Yahudinin biri, imtihan etmek gayesiyle Efendimizin (S.A.V.) yanma gelmiş ve elindeki yiyeceği göstererek:
— Ey İslâm Peygamberi, diye sormuştu. Bu benim rızkım mıdır?
Yahudi, evet cevabını alsa elindekileri yemeyerek atacak, hayır cevabında ise onu yiyerek sözde akıllılık etmiş olacaktı.
Yahudinin bu düşünce ile sorduğu soruya, Efendimiz (S.A.V.) hiç tereddüt etmeden cevap verdi:
— Yersen, rızkındır.
KADERİMDE VARSA
Ömer Sevinçgül
S anıyorum kader konusunda en şin doğması kadar normaldir. Bilme-
çok sorulan soru şudur: Allah, bir insanın günah işleyeceğini bildi ve yaz-dıysa, onun ne suçu var? Nasılsa yazılan başa gelecek, kaderin hükmü kaza olacaktır.
Bu hassas konuyu dikkat ve titizlikle tahlil edelim: Yukarıda da söylediğimiz gibi, Allah, ezelî ilmiyle olacakları bilmiş ve yazmıştır. Bunda garip bir taraf yoktur. Çünkü, zamanı yaratan Allah’ın, onun her anını bilmesi, güne-
se yaratamazdı. Onun sonsuz ilmi, zamanı da, mekânı da kuşatmıştır. Dün, bugün ve yarın bizim içindir. Biz yaşadığımız zamanı biliriz. Çünkü âciziz, kuluz, geleceği de kuşatan bir ilme sahip değiliz. Yaradan ise, yarattığına asla benzemez. “Ben olacakları bile miyorum, şu halde Allah da bilemez,” diye düşünmekten daha saçma ne olabilir?
Dikkat edilirse, kaderi bahane ede
rek, “benim ne suçum var” diyen kişinin, iradeyi yok saydığı görülür. Eğer insan “rüzgârın önünde sürüklenen bir yaprak” ise, seçme kabiliyeti yoksa, yaptığından mesûl değilse, o zaman suçun ne mânâsı kalır? Böyle diyen kişi, bir haksızlığa uğradığı zaman mahkemeye müracaat etmiyor mu? Halbuki, anlayışına göre şöyle düşünmesi gerekirdi: “Bu adam benim evimi yaktı, namusuma dil uzattı, çocuğumu öldürdü, ama mâzurdur. Kaderinde bu fiilleri işlemek varmış, ne yapsın zavallı! Başka türlü davranmak elinden gelmezdi.” Hakkı çiğnenenler gerçekten böyle mi düşünüyorlar?
İnsan yaptığından sorumlu olmasaydı “iyi” ve “kötü” kelimeleri mânâsız olurdu. Kahramanları takdire, hainleri aşağılamaya gerek kalmazdı. Çünkü, her ikisi de yaptığını isteyerek yapmamış olurdu.
Suale dönelim. Evet, Allah herkesin ne yapacağını bilir. Fakat iradeyi yaratan da O’dur. İnsana irade hürriyeti vermiştir. Kaderi takdir ederken, insanın neyi tercih edeceğini bilmiş, ona göre yazmıştır. “Bilmek” ise “yapmak” demek değildir. Bir hareketin olması için ilmin yanında iradenin ve kudretin de bulunması gerekir. Eğer Allah, insanın kaderindekini bilirken irade de etseydi, o zaman kulun yapabileceği bir iş kalmazdı. Ama hakikat böyle değildir. Meselâ, biz mektup yazmayı biliyoruz, fakat mektup hemen yazılmıyor. Harflerin kağıda yerleşmesi için, yazmayı istememiz gerekir. Bu da yetmez, kuvvetimizi kullanmalı, bir iş yapmalıyız.
HERŞEY KADER İLE TAKDİR EDİLMİŞTİR.
KISMETİNE RÂZI OL Kİ, RAHAT EDESİN.
BEDİÜZZAMAN
Güneşin tutulacağı gün ve saat hesaplanabiliyor. Burada da aynı durum söz konusu, ilim adamları önceden bildiği için mi güneş tutuluyor, yoksa güneş tutulacaktı da bu gerçekten dolayı mı ilim adamları bildiler? Cevap mâlum.
Hârika bir kameraman düşünelim. Diyelim ki, bu adam, bizim gelecekteki on günlük hayatımızı gizlice filme aldı. Yâni, on günlük hayatımızı önceden bildi. Onbirinci gün filmi bize gösterdi. İşlediğimiz hataları, günahları ve suçları seyrettik. Kameramana, “Sen bizim on günlük geleceğimizi bilmesen, görüntülemesen, biz filmdeki suçları işlemezdik,” diyebilir miyiz? Teşbihte hata olmasın, Allah da bizim ömrümüz boyunca yapacaklarımızı ezel kamerasıyla “Levh-i Mahfuz” denilen filme alıyor. Bu tesbit bizim hareketlerimize asla tesir etmiyor. Gerçek bu olunca, mesuliyet bizimdir. Suçlu bıziz. Cezayı da biz çekeceğiz. “Kaderimde yazılıysa suçum ne?” demeye hiç hakkımız yok. Günahımıza tevbe etmekten, affı için yalvarmaktan ve güzel âmeller işleyip cezadan kurtulmaktan başka çaremiz de yok! Suçu kadere yüklemeye çalışmakla ancak kendimizi aldatabiliriz. Allah’ı aslâ!