımı, saldırgan bir tutumun benimsenmiş olmasıdır. Tartışma bir anlatım biçimidir. Karşıt düşünceyi çürüterek, savunulan düşünceyi kanıtlama amacına yöneliktir. Bu nedenle nesnel bir tutumu gerektirir. Polemikte ise öznellik ağır basar. Türk edebiyatında polemik ve tartışma Tanzimat’ tan sonra görülür. Gazetelerin çoğalması ve yeni bir edebiyat oluşturulmak istenmesi polemik için gerekli ortamı yaratmıştı. Eski-yeni çatışması, yeniliği savunanların divan edebiyatına yönelttikleri eleştiriler çevresinde polemiklerin yoğunlaşmasına yol açar. Sonraki dönemlerde de edebiyatta hemen her yeni arayış polemiklere konu olmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir